7 Mayıs 2016 Cumartesi

FLORANSA RESİM SANATI VE TOPLUMSAL ARKA PLAN

2. EKONOMİK, TOPLUMSAL VE SİYASİ DÜŞÜNCELER





Dönemin karmaşık ekonomik, toplumsal ve siyasi koşulları ancak bunlara karşılık gelen düşünceler ışığında değerlendirilirse tam olarak anlaşılabilir. Dahası, toplumu oluşturan farklı etmenler – Kilise, aristokrasi, üst orta sınıf, entelektüeller ve alt orta sınıf - arasındaki ilişkilerin doğası başka hiçbir alanda daha açık görülemez. Bu kümelerin genel bakış açısını yaşama geçiren (1) özellikle bu düşüncelerdir. Her sınıfın toplum ve ekonomik yaşam düşüncesini – toplumsal sistem, ekonomik etkinlik, ticaret, tefecilik, vb.nin bileşimini görüp değerlendirmeleri ışığında – ve Devlet ile siyaseti nasıl düzenlediklerini değerlendirdiğimizde güncel kuramlar ve genel günlük düşünce ile ilgili bir görüş oluşturabileceğiz.
Bu dönemin ekonomik, toplumsal ve siyasi düşüncelerinin temel bir karakteristiği birçok durumda dinle çok yakın ilişki içinde olmasıdır. Bu doğal olarak, dini kavramların tüm diğer düşünce yollarının karakter ve doğrultusunu belirlediği hristiyan dünyada en belirgindi. Kiliseden ideolojik bağımsızlığını kısmen kazanmış olan üst orta sınıfın dünyasında bu ilişki bu kadar sıkı değildir. Curia ve zengin kent burjuvazisi ekonomik ve diğer birçok farklı açıdan birbirine tamamen bağımlı olduğundan onların ekonomik, toplumsal ve siyasi düşünceler tarihi esas olarak ortak çıkarlarda uzlaşma tarihidir. Her iki yan kendi ideolojik konumunu olabildiğince çok korumaya çalışmış, ancak dostundan olanaksızı istemeyerek kendi çıkarını dizginlemiştir. Eğitimli üst rahipler sınıfının çok önemli bilimsel ve edebi etkinlikleri iki kümenin çıkarları arasındaki boşluğa köprü oluşturdu. İlkesel olarak bu rahip yazarlar skolastiğe, Thomas’ın anıtsal sistemine bağlıydılar. Onun düşünceleri kalıcı bir etki bıraktığından, Kilise ve orta sınıfın sistemi nasıl dönüştürdüğünü değerlendirmeden önce bu düşüncelerle ilgili kısa bir özet verilmelidir. 
Dominikan mezhebinin büyük teologu ve Paris Üniversitesi eğitmeni Aquinalı Thomas (1225-74), “yüksek” Orta Çağ Kilisesinin ekonomi, toplumbilim ve siyasi görüşlerini içeren (Summa contra Gentiles, c. 1260-64; Summa Theologica, c. 1269-72; De RegiminePrincipum, c. 1265) tüm ideolojik dünyasını tek büyük bir sistemin içine aldı. Böylesi bir dizgeselliğin rasyonalist bir bakış açısıyla gerekli görülmesi çok önemlidir. Dahası Aquinalı, Aristoteles’in yeni ve bilinmeyen düşüncelerini benimsedi ve gerçek durumlarla uzlaşmalara dayanan etkileyici bir yapıyla birleştirdi. Devletin yaşam sanatını gerçekleştirmeyi amaçlayan bir örgüt olarak Aristotelesçi kavranışı somutlaştırılmış, dinsel kilise sistemine bağımlı kılınmıştı. Devletin kaynağının günahkar olduğu öğretisi kaldırılmıştı, ama bu öğreti şimdi kutsal dünya planının, yürürlüğe konması yani Tanrı Krallığı’nın hazırlanması için bir araç olarak düşünülüyordu. Toplumsal tabakalar, onların farklı türde işleri Tanrı’nın buyruğudur. Her buyruğun kendine özgü bir raison d'etre’ı (varoluş amacı) vardır. Her birey, Tanrı’nın kendisini çağırmak için uygun bulduğu toplumsal konumda kalmalıdır – kendi tabakasında ve kendi işinde kalmalıdır. Bu zengin ve yoksul için geçerlidir. Zengin ve yoksul ayırımı zorunludur, çünkü özel mülkiyetin evrensel olarak kaldırılması, insan doğası bozuk olduğu için gerçekleştirilebilir değildir. Yoksulun, yine de bağış, özellikle sadaka alma hakkı vardır. Her tabakanın kendine uygun yaşam standardı vardır. Aquinalı’nın bu bir ölçüde elastik ilkesi, ekonomik uğraşın kendi içinde sonlanmadığı ama yalnızca yaşamın sürdürülmesine hizmet etmesi gerektiği savından etkilenmemiştir. Bu sürdürülecek yaşam her zaman kişinin bulunduğu toplumsal konuma uygun olmalıdır. Öğretisi, kentsel bir nüfusun varlığını kabul etse de Aristoteles’in izleyicisi Aquinalı, tüccarlara karşı bir ölçüde soğuk tavır alır. Onlara az sayıda, yalnızca farklı kentler arasında orta düzeyde ilişkiyi sağlamak için gereksinim duyulur. Tek bir kent içinde ticaret, birbiriyle doğrudan ilişki içinde olan üretici ve tüketicinin varlığı için gerekçe yoktur. Paranın bereketsizliği öğretisi – paranın üretici gücü yoktur ve kendini çoğaltamaz – de Aristoteles’ten devralınmıştır (2) ve faiz ile tefeciliğin yasaklanmasının da temelini oluşturur. Her metanın, Tanrının atadığı bir otoritenin belirlediği kendi nesnel, saf fiyatı vardır (Aristoteles’inkine benzer bir kavram) (3). Devlet’in biçimi ile ilgili olarak Aquinalı, monarşinin en iyi olduğunu düşünmüştür. Onun ideal “iyi yönetici”si adil olmalıdır ve yasaları gözetmelidir (4) yoksa bir tirana dönüşür. Dini ve dindışı en büyük güç, dindışı güç dolaylı olacak biçimde, Papa’dadır.
Aquinalı, güney İtalya’dan feodal bir aileden gelse de, esas olarak o dönemin toplumsal ve ekonomik açıdan ilerleyen İtalya’sının dışında etkindi. Düşünceleri, laik Devlet’in ve bir orta sınıfın varlığını kabul ettiği için önceki kuşak rahiplerinkilere göre çok büyük bir ilerlemeyi temsil ediyordu ama henüz bütünsel olarak çoğu laik Devletin zayıf ve bir bakıma kaotik feodal prenslikler olduğu bir dönemi yansıtıyordu. Bu dönemde, büyük oranda kendi kendine yeten tarım ve esnaf kentleri orta sınıfı henüz başlangıç aşamasındaydı. Tek gerçek egemen güç örgütü olarak kiliseye özgü hiyerarşik teokrasi Papa’da toplanmıştı ve tek kültür Kilisenin kültürüydü.
Aquinalı sonrası – 13. yüzyıl sonu ile 14 ve 15. yüzyıllar - gerçek ekonomik, toplumsal ve siyası durum çok farklıydı. Büyük girişimciler ve bankerler kentlerde hüküm sürüyordu ve Papa onlarla, özellikle Floransalılarla dayanışma içindeydi çünkü Curia’nın maddi ilişkileri, ekonomik ve siyasi gücü onların ekonomik varoluşları için zorunluydu. Daha önce görmüş olduğumuz gibi, Curia büyük finansal bir güç olarak kendini ancak Floransalı bankerlerin faiz veren işlemleri yardımıyla sürdürebilirdi. Dolayısıyla, banker ve tüccarlara hoşgörülü olmakta ve kendisi de faiz almakta çok haklıydı. Floransa’da kilise kanununa göre var olan faiz yasağından, lonca tüzükleri yasağı ilkesel olarak korusa da, Kilise’nin onayıyla nasıl kurtulunduğundan daha önce söz etmiştik (5). “Faiz” sözcüğünden örneğin kaçınılıyordu ve yerine daha az zararlı olanlar kullanılıyordu. Curia ile ilişkilerde kendi ülkelerine özgü yabancı dövizin değişim değerlerinden çıkar sağlanabiliyordu vb (6). Dahası, tefecilik günahının bedeli kilisenin verdiği ceza ile ödeniyordu ve lanetlenme tehlikesinden kilise ile ilgili ve iyilikseverlik niyetleriyle yardım işleri ve hediyeler ile kurtulunabiliyordu. Bu önemli anlaşma üzerine daha sonra daha çok ayrıntı vereceğiz (7). Uygulamada, - Floransa 1293 yasasında ilkesel olarak kabul edilmesine karşın – genellikle Devlet yetkilileri yalnızca güçsüz bir toplumsal tabaka yükün altında ezilecekse “adil fiyat”ı sabitlerdi. Gıda fiyatları örneğin, kırsal kesimin zararına olacak biçimde denetim altına alınmıştı. Buna karşın güçlü kesimin ürettiği mallar sözkonusu olduğunda – örneğin kumaş – fiyatlar, birkaç ayrıksı durum dışında, tek patrona veya loncada örgütlü en etkili patronlara bırakılırdı. Ekonomik etkinlik ve bürokratik gelişim bakımından en ileri kurum, kent devletlerinin yükselişine kadar Orta Çağ’ın en akılcı örgütü olan Curia, daha önce görmüş olduğumuz gibi kendi ekonomik gereksinimleri bakımından tüccarın dikkatle hesaplayan bakış açısını çok iyi kavradı ve Floransalı banker ve tüccarlara tam olarak güvendi (8). Aslında bu iş mantığı din adamları arasında o kadar iyi gelişmişti ki birçoğu, özellikle Floransa’dakiler, kendileri faizcilik yaptılar. Uygulamadaki durum buydu.
Kilise gibi köklü gelenekle yüklü bir yapının kuramlarını yenilemesi için zaman gerekti. İtalyan üst orta sınıfını ilgilendirdiği ölçüde, gerçekte acele etmek için bir zorunluluk yoktu. İtalyan burjuvazisi, özellikle Floransa’da, Kilise ile yakın ekonomik dayanışma içindeydi. Resmi kilise kuramı onları yok denecek kadar az kısıtlıyordu ki bundan da Curia’nın yardımıyla kaçınılabiliyordu. Dolayısıyla İtalya’da ekonomik düşüncenin gelişimini din adamları Thomist sistem içinde ilerletti. Doğal olarak Kilise resmi görüşlerini, ilkesel sorunlardan çok ayrıntılar bakımından gözden geçirip düzeltmeye daha eğilimliydi. Faizcilik yasağı, ilkesel olarak yoksul kitleler üzerindeki etkisi nedeniyle ve Kilise’nin kendi ideallerinin korunması amacıyla sürdürüldü. Kilise, öğretilerine yalnızca idealleri ışığında baktığı için Katolik iş etiğinde önemli olan, belli uygulamaların övgüye değer olmasından çok hoşgörüye dayanmasıydı. Yeni ekonomik güçlerle uyum her zaman, vurgunun hafifçe değişmesiyle açığa çıkan uzlaşılar, özel sözleşme koşulları içeren anlaşmalar biçimindeydi (9). Dolayısıyla, ilkesel olarak temel Thomist öğreti yürürlükte olsa bile, sofistlerin “yorumlarında” geliştirip güncel koşullara uyarladıkları, kuralları açısından Thomas’ın ayrıksı olarak söz ettiği ekonomik öğretilerdi.  
Belli girişimlerin içerdiği risk göz önünde bulundurulduğunda faiz almanın hoşgörülebilir olduğu kuramına özel dikkat gösterilmiştir (10). Benzer biçimde, adil fiyat öğretisinde de kural bozulmuştur. Aquinalı’nın kendisi bununla pazar değerini ayırmıştır. Kilise, sözleşmeye konan şartları gün geçtikçe daha fazla kabul etmiştir. Öyle ki en sonunda tüccar ve bankerleri, ekonomik etkinlik, tüm yaşam yönetimi ve toplumsal tabakalar arasında o zamana dek varolan engelleri geçiş süreçlerinde içlerine aldılar. Aquinalı ilkesel olarak birinin kendi sınıfından yükselebileceğini zaten kabul etmişti, ancak Aquinalı’ya göre onun bu çabası erdem, magnanimitas (cömertlik, eli açıklık Ç.N.) ile uyumuna bağlı olarak değerlendirilmeliydi. Kilisenin şiddetle karşı çıktığı tüccarın mesleki uğraşı, yavaşça genel sistem içindeki yerini aldı. Bu, herhangi bir ilerici düşünceyi temsil etmeyen, ancak rahipler sınıfına yol göstermek için yazılmış, ortalama teolojik düşünceyi yansıtan farklı Summae-kılavuzlarda* bile görülebilir. Kilise yazarlarının en önemli çekincesi somut değil yalnızca özneldir. Bu şöyle dillendirilebilir: tüccar ekonomik etkinliğini yürütürken kötü niyetli, özellikle açgözlü olmamalı. Aquinalı’nın çalışmanın basitçe cennetten kovulmanın cezası olarak değil, bir zorunluluk olarak görülmesi konusundaki uyarısı daha çok vurgulanmaktadır. Artık çalışmanın amacının yaşamı sürdürmek için para kazanmak olduğu daha ön plandadır. Bu sırada, oldukça anlamlı biçimde, sürdürülmesi beklenen yaşam standardının sınıflar arasında değişiklik gösterdiği kuramı kesin bir biçimde destekleniyordu. Aquinalı’nın yazıları, vergi ve tahvil çıkarma cezaları için bir temel de oluşturmuştur (11).
Kilise ile gelişmiş bir üst orta sınıf arasındaki uzlaşmayı - açıklayacak olursak Kilise’nin tüccarlarla ilgili resmi görüşü, tüccarların iş etkinliği ve faizcilik uygulamaları - ancak Cosimo de’ Medici döneminde Floransa başrahibi olan St. Antonino sistemleştirmiş olsa da bu görüşler 14. yüzyıl ve erken 15. yüzyılda zaten vardı, dahası kesin ve açık biçimde belirtilmişti. St. Antonino’nun eğiticisi, onun gibi Dominiken olan, sonraki dönemde kardinallik makamına çıkan Giovanni Dominici (1356-1419), Floransalı tüccarların en zenginleriyle yakın ilişki içindeydi. Yazılarında, özellikle De Regola Governi’de, dini ve ahlaki görüşlerini açıkladı, tutucu dini düşünce ile kılgısal sağduyuyu tam olarak birleştirmeyi başardı. Tanrının öngörüsünün herkesin yeteneğine göre pay dağıttığını savlayan katı Thomist öğretiyi vaazetti (12). Bu yeteneklerden biri zengin olmaktı. Kişi zenginlik elde etmeye çağrılabilirdi (13). Aynı zamanda çalışmanın zorunlu olduğu konusundaki ısrarcılığında bağnazdı. St. Antonino’nu arkadaşı ve bir Fransisken olan Sienalı St. Bernardino (1380-1444), Floransa ve tüm İtalya’daki vaazlarıyla kitleleri Kilise’ye bağlamaya çalıştı. Tüccarlar ile Kilise’nin çıkarlarının örtüşmesi için yoğun çaba harcadı. Vaazlarının genel eğilimi, Fransisken sınıfın dolaşan diğer vaizleri gibi, faizciliğe karşıymış gibi görünebilirdi. Ancak ayrıntılar, onları farklı bir ışıkta gösterir. Siena’nın önde gelen ailelerinden biri olan Albizzeschi’den gelen bu rahip, İtalya’da kendinden önceki rahiplere göre ekonomik yaşamın ayrıntılarında daha bilgiliydi ve erken kapitalizmin esas karakteri konusunda kavrayışı daha yüksekti. Yüksek olasılıkla, sermayenin doğasını farklı biçimleri kapsamında ilk inceleyendi. Sermayeyi Kilise adına savundu. Onun yaratıcı bir olgu olduğunu açıkça kabul etti. Karın, faiz ödeme sürecine girmeden- açıklayacak olursak, sermayeye dönüşümü temsil ettiğinde - kabul göreceğini birçok örneklerle açıkladı. İncelikli bir sorun olan adil ücret konusunda özgürlük ve zorunluluk arasında bir uzlaşıma varmaya çalıştı. Özel mülkiyet ilkesini yüceltme konusunda Aquinalı’yı aştı. Ona göre Tanrı’nın yardımıyla dürüst yolla kazanılmış zenginlik için şükran duyulmalıdır. Genel olarak, St. Bernardino’nun vaazlarında, tüccarın mesleki etkinliği saygınlaştırılmıştır ve ekonomik uğraşısı, tüm topluma avantaj sağlamaya yetkin olarak değerlendirilmiştir (14). Buna karşın, teoloji İtalya’da ancak görece geç bir tarihte tüccarın mesleki etkinliğinin kuramsal olarak temize çıkmasını sağlayabildi.
Biraz daha az gelişmiş kuzey ülkeleri, İngiltere, Fransa ve Almanya’da farklı bir durum geçerliydi. Burjuvazi oralarda daha yavaş gelişti ve Curia ile dayanışma içinde olmak yerine onun ekonomik baskısından kurtulmak istediler. Bu ülkelerde Papa’nın ve orta sınıfın çıkarları çatışıyordu. Dolayısıyla bu paradoksal durum zorunlu olarak ortaya çıktı: çok erken bir dönemde, burjuvazinin İtalya’ya göre daha az geliştiği ülkelerde orta sınıfın çıkarlarının genişlemesi (örneğin, adil fiyat yerine sözleşme hakkı) adına Aquinalı’nın ekonomik öğretilerinde (Duns Scotus,  Nominalistler) bozunma ve bu öğretilerden ayrılma (15).
Tek tek Devletler güçlendikçe, merkezileştikçe ve ulusallaştıkça, Curia siyasi kuram alanında da uzlaşmaya gitmek durumunda kaldı. Aquinalı’nın Aristoteles’in Devlet kavramını kendi sistemine kabul etmesi bu uzlaşmalardan biriydi. Ancak ekonomik sistemler gibi gerçek modern siyasi sistemler de geç dönemde ortaya çıkar ve bu çoğunlukla İtalya’da değil ama  orta sınıf ve Kilise’nin ulusal bağımsızlık, feodal prenslerin merkezileşme için savaşım içinde olduğu kuzeydeki yeni ulus Devletlerde gerçekleşmiştir. Bu ülkelerde halkın bağımsızlığı ilkesini savunma, Kilise’nin  etkisinden kurtulma (Padovalı Marsilius, İtalya dışında etkin ve İmparator’u destekliyor; Defensor Pacis adlı eseri, c. 1326) ve daha sonra kilise yazarları arasında demokratik Konsüllerin haklarını Papa’nın tam baskınlığına karşı sürdürme eğilimi güçlüydü. Öte yandan İtalya’da kilise yazarları doğal olarak varlıklarını sürdürdüler, siyasi açıdan da Guelf burjuvasisine birtakım ödünler vermiş olsalar da Papa’nın aristokrasi ve İmparator’la savaşında onun yanında durdular (17). Floransa ve Curia arasındaki yakın dostluk S. Maria Novella Dominikan kilisesinden iki rahibin siyasi kuramla ilgili yazılarında görülür. Bu iki kişi Floransa’da Kilise’nin en önde gelen entelektüelleriydi ve en az bunun  kadar önemlisi, ikisi de Aquinalı Thomas’ın öğrencileriydi. Onlardan biri, Floransa aristokratik ailelerinden birinden gelen ve kimi zaman Cumhuriyet büyükelçisi olarak görev yapan Fra Remigio de’ Girolami (1235-1319) doğal olarak Kilise’nin Devlet’e kuramsal üstünlüğünü savunan (18) Thomist tezlere bağlıydı. Diğeri, Lucca’lı Ptolemy (gerçek adı Fra Bartolommeo Fiadoni idi, 1236-1326) Papa’nın Devlet’e dünyevi üstünlüğünü (VIII. Boniface’den önce) bile tanıyarak Aquinalı’yı aştı. İyi yönetici kavramı, kusursuz bile olsa, uygulamada zorunlu olarak belirsiz kaldı. Kilise bu kavramı, “tiran”a - yani prenslikten gelen güçlü bir düşmana karşı (Tevrat’taki, dahası antik tarihteki örneklere başvurmak artık daha sık görülüyordu) direnme hakkını bildirmek için kullanabilirdi. Lucca’lı Ptolemy, Aquinalı’nın yapıtı De Regimine Principum’unun devamında (c.1275) “Tiran”ı mahkum etmeye yönelik bu aşırı eğilimi, belli bir ölçüde burjuva bakış açısından, daha önce gördüğümüz gibi, dikkate değer biçimde gösterir (19).
Floransa üst orta sınıfı, saygı uyandıran bir kurum ve onun uygulamada en arzu edilir konumu nedeniyle Kilise’ye değer verse de Kilise’nin siyasi ve ekonomik kuram alanında uzlaşıcı ve bir dereceye kadar küçümseyici desteğinden kalıcı ölçüde tatmin olmadı ve bu kilise öğretilerini özel olarak bağlayıcı kabul etmedi. Elde ettikleri zenginlik sayesinde yeni bir sınıf yaratıyor olan büyük tüccarlar, konumlarını sağlamlaştırmak için Kilise geleneklerine karşı çıkmayan, en azından onu tamamlayıcı görüşlerini açık ve kesin biçimde sunmak amacıyla kendi sözcülerine gereksinim duydular.  
Üst burjuvaziyi temsil eden önemli yazarların düşünce sistemlerini tartışmadan önce ekonomik, toplumsal ve siyasi sorunlar açısından günlük yaşamın maddi koşullarını yansıtan genel ussal yaklaşımı, toplumun bu kesiminin ortalama olağan görüşlerini - özellikle o dönemin kent ve loncaya ait belgelerine** bakıp -  özetlemeye çalışacağız.
Başka yerlerde olduğu gibi Floransa’da da Tanrı’nın İradesi temel fikri tüm burjuva sınıfının arkasında sürekli duruyordu. Halk, burjuva otoritesi ve var olan biçimiyle ekonomik örgütlenme, Tanrı’nın istenci ile vardı. Bir bütün olarak, ekonomik, toplumsal ve siyasi düzen dolayısıyla sarsılmaz bir temele oturuyordu. Bu durum, öncelikle Lana olmak üzere tüm lonca tüzüklerinde bulunan, sermayenin emek üzerinde kesin otoritesi bulunması, tüm grevler ve ücret artış isteklerinin barışa ve toplum güvenliğine saldırı, aynı zamanda kutsal yasalara karşı çıkma olarak değerlendirilip cezalandırılması gerektiği hükümlerini gerekçelendirdi. Resmi belgelerde işçiler, halktan (popolo) değildi, popolo grosso (büyük loncalar) veya popolo minuto (küçük loncalar)’ya üye değildi. Onlar vatandaş değil yalnızca sottoplasti idi. Tarihçelerin ve öykülerin doğruladığı gibi insan olarak değerlendirilmemişler, çalışmalarına izin verildiği için memnun olması gereken “yoksul” veya “zavallı yaratık” diye nitelendirilmişlerdi (20). Özellikle ciompi insanlığın en alt tabakası olarak görülüyordu. Birçok Devlet kararnamesi ve lonca tüzüğünde, özellikle 14. ve 15. yüzyılların başlarında üst orta sınıf yönetiminin mutlak egemen olduğu dönemlerde kentin güç ve ün, zeginlik ve özgürlüğü ile ilgili duyduğu gururun kanıtları bolca vardır. Kentin zenginliği yün ve daha sonra ipek endüstrisinde somutlanıyordu ancak burada endüstri deyimi ile sanayiciler kastedilmekteydi (21). Varlıklı burjuvazinin kendine özgü doğruculuğunun bu sağlam inancı, kendi yarattıkları toplumsal sınıfı koruma zorunluluğu içinde doğal olarak siyasete uzandı. Örneğin bir tüzükte her Consiglio del Comune adayının “Floransa’nın sakin ve huzurlu bir devlet olmasını arzulaması” kuralı koşul olarak getirilmişti. Dolayısıyla ciompi devrimini, o güne kadar gözardı edilmiş işçi kitlesinin “birdenbire” sahneye çıkışını, orta sınıf tarihçilerinin yağma ve hırsızlık olarak nitelemesi şaşırtıcı değildir (22).
Gördüğümüz gibi yalnızca zengin bir azınlığın gerçek siyasi hakları vardı. Aslında Balia, accioppiatiori, ammonizioni gibi kurumlar bu azınlık içinde bile gücü küçük bir kliğe sınırlandırmıştı (23). Floransa üst orta sınıfı yine de yönetimin Lana’nın birkaç ailesinin yani bir oligarşinin elinde olduğunu doğal olarak resmen hiçbir zaman kabul etmedi. Floransa’da temel koşullar ünlü hukukçu Sassoferratolu Bartolus’un yaptığından daha açık ve seçik olarak açıklanamazdı. O, Floransa’daki yönetim biçimini Venedik’teki gibi, pauci divites yönetimi, yani birkaç zengin ve iyi yurttaş yönetimi (Tractatus de regimine civitatis, c. 1355-57) (24) diye tanımladı ve övdü. Resmi olarak, Floransa anayasası demokratikti. Kanun hükmüne göre siyasi hakkı olanların tümü kesinlikle eşitti***. Floransa üst orta sınıfının eylem ve kararlarını haklı çıkarmak için kullandığı siyasi sloganlar arasında “özgürlük” ve “adalet” egemendi (“özgürlük”, Roma Cumhuriyeti’nde her kesimin, özellikle aristokratların kullandığı bir slogandı (25). “Adalet”, Aristoteles ve Aquinalı’nın temel bir kavramıydı). Devrimci anlamda ilk Floransa’da kullanılan – Yargıçlar loncası özgürlük yargıçları idi; burjuvazinin, aristokrasiden kaynaklanan önceki yanlışların acısını çıkardığı yasa Ordinamenti di Giustizia idi; onların aristokrasiye karşı zaferini sembolize eden yönetici Gonfalionere della Giustizia olarak adlandırılıyordu - bu sloganlar daha sonra farklı anlamlar kazandı. “Adalet”, üst orta sınıfın son zaferi sonrası, farklı toplumsal tabakalar arası eşitsizliklerin “nesnel biçimde” azaldığı ve hepsi için güvenlik teminatı sağlanmış yeni toplumsal denge anlamına geliyordu (26). Üst orta sınıf gücü eline geçirince “özgürlük” yalnızca bireyin daha önce yukarda sözünü ettiğimiz kuramsal siyasi hakları – yasa yapımında görev almak, seçimlerde görev almak, herşeyden önemlisi yönetimde görev almak - anlamına geldi. Sınırları açıkça belli, ekonomisi kara yönelik gelişmiş, ticareti koruma ve ilerletme yetisi olan merkezi yönetimi olan bir kent-Devleti için siyasi bağımsızlık, feodal, gevşek-bağlı bir Devlet’e göre daha önemliydi (27). Dolayısıyla “özgürlük” de yeni burjuva vatanseverliği ve ulusalcılığının bir sloganıydı (28). Demokratik uygulama ile ekonomik ve siyasi haklar için savaşımlarında baskılanmış küçük burjuvazi artık aynı siyasi sloganları üst burjuvazinin aristokrasiye karşı kullandığı gibi, üst burjuvaziye karşı kullanmaya çalışıyordu. Örneğin boyacılar, lonca kurma hakkı kazandığında arma olarak “Giustizia” diye kaydettikleri kılıç taşıyan bir kol seçmişlerdi. 15. yüzyılın başında oligarşik tepki döneminde aynı sloganlar, özellikle “özgürlük”, kendilerini toplumun geri kalanının desteğine dayayan üst orta sınıfın küçük yönetici kliğine (birincil) ve Medici’ye hizmet etti. Aynı Albizzi döneminde cumhuriyetin dış güç ve ideolojik sonuçları ile birlikte iç manevi gücü sürekli vurgulandı. Resmi törenlerde belediye yöneticilerinin ve elçilerin konuşmalarına büyük yer verildi. Bunların genel özellikleri önceden ortaya konmuştu, 1408 ve 1415 kent yönetmeliklerinde açıkça belirtilmişti. Daha önce diplomatik ve siyasi alışkanlıklar konusunda belli temalar üzerinde böylesine dikkatli uğraşılmamıştı. Resmi görevlilerin dürüstlüğü, iyi ve kötü yönetim ve herşeyden önemlisi “adalet” ve “özgürlük” ile bağıntılı genel karakter üzerine uzun tezler yazıldı (29).
En son olarak, Floransa günlük yaşamının çok önemli bir özelliğinden söz etmek gerekir: hukuk ve onun elverişli uygulanımı. Yeni orta sınıf için yaşamsal bir gereklilik olan yeni bir ticari örfi yasa ortaya çıkarıldı, lonca ve kent tüzüklerine yazıldı. İmparatorların getirdiği ve esas olarak takas ekonomisi koşullarına dayanan Germanik yasa burjuvalar için kalıcı yeterlikte olamadı. Bundan dolayı önce Lombardia, daha sonra Toscana kentleri, özel mülkiyetin korunmasında tipik olarak burjuva olan ve karmaşık iş ilişkilerinde adalet sağlayan Roma hukukunu aldılar. Daha doğrusu, Roma hukuku olağanüstü sivil hukukçuların yardımıyla dönemin ticari örfi hukukuna uyarlanmıştı. 1346’da bir kent kararnamesi Floransa mahkemelerinde Roma hukukunun kullanımını yürürlüğe koydu. Böylelikle yeni ekonomik düzen kendine uygun yasal biçim kazandı. Burada bu hukuki ilerleme ile “antikitenin canlandırılması” bakımından maddi ve ideolojik nedenleri görürüz. İleride bundan daha ayrıntılı söz edeceğiz. Bu “canlanma” en kolay İtalya’da gerçekleşebilirdi çünkü çok yüksek klasik bilgi birikimi, özellikle Roma hukuku ile ilgili açık bellek burada yaşıyordu.  Bu bilgi birikimi gerçekten bizim dönemimizde bile çok derinlikli değildir. Tutuculuklarıyla bilinen yargıçlar özgün kaynaklara bakmadılar ama kısmen skolastik bir ruhla, yalnızca ayrıntılarla ilgilendiler ve yorumlarla uğraştılar. Ünlü hukukçuların ana uğraş konusu kılgısal birşeydi: farklı topluluklara veya üst burjuvazinin yetkileri aracılığıyla çıkar elde eden diğer kurumlarına yasal görüşler (consigli) sunmak (30). Floransa’daki günlük yargı süreci ile ilgili daha fazla ayrıntıya inecek olursak, hüküm ve kararnamelerin yönetim ayrılıklarını gösteren bir ruhu olduğunu, yargıçların elinde tek yanlı isteğe bağlı büyük bir güç bulunduğunu, büyük bir yozlaşmayı – yalnızca zenginlerin yararına olan koşulları görürüz (31).
Roma hukukunun karakteri Floransa’da ancak 15. yüzyılın başında, Toscanalı hakimler – daha ortaçağ zihinli Bolognalılar değil – klasik kültüre daha yakın olduğu için antik kaynakları incelemeye başladığında biraz değişti (32). Yargıçlara göre hümanizme daha yakın ve çok yönlü olan noterler “antikitenin canlandırılmasına” kendi çevrelerinde – özellikle Yüksek Mahkeme’de – çok daha fazla katkı yaptılar. Kent, ününü antik düşünceler sayesinde artırdı. Kenti Romalıların kurmasının Floransalıların gururu  - yeni burjuva vatanseverliğinin  gururu -  olduğu ileri sürüldü. Burjuva yönetimi altında bulunan noterler bu düşüncenin yayılması ve sonra daha ön plana çıkması için çok uğraştılar. Örneğin, 1396’da Floransa kentinden Roma’ya gönderilen bir mektupta: “Tarihçilerimizin belgelediği üzere bir zamanlar Romalı olmuş olmaktan gurur duyan ve eski annemizi anımsayan, bizler …” diye yazar. Bu mektubu yazan, Floransa burjuvazisinin en önemli sözcülerinden biri olan, noter ve yargıç, büyük humanist Salutati idi. O humanizmle ilgili kuramsal çalışmalarında düşünce dünyasının klasikleştirilmesi konusunda daha ayrıntılı biçimde orta sınıfın sözcülüğünü yaptı.
Orta sınıfın bu sözcüleri ilk başta doğal olarak büyük tüccarlar ve girişimcilerdi. Daha sonra onların yerini giderek artan biçimde bu sınıftan entelektüeller, onlara bağlı hümanistler aldı (33). Üst orta sınıf üyesi tüccarlar arasında kendi sınıflarının ekonomik ve siyasi çıkarları, daha önce sözü edilen sloganların ardına sıklıkla saklanılmış olsa da çok açıkça dillendirilmişti. İtalya’da kilise yazarlarının ekonomik kuramları kuzey ülkelerine göre geride kalmış olabilir. Floransa’da ise tüccarlar pratik iş sorunlarıyla ilgili yapıtlar ve ekonomik olgularla örneklendirilmiş tarihsel metinlerden oluşan kiliseye ait olmayan bir yazın yaratmıştı. Hristiyan dünyasında o dönemde bu tekti. Yine de Kilisenin geleneksel kavramlarından arınmış değillerdi ama özellikle duyarlıydı – üst orta sınıf üyelerinin karakteristiği olan düşünce karışımı.
Giovanni Villani (d. 1276’dan önce, ö. 1348), Floransa’da bu sınıfın Atina Dükü yönetiminden önce mutlak gücü elinde tuttuğu dönemdeki görüşlerinin tipik temsilcisidir. Büyük bir yün tüccarı, Peruzzi de içinde olmak üzere birçok büyük bankanın ortağı olarak kentin en gönençli yurttaşlarından biriydi. Yönetimde de etkin görev almıştır. Başrahip ve Calimala Konsülü oldu, kentin tarihini yazdı. Kuramsal açıdan, her şeyi Tanrı’nın adaleti ile açıkladığı ve kötü gidişi günahların cezalandırılması olarak değerlendirdiği tarihçesinde, genel tarihsel süreçleri skolastik bakış açısı ile ele aldı (34). Genel çerçevesi Kilise’nin resmi görüşü ile uyum içinde olsa da güçlü bir burjuva kararlılığı ve özgüven yanı sıra tanımlanan tarihsel olayların ekonomik ve finansal ayrıntılarına keskin bir merak gösteriyordu. Kuzeyli yerel tarihçilerin aksine doğruluğu aradı, rakamsal veriler sunmaktan hoşlandı. İstatistikle ilgilenen ilk yazar olarak Floransa nüfusu, ticari mal üretimi, para dolaşımı vs. ile ilgili araştırmalar yaptı. Bu, hayret uyandırıcı bir başarıydı ve bugün bile rakamsal verileri tümüyle doğru kabul edilebilir (35). Para, ticaret ve kredi üzerine özlü kuramlar oluşturdu. Kilise’nin resmi bakış açısını açıklamak için tek tek tarihsel olguları değerlendirip yargıda bulunurken tam anlamıyla sınıfının üyesiydi. Genellikle dini veya etik çekinceler ve gerekçeler eklemiş olsa da gerçek ekonomik ve siyasi çıkarlarını belirtmiş, onların arkasında durmuştur. Etkinliğinin bir yönüyle ise sessizdi, geleneksel görüşün gücü ve kilise yasalarının faizciliği yasaklaması kendini tefeci, toplumsal açıdan tüccardan aşağı olarak değerlendirmesine neden oldu.
Villani, Floransalı bir vatanseverdi. Kentin ününden, özgürlüğünden ve zenginliğinden gurur duyardı. Ancak zenginlik ile her zaman tüccarların zenginliğini kastederdi. Herkesin yönetimde görev alması gerektiğiyle ilgili belirsiz bir genel istekte bulunmuştu. Böylelikle demokrasi görünümü korunacaktı ancak her özel, somut açıklama, belirleyici siyasi etkinin büyük loncaların zengin yurttaşlarının (maggiori e piú possenti popolani grassi) sorumluluğunda olduğu etkisini yaratmak içindi. Villani bu sınıfı bir yanda aristokrasiden, diğer yanda burjuvazinin orta kesiminden (mezzani) ve alt tabakalardakilerden (popolo minuto) ayırıyordu. “Özgürlük” ve “adalet” dendiğinde bozulmaması gereken Tanrı buyruğu, orta-sınıf düzenini anlıyordu (36). Şiddet içeren her türlü değişikliğe karşıydı çünkü kendi de ancak bu yolla yitirebileceklerini söylemişti. Yaşamının sonunda gelecekle ilgili görüşleri çok umutsuzdu. İflaslar, Atina Dükü yönetimi, özellikle küçük loncaların ilerleyişi kendi sınıfının mutlak yönetimini tehdit ediyordu. Başlangıçta Villani aristokrasiye karşıydı. Üst orta sınıfın aristokrasiye karşı zaferini tüm gücüyle desteklerken küçük burjuvazinin işbirliğini bütünüyle  görmezden geldi. Ardından, Atina Dükü yönetimi süresince ve sonrasında küçük loncaları büyüyen bir tehlike olarak gördü. Aristoteles ve İncil’e (Solomon) dayandırılan ideolojik gerekçeler yönetici sınıfa özgüydü: popolo minuto yalnızca kendi yararını düşünür, o nedenle Devlet’in kurallarına uyamaz. Villani, kente kırsal kesimden veya yabancı yerlerden gelen esnafa aptal der. Villani’nin artık siyasi açıdan zararsız olan aristokrasiyi popolo minutoya ne kadar çok yeğlediğini örneğin Courtrai savaşı için yas tutarken görürüz: “Dünyanın en adi insanları, dokumacılar, kumaş dinkleyenler ve diğer aşağılık esnaf ve zanaatkarlar burada kibarlığı aşağıladılar.” Villani, Floransa’da monarşiye karşıydı çünkü ona göre monarklar rastgele yönetirler ve yasalara uymazlardı. Bu cumhuriyetçi demokrasi görüşünün arkasında, küçük burjuvazi hoşnutsuzluğunun kaynağı da olan, tüccarlar yönetiminin üst orta sınıfı artık koruyamayacağı korkusuydu. Villani “tiranlar”la dost değildi ancak kitabındaki pek çok bölüm, eğer zenginse prenslere büyük saygı duyduğunu gösterir. Alman imparatorların hastalıklı feodal yönetimi ve süregiden para sorunlarını yalnızca hor gördü. Floransalı bir Guelf olarak doğallıkla İmparator’u Papa’ya bağımlı olarak değerlendirdi. Onun bakış açısıyla Guelfler “Kilise ve Papa’yı sevenlerdi”. Her şeye karşın kitaptaki ayrıntılar Floransa’nın Papalık’la dayanışmadan büyük ekonomik yarar sağladığını bir kez daha açığa çıkardı (37). Villani doğal olarak Anjou Bankası ve Fransa’yı da destekledi. Fransa kralını Hristiyanlık Dünyası’ndaki en başta gelen ve en güçlü yönetici olarak gördü. Dahası, belirtmeye değer, “antikitenin canlandırılması” ideolojisinin bu kadar erken ortaya çıkması kadar Villani’nin, Romalıların izini Floransa’nın kuruluşuna kadar sürerek dünyanın eski sahibi antik Roma’dan hayranlıkla söz etmesi de dikkat çekicidir (38).
Üst orta sınıfın bu ekonomik gelişimi sırasında yaşamış diğer tüccarlar kılgısal ekonomi sorunları üzerine yazdılar (39). Örneğin Bardi’nin ortağı ve temsilcisi Francesco Pegolotti, yurttaşlarının eğitimi için, Avrupa ve Asya ticari yolculuklarını anlattığı, farklı ülkelerde olağanüstü iş yakalama yollarını gösterdiği ve sigorta, taşımacılık, vb. sorunları tartıştığı Practica della mercatura (1339) adında incelemeyi yazdı (40). Tahıl tüccarı Domenico Lenzi, Diario (1320-35) adlı yapıtında Floransa tahıl ticareti etkinlikleri ve ücretler ile ilgili ayrıntılı bilgi verdi. Villani gibi, tüccarlar için gıda fiyatlarının denetimsiz olmasından ve özel ekonomik girişimin tam özgürlüğünden yana olduğunu bildirdi.
Yaşamının bir bölümü Albizzi döneminde geçmiş olan büyük tüccar Giovanni Morelli (1371-1441), oğlunun okuması için, 1393-1421 yıllarını kapsayan, aile ilişkilerini ayrıntılı biçimde anlattığı bir tarihçe yazdı. Kendisi kent yönetiminde farklı görevlerde yer almasına karşın oğluna toplumsal yaşamda böyle görevler almamasını öğütledi, böylelikle kendini işe ve para kazanmaya tam olarak verebilirdi. Yalnızca mutlak zorunluluk durumunda güçlü yanı, yani Guelfleri destekleyen Morelli’ye göre de Devlet ve kendisi için küçük burjuvazi yönetiminden daha korkunç bir şey düşünülemezdi (41). Dolayısıyla, üst orta sınıf için bu yeni ancak dengeli olmayan dorukta, siyasi açıdan etkin Villani tipi gibi öncekilere karşıt, görece siyasi olmayan tip, diğer “özel” ideolojisi ortaya çıktı (42). Morelli, bu daha özel yaklaşım sonucu, oğluna, işletmeyi nasıl yürüteceğine ilişkin ve her olası fırsatta Devletten çıkar elde etme yöntemlerine özel önem vererek ayrıntılı, hesaplanmış, akla yatkın ve hatasız öğütler verdi (43). Morelli dönemin egemen sınıfının ekonomik ideolojisi ile ilgili sürekli görüş bildirdi. Kendinden önceki Villani gibi, ondan daha tutarlı olarak, gelecek için önemli, erken kapitalizmin bir karakteristiği olan, dini ve dünyevi düşünce arasında bir sentez önerdi. Morelli kendini Dominici’ye dayandırdı. Onun öğretisinden, para kazanmanın Tanrı’nın istencine uygun bir mesleki etkinlik olduğu sonucuna vardı. Kişinin kendi geçimini sağlaması Tanrı istenciydi. Tanrı dünyevi şeyleri kişiye erdemi ile orantılı olarak dağıtıyordu. Dolayısıyla zenginlik ve iş başarısı Tanrı’nın dindarlığı ödüllendirmesinin göstergesiydi. Morelli, işletmeden kar elde etmenin günahkarlığı ile ilgili az söz eder ancak işletmeyi güvencede tutmak ile ilgili çok şey söyler. Morelli’nin işletmeyle ilgili büyük risklerden kaçınmak istemesi Albizzi döneminde üst orta sınıfın bir kısmının hesapçı ve huzursuz düşünce tarzını gösterir. Artış gösteren felaketlerden korkuyordu çünkü dönem yadsınamaz biçimde giderek daha az güvenli duruma geliyordu. Kökleri eskiye dayanan bir aileden geliyordu, fırsatçı vurgunculuğu onaylamıyordu. Güvenli olduğu sürece daha düşük oranda karı yeğliyordu. Ölçülülüğü savundu, ayaklarını yere sağlam basmak istedi. “Ölçülülük” sevgisi Romalıları ataları olarak görmesinde ve erdemlilik örüntüsünde de görülür, yeter ki para kazanma eylemini etkilemesin. Uygulamada günlük ilişkilerde, buna benzer bir yaşamı çağdaş en iyi yaşam biçimi modeli olarak önerdi.
Üst orta sınıfın bu altın çağı ile ilgilenirken Lorenzo Ridolfi’nin De Usuris (1403) incelemesine gönderme yapılabilir. Rudolfi seçkin bir aileden gelmekteydi. Bir hukuk bilginiydi. Dolayısıyla büyük tüccarlar gibi esas ekonomik sorunlarla yakından ilgiliydi ve onlar üzerine derin bir kavrayışı vardı. İncelemesinde, ustaca bir tartışmayla üst orta sınıfın ekonomik etkinliğini verimsiz faizcilik öğretisinin sonuçlarından korumaya çalıştı. Birçok tehlikeli uğraş peşinde koşan yurttaşlarının kurtuluşu için kaygılı olduğundan yazmak zorunda olduğunu söyledi. Diğer yandan, bu dönemin kuramında egemen olan duygusallık ve ağırbaşlılıktan yoksunluk karakteristiktir. Öyle ki Ridolfi, çıkar elde edeceğine komşunu sev savına açıkça karşı çıkmıştır. Albizzi kliğinin üyesi olan ve kimi zaman Cumhuriyet’in büyükelçisi olarak görev yapan Ridolfi zorunlu Devlet kredilerini, gücünü sürdüren yönetimdeki oligarşinin desteğiyle kuramsal açıdan gerekçelendirdi (44).
Önceden olduğu gibi, rahipler sınıfı aristokrasiye karşı entelektüel sıfatıyla hareket etti, dolayısıyla burjuvazi kendi seküler uzman entelektüellerine, hümanistlere gereksinim duydu. Bunlar burjuvazinin görece akli ekonomisi ve düşüncelerini göstermek için genellikle orta tabakadan gelmekteydi. Edindikleri kültür ve bilimsel çalışmaları sayesinde geçimlerini sağladılar. Aralarındaki çıkar ilişkisi, onları tücarlara bağımlı kıldı. Biri öğrenmeyi, diğeri zenginliği temsil ediyordu. Her ikisi de var olan toplumsal engellere karşın büyük ilerleme kaydettiler (45). Floransalı hümanistlere Devlet, Floransa’nın yüksek makamlı resmi görevlileri (Salutati, Bruni, Poggio), sıklıkla iş verdiler. Onlar aynı zamanda kentin tarihçileriydiler ve doğal olarak yöneticilerin çıkarlarıyla yakın ilişkiliydiler. Hümanistler artık kelimenin tam anlamıyla kuramcıydılar. Çoğunlukla belirli kılgısal sorunlar üzerine yazan iş insanlarına karşıt olarak etik felsefenin uyumlu sistemlerini geliştirdiler. Oysa, bu sistemlerin, kendi yapay kültür dünyalarında yaşayan hümanistler yönetici tabakayla yakın ekonomik bağımlılık içinde olsalar bile 14 ve 15. yüzyıl üst orta sınıfı ile aralarında – aslında, kısmen bu bağımlılık nedeniyle - kaçınılmaz belli karşıtlık noktaları vardı. Hümanistlerin çalışmalarında, kuramsal yapıtlarında herhangi bir ölçüde belli bir edilgenlik işareti, bel esprit ve ezoterik kültür, ekonomik sorunları “üstünlük taslayan” gözardı etme, para kazanmayı küçümseme buluruz. Hümanistlerden ve Kilise’den tüccarlara devredilen olumsuz yargının güçlü bir biçimde antik düşünceden etkilendiğini, özellikle benzer bir konumda bulunan Aristoteles’in otoritesine (46) ve eleştirilerini yalnızca küçük tüccarlarla sınırlı tutan Cicero’ya dayandığını belirtmeye değer. Çünkü hümanistler siyasi ve toplumsal görüşlerini esas olarak antik dönem orta sınıfların siyasi ve toplumsal yazınının farklı eğilimlerinden ödünç almıştır. Kilise’nin öğretilerinde olduğu gibi, tüccarın çağrıya uyarken “acı çektiği” ideal – Kilise’ye oranla daha aşırı ve hoşgörüsüz - bildirildiğinde belli çekinceler konmuştur.  Hümanistler Roma’nın zayıf döneminde üst orta sınıfın ve entelektüellerin felsefesi olan Roma Stoacılığı (ek olarak Cicero) ile zenginliği ve zenginliğin elde edilmesini gerekçelendirmiştir. Hümanistler için önemli olan (Kilise’den farklı değil) amaç ve ruhsal etkiydi. Dolayısıyla onlar üst orta sınıfın genel görüşü içinde yalnızca Albizzi döneminin sonuna doğru ortaya çıkan bir yanı temsil ettiler. Medici döneminde ise burjuvazinin gelişimi düşüş gösterdiğinde, haz ve lüks seven aristokratik anlayış üstün geldiğinde gündemde kaldılar. Yine de hümanistlerin görüşlerinin genel tanımını burada vermek uygundur çünkü onlar izleyen dönemin gelişim çizgisini önceden görürler ve orta sınıfın bu eğiliminin güçlenmesinde bu evrede bile çok önemli etkileri olmuştur.
Petrarch (1304-1374), hümanistler arasında kendine ait bir bölüm kaplar. Biz burada şiirleri ile değil daha çok kuramsal yazıları ve uzun mektupları ile ilgileneceğiz. Floransa’da ve Floransa çevresinde yaşamadı. Bir başka kent Devleti’nde de çalışmadı. “Özgür” bir entelektüel olarak “dünya üzerinden gelip geçmek” ve kentlerden uzak bölgelerde, kırsal kesimde yaşamayı seçti. Yine de dünyanın önemli kişilikleriyle - Papa, İmparator, prensler - yakın durdu ve saray ortamından zevk aldı. Daha geniş anlamda Floransa düşününün bir temsilcisi olarak görüldü. Floransalı bir noter ailesinin üyesi olarak Arezzo’da doğmuştu ancak Dante ile aynı dönemde sürgüne gönderilmişti. Floransalılar yine de onu kendilerinden sayarlardı ve yazıları özellikle Floransa’da çok etkiliydi. O dönemde Floransa’nın bakış açısına göre Petrarch tipik bir göçmendi. Tüm dünya görüşü doğal olarak erken burjuvaziye özgüydü ve özellikle Floransa gibi gelişmiş bir kent burjuvazisinin varlığı olmadan kavranılamazdı. Bu dünya görüşü aynı zamanda böyle bir sınıfa karşı bir tepkiydi – kökeni geçmişte olan ve yozlaşan burjuva düşünce yapısına ait ögeler ile geleceği işaret eden bir tepki. Özellikle aristokratlara ve saraya kısmi bağımlılığı ile Petrarch, Medici döneminin neo-aristokratik düşünce yapısının öncülüydü (47). Bu sorunlar konusunda, tarihsel konumunun karmaşıklığı bağlamında bizi ilgilendiren görüşlerinin karmaşıklığını aşağıda vereceğiz.
Petrarch, İtalyan ulusalcılığı (48) ve genel olarak birçok orta sınıf ilkesi için özellikle antik dönemin zengin kaynakları arasından savlar öne süren ilk kişilerden biriydi. Roma tarihini ulusal geçmiş olarak kabul etti. Bir Floransalı değil bir İtalyan, vatansever olarak eskinin egemenlik ve dünya-imparatorluğunu sürdüren yeni Roma düşüncesinden esinlendi. Bu tarihsel ve siyasi bakış açısı “Gotik” ve “Cermen” feodal lordlarıyla önceki Orta Çağ dönemine duyduğu düşmanlığı açıklar. O dönem ona göre ulusal düşüş ve “barbarlar” yönetimi dönemiydi. Bunun yanı sıra döneminin Romalı feodal lordlarından hoşlanmazdı. Burjuva devrimcisi, halkın koruyucu lideri, Roma’nın feodal lordlarına karşı ayaklanan Cola di Rienzo’yu destekliyordu (49). Antik Roma’yı anımsatacak biçimde ulusal yönden birleşmiş, bağımsız ve özgür İtalya idealini öne sürdü (50). Antik dönemin cumhuriyetçi Roma arzusuyla Petrarch, çağdaş Floransa tarzını izleyerek aristokrasinin yönetimden uzaklaştırılmasını istedi. Ancak demokratik düşünceleri Floransa’da değil yalnızca Roma’da uygulandı (51). Petrarch’ın ilgisini Rienzo’ya da çeken ondaki göz alıcı ve zalim eğilimdi. Kalbinin derinliklerinde - çelişkilerinden bir diğeri – bu Floransalı göçmen, burjuvazi ve burjuva kent Devletlerini küçümsedi. Yurttaşların toplumsal yaşama katılımıyla ilgilenmedi. Süregiden bir siyasi çıkarı olamayacak kadar gerçeklikten uzaktı. Cicero’nun yazınsal modelini bile siyaset ve devlet yönetimine karıştığı için suçladı. Sonraki dönemdeki pek çok hümanist gibi tinsel birliğinin bilinci krallık ve aristokrasiyi, siyasette de prensliği, büyük ölçekte eylem adamı olan tiranı seçmesine neden oldu. Dolayısıyla Petrarch’ın Rienzo’ya sempatisi zorunlu olarak çok kısa ömürlüydü. Birçok entelektüel gibi daha çok kendisine geçimini sağlayacak yardımda bulunanlara siyasi anlamda bağlandı. Rienzo’nun açık düşmanları (Rienzo gücü ele geçirmeden önce), Colonna, Romalı aristokratların liderleri, Avignon’daki Curia, yaşamının sonraki döneminde de prenslerle ilişkide oldu. Bu dönemde kuzey İtalya komün sistemi çöküyor ve Signorie’ye (Lordluk, Ç.N.) dönüşüyordu. Bir söylevci ve siyasetçi olarak Petrarch, kuzey İtalya’nın kötülüğü ile ün yapmış tiranlarının, Milano’da Visconti, Padova’da Carrara’nın hizmetindeydi. Patronu Francesco da Carrara’ya sunduğu geç dönem yapıtında (De Republica optime administranda, yaklaşık 1373) bu prensleri, uygun antik dönem özelliklerle gerçek Romalılar olarak tanımlamıştı. Gerçekte tüm zalimliklerini görmezden gelmişti (52). Dolayısıyla antik dönem ideolojisi, burada İtalyan ulusalcılığıyla ilişkilendirilerek, ilk ve en önemli temsilcisiyle, dönemin gerçek siyasi güçlerine göre değişen siyasi yorumlarla verilmiş oldu. 
Petrarch’ın görüşleri farklı dönemlerde Devletin biçimine göre değişse de tümü birkaç önemli entelektüelin güvenliği ve onların rahatsız edilmeden tinsel gelişim  olanaklarının sağlanması isteğini kapsar (53). Olağanüstü bir kişilik olarak ona göre, sıradan insanın yaşamı veya ölümü önemsizdi (Invectiva in Medicum) (54). Petrarch, Aquinalı’nın sisteminde olduğu gibi devinimsiz ekonomik ve toplumsal koşullara dönmeyi savundu. Bu geri dönüş onun değerlendirmesine göre ilk çağların, eski Roma kırsal kesiminin tarım yaşamının (Vergilius (55) ve Seneca’ya bağlılık) kutsanmış basitliğine eşdeğerdi. Böylece birkaç seçkin kişi derin düşüncelere dalacak huzuru bulabilirdi. Para kazanmaya yönelik her tür ekonomik etkinliği küçümsedi. Para anlık gereksinimlerin karşılanmasına yönelik olmalıydı ve harcanmalıydı. Buna karşın o, zenginliği, özellikle kendisi için de arzuladığı bir durum olan dünyadan uzak olmayı kapsayan (Cicero ve Seneca’nın da övdüğü) toprak sahibi rantiye sınıfının zenginliğini, belli bir yaşam ölçütünün zorunlu koşulu olarak kabul etti. Diğer yandan, antik dönemden dolayı kırsal yaşamı ve doğayı seven ilk kişilerden olmasına karşın köylülüğü en aşağılık yaşam biçimi olarak gördü (De Remediis utriusque fortunae). Ekonomik ve toplumsal konularla ilgili pek çok görüşü kendi içinde çelişkilidir (56) ve tüm yaşamını yürüttüğü biçimde uzlaşmalara dayalıdır. Thomizm ve daha çok Kilisenin pre-Thomist görüşleri üzerine geçmişte öne sürdüğü kuramlarının birçoğunda feodal-aristokratik duyarlığı özümsemiştir. Özellikle seçkin bir kesimi hedef alan Roma Stoacılığı, daha özelde geç dönem Seneca biçeminden yararlanmıştır (57).
Giovanni Boccaccio (1313-75) bir hümanistti. Petrarch’ın öğrencisiydi. Bilim ve felsefe alanında çalıştı. Floransa üst orta sınıfının bir üyesiydi. Kentinin siyasi yaşamında etkin görevlerde bulundu. Zorunlu olarak Petrarch’dan daha burjuva görüşleri olan, “yerleşik” Floransalı hümanistler çizgisi onunla başlar. Buna karşın o, kuramsal açıdan Petrarch gibi paradan hoşlanmıyordu. Siyasi görüşleri Petrarch’ınkilerden çok Villani’ninkilere benziyordu. Bir cumhuriyetçiydi ve tiranlardan (Atina Dükü) nefret ederdi. Geçimini Visconti tiranlık sarayından sağlayan Petrarch’a saldırdı. Diğer yandan, Villani’nin döneminin aksine küçük loncaların ve “mala ve sabanı ile” kırsal kesimdeki küçük köylerde oturanların etkisinde olan Floransa yönetimini küçümsedi (Epistola consolatoria a Messe Piero de’ Rossi, c. 1363) (58).
Petrarch’ı izleyenlerden bir başkası noter ve Floransa yöneticisi Coluccio Salutati (1331-1406, yöneticilik 1375’ten sonra) idi. Kurnaz bir diplomat ve gerçekçi bir siyasetçiydi. İncelemeleri ve (basılmak üzere yazılmış olan) mektupları ile Floransa üst orta sınıfının ilk gerçek mesleki  kuramcısı oldu (59). Kilise’nin, Petrarch’ın ve eğitimli burjuvaların (Padovalı Marsilius, Sassoferattolu Bartolus) belirttiği sistemler dışında o, kendisini Floransalı dindar bir yurttaş ve bir humanist olarak tatmin edecek eklektik bir sistem kurdu. Kilise’nin sistemi en bütünlüklü ve ayrıntılı olan olduğu için Salutati kendi düşüncelerini zorunlu olarak doğrudan bununla ilişkilendirdi ve kendi konumunu bu özel ilişkiye göre tanımladı. Laik burjuvazi ve rahipler sınıfını yapıtlarında özenle dengede tutmuştur. Kentin bu yüksek dereceli görevlileri burjuvazinin çıkarlarına büyük önem göstermişlerdir. Petrarch’tan sonra kılgısal burjuva gerçekliğini olabildiğince göstermiştir (60).
Salutati tarihte Tanrı istencinin etkin olduğu görüşünü savundu. Genel olarak Kilise idealini destekledi: orta çağa özgü, ahlak ve dine dayalı iyiyi yükseltmeyi amaçlayan cömert Devlet anlayışı. Buna karşın, bu geleneksel düşüncelerden önemli bir sonuca ulaşamadı. Salutati, yeni, daha seküler ve doğal bir siyaset görüşü öne sürdü. Tarihi, ulusal bir bilinç uyandırmaya çalışmak ve kılgısal dersler çıkarmak için kullandı. Yeni laik-ulusal Devlet kavramını yazılarında gereksinim duyulan Floransa orta sınıf cumhuriyeti biçiminde önceden geliştirmişti. Devlet’in Kilise’ye daha önceki kuramsal bağımlılığı yadsınmıştı (61). Başlangıcı bireysel modern Devlet idi. Vatanseverlik duygusu, Floransa ulusal bilinci onun önde gelen kavramını oluşturdu. Devlet ve anavatana hizmet görevi yazılarında, Tanrı’ya hizmetten sonra ikinci sırada yer tutar (62). Salutati, Devlet’in biçimi konusunda (yalnızca Kiliseninkiler değil) neredeyse dönemin tüm kuramcıları gibi monarşiyi yeğleyen geleneği izledi. Yine de somut biçimde Floransa ile ilgili tüm yazılarında ve yönetime yazdığı resmi mektuplarında cumhuriyeti destekledi. Her Devlet’te hümanistler kendilerini var olan yönetim biçiminin hizmetinde konumlandırdılar. Salutati Floransa’yı doğal olarak, daha önce belirtmiş olduğumuz bir üst orta sınıf kavramı, özgürlük yuvası diye tanımladı (63). Salutati yapıtlarında “antik dönem” kuramıyla özellikle Floransa tarzı Devlet kavramını destekledi. Villani’ye ve Boccaccio’nun daha keskin bir görüşüne gönderme yaptı: Floransalılar Romalıların mirasçısı, Tanrı’nın dünya imparatorluğunun seçtiği “özgür” halktır. Tevrat’takilerin yanı sıra antik dönem tarihinden kaynak alan savlarla siyasi kuramı destekleme eğilimi de artıyordu. Salutati de kendinden önceki Petrarch gibi, onunkilerden de yakın, cumhuriyetçi Roma, ilk cumhuriyet vatanseverlerinin erdemleri gibi paralel görüşler ileri sürdü ve yine Petrarch gibi vatanseverlik savunusunda Cicero’ya başvurdu.
Salutati’nin Devlet’teki farklı toplumsal sınıfları kavrayışı Aquinalı ve Petrarch’ın durağan tutuculuğuyla aynıdır. Salutati, farklı olarak bunu anavatan açısından değerlendirir. Dış yaşam koşulları önemli değildir.  Herkes ülkesine, Tanrı’nın görevlendirdiği yerde İsa’nın yaptığı gibi hizmet etmelidir. Dini ve kiliseye ait görüşler böylelikle bir kez daha ulusallık ve vatanseverlik bağlamında önem kazandı. Altta yatan eğilim de doğal olarak aynı derecede tutucuydu: burjuva düzeni sürdürülmelidir (64), demokratik görünüm korunmalıdır. Salutati buna göre orta sınıfın toplumsal yaşamda yer almasını gerekçelendirmek ve cesaretlendirmek için istekliydi. İlkesel olarak, dini düşünceye uygun yaşamın daha üstün olduğu konusunda Petrarch’ı ve Kilise’yi onaylasa da, (kendi durumunu da içeren) özel olgularda ülkenin hizmetinde yurttaşın tam etkin yaşamına daha yüksek değer verdi (65). Burjuvazi (veya daha doğrusu, bu düşünce sisteminin çıkarlarını yansıttığı üst orta sınıftan küçük yönetici bir klik) için daha olumlu olan bu çözüm, Salutati’nin – kuramsal olarak küçümsediği - para kazanmak konusundaki mental çekinceleri kadar önemliydi. Zenginlik yalnızca övgüye değer arzuların doyurulması için kullanılmalıydı. Uygulamada o, zenginliğin birçokları için kurtarıcı olduğunu da kabul etti. Aristokrasinin siyasi bakımdan tamamen tehlikesiz olduğu dönemde, burjuva toplumunun yöneticisi doğal olarak onlardan – eğer kültürlü iseler- övgüyle söz etmiştir. Diğer yandan, kitlelere, aslında hümanist veya büyük tüccar olsun üst orta sınıfın tüm entelektüel temsilcileri gibi sonsuz küçümseme duydu. Ciompi ayaklanması döneminde yönetici olan Salutati, demokrasi döneminde zafer kazananlara karşı aşırı höşgörülü davrandı. Onları “nazik ve mükemmel insanlar” diyerek yüceltti. Karşılığında onlar da ona iyi davrandı. Ayaklanma bastırıldığında, ciompi’den “cahil” ve “değişiklik isteyen” zanaatkarlar, yüce Floransa cumhuriyeti için tehlike yaratan korkunç canavarlar diye söz etti (67).
Leonardo Bruni (1369-1444) ve Poggio Bracciolini (1380-1459) Floransa demokrasisinin resmi olarak en yüksek olduğu dönemde yaşadılar. Dahası, Bruni görece demokratik bir örgütlenmesi olan modern, bürokratik kurum Curia’da yıllarca kaldı. Poggio da yaşamının büyük kısmını burada geçirdi. Bruni, 1427’den 1444’e kadar Floransa yöneticisi idi. Poggio Floransa’ya ayrılmamak üzere 1453’te yaşlı bir adam olarak döndü ve yönetici oldu.
Bruni’nin pek çok yapıtı bizim değerlendirmekte olduğumuz döneme aittir. O, Salutati’ye göre çok daha laik düşüncedeydi. Kilise’ye açıkça saldırmadı. Kilise’nin önem ve etkinliğini basitçe görmezden geldi. Ona göre (Historiarum Florentinarum Libri II) tarih artık Villani’nin ve kuramsal olarak Salutati’nin öngördüğü gibi Tanrı istencinin göstergesi değildi (68). Eleştirel ve iyi dengelenmiş tarihsel düşünceyi Bruni’nin bu yapıtında daha önceki hiçbir yazarda görmediğimiz kadar güçlü bir biçimde görürüz (69). Petrarch’ın körcesine taptığı antik Roma bile İtalya için belirsiz bir heves yerine eski dünya-emperyalizmine bağlı olarak artık tarihsel konumuna yerleştirilmiştir. Bruni, somut ve etkin bir Floransa vatanseverliğini kesin olarak belirtmiştir. Yunan kent-Devleti ve Floransa arasında bir bağ kurmuştur (70). Cumhuriyet ve demokrasiyi sürdürme, etkin bir yaşam ve toplumsal ilişkilerde bireyin rol oynamasını savunma konusunda Salutati’den daha ısrarlıydı (71). Yönetimdeki oligarşinin siyasi sloganı olan “özgürlük”ü demokrasi görünümüyle hiç kimse onun kadar istekle onaylamadı. Bruni’ye göre yurttaşların özgürlüğü, herkesin yasa önünde eşit olduğu ve yönetime katılma hakkı bulunduğu kuramı ile yakından ilişkilidir (Oratio in funere Johannis Strozae, 1426) (72). Ancak her zaman olduğu gibi burada açık olarak, gerçekten siyasi hakları olan küçük bir azınlığı düşünmektedir. Üst orta sınıf Floransa’da gücünün zirvesindeyken Bruni kentin ayrıntılı tarihini yazdı (73) ve özellikle aşırı kendine güvenir Laudatio Urbis Florentiae yapıtında (1405) Floransa’ya övgülerini sundu. Bu Devlet’te herşey iyiydi (74). Cumhuriyet döneminde Romalılar kurduğundan bu yana Floransa, Roma ve Roma’ya içkin özgürlüğün kalıtçısıydı. Floransa’nın kurumları birbirleriyle estetik haz verecek biçimde  kusursuz bir “müzikal” uyum içindeydiler. Bu söylem Aristoteles’in bir tümce öbeğine benzer. Guelf Partisi, antik Roma’da senatör listelerini düzenleyen kuruma denk geliyordu. Adalet ve hak ilkesi: cumhuriyet zayıfı güçlüye karşı korur. Yine de Bruni’ye göre çoğunluğun her zaman daha iyi yurttaş olduğu gözlemlenmelidir. Bu savlardan yola çıkarak, kendi belirttiği gibi konu ile ilgili gerçeklere sadık kalmaktan çok retorik etkinliğe önem vererek, Floransa’nın genel durumu ile ilgili doğal olarak iyimser bir özet yapabildi (Aelius Aristides’in aydın Antoninus Pius monarşisi döneminde Atina ve Roma üzerine sunulmuş konuşmalarının benzeri; Roma konuşmasında Roma yurttaşlık ve benzeri  hakları gözeten “en iyi” kişilerin kitlelerin yöneticiliğine gelmesi başarılı bir eylem olarak hoş karşılanmıştı) (75). Gerçekte, antik dönemden uyarlanmış bu retorik söyleyiş, bu sahte demokrasinin tamamının ve Floransa üst orta sınıfının resmi cumhuriyetçiliğinin çok önemli bir anlatımıdır. Cumhuriyet gerçekte sona doğru ilerlemekte olduğu ve güç birkaç ailenin elinde toplanmaya başladığı için, cumhuriyetçi ideoloji daha güçlü retorik ve daha açık anlatımla daha yüksek sesle ortaya çıktı. Bu antik dönem taklidi gösterişli ideoloji Villani’nin ayrıntılı gerçekçiliğine bilerek karşı çıktı (76). “Soylu” itkiler Bruni’nin Floransa tarihinde tek başına etkiliydi. Villani veya Marchionne Coppo di Stefano gibi önceki tarihçilerde çok olan ekonomik ve finansal itkiler baskılanmıştı. Tarihçelerdeki gelişigüzel olaylar kaldırılmıştı. Bruni, kendi retorik ve aynı zamanda bilimsel düzleminde kendisine önemli görüneni vurguladı ve tarihsel bağlantıları ortaya çıkarmaya çalıştı. Biraraya getirme ve simgeleştirme ilkesi kazandı. Livy’yi (Romalı tarihçi Titus Livius; Ç.N.) taklit eden tarihsel kişilikler eylemlerini harekete geçirmek için vatanseverlik üzerine uydurma konuşmalar sundular. Bruni’nin Albizzi dönemi üst orta sınıfın ideolojik gereksinimlerine uyarlanmış tarihi ve siyasi düşünceleri laik ve vatansever, aynı zamanda uyumlu ve hesapçıydı.
Bruni’nin düşünce biçimi kendini aynı zamanda bir yönetici olarak Albizzi döneminde Floransa elçilerine söylevlerinde uymaları gerekenleri bildiren yazılı yönergelerde de gösterir. Floransa’nın dış politikası o dönemde çok etkin ve yürütülen elçilik görevleri önceki dönemlere göre daha çok olduğu için ana özellikleri önceden belirlenen bu yeni söylev biçimi siyasi yaşamda önemli bir rol oynadı (77). Bu dönemde Floransa’dakiler ile geç Cumhuriyet döneminde ve söylevlerin “kuramsal” olmasının amaçlandığı milattan sonra ilk iki yüzyılda İmparatorların aydınlanmacı mutlakiyet yönetimi altında Roma’daki siyasi söylevlerin önemi arasında analoji ön plandadır. Floransa’nın önde gelen devlet adamlarının bu söylevlerinde ve Bruni’nin yazılarında benzer anlatım tarzı, Floransa ve ve Floransa’ya özgü özgürlük ile ilgili aynı övgü retoriği, benzer hesaplanmış yapı egemendir. Cicero’ya öykünen bu söylevler, 14. yüzyıldaki plansız çabalardan tamamıyla ayrıdır. Floransa’yı yöneten oligarşik kliğin başı Rinaldo degli Albizzi’nin bu vatansever ve antik döneme öykünen etkili söz söyleme sanatının en önemli temsilcisi olması rastlantı değildir (78).
Poggio yazılarını çoğunlukla yaşlılığında, Cosimo de’ Medici yönetimi ele geçirdikten sonra yazdı. Bu yazılar da Bruni’nin yazıları gibi demokratik ve akılcı bir düşünce yapısı ile kabul ettirilmişti. Bu nedenle bunlarla burada ayrıntılı biçimde ilgilenmeyeceğiz, yalnızca genel karakteristiklerini sunacağız. İlk çalışmalarından birinde (De Avaritia, 1428) Poggio, tıpkı Kilise gibi para tutkusuna karşı olduğunu belirtti. Diğer yandan da yine Kilise gibi zengin orta sınıf için bir kaçış yolu bıraktı: zenginliklerini yalnızca ahlaki doğru yolda kullanabilirlerdi (79). Açık söylenecek olursa, Poggio Bruni’ye göre belki daha ağırbaşlı, daha kuşkucu, daha içten bir demokrattı. Siyaset ve tarihle ilgili görüşleri bakımından gerçekçiydi. Salutati’nin geleneksel etik görüşlerini dışladı. Genel toplumsal ilişkileri, sıklıkla Machiavelli’den de önce, şaşırtıcı biçimde yansız ele aldı. O kadar zihni açık bir rasyonalistti ki, kendinden önce gelen Villani gibi, aristokratların finanse ettiği ün savaşlarını yüksek giderleri nedeniyle kınadı. Başıboş ve cahil aristokratik aile üyelerini eleştirirken çok sertti ve suçlamalarını hümanistlere göre daha somut gerekçelendirdi.
Poggio ve Bruni’nin – ve yazıları incelediğimiz dönemin dışında kalsa da Alberti’nin - entelektüel dünyası, Floransa’da burjuva “demokrasisi”nin gizil gücünün en net ideolojik görünümünü oluşturuyordu. Bruni ve Poggio’nun genel siyasi ve toplumsal görüşleri Roma Stoacılığı’ndan çok etkilendi. Bu felsefe, insanlık, insanların kuramsal eşitliği ve bunun siyasette örtük olarak amaçladığı idealleri ile birlikte, geç Roma cumhuriyeti ile erken dönem İmparatorların aydınlanmış mutlakiyet dönemleri Roma üst orta sınıfının altın çağının meyvesiydi (80). Bruni-Poggio döneminde, Cicero’dan devralınan Roma Stoacılığı’na özgü erken dönem akılcılık eğilimi etkiliydi. Bu eğilim Roma cumhuriyet yasasını üstün tutar, yurttaşlık görevlerini vurgular, yurttaşın siyasi yaşamda etkin görev almasını savunur (81), özellikle zenginlik gibi dış yararları fırsatçılık olarak değerlendirirdi (82).
Üst orta sınıf ekonomik, toplumsal ve siyasi düşüncelerini entelektüelleri ve kendi üyeleri aracılığıyla böylece şekillendirirken ekonomik ve kültürel açıdan geri kalmış alt orta sınıfın böyle karmaşık kavramlar üretmesi doğal olarak beklenemezdi. Olsa olsa ekonomik ve siyasi alanda en fazla bireysel ve somut istekler ileri sürebilirlerdi. Küçük burjuvazi, para ve aristokrasiden öylesine etkilenmişti ki, esnaf düşünce yapısıyla, kesinlikle onlara esrarengiz ve çok güçlü görünen sermayeye karşı genel bir korkuyla doluydu. Gerçek bir söz hakkı kazandığında alt orta sınıfın ekonomik bakışının kapitalizmin gelişimini durdurma zorunluluğuna yönelik olduğunu görmüştük. Küçük burjuvazi ve işçilerin, özellikle ciompi ayaklanması döneminde, bağımsız ve tutarlı siyasi programlarının olmadığını da belirtmiştik. İşçiler yüksek olasılıkla dini atmosferde korunan düşüncelerini belirtmede küçük burjuvaziye göre daha güçsüzdü. Dolayısıyla, bu sınıfın düşünce dünyasıyla yalnızca dini duygular ile ilgili bir sonraki bölümde karşılaşacağız. Yoksulların ve yoksullaştırılmış sınıfların “entelektüelleri” ya üst sınıflardan ya da geçimini kiliseye yapılan yardımlarla sağlayan keşişlerden – kimi zaman Dominikan, kimi zaman Fransisken - gelirdi. Fransiskenler genellikle ruhban sınıfından atılmış olanlardı (83). Alt sınıfların kimi geçici ekonomik gereksinimlerini az da olsa dillendirdiler, belirsiz veya karışık genel isteklerini duyurdular. İşçiler, en zorunlu gereksinimlerinin birleşme özgürlüğü olduğunu 1347’de kavramaya başladılar. Bu görüşlerin ciompi ayaklanması öncesinde ancak o zaman genelleştiği doğrudur. O döneme ait çok sayıda tarihçeden yalnızca biri ciompi’den yana, onların bakış açısıyla yazılmıştır. Bu anonim yapıt, Cronaca dello Squittinatore olarak biliniyordu. 1378-87 yılları arasında günlük kayıtlarda işçilerin kalıcı olmayan başarısı, basit, ruhsuz biçimde üzücü bir teslimiyetçilikle, açıkladığı olayların genel yansımalarını hiç belirtmeden tanımlanır. Ciompi ayaklanması sonrası işçiler tüm siyasi haklarını ve tüm seslerini yitirdiler.



*Summae: Teoloji, felsefe veya kilise hukuku ile ilgili incelemeler (Ç.N).
**Bu günlük çözümlemeler ile ilgilenirken az ya da çok kesinlik taşıyan açıklamalar ile birçok küçük ayrıntıda kendini gösteren genel bakış arasında dikkatli bir ayırım yapmak zordur.
***Buna göre aynı “demokratik” sözcüğünü üst orta sınıfın karakterize ettiği kuramsal düzen ve alt orta sınıfın pratik çabaları için kullanmak zorundayız.

NOTLAR:
1- Bu bölüümün konusuyla ilgili önemli kitapların bir kısmı burada toplu olarak belirtilebilir. Çoğunlukla F. Engel-Janosi’nin Soziale der Renaissance (Beihefte zur Vierteljahrsschr. Für Sozial- und Wirtschaftsgesch. Stuttgart, 1924). Bu yapıt dönemin ekonomik ve toplumsal düşüncesini tanımlar ve bir ölçüde bunların esas koşullarla bağlantılarını tanımlar. Siyasi düşünceler bağlamında bu ilişki F. Ercole’nin Da Bartolo all’Althusio; Saggi sulla Storia del pensiero pubblicistico del Rinascimento (Floransa, 1932) yapıtında kimi belirlemelerin konusudur. Kilise’nin toplumsal öğretileri ve özellikle Thomizm ile ilgili olarak en yararlı kitap E. Troeltsch’in The Social Teaching of the Christian Churches (İng. çev., New York, 1931) yapıtıdır. A. v. Martin’in Sociology of the Renaissance (İng. çev., Londra, 1944) yapıtında genel yapı ile ilgili belirlemeler bulunmaktadır. Dönemimizin siyasi görüşlerinin çoğunluğu ile ekonomik ve toplumsal görüşlerinin birçoğu klasik antik edebiyattan köken alır ancak tüm bu olgularda esas kaynakları göstermek notları gereksizce uzatacaktı. Yalnızca bir göndermenin özel ilgi gerektirdiğini düşündüğümde böyle yaptım.
2- Aristoteles’e göre yurttaşlar yaşamlarını sürdürmek için ticari ve finansal etkinliklerle uğraşmamalı, toprak kiralama, topraktan elde edilen gelirle geçinmeliydiler. Atina’da Makedonyalı aristokratik-feodal yönetici Antipater’in koruması altında bir yabancı gibi yaşayan Aristoteles, kenti yöneten varlıklı tüccar orta sınıfa ve genel olarak artan ticarileşmeye soğuk yaklaşıyordu. Buna karşın o, ekonomik sorunları, özellikle para ve ticareti,  sistematik olarak çözümleyen ilk kişiydi.
3- R. Kaulla, Theory of the Just Price (İng. çev., Londra, 1940).
4- R. B. ve A. J. Carlyle’a göre (A History of Medieval Political Theory in the West, Edinburgh, 1928) bu, prenslerin feodal yasaya bağlılıkları anlamına gelir.
5- Diğer yandan, Calimala loncasının 1301’deki tüzüğü, faiz yasağından nasıl kaçınılabileceğini çok açık biçimde belirtir. Calimala yöneticileri, kurala uymayan lonca üyelerinin aklanması için, denetleme görevini yürüten rahiplerle önceden düzenlemeler yapmışlardı.
6- Kimi zaman ödünç verilen toplam paranın temsili değerinin artışı faizi kapsar veya para yerine meta ödünç verilir ve bu metaların değerleri fiyatlarından daha yüksek hesaplanır. Peruzzi’nin muhasebe defterleri örneğin (Yayınlayan A. Sapori, Milan, 1934), bu birbirinin yerini alan terminoloji açısından zengindir.
7- Roman yazarı Sacchetti alaycı bir dille, küçük cemaatini arttırmak için vaazının sonunda, gelecek vaazında faiz almanın dinen uygun olduğunu göstereceğini duyuran bir vaizin öyküsünü anlatır. Bu, büyük bir kalabalığı toplamaya yeter.
8- Kilise uzun zamandan beri yaşamı sistematik olarak akılcılaştıran entelektüel bakıştan haberdardı. (Bkz. St. Benedict’in manastır yaşamı ile ilgili Rule yapıtı). Felsefe tarihi bakış açısıyla bu, klasik, orta-sınıf Stoacılıktan miras kalmıştı.
9- Dolayısıyla öğreti temel olarak tüm kilise yazarlarında benzer iken, her yeni kelime, her ince farklılık, her şeyden öte öne sürülen farklı tüm savlar önem taşıyordu. Kilise hukukuna göre bile tanımlar o kadar dikkatli sınırlandırılmıştı ki faizcilik için birçok açık kapı bırakılmıştı. Bkz. G. Salvioli, “La dottrina dell’ usura secondo i canonisti e i civilisti italiani dei secoli XIII e XIV” (Studi giuridici in onore di C.  Fadda, Napoli, 1906).
10- Floransa’nın toplam ticaretinin büyük kısmını oluşturan doğu ticaretine Kilise güçlük çıkarmamıştır. Hristiyan olmayanlarla alışverişte her ölçüde kar elde edilmesine izin vardı.
11- G. Ricca-Salerno, Storia delle Dottrine finanziarie in Italia (Palermo, 1896).
12- Dominici aynı zamanda farklı sınıflar arasında giyim açısından da farklılıkların korunmasını destekledi. Alt sınıflar lüksten uzak durmalıydılar.
13- “Tanrı sana, Zengin Ol ya da Zenginliğini Sürdür derse onları tut; eğer O sana bunlardan Uzak Dur derse o zaman yoksul ol; eğer O sana zengin olmak için uğraş derse, o zaman ona uy” (De regola Governi).
14- Bu konu E. Schreiber’in Die volkswirtschaftlichen Anschauungen der Scholastik seit Thomas v. Aquin (Jena, 1913) ve E. Salin’in “Kapitalbegriff und Kapitallehre von der Antike zu den Physiokraten” (Vierteljahrsschr. Für Sozial-und Wirtschafts-gesch., XXIII, 1930) yapıtlarında eksiksiz olarak tartışılmıştır.
15- Dolayısyla, Sienalı St. Bernardino’nun, kendisinden bir buçuk asır önce yaşamış Duns Scotus’un otoritesine başvurduğunu görürüz.
16- Marsilius’un, Kilise hiyerarşisinin insan ürünü bir kurum olduğu tezini, Curia dini inanışa ters olarak bildirmişti.
17- Augustinian rahiplerin generali ve VIII. Boniface’nin siyasi hukuk bilgini Aegidius Romanus, artık Aquinalı’nın kastettiği anlamda parasız hizmete dayalı feodal Devlet yanında değildi. O, Roma hukukuna dayalı yurttaşlık Devleti’ni üstün tutuyordu. Bkz. A. Dempf, Sacrum Imperium (Münih, 1929). 12. ve 13. yüzyıllarda düzenlenmiş kilise hukuku ve ona dayalı kaynakça, Roma hukuku ile çok yakın bir ilişki içindeydi. Kendi üstünlüğünü güvence altına almak için Kilise’nin, Marsilius öne sürmeden çok önce (antik dönemden devralınan) halkın bağımsızlığı ilkesini ne ölçüde kabul ettiğini ayrıntılı göstermek çok uzun sürer. Curia’nın yüksek olasılıkla o dönemde yeteneğe dayalı görece demokratik yolla memur alan tek kurum olduğundan söz edilebilir.
18- Ayrıntılı yorum için bkz. M. Grabmann, “Studien über den Einfluss der Aristotelischen Phiosophien auf die mittelalterlischen Theorien über das Verhältnis von Kirche und Staat” (Sitzungberichte der Bayer. Akad. der Wiss. Phil.-Hist. Abt., 1934). S. Maria Novella okulu döneminde Remigio Dante’nin de öğretmeniydi. Bkz. G. Salvadori, Sulla Vita giovanile di Dante (Roma, 1906). Floransalı émigré (göçmen, Ç.N.) Dante’nin De Monarchia eserinde ilettiği VIII. Boniface karşıtı, Curia’yı suçlayan siyasi görüşleri, belli bir kümenin çıkarlarına hizmet etmemişti. Bunlar, aşırı Thomizm, İlahiler, Ghibelline kuramından ögeler içeren bir karışımdı, İtalyan bakış açısıyla kısmen güncelliğini yitirmiş bir karışım.
19- M. de Wulf, Phiosophy and Civilisation in the Middle Ages (Princeton, 1922).
20- Doren, Florentiner Wollentuch-Industrie.
21- 15. yüzyılın başında Devlet kararnameleri, yün ve ipek endüstrisinin gelişimini ulusal bir görevin doğası olarak temsil etti. Bkz. Pöhlmann, op. cit. Aynı dönemde yün loncası kendi tüzüğünde (1428), kentin ana gücünün yün endüstrisine dayandığını gururla açıkladı.
22- Doren, op. cit.
23- F. Ercole, Dal Comune al Principato (Floransa, 1928).
24- Bartolus bu “aristokratik” yönetim biçimini Floransa ve Venedik gibi orta büyüklükte Devletler için en uygun olarak değerlendirdi. Daha küçük Devletler (örneğin orta sınıfın daha ağırlıklı küçük burjuva karakteri gösterdiği Perugia) için demokrasiyi savundu. Yine de Bartolus’un Devlet için demokratik biçim kavramına birçok çekincesi vardı: vilissimi, en alt kesim, dışlanmıştı. Padovalı Marsilius’a göre bile demokrasi sayısal üstünlük anlamına gelmiyordu, yalnızca major et sanior pars, yani zenginleri kapsıyordu. Bkz. C.N.S. Woolf, Bartolus of Sassoferatu (Cambridge, 1913) ve H.S. Laski, “Political Theory in the Late Middle Ages” (Cambridge Medieval History, VIII, 1936).    
25- Ayrıntılı bir yorum için bkz. R. Syme, The Roman Revolution (Oxford, 1939).
26- Uygulamalı bir örnek için, adalet, Lana 1428 tüzüğünde olduğu kadar hiçbir yerde yüceltilmemişti. Bu tüzükte alt kesimde çalışanlar üzerine zor uygulanması siyaseti en açık biçimde belirtilmişti.
27- Tüzükler, Floransa’nın yalnızca yurttaşlarının zenginliği değil aynı zamanda Devlet’in özgürlüğü savunması ve gücünü genişletmesi sayesinde ticaret ve endüstri kenti olduğunu  tekrarlayarak belirtir.
28- J. Luchaire, Les Démocraties italiennes (Paris, 1920).
29- E. Santini, Firenze e i suoi “Oratori” nel Quattrocento (Milano, 1922).
30- Dönemin en ünlü hukuk bilgini Francesco Accursio, Floransa doğumluydu. Bologna’da eğitim verdi, öncellerinin yorumlarını biraraya getirdi. 1263’te Floransa’da yargıç oldu. Bartolo ile birlikte 14. yüzyılın en önemli avukat ve Roma hukuku yorumcusu olan Baldo, 1358-1365 yılları arasında Floransa’da eğitim verdi ve kentten ayrıldı. 1385’te üst orta sınıf gücü yeniden ele geçirince, Floransa’ya geri çağrıldı. Medeni hukuk, kilise hukukundan da daha fazla, ilkesel olarak faizciliği cezalandırmayı sürdürürken gerçekte yalnızca örneğin %100 gibi yüksek faiz oranlarını cezalandırıyordu. Bkz. Salvioli, a.g.e.
31- L. Chiappelli, “L’amministrazione della Giustizia in Firenze” (Archivio storico italiano, Ser. IV, Vol. XV, 1885).
32- L. Chiappelli, “Firenze e la Scienza del Diritto nel periodo del Rinascimento” (Archivio giuridico, XXVIII, 1882).
33- 14. yüzyıl gibi erken bir dönemde bile aristokrat tüccarlar ile hümanistler arasına belirgin bir çizgi çizmek zordur. Kültürleri arttıkça, Giovanni Villani gibi tüccarlar, kendileri için hümanist denmesini istediler. Oysa tüccarlar önceki devrimci dönemlerinde kendilerinden gururla “illetterati” (okuma yazma bilmeyen, Ç.N.) diye söz ederlerdi.
34- E. Mehl, Die Weltanschauung des Giovanni Villani (Leipzig, 1927).
35- A. Sapori, “L’attendibilitá di alcune testimonianze cronistiche dell’ economia medievale” (Archivio storico italiano, Ser. VII, vol. XII, 1929).
36- A. v. Martin, “Zur kultursoziologischen Problematik der Geistesgeschichte” (Hist. Zeitschr. 142, 1930).
37- Papa XXII. John’un zenginliğine hayran olan Villani’nin bunu gözünde büyütmüş olması  önemlidir. O, bu zenginliği 25 milyon florin olarak göstermiştir ancak  gerçek rakam yalnızca 1 milyondu.
38- Villani, Floransa’nın Romalı kökeni görüşünü ve  Chronica de origine civitatis’te yazan diğer vatansever düşünceleri çok ilerletti. Bu yazılı ilk Floransa tarihidir ve yüksek olasılıkla erken 13. yüzyılda yazılmıştır. Bkz. N. Rubinstein, “The Beginning of Political Thought in Florence” (Journal of the Warburg and Courtauld Institutes, V. 1942).
39- Bu yapıtlar için bkz. G. Toniolo, Scolastica ed Umanesimo nelle Dottrine economiche al tempo del Rinascimento in Toscana (Pisa, 1886).
40- Aslında kitap bir yüzyıldan uzun zaman kullanımda kaldı.
41- Morelli yoksullara dolandırıcı ve hırsız diye bakardı.
42- Benzer tipte büyük bir tüccar, siyasetle ilgilenmeyen ve yalnızca kar elde etmekle uğraşan Francesco Datini (1355-1410), Floransa ve Papalık arasındaki savaş süresince Avignon’da sorunsuz yaşamayı başardı. Daha sonra Prato’ya yerleşti. Esas iş yaptığı yer ise Floransa idi. Tüm muhasebe kayıtları ve yazışmaları korunmuştur. Bkz. E. Bensa, Francesco di Marco da Prato (Milano, 1928).
43- Örneğin Morelli oğluna, mülkünü onu elinden hiç kimse alamayacak biçimde, evlilik drahoması olarak ya da güvenilir birine devrederek değerlendirmesini öğütledi. Nakit parası varsa bunu hiç kimse bilmemeliydi. Ya kullanmadan tutmalı, ya yabancı ticarette harcamalı ya da faturalar karşılığı değiştirebileceği Cenova veya Venedik’e gizlice getirmeliydi v.s.
44- Schreiber, a.g.e.
45- Ayrıntılı bir yorum için bkz. Martin, a.g.e.
46- Bkz. Not 2.
47- Burada Dante ile bir karşılaştırma yapılabilir. Önceden bir émigré (göçmen, Ç.N.) olan Dante, laudator temporis acti, Floransa ticaret burjuvazisine karşı tutucu aristokratlara özgü nefreti duydu. Halktan biri olan Petrarch belli bir derecede burjuvazi aşamasını geçmiş ve aristokrasiye eğilim göstermekteydi.
48- Petrach’ın İtalyan ulusalcılığı esas olarak “barbar”, “gerici” , “Romalıların denetimden çıkmış köleleri” olan Fransızlara karşıydı. Fransa ile ticari ilişkilerin bozulmasına ilişkin Floransa üst orta sınıfından farklı olarak korkmasını gerektirecek bir neden yoktu. Bu nefretin daha derin kökenleri Papalık’ın Fransa’da olmasında yatıyordu ve Villani’nin cesaret edebileceğinden açıkça çok daha fazla sertti. Petrarch’a göre Avignon, Babil’in orospusuydu (Kıyamet terminolojisinin önemine daha sonra döneceğiz). Dolayısıyla kültürel, aktikiteyle ilgili ve dini düşünceler hep aynı siyasi amaca hizmet etmekteydi.
49- Burjuvaların, alt aristokrasinin ve alt rahipler sınıfının ona desteği vardı.
50- Rienzo’nun siyasi görüşleri için bkz. K. Burdach’ın tam yorumu, Rienzo und die geistige Wandlung seiner Zeit (Berlin, 1913) ve P. Piur, Cola di Rienzo (Viyana, 1923).
51- Cf. H. Eppelsheimer, Petrarca (Bonn, 1926) ve U. Chiurlo, “Le idee politiche di Dante Alighieri e di Francesco Petrarca” (Giornale Dantesco, 1908); ayrıca bkz. N. Zingarelli “Le idee politiche del Petrarca” (Nuova Antologia, 1928).
52- Eppelsheimer, a.g.e.
53- Rienzo döneminde, görece olarak dış dünya ile en yakın ilişki içinde olduğunda Petrarch yine de bir cumhuriyetin, her mesleğin hak ettiği yere geldiği, eğitim verenin boş zamanının olduğu, tüccarın güvenliğinin sağlandığı  bir yönetim biçimi olması gerektiğini düşündü.
54- F. Bezold, “Republik und Monarchie in der italienischen Literatuır des 15. Jahrhunderts”, Mittelalter und Renaissance (Münih, 1918).
55- Tarımdan övgüyle söz edilmesi, Vergilius’un Bucalica ve ayrıca Georgica yapıtlarında gösterdiği antik dönem Roma köylülüğünün erdemlilik ve basitliğine dönüş düşüncesi, eski Roma geleneklerini canlandırmayı, aşırı yoksul köylülere yerleşim yaratmayı ve İtalya’da tahıl üretimini artırmayı amaçlayan Augustus’un siyasetinin bir parçasıydı. Bu düşünceler aynı zamanda yine Augustus’un gerçekleştireceği büyük yurtlukların orantılı bölüşümü için duygusal, pastoral bir ideoloji olarak görev gördü. Bkz. O. Neurath, “Zur Anschauung der Antike über Handel, Gewerbe und Landwirtschaft” (Jahrbücher für Nationalökonomie, XXXII-XXXIV, 1906-7); W. E. Heitland, Agricola (Cambridge, 1921) ve M. Rostovtzeff , Social and Economic History of the Roman Empire (Oxford, 1926).
56- Örneğin, De Republica optime administranda yapıtında akılcı Devlet yönetimiyle ilgili öğütler verdi.
57- Despotik dönemlerde Seneca da aynı biçimde sarayla iletişimi koparmadan bir köşeye çekilmişti. Petrarch Seneca’yı tutarsızlıkla suçlasa da onun içten bulduğu iç uyumsuzluğuna önem verdi.
58- Geniş yorum için bkz. F. Macri-Leone, “La Politica di Giovanni Boccaccio” (Giornale Storico della Letteratura italiana, XV,  1890).
59- Burada gönderme yapılan görüşlerin çoğu De Tyranno (1400) adlı yapıtında ve mektuplarında bulunur. İlki için A. v. Martin (Berlin, 1914) ve F. Ercole (Berlin, 1914) baskılarının sunuş yazılarına bakınız.
60- Salutati’nin her konudaki görüşlerinin geçişken karakterini A. V. Martin gösterir, Mittelalterliche Welt-und Lebensanschaauung im Spiegel der Schriften Salutatis (Münih, 1913) ve aynı yazardan Coluccio Slutati und das humanistische Lebensideal (Leipzig, 1916).
61- Papa ve İmparator’un eski karşıtlığı esas olarak artık onu ilgilendirmiyordu.
62- Salutati vatanını sevmeyi, komşusunu sevmenin bir biçimi olarak kavradı. Dolayısıyla bu geçiş döneminde bu yeni görüş yine de dinle ilişkilendirilebiliyordu.
63- Visconti için yapıt üreten hümanist Antonio Loschi ile bir polemiğinde Floransa’yı tiranik yönetim suçlamasına karşı, Visconti’yi aynı biçimde suçlayarak savunmak durumunda kaldı. Tiranlık kuramını – tüm yazarlar için geçerli, tek fark kullanılan sav - Kilise, dahası tiranların kendileri ve burjuva toplum, düşmanlarına karşı gerçekçi siyasetin bir silahı olarak kullandı. Dahası, Salutati’nin tiranlıkla ilgili görüşleri Floransa’daki siyasi koşullarla birlikte değişti. Floransa ile Curia arası savaş döneminde, Salutati en demokratik görüşlerini sunarken, cumhuriyet olmayan her yönetimin tiranlık olduğunu söylemiştir. O dönemden çeyrek yüzyıl önce yazılmış De Tyranno’da, Floransa’da gericilik gücü ele geçirdiğinde o, çok daha tutucuydu.
64- Salutati, ondan önce Petrarch’ın yaptığı gibi, Augustus’a dayandırılan, yalnızca Devlet’in var olan biçimini destekleyen birinin vatansever olarak değerlendirilebileceğini bildiren savı kabul etti.
65- Salutati gerçekte Petrarch’a karşı De Vita associabili et operativa başlığı altında bir polemik planlamıştı. O ayrıca – Petrarch’ın tersine – Cicero’nun siyasi yaşamda görev alma görüşünü onaylar. 
66- O, tarımsal uğraşı, tüm klasik antikite yayınında olduğu gibi tüccarlık işinden daha yukarıya yerleştirdi.
67- E. Walser, “Coluccio Salutati”, Gesammelte Studien zur Geistesgeschichte der Renaissance (Basel, 1932) içinde.
68- E. Füter, Geschichte der neueren Historiographie (Münih, 1911).
69- H. Baron, “Das Erwachen des historischen Denkens im Humanismus des Quattrocento” (Hist. Zeitschr. 147, 1933).
70- Bu bağlamda, Bruni’nin çevirmiş olduğu Platon’un Devlet’inde - Aristoteles’e göre daha çok - arzu edilmiş olan, yönetici sınıf açısından özel mülkiyeti ortadan kaldırmayı Bruni’nin kabul etmediği göz önünde tutulmalıdır.
71- Örneğin, Bruni “tiran” Sezar’a karşıydı, kendi tiranının katili Brutüs’ten yanaydı. Roma tarihinden bu karakteristik örnek klasik dönem düşünce çeşitliliği içinde bile siyasi değerlendirmelerin siyasi konuma ve karar verici yazarın amaçlarına göre değiştiğini çok iyi gösterir. Ghibelline olan Dante, Brutüs’ü en alt Cehennem’e gönderdi. Petrarch, duygusal Roma cumhuriyetçiliği ile onu övdü. Var olan düzenin sürdürülmesi ile en çok ilgilenmiş olan tutucu Salutati, özellikle geç döneminde yine Sezar’dan yanaydı.
72- Cicero benzer düşüncededir. Bkz. A. J. Carlyle, a.g.e. ve Political Liberty (Oxford, 1941).
73- Floransa artık, Villani’nin tarihçesinde olduğu gibi (bu yapıt temel olarak bir dünya tarihçesiydi), tüm Hristiyan dünyanın önemsiz bir parçası olarak görülmüyordu. Gönderme yapılan Salutati’nin tarihçesindeki göre daha da öne çıkarıldı.
74- Bruni’nin siyasi kuramında Floransa ile ilgili herşeyin bir ölçüde iyi olması gerektiği Pisa’nın işgalinden 1 yıl önce yazılan bu incelemede gösterilmişti. Bu incelemede Bruni (olasılıkla Platon’un bir kent devletinin ideal konumu ile ilgili görüşlerini kullanarak), limanı olmayan ama denize yakın olan Floransa’nın konumunun ideal olduğunu ve limanı olmasına göre böylesinin daha elverişli olduğunu kanıtladı.
75- Roma Senatosu’nun siyasi hiçbir etkisi olmayan zengin ve kültürlü kişilerden oluşan esas bileşimine göre, bkz. M. Rostovtzeff, a.g.e.
76- Ancak bir şarap tüccarı olan – orta sınıfın alt ve kültürü az bölümünden gelen - Bartolommeo del Corazza’nın İtalyanca yazdığı dönemin (1406-38 yıllarını kapsayan) Floransa tarihçesi, dini ve seküler şenlikleri tüm turnuvalardan üstün tutar.
77- Elçilerin söylevlerinin, onların iç mantığı ve somut kurgusunun genel önem kazanmasına yönelik yeni anlayış bir kez daha gücü ele geçirmiş olan üst orta sınıfın akılcı düşünce anlayışı ile ilişkiliydi. Bu, gerçek uygulamada 1394 yılı ile başlayan sistematik elçilik raporlarında görülür. Elçilere 1409’dan sonra ayrıntılı yönergeler verilmiştir. Bkz. Santini, a.g.e.
78- Rinaldo degli Albizzi’nin yazdığı veya desteklediği, Medici’yi hedef alan siyasi şiirde de Toscana ve antik Roma özgürlüğüne sürekli göndermeler vardır.
79- Ancak Poggio’nun övdüğü Facetiae (Curia kısa öyküleri derlemesi)’lerden birinde, her yıl özgün değerinin yirmi katını kazandırdığı için mücevherden daha değerli olan iki değirmen taşından açıkça söz eder.
80- Yunanlılar ve barbar olarak adlandırılan yabancıların bileşimiyle yeni Hellenistik krallıklar döneminden köken alan Yunan Stoacılığı genel insani ve en başta daha çok “siyasi olmayan” bir karakter taşıyordu. Panaetius (M.Ö. 2. yüzyıl) onu Roma yönetici sınıfının siyasi ve toplumsal ortamlarda ideolojik gereksinimlerine uyarladı. Onun öğretisini Cicero devraldı ve yayınladı. Ayrıntılı yorum için bkz. E. V. Arnold, Roman Stoicism (Cambridge, 1911).
81- Bruni'nin Plutarch'ın ünlü kişilerin, özellikle Cumhuriyet dönemi Romalılar'ın Yaşamları'nı çevirmesi aynı düşünce çerçevesindedir. Bruni ayrıca, Demosthenes'in söylevlerinin Nicola di Vieri de' Medici'ye adanmış bir derlemesine giriş yazmıştır (1421'den sonra).
82- Ayrıca bkz. “Felsefe, Öğrenim ve Edebiyat” bölümü. Daha sonra ona denk Floransa dönemine etki eden, özel felsefi bir eğilimin ortaya çıktığı antik dönemin ne kadar değerli olduğunu kaydetmek tarihsel açıdan öğreticidir. Her iki dönem için karşılaştırılabilir siyasi ve toplumsal koşullar altında bu eğilimin ortaya çıktığı görülecektir. Albizzi döneminden birkaç onyıl ileriye, Floransa orta sınıfının ekonomik olarak yıkıldığı, siyasi gücünü yitirdiği Cosimo ve Lorenzo de' Medici mutlakiyetçi yönetimine gidecek olursak, Medici'lerin finanse ettiği üst sınıflar arasında moda olan felsefe, Marsiglio Ficino'nun Neoplatonizm'ini buluruz. Bu akım yurttaşın siyasi etkinliğinde bütünsel olarak mistik ve akıl dışı karakterde, gerçeklikten uzak, aldırışsızdı. Bu Floransa felsefi akımını esas olarak Plotinos'un Neoplatonizm'i belirliyordu. Plotinos bireyin kendi içine içine çekilmesini öğretiyor, derin düşüncelere dalmanın önemini vurguluyor, bireyi siyasi etkinliklerden uzak tutuyordu. Plotinos, Roma orta sınıfının çöktüğü ve rastgele seçilmiş asker imparatorların egemen olduğu dönem olan M.Ö. 3. yüzyılda yaşadı. Esas olarak, bu imparatorlar arasında en kültürlüsü olan, onu koruyan ve destekleyen Gallienus'un sarayında çalıştı.
83- Kimi zaman kendi ruhban sınıflarının mülkiyet edinmelerine karşı çıkan, bir yandan da genel toplumsal ve siyasi istekleri din çerçevesinde öne süren radikal Fransiskenlere bir sonraki bölümde değinilecektir.