2. EKONOMİK, TOPLUMSAL VE SİYASİ DÜŞÜNCELER
Dönemin karmaşık
ekonomik, toplumsal ve siyasi koşulları ancak bunlara karşılık gelen düşünceler
ışığında değerlendirilirse tam olarak anlaşılabilir. Dahası, toplumu oluşturan
farklı etmenler – Kilise, aristokrasi, üst orta sınıf, entelektüeller ve alt orta
sınıf - arasındaki ilişkilerin doğası başka hiçbir alanda daha açık görülemez.
Bu kümelerin genel bakış açısını yaşama geçiren (1) özellikle bu düşüncelerdir.
Her sınıfın toplum ve ekonomik yaşam düşüncesini – toplumsal sistem, ekonomik
etkinlik, ticaret, tefecilik, vb.nin bileşimini görüp değerlendirmeleri
ışığında – ve Devlet ile siyaseti nasıl düzenlediklerini değerlendirdiğimizde
güncel kuramlar ve genel günlük düşünce ile ilgili bir görüş oluşturabileceğiz.
Bu dönemin
ekonomik, toplumsal ve siyasi düşüncelerinin temel bir karakteristiği birçok
durumda dinle çok yakın ilişki içinde olmasıdır. Bu doğal olarak, dini
kavramların tüm diğer düşünce yollarının karakter ve doğrultusunu belirlediği
hristiyan dünyada en belirgindi. Kiliseden ideolojik bağımsızlığını kısmen
kazanmış olan üst orta sınıfın dünyasında bu ilişki bu kadar sıkı değildir.
Curia ve zengin kent burjuvazisi ekonomik ve diğer birçok farklı açıdan
birbirine tamamen bağımlı olduğundan onların ekonomik, toplumsal ve siyasi
düşünceler tarihi esas olarak ortak çıkarlarda uzlaşma tarihidir. Her iki yan
kendi ideolojik konumunu olabildiğince çok korumaya çalışmış, ancak dostundan
olanaksızı istemeyerek kendi çıkarını dizginlemiştir. Eğitimli üst rahipler
sınıfının çok önemli bilimsel ve edebi etkinlikleri iki kümenin çıkarları
arasındaki boşluğa köprü oluşturdu. İlkesel olarak bu rahip yazarlar
skolastiğe, Thomas’ın anıtsal sistemine bağlıydılar. Onun düşünceleri kalıcı
bir etki bıraktığından, Kilise ve orta sınıfın sistemi nasıl dönüştürdüğünü değerlendirmeden
önce bu düşüncelerle ilgili kısa bir özet verilmelidir.
Dominikan
mezhebinin büyük teologu ve Paris Üniversitesi eğitmeni Aquinalı Thomas
(1225-74), “yüksek” Orta Çağ Kilisesinin ekonomi, toplumbilim ve siyasi
görüşlerini içeren (Summa contra Gentiles, c. 1260-64; Summa Theologica, c. 1269-72; De RegiminePrincipum, c. 1265) tüm ideolojik dünyasını tek
büyük bir sistemin içine aldı. Böylesi bir dizgeselliğin rasyonalist bir bakış
açısıyla gerekli görülmesi çok önemlidir. Dahası Aquinalı, Aristoteles’in yeni
ve bilinmeyen düşüncelerini benimsedi ve gerçek durumlarla uzlaşmalara dayanan
etkileyici bir yapıyla birleştirdi. Devletin yaşam sanatını gerçekleştirmeyi
amaçlayan bir örgüt olarak Aristotelesçi kavranışı somutlaştırılmış, dinsel
kilise sistemine bağımlı kılınmıştı. Devletin kaynağının günahkar olduğu
öğretisi kaldırılmıştı, ama bu öğreti şimdi kutsal dünya planının, yürürlüğe
konması yani Tanrı Krallığı’nın hazırlanması için bir araç olarak
düşünülüyordu. Toplumsal tabakalar, onların farklı türde işleri Tanrı’nın
buyruğudur. Her buyruğun kendine özgü bir raison
d'etre’ı (varoluş amacı) vardır. Her birey, Tanrı’nın kendisini çağırmak
için uygun bulduğu toplumsal konumda kalmalıdır – kendi tabakasında ve kendi
işinde kalmalıdır. Bu zengin ve yoksul için geçerlidir. Zengin ve yoksul
ayırımı zorunludur, çünkü özel mülkiyetin evrensel olarak kaldırılması, insan
doğası bozuk olduğu için gerçekleştirilebilir değildir. Yoksulun, yine de
bağış, özellikle sadaka alma hakkı vardır. Her tabakanın kendine uygun yaşam
standardı vardır. Aquinalı’nın bu bir ölçüde elastik ilkesi, ekonomik uğraşın
kendi içinde sonlanmadığı ama yalnızca yaşamın sürdürülmesine hizmet etmesi
gerektiği savından etkilenmemiştir. Bu sürdürülecek yaşam her zaman kişinin
bulunduğu toplumsal konuma uygun olmalıdır. Öğretisi, kentsel bir nüfusun
varlığını kabul etse de Aristoteles’in izleyicisi Aquinalı, tüccarlara karşı
bir ölçüde soğuk tavır alır. Onlara az sayıda, yalnızca farklı kentler arasında
orta düzeyde ilişkiyi sağlamak için gereksinim duyulur. Tek bir kent içinde
ticaret, birbiriyle doğrudan ilişki içinde olan üretici ve tüketicinin varlığı
için gerekçe yoktur. Paranın bereketsizliği öğretisi – paranın üretici gücü
yoktur ve kendini çoğaltamaz – de Aristoteles’ten devralınmıştır (2) ve faiz
ile tefeciliğin yasaklanmasının da temelini oluşturur. Her metanın, Tanrının
atadığı bir otoritenin belirlediği kendi nesnel, saf fiyatı vardır
(Aristoteles’inkine benzer bir kavram) (3). Devlet’in biçimi ile ilgili olarak
Aquinalı, monarşinin en iyi olduğunu düşünmüştür. Onun ideal “iyi yönetici”si
adil olmalıdır ve yasaları gözetmelidir (4) yoksa bir tirana dönüşür. Dini ve
dindışı en büyük güç, dindışı güç dolaylı olacak biçimde, Papa’dadır.
Aquinalı, güney
İtalya’dan feodal bir aileden gelse de, esas olarak o dönemin toplumsal ve
ekonomik açıdan ilerleyen İtalya’sının dışında etkindi. Düşünceleri, laik
Devlet’in ve bir orta sınıfın varlığını kabul ettiği için önceki kuşak
rahiplerinkilere göre çok büyük bir ilerlemeyi temsil ediyordu ama henüz
bütünsel olarak çoğu laik Devletin zayıf ve bir bakıma kaotik feodal
prenslikler olduğu bir dönemi yansıtıyordu. Bu dönemde, büyük oranda kendi
kendine yeten tarım ve esnaf kentleri orta sınıfı henüz başlangıç
aşamasındaydı. Tek gerçek egemen güç örgütü olarak kiliseye özgü hiyerarşik
teokrasi Papa’da toplanmıştı ve tek kültür Kilisenin kültürüydü.
Aquinalı sonrası –
13. yüzyıl sonu ile 14 ve 15. yüzyıllar - gerçek ekonomik, toplumsal ve siyası
durum çok farklıydı. Büyük girişimciler ve bankerler kentlerde hüküm sürüyordu
ve Papa onlarla, özellikle Floransalılarla dayanışma içindeydi çünkü Curia’nın
maddi ilişkileri, ekonomik ve siyasi gücü onların ekonomik varoluşları için
zorunluydu. Daha önce görmüş olduğumuz gibi, Curia büyük finansal bir güç olarak
kendini ancak Floransalı bankerlerin faiz veren işlemleri yardımıyla
sürdürebilirdi. Dolayısıyla, banker ve tüccarlara hoşgörülü olmakta ve kendisi
de faiz almakta çok haklıydı. Floransa’da kilise kanununa göre var olan faiz
yasağından, lonca tüzükleri yasağı ilkesel olarak korusa da, Kilise’nin
onayıyla nasıl kurtulunduğundan daha önce söz etmiştik (5). “Faiz” sözcüğünden
örneğin kaçınılıyordu ve yerine daha az zararlı olanlar kullanılıyordu. Curia
ile ilişkilerde kendi ülkelerine özgü yabancı dövizin değişim değerlerinden
çıkar sağlanabiliyordu vb (6). Dahası, tefecilik günahının bedeli kilisenin
verdiği ceza ile ödeniyordu ve lanetlenme tehlikesinden kilise ile ilgili ve
iyilikseverlik niyetleriyle yardım işleri ve hediyeler ile kurtulunabiliyordu.
Bu önemli anlaşma üzerine daha sonra daha çok ayrıntı vereceğiz (7).
Uygulamada, - Floransa 1293 yasasında ilkesel olarak kabul edilmesine karşın –
genellikle Devlet yetkilileri yalnızca güçsüz bir toplumsal tabaka yükün
altında ezilecekse “adil fiyat”ı sabitlerdi. Gıda fiyatları örneğin, kırsal
kesimin zararına olacak biçimde denetim altına alınmıştı. Buna karşın güçlü
kesimin ürettiği mallar sözkonusu olduğunda – örneğin kumaş – fiyatlar, birkaç
ayrıksı durum dışında, tek patrona veya loncada örgütlü en etkili patronlara
bırakılırdı. Ekonomik etkinlik ve bürokratik gelişim bakımından en ileri kurum,
kent devletlerinin yükselişine kadar Orta Çağ’ın en akılcı örgütü olan Curia,
daha önce görmüş olduğumuz gibi kendi ekonomik gereksinimleri bakımından
tüccarın dikkatle hesaplayan bakış açısını çok iyi kavradı ve Floransalı banker
ve tüccarlara tam olarak güvendi (8). Aslında bu iş mantığı din adamları
arasında o kadar iyi gelişmişti ki birçoğu, özellikle Floransa’dakiler,
kendileri faizcilik yaptılar. Uygulamadaki durum buydu.
Kilise gibi köklü
gelenekle yüklü bir yapının kuramlarını yenilemesi için zaman gerekti. İtalyan
üst orta sınıfını ilgilendirdiği ölçüde, gerçekte acele etmek için bir
zorunluluk yoktu. İtalyan burjuvazisi, özellikle Floransa’da, Kilise ile yakın
ekonomik dayanışma içindeydi. Resmi kilise kuramı onları yok denecek kadar az
kısıtlıyordu ki bundan da Curia’nın yardımıyla kaçınılabiliyordu. Dolayısıyla
İtalya’da ekonomik düşüncenin gelişimini din adamları Thomist sistem içinde
ilerletti. Doğal olarak Kilise resmi görüşlerini, ilkesel sorunlardan çok
ayrıntılar bakımından gözden geçirip düzeltmeye daha eğilimliydi. Faizcilik
yasağı, ilkesel olarak yoksul kitleler üzerindeki etkisi nedeniyle ve
Kilise’nin kendi ideallerinin korunması amacıyla sürdürüldü. Kilise,
öğretilerine yalnızca idealleri ışığında baktığı için Katolik iş etiğinde
önemli olan, belli uygulamaların övgüye değer olmasından çok hoşgörüye
dayanmasıydı. Yeni ekonomik güçlerle uyum her zaman, vurgunun hafifçe
değişmesiyle açığa çıkan uzlaşılar, özel sözleşme koşulları içeren anlaşmalar
biçimindeydi (9). Dolayısıyla, ilkesel olarak temel Thomist öğreti yürürlükte
olsa bile, sofistlerin “yorumlarında” geliştirip güncel koşullara
uyarladıkları, kuralları açısından Thomas’ın ayrıksı olarak söz ettiği ekonomik
öğretilerdi.
Belli girişimlerin
içerdiği risk göz önünde bulundurulduğunda faiz almanın hoşgörülebilir olduğu
kuramına özel dikkat gösterilmiştir (10). Benzer biçimde, adil fiyat
öğretisinde de kural bozulmuştur. Aquinalı’nın kendisi bununla pazar değerini
ayırmıştır. Kilise, sözleşmeye konan şartları gün geçtikçe daha fazla kabul
etmiştir. Öyle ki en sonunda tüccar ve bankerleri, ekonomik etkinlik, tüm yaşam
yönetimi ve toplumsal tabakalar arasında o zamana dek varolan engelleri geçiş süreçlerinde
içlerine aldılar. Aquinalı ilkesel olarak birinin kendi sınıfından
yükselebileceğini zaten kabul etmişti, ancak Aquinalı’ya göre onun bu çabası
erdem, magnanimitas (cömertlik, eli açıklık Ç.N.) ile uyumuna bağlı olarak
değerlendirilmeliydi. Kilisenin şiddetle karşı çıktığı tüccarın mesleki uğraşı,
yavaşça genel sistem içindeki yerini aldı. Bu, herhangi bir ilerici düşünceyi
temsil etmeyen, ancak rahipler sınıfına yol göstermek için yazılmış, ortalama
teolojik düşünceyi yansıtan farklı Summae-kılavuzlarda*
bile görülebilir. Kilise yazarlarının en önemli çekincesi somut değil yalnızca
özneldir. Bu şöyle dillendirilebilir: tüccar ekonomik etkinliğini yürütürken
kötü niyetli, özellikle açgözlü olmamalı. Aquinalı’nın çalışmanın basitçe
cennetten kovulmanın cezası olarak değil, bir zorunluluk olarak görülmesi
konusundaki uyarısı daha çok vurgulanmaktadır. Artık çalışmanın amacının yaşamı
sürdürmek için para kazanmak olduğu daha ön plandadır. Bu sırada, oldukça
anlamlı biçimde, sürdürülmesi beklenen yaşam standardının sınıflar arasında
değişiklik gösterdiği kuramı kesin bir biçimde destekleniyordu. Aquinalı’nın
yazıları, vergi ve tahvil çıkarma cezaları için bir temel de oluşturmuştur
(11).
Kilise ile gelişmiş
bir üst orta sınıf arasındaki uzlaşmayı - açıklayacak olursak Kilise’nin
tüccarlarla ilgili resmi görüşü, tüccarların iş etkinliği ve faizcilik
uygulamaları - ancak Cosimo de’ Medici döneminde Floransa başrahibi olan St.
Antonino sistemleştirmiş olsa da bu görüşler 14. yüzyıl ve erken 15. yüzyılda
zaten vardı, dahası kesin ve açık biçimde belirtilmişti. St. Antonino’nun
eğiticisi, onun gibi Dominiken olan, sonraki dönemde kardinallik makamına çıkan
Giovanni Dominici (1356-1419), Floransalı tüccarların en zenginleriyle yakın
ilişki içindeydi. Yazılarında, özellikle De
Regola Governi’de, dini ve ahlaki görüşlerini açıkladı, tutucu dini düşünce
ile kılgısal sağduyuyu tam olarak birleştirmeyi başardı. Tanrının öngörüsünün
herkesin yeteneğine göre pay dağıttığını savlayan katı Thomist öğretiyi
vaazetti (12). Bu yeteneklerden biri zengin olmaktı. Kişi zenginlik elde etmeye
çağrılabilirdi (13). Aynı zamanda çalışmanın zorunlu olduğu konusundaki
ısrarcılığında bağnazdı. St. Antonino’nu arkadaşı ve bir Fransisken olan
Sienalı St. Bernardino (1380-1444), Floransa ve tüm İtalya’daki vaazlarıyla
kitleleri Kilise’ye bağlamaya çalıştı. Tüccarlar ile Kilise’nin çıkarlarının
örtüşmesi için yoğun çaba harcadı. Vaazlarının genel eğilimi, Fransisken
sınıfın dolaşan diğer vaizleri gibi, faizciliğe karşıymış gibi görünebilirdi.
Ancak ayrıntılar, onları farklı bir ışıkta gösterir. Siena’nın önde gelen
ailelerinden biri olan Albizzeschi’den gelen bu rahip, İtalya’da kendinden
önceki rahiplere göre ekonomik yaşamın ayrıntılarında daha bilgiliydi ve erken
kapitalizmin esas karakteri konusunda kavrayışı daha yüksekti. Yüksek
olasılıkla, sermayenin doğasını farklı biçimleri kapsamında ilk inceleyendi.
Sermayeyi Kilise adına savundu. Onun yaratıcı bir olgu olduğunu açıkça kabul
etti. Karın, faiz ödeme sürecine girmeden- açıklayacak olursak, sermayeye
dönüşümü temsil ettiğinde - kabul göreceğini birçok örneklerle açıkladı.
İncelikli bir sorun olan adil ücret konusunda özgürlük ve zorunluluk arasında
bir uzlaşıma varmaya çalıştı. Özel mülkiyet ilkesini yüceltme konusunda
Aquinalı’yı aştı. Ona göre Tanrı’nın yardımıyla dürüst yolla kazanılmış
zenginlik için şükran duyulmalıdır. Genel olarak, St. Bernardino’nun
vaazlarında, tüccarın mesleki etkinliği saygınlaştırılmıştır ve ekonomik
uğraşısı, tüm topluma avantaj sağlamaya yetkin olarak değerlendirilmiştir (14).
Buna karşın, teoloji İtalya’da ancak görece geç bir tarihte tüccarın mesleki
etkinliğinin kuramsal olarak temize çıkmasını sağlayabildi.
Biraz daha az
gelişmiş kuzey ülkeleri, İngiltere, Fransa ve Almanya’da farklı bir durum
geçerliydi. Burjuvazi oralarda daha yavaş gelişti ve Curia ile dayanışma içinde
olmak yerine onun ekonomik baskısından kurtulmak istediler. Bu ülkelerde
Papa’nın ve orta sınıfın çıkarları çatışıyordu. Dolayısıyla bu paradoksal durum
zorunlu olarak ortaya çıktı: çok erken bir dönemde, burjuvazinin İtalya’ya göre
daha az geliştiği ülkelerde orta sınıfın çıkarlarının genişlemesi (örneğin,
adil fiyat yerine sözleşme hakkı) adına Aquinalı’nın ekonomik öğretilerinde
(Duns Scotus, Nominalistler) bozunma ve bu öğretilerden ayrılma (15).
Tek tek Devletler
güçlendikçe, merkezileştikçe ve ulusallaştıkça, Curia siyasi kuram alanında da
uzlaşmaya gitmek durumunda kaldı. Aquinalı’nın Aristoteles’in Devlet kavramını
kendi sistemine kabul etmesi bu uzlaşmalardan biriydi. Ancak ekonomik sistemler
gibi gerçek modern siyasi sistemler de geç dönemde ortaya çıkar ve bu
çoğunlukla İtalya’da değil ama orta sınıf ve Kilise’nin ulusal
bağımsızlık, feodal prenslerin merkezileşme için savaşım içinde olduğu
kuzeydeki yeni ulus Devletlerde gerçekleşmiştir. Bu ülkelerde halkın
bağımsızlığı ilkesini savunma, Kilise’nin etkisinden kurtulma (Padovalı
Marsilius, İtalya dışında etkin ve İmparator’u destekliyor; Defensor Pacis adlı eseri, c. 1326) ve daha sonra kilise
yazarları arasında demokratik Konsüllerin haklarını Papa’nın tam baskınlığına
karşı sürdürme eğilimi güçlüydü. Öte yandan İtalya’da kilise yazarları doğal
olarak varlıklarını sürdürdüler, siyasi açıdan da Guelf burjuvasisine birtakım
ödünler vermiş olsalar da Papa’nın aristokrasi ve İmparator’la savaşında onun
yanında durdular (17). Floransa ve Curia arasındaki yakın dostluk S. Maria
Novella Dominikan kilisesinden iki rahibin siyasi kuramla ilgili yazılarında
görülür. Bu iki kişi Floransa’da Kilise’nin en önde gelen entelektüelleriydi ve
en az bunun kadar önemlisi, ikisi de Aquinalı Thomas’ın öğrencileriydi.
Onlardan biri, Floransa aristokratik ailelerinden birinden gelen ve kimi zaman
Cumhuriyet büyükelçisi olarak görev yapan Fra Remigio de’ Girolami (1235-1319)
doğal olarak Kilise’nin Devlet’e kuramsal üstünlüğünü savunan (18) Thomist
tezlere bağlıydı. Diğeri, Lucca’lı Ptolemy (gerçek adı Fra Bartolommeo Fiadoni
idi, 1236-1326) Papa’nın Devlet’e dünyevi üstünlüğünü (VIII. Boniface’den önce)
bile tanıyarak Aquinalı’yı aştı. İyi yönetici kavramı, kusursuz bile olsa,
uygulamada zorunlu olarak belirsiz kaldı. Kilise bu kavramı, “tiran”a - yani
prenslikten gelen güçlü bir düşmana karşı (Tevrat’taki, dahası antik tarihteki
örneklere başvurmak artık daha sık görülüyordu) direnme hakkını bildirmek için
kullanabilirdi. Lucca’lı Ptolemy, Aquinalı’nın yapıtı De Regimine Principum’unun
devamında (c.1275) “Tiran”ı mahkum etmeye yönelik bu aşırı eğilimi,
belli bir ölçüde burjuva bakış açısından, daha önce gördüğümüz gibi, dikkate
değer biçimde gösterir (19).
Floransa üst orta
sınıfı, saygı uyandıran bir kurum ve onun uygulamada en arzu edilir konumu
nedeniyle Kilise’ye değer verse de Kilise’nin siyasi ve ekonomik kuram alanında
uzlaşıcı ve bir dereceye kadar küçümseyici desteğinden kalıcı ölçüde tatmin olmadı
ve bu kilise öğretilerini özel olarak bağlayıcı kabul etmedi. Elde ettikleri
zenginlik sayesinde yeni bir sınıf yaratıyor olan büyük tüccarlar, konumlarını
sağlamlaştırmak için Kilise geleneklerine karşı çıkmayan, en azından onu
tamamlayıcı görüşlerini açık ve kesin biçimde sunmak amacıyla kendi sözcülerine
gereksinim duydular.
Üst burjuvaziyi
temsil eden önemli yazarların düşünce sistemlerini tartışmadan önce ekonomik,
toplumsal ve siyasi sorunlar açısından günlük yaşamın maddi koşullarını
yansıtan genel ussal yaklaşımı, toplumun bu kesiminin ortalama olağan
görüşlerini - özellikle o dönemin kent ve loncaya ait belgelerine** bakıp
- özetlemeye çalışacağız.
Başka yerlerde
olduğu gibi Floransa’da da Tanrı’nın İradesi temel fikri tüm burjuva sınıfının
arkasında sürekli duruyordu. Halk, burjuva otoritesi ve var olan biçimiyle
ekonomik örgütlenme, Tanrı’nın istenci ile vardı. Bir bütün olarak, ekonomik,
toplumsal ve siyasi düzen dolayısıyla sarsılmaz bir temele oturuyordu. Bu
durum, öncelikle Lana olmak üzere tüm lonca tüzüklerinde bulunan, sermayenin
emek üzerinde kesin otoritesi bulunması, tüm grevler ve ücret artış
isteklerinin barışa ve toplum güvenliğine saldırı, aynı zamanda kutsal yasalara
karşı çıkma olarak değerlendirilip cezalandırılması gerektiği hükümlerini
gerekçelendirdi. Resmi belgelerde işçiler, halktan (popolo) değildi, popolo grosso (büyük loncalar) veya popolo minuto (küçük loncalar)’ya üye değildi. Onlar
vatandaş değil yalnızca sottoplasti idi. Tarihçelerin ve öykülerin
doğruladığı gibi insan olarak değerlendirilmemişler, çalışmalarına izin
verildiği için memnun olması gereken “yoksul” veya “zavallı yaratık” diye
nitelendirilmişlerdi (20). Özellikle ciompi insanlığın en alt tabakası olarak
görülüyordu. Birçok Devlet kararnamesi ve lonca tüzüğünde, özellikle 14. ve 15.
yüzyılların başlarında üst orta sınıf yönetiminin mutlak egemen olduğu
dönemlerde kentin güç ve ün, zeginlik ve özgürlüğü ile ilgili duyduğu gururun
kanıtları bolca vardır. Kentin zenginliği yün ve daha sonra ipek endüstrisinde
somutlanıyordu ancak burada endüstri deyimi ile sanayiciler kastedilmekteydi
(21). Varlıklı burjuvazinin kendine özgü doğruculuğunun bu sağlam inancı, kendi
yarattıkları toplumsal sınıfı koruma zorunluluğu içinde doğal olarak siyasete
uzandı. Örneğin bir tüzükte her Consiglio
del Comune adayının
“Floransa’nın sakin ve huzurlu bir devlet olmasını arzulaması” kuralı koşul
olarak getirilmişti. Dolayısıyla ciompi devrimini, o güne kadar gözardı
edilmiş işçi kitlesinin “birdenbire” sahneye çıkışını, orta sınıf
tarihçilerinin yağma ve hırsızlık olarak nitelemesi şaşırtıcı değildir (22).
Gördüğümüz gibi
yalnızca zengin bir azınlığın gerçek siyasi hakları vardı. Aslında Balia, accioppiatiori, ammonizioni gibi kurumlar bu azınlık içinde bile
gücü küçük bir kliğe sınırlandırmıştı (23). Floransa üst orta sınıfı yine de
yönetimin Lana’nın birkaç ailesinin yani bir oligarşinin elinde olduğunu doğal
olarak resmen hiçbir zaman kabul etmedi. Floransa’da temel koşullar ünlü
hukukçu Sassoferratolu Bartolus’un yaptığından daha açık ve seçik olarak
açıklanamazdı. O, Floransa’daki yönetim biçimini Venedik’teki gibi, pauci divites yönetimi, yani birkaç zengin ve
iyi yurttaş yönetimi (Tractatus de regimine civitatis, c. 1355-57) (24) diye tanımladı ve övdü.
Resmi olarak, Floransa anayasası demokratikti. Kanun hükmüne göre siyasi hakkı
olanların tümü kesinlikle eşitti***. Floransa üst orta sınıfının eylem ve
kararlarını haklı çıkarmak için kullandığı siyasi sloganlar arasında “özgürlük”
ve “adalet” egemendi (“özgürlük”, Roma Cumhuriyeti’nde her kesimin, özellikle
aristokratların kullandığı bir slogandı (25). “Adalet”, Aristoteles ve
Aquinalı’nın temel bir kavramıydı). Devrimci anlamda ilk Floransa’da kullanılan
– Yargıçlar loncası özgürlük yargıçları idi; burjuvazinin, aristokrasiden
kaynaklanan önceki yanlışların acısını çıkardığı yasa Ordinamenti di Giustizia idi; onların aristokrasiye karşı
zaferini sembolize eden yönetici Gonfalionere
della Giustizia olarak
adlandırılıyordu - bu sloganlar daha sonra farklı anlamlar kazandı. “Adalet”,
üst orta sınıfın son zaferi sonrası, farklı toplumsal tabakalar arası
eşitsizliklerin “nesnel biçimde” azaldığı ve hepsi için güvenlik teminatı
sağlanmış yeni toplumsal denge anlamına geliyordu (26). Üst orta sınıf gücü
eline geçirince “özgürlük” yalnızca bireyin daha önce yukarda sözünü ettiğimiz
kuramsal siyasi hakları – yasa yapımında görev almak, seçimlerde görev almak,
herşeyden önemlisi yönetimde görev almak - anlamına geldi. Sınırları açıkça
belli, ekonomisi kara yönelik gelişmiş, ticareti koruma ve ilerletme yetisi
olan merkezi yönetimi olan bir kent-Devleti için siyasi bağımsızlık, feodal,
gevşek-bağlı bir Devlet’e göre daha önemliydi (27). Dolayısıyla “özgürlük” de
yeni burjuva vatanseverliği ve ulusalcılığının bir sloganıydı (28). Demokratik
uygulama ile ekonomik ve siyasi haklar için savaşımlarında baskılanmış küçük
burjuvazi artık aynı siyasi sloganları üst burjuvazinin aristokrasiye karşı
kullandığı gibi, üst burjuvaziye karşı kullanmaya çalışıyordu. Örneğin
boyacılar, lonca kurma hakkı kazandığında arma olarak “Giustizia” diye
kaydettikleri kılıç taşıyan bir kol seçmişlerdi. 15. yüzyılın başında oligarşik
tepki döneminde aynı sloganlar, özellikle “özgürlük”, kendilerini toplumun geri
kalanının desteğine dayayan üst orta sınıfın küçük yönetici kliğine (birincil)
ve Medici’ye hizmet etti. Aynı Albizzi döneminde cumhuriyetin dış güç ve
ideolojik sonuçları ile birlikte iç manevi gücü sürekli vurgulandı. Resmi
törenlerde belediye yöneticilerinin ve elçilerin konuşmalarına büyük yer
verildi. Bunların genel özellikleri önceden ortaya konmuştu, 1408 ve 1415 kent
yönetmeliklerinde açıkça belirtilmişti. Daha önce diplomatik ve siyasi
alışkanlıklar konusunda belli temalar üzerinde böylesine dikkatli
uğraşılmamıştı. Resmi görevlilerin dürüstlüğü, iyi ve kötü yönetim ve herşeyden
önemlisi “adalet” ve “özgürlük” ile bağıntılı genel karakter üzerine uzun
tezler yazıldı (29).
En son olarak,
Floransa günlük yaşamının çok önemli bir özelliğinden söz etmek gerekir: hukuk
ve onun elverişli uygulanımı. Yeni orta sınıf için yaşamsal bir gereklilik olan
yeni bir ticari örfi yasa ortaya çıkarıldı, lonca ve kent tüzüklerine yazıldı.
İmparatorların getirdiği ve esas olarak takas ekonomisi koşullarına dayanan
Germanik yasa burjuvalar için kalıcı yeterlikte olamadı. Bundan dolayı önce
Lombardia, daha sonra Toscana kentleri, özel mülkiyetin korunmasında tipik
olarak burjuva olan ve karmaşık iş ilişkilerinde adalet sağlayan Roma hukukunu
aldılar. Daha doğrusu, Roma hukuku olağanüstü sivil hukukçuların yardımıyla
dönemin ticari örfi hukukuna uyarlanmıştı. 1346’da bir kent kararnamesi
Floransa mahkemelerinde Roma hukukunun kullanımını yürürlüğe koydu. Böylelikle
yeni ekonomik düzen kendine uygun yasal biçim kazandı. Burada bu hukuki
ilerleme ile “antikitenin canlandırılması” bakımından maddi ve ideolojik
nedenleri görürüz. İleride bundan daha ayrıntılı söz edeceğiz. Bu “canlanma” en
kolay İtalya’da gerçekleşebilirdi çünkü çok yüksek klasik bilgi birikimi,
özellikle Roma hukuku ile ilgili açık bellek burada yaşıyordu. Bu bilgi
birikimi gerçekten bizim dönemimizde bile çok derinlikli değildir.
Tutuculuklarıyla bilinen yargıçlar özgün kaynaklara bakmadılar ama kısmen
skolastik bir ruhla, yalnızca ayrıntılarla ilgilendiler ve yorumlarla
uğraştılar. Ünlü hukukçuların ana uğraş konusu kılgısal birşeydi: farklı
topluluklara veya üst burjuvazinin yetkileri aracılığıyla çıkar elde eden diğer
kurumlarına yasal görüşler (consigli) sunmak (30). Floransa’daki günlük
yargı süreci ile ilgili daha fazla ayrıntıya inecek olursak, hüküm ve kararnamelerin
yönetim ayrılıklarını gösteren bir ruhu olduğunu, yargıçların elinde tek yanlı
isteğe bağlı büyük bir güç bulunduğunu, büyük bir yozlaşmayı – yalnızca
zenginlerin yararına olan koşulları görürüz (31).
Roma hukukunun
karakteri Floransa’da ancak 15. yüzyılın başında, Toscanalı hakimler – daha
ortaçağ zihinli Bolognalılar değil – klasik kültüre daha yakın olduğu için
antik kaynakları incelemeye başladığında biraz değişti (32). Yargıçlara göre
hümanizme daha yakın ve çok yönlü olan noterler “antikitenin canlandırılmasına”
kendi çevrelerinde – özellikle Yüksek Mahkeme’de – çok daha fazla katkı
yaptılar. Kent, ününü antik düşünceler sayesinde artırdı. Kenti Romalıların
kurmasının Floransalıların gururu - yeni burjuva vatanseverliğinin
gururu - olduğu ileri sürüldü. Burjuva yönetimi altında bulunan noterler
bu düşüncenin yayılması ve sonra daha ön plana çıkması için çok uğraştılar.
Örneğin, 1396’da Floransa kentinden Roma’ya gönderilen bir mektupta:
“Tarihçilerimizin belgelediği üzere bir zamanlar Romalı olmuş olmaktan gurur
duyan ve eski annemizi anımsayan, bizler …” diye yazar. Bu mektubu yazan,
Floransa burjuvazisinin en önemli sözcülerinden biri olan, noter ve yargıç,
büyük humanist Salutati idi. O humanizmle ilgili kuramsal çalışmalarında
düşünce dünyasının klasikleştirilmesi konusunda daha ayrıntılı biçimde orta
sınıfın sözcülüğünü yaptı.
Orta sınıfın bu
sözcüleri ilk başta doğal olarak büyük tüccarlar ve girişimcilerdi. Daha sonra
onların yerini giderek artan biçimde bu sınıftan entelektüeller, onlara bağlı
hümanistler aldı (33). Üst orta sınıf üyesi tüccarlar arasında kendi
sınıflarının ekonomik ve siyasi çıkarları, daha önce sözü edilen sloganların
ardına sıklıkla saklanılmış olsa da çok açıkça dillendirilmişti. İtalya’da kilise yazarlarının ekonomik kuramları kuzey
ülkelerine göre geride kalmış olabilir. Floransa’da ise tüccarlar pratik iş
sorunlarıyla ilgili yapıtlar ve ekonomik olgularla örneklendirilmiş tarihsel
metinlerden oluşan kiliseye ait olmayan bir yazın yaratmıştı. Hristiyan
dünyasında o dönemde bu tekti. Yine de Kilisenin geleneksel kavramlarından
arınmış değillerdi ama özellikle duyarlıydı – üst orta sınıf üyelerinin
karakteristiği olan düşünce karışımı.
Giovanni Villani
(d. 1276’dan önce, ö. 1348), Floransa’da bu sınıfın Atina Dükü yönetiminden
önce mutlak gücü elinde tuttuğu dönemdeki görüşlerinin tipik temsilcisidir.
Büyük bir yün tüccarı, Peruzzi de içinde olmak üzere birçok büyük bankanın
ortağı olarak kentin en gönençli yurttaşlarından biriydi. Yönetimde de etkin
görev almıştır. Başrahip ve Calimala Konsülü oldu, kentin tarihini yazdı.
Kuramsal açıdan, her şeyi Tanrı’nın adaleti ile açıkladığı ve kötü gidişi
günahların cezalandırılması olarak değerlendirdiği tarihçesinde, genel tarihsel
süreçleri skolastik bakış açısı ile ele aldı (34). Genel çerçevesi Kilise’nin
resmi görüşü ile uyum içinde olsa da güçlü bir burjuva kararlılığı ve özgüven
yanı sıra tanımlanan tarihsel olayların ekonomik ve finansal ayrıntılarına
keskin bir merak gösteriyordu. Kuzeyli yerel tarihçilerin aksine doğruluğu
aradı, rakamsal veriler sunmaktan hoşlandı. İstatistikle ilgilenen ilk yazar
olarak Floransa nüfusu, ticari mal üretimi, para dolaşımı vs. ile ilgili
araştırmalar yaptı. Bu, hayret uyandırıcı bir başarıydı ve bugün bile rakamsal
verileri tümüyle doğru kabul edilebilir (35). Para, ticaret ve kredi üzerine
özlü kuramlar oluşturdu. Kilise’nin resmi bakış açısını açıklamak için tek tek
tarihsel olguları değerlendirip yargıda bulunurken tam anlamıyla sınıfının
üyesiydi. Genellikle dini veya etik çekinceler ve gerekçeler eklemiş olsa da
gerçek ekonomik ve siyasi çıkarlarını belirtmiş, onların arkasında durmuştur.
Etkinliğinin bir yönüyle ise sessizdi, geleneksel görüşün gücü ve kilise
yasalarının faizciliği yasaklaması kendini tefeci, toplumsal açıdan tüccardan aşağı
olarak değerlendirmesine neden oldu.
Villani, Floransalı
bir vatanseverdi. Kentin ününden, özgürlüğünden ve zenginliğinden gurur
duyardı. Ancak zenginlik ile her zaman tüccarların zenginliğini kastederdi.
Herkesin yönetimde görev alması gerektiğiyle ilgili belirsiz bir genel istekte
bulunmuştu. Böylelikle demokrasi görünümü korunacaktı ancak her özel, somut
açıklama, belirleyici siyasi etkinin büyük loncaların zengin yurttaşlarının (maggiori
e piú possenti popolani grassi) sorumluluğunda olduğu etkisini yaratmak
içindi. Villani bu sınıfı bir yanda aristokrasiden, diğer yanda burjuvazinin
orta kesiminden (mezzani) ve alt tabakalardakilerden (popolo minuto) ayırıyordu. “Özgürlük” ve
“adalet” dendiğinde bozulmaması gereken Tanrı buyruğu, orta-sınıf düzenini
anlıyordu (36). Şiddet içeren her türlü değişikliğe karşıydı çünkü kendi de
ancak bu yolla yitirebileceklerini söylemişti. Yaşamının sonunda gelecekle
ilgili görüşleri çok umutsuzdu. İflaslar, Atina Dükü yönetimi, özellikle küçük
loncaların ilerleyişi kendi sınıfının mutlak yönetimini tehdit ediyordu.
Başlangıçta Villani aristokrasiye karşıydı. Üst orta sınıfın aristokrasiye
karşı zaferini tüm gücüyle desteklerken küçük burjuvazinin işbirliğini
bütünüyle görmezden geldi. Ardından, Atina Dükü yönetimi süresince ve
sonrasında küçük loncaları büyüyen bir tehlike olarak gördü. Aristoteles ve
İncil’e (Solomon) dayandırılan ideolojik gerekçeler yönetici sınıfa özgüydü: popolo minuto yalnızca kendi yararını düşünür, o
nedenle Devlet’in kurallarına uyamaz. Villani, kente kırsal kesimden veya
yabancı yerlerden gelen esnafa aptal der. Villani’nin artık siyasi açıdan
zararsız olan aristokrasiyi popolo
minutoya ne kadar çok yeğlediğini örneğin Courtrai savaşı için yas tutarken
görürüz: “Dünyanın en adi insanları, dokumacılar, kumaş dinkleyenler ve diğer
aşağılık esnaf ve zanaatkarlar burada kibarlığı aşağıladılar.” Villani,
Floransa’da monarşiye karşıydı çünkü ona göre monarklar rastgele yönetirler ve
yasalara uymazlardı. Bu cumhuriyetçi demokrasi görüşünün arkasında, küçük
burjuvazi hoşnutsuzluğunun kaynağı da olan, tüccarlar yönetiminin üst orta
sınıfı artık koruyamayacağı korkusuydu. Villani “tiranlar”la dost değildi ancak
kitabındaki pek çok bölüm, eğer zenginse prenslere büyük saygı duyduğunu
gösterir. Alman imparatorların hastalıklı feodal yönetimi ve süregiden para
sorunlarını yalnızca hor gördü. Floransalı bir Guelf olarak doğallıkla
İmparator’u Papa’ya bağımlı olarak değerlendirdi. Onun bakış açısıyla Guelfler
“Kilise ve Papa’yı sevenlerdi”. Her şeye karşın kitaptaki ayrıntılar
Floransa’nın Papalık’la dayanışmadan büyük ekonomik yarar sağladığını bir kez
daha açığa çıkardı (37). Villani doğal olarak Anjou Bankası ve Fransa’yı da
destekledi. Fransa kralını Hristiyanlık Dünyası’ndaki en başta gelen ve en
güçlü yönetici olarak gördü. Dahası, belirtmeye değer, “antikitenin
canlandırılması” ideolojisinin bu kadar erken ortaya çıkması kadar Villani’nin,
Romalıların izini Floransa’nın kuruluşuna kadar sürerek dünyanın eski sahibi
antik Roma’dan hayranlıkla söz etmesi de dikkat çekicidir (38).
Üst orta sınıfın bu
ekonomik gelişimi sırasında yaşamış diğer tüccarlar kılgısal ekonomi sorunları
üzerine yazdılar (39). Örneğin Bardi’nin ortağı ve temsilcisi Francesco
Pegolotti, yurttaşlarının eğitimi için, Avrupa ve Asya ticari yolculuklarını
anlattığı, farklı ülkelerde olağanüstü iş yakalama yollarını gösterdiği ve
sigorta, taşımacılık, vb. sorunları tartıştığı Practica della mercatura (1339) adında incelemeyi yazdı (40).
Tahıl tüccarı Domenico Lenzi, Diario (1320-35) adlı yapıtında Floransa
tahıl ticareti etkinlikleri ve ücretler ile ilgili ayrıntılı bilgi verdi.
Villani gibi, tüccarlar için gıda fiyatlarının denetimsiz olmasından ve özel
ekonomik girişimin tam özgürlüğünden yana olduğunu bildirdi.
Yaşamının bir
bölümü Albizzi döneminde geçmiş olan büyük tüccar Giovanni Morelli (1371-1441),
oğlunun okuması için, 1393-1421 yıllarını kapsayan, aile ilişkilerini ayrıntılı
biçimde anlattığı bir tarihçe yazdı. Kendisi kent yönetiminde farklı görevlerde
yer almasına karşın oğluna toplumsal yaşamda böyle görevler almamasını
öğütledi, böylelikle kendini işe ve para kazanmaya tam olarak verebilirdi.
Yalnızca mutlak zorunluluk durumunda güçlü yanı, yani Guelfleri destekleyen
Morelli’ye göre de Devlet ve kendisi için küçük burjuvazi yönetiminden daha
korkunç bir şey düşünülemezdi (41). Dolayısıyla, üst orta sınıf için bu yeni
ancak dengeli olmayan dorukta, siyasi açıdan etkin Villani tipi gibi öncekilere
karşıt, görece siyasi olmayan tip, diğer “özel” ideolojisi ortaya çıktı (42).
Morelli, bu daha özel yaklaşım sonucu, oğluna, işletmeyi nasıl yürüteceğine
ilişkin ve her olası fırsatta Devletten çıkar elde etme yöntemlerine özel önem
vererek ayrıntılı, hesaplanmış, akla yatkın ve hatasız öğütler verdi (43).
Morelli dönemin egemen sınıfının ekonomik ideolojisi ile ilgili sürekli görüş
bildirdi. Kendinden önceki Villani gibi, ondan daha tutarlı olarak, gelecek
için önemli, erken kapitalizmin bir karakteristiği olan, dini ve dünyevi
düşünce arasında bir sentez önerdi. Morelli kendini Dominici’ye dayandırdı.
Onun öğretisinden, para kazanmanın Tanrı’nın istencine uygun bir mesleki
etkinlik olduğu sonucuna vardı. Kişinin kendi geçimini sağlaması Tanrı
istenciydi. Tanrı dünyevi şeyleri kişiye erdemi ile orantılı olarak
dağıtıyordu. Dolayısıyla zenginlik ve iş başarısı Tanrı’nın dindarlığı
ödüllendirmesinin göstergesiydi. Morelli, işletmeden kar elde etmenin
günahkarlığı ile ilgili az söz eder ancak işletmeyi güvencede tutmak ile ilgili
çok şey söyler. Morelli’nin işletmeyle ilgili büyük risklerden kaçınmak
istemesi Albizzi döneminde üst orta sınıfın bir kısmının hesapçı ve huzursuz
düşünce tarzını gösterir. Artış gösteren felaketlerden korkuyordu çünkü dönem
yadsınamaz biçimde giderek daha az güvenli duruma geliyordu. Kökleri eskiye
dayanan bir aileden geliyordu, fırsatçı vurgunculuğu onaylamıyordu. Güvenli
olduğu sürece daha düşük oranda karı yeğliyordu. Ölçülülüğü savundu, ayaklarını
yere sağlam basmak istedi. “Ölçülülük” sevgisi Romalıları ataları olarak
görmesinde ve erdemlilik örüntüsünde de görülür, yeter ki para kazanma eylemini
etkilemesin. Uygulamada günlük ilişkilerde, buna benzer bir yaşamı çağdaş en
iyi yaşam biçimi modeli olarak önerdi.
Üst orta sınıfın bu
altın çağı ile ilgilenirken Lorenzo Ridolfi’nin De Usuris (1403) incelemesine gönderme yapılabilir.
Rudolfi seçkin bir aileden gelmekteydi. Bir hukuk bilginiydi. Dolayısıyla büyük
tüccarlar gibi esas ekonomik sorunlarla yakından ilgiliydi ve onlar üzerine
derin bir kavrayışı vardı. İncelemesinde, ustaca bir tartışmayla üst orta
sınıfın ekonomik etkinliğini verimsiz faizcilik öğretisinin sonuçlarından
korumaya çalıştı. Birçok tehlikeli uğraş peşinde koşan yurttaşlarının kurtuluşu
için kaygılı olduğundan yazmak zorunda olduğunu söyledi. Diğer yandan, bu
dönemin kuramında egemen olan duygusallık ve ağırbaşlılıktan yoksunluk
karakteristiktir. Öyle ki Ridolfi, çıkar elde edeceğine komşunu sev savına
açıkça karşı çıkmıştır. Albizzi kliğinin üyesi olan ve kimi zaman Cumhuriyet’in
büyükelçisi olarak görev yapan Ridolfi zorunlu Devlet kredilerini, gücünü
sürdüren yönetimdeki oligarşinin desteğiyle kuramsal açıdan gerekçelendirdi
(44).
Önceden olduğu
gibi, rahipler sınıfı aristokrasiye karşı entelektüel sıfatıyla hareket etti,
dolayısıyla burjuvazi kendi seküler uzman entelektüellerine, hümanistlere gereksinim
duydu. Bunlar burjuvazinin görece akli ekonomisi ve düşüncelerini göstermek
için genellikle orta tabakadan gelmekteydi. Edindikleri kültür ve bilimsel
çalışmaları sayesinde geçimlerini sağladılar. Aralarındaki çıkar ilişkisi,
onları tücarlara bağımlı kıldı. Biri öğrenmeyi, diğeri zenginliği temsil
ediyordu. Her ikisi de var olan toplumsal engellere karşın büyük ilerleme
kaydettiler (45). Floransalı hümanistlere Devlet, Floransa’nın yüksek makamlı
resmi görevlileri (Salutati, Bruni, Poggio), sıklıkla iş verdiler. Onlar aynı
zamanda kentin tarihçileriydiler ve doğal olarak yöneticilerin çıkarlarıyla
yakın ilişkiliydiler. Hümanistler artık kelimenin tam anlamıyla kuramcıydılar.
Çoğunlukla belirli kılgısal sorunlar üzerine yazan iş insanlarına karşıt olarak
etik felsefenin uyumlu sistemlerini geliştirdiler. Oysa, bu sistemlerin, kendi
yapay kültür dünyalarında yaşayan hümanistler yönetici tabakayla yakın ekonomik
bağımlılık içinde olsalar bile 14 ve 15. yüzyıl üst orta sınıfı ile aralarında
– aslında, kısmen bu bağımlılık nedeniyle - kaçınılmaz belli karşıtlık
noktaları vardı. Hümanistlerin çalışmalarında, kuramsal yapıtlarında herhangi
bir ölçüde belli bir edilgenlik işareti, bel
esprit ve ezoterik kültür,
ekonomik sorunları “üstünlük taslayan” gözardı etme, para kazanmayı küçümseme
buluruz. Hümanistlerden ve Kilise’den tüccarlara devredilen olumsuz yargının
güçlü bir biçimde antik düşünceden etkilendiğini, özellikle benzer bir konumda
bulunan Aristoteles’in otoritesine (46) ve eleştirilerini yalnızca küçük tüccarlarla
sınırlı tutan Cicero’ya dayandığını belirtmeye değer. Çünkü hümanistler siyasi
ve toplumsal görüşlerini esas olarak antik dönem orta sınıfların siyasi ve
toplumsal yazınının farklı eğilimlerinden ödünç almıştır. Kilise’nin
öğretilerinde olduğu gibi, tüccarın çağrıya uyarken “acı çektiği” ideal –
Kilise’ye oranla daha aşırı ve hoşgörüsüz - bildirildiğinde belli çekinceler
konmuştur. Hümanistler Roma’nın zayıf döneminde üst orta sınıfın ve
entelektüellerin felsefesi olan Roma Stoacılığı (ek olarak Cicero) ile
zenginliği ve zenginliğin elde edilmesini gerekçelendirmiştir. Hümanistler için
önemli olan (Kilise’den farklı değil) amaç ve ruhsal etkiydi. Dolayısıyla onlar
üst orta sınıfın genel görüşü içinde yalnızca Albizzi döneminin sonuna doğru
ortaya çıkan bir yanı temsil ettiler. Medici döneminde ise burjuvazinin
gelişimi düşüş gösterdiğinde, haz ve lüks seven aristokratik anlayış üstün
geldiğinde gündemde kaldılar. Yine de hümanistlerin görüşlerinin genel tanımını
burada vermek uygundur çünkü onlar izleyen dönemin gelişim çizgisini önceden
görürler ve orta sınıfın bu eğiliminin güçlenmesinde bu evrede bile çok önemli
etkileri olmuştur.
Petrarch
(1304-1374), hümanistler arasında kendine ait bir bölüm kaplar. Biz burada
şiirleri ile değil daha çok kuramsal yazıları ve uzun mektupları ile
ilgileneceğiz. Floransa’da ve Floransa çevresinde yaşamadı. Bir başka kent
Devleti’nde de çalışmadı. “Özgür” bir entelektüel olarak “dünya üzerinden gelip
geçmek” ve kentlerden uzak bölgelerde, kırsal kesimde yaşamayı seçti. Yine de
dünyanın önemli kişilikleriyle - Papa, İmparator, prensler - yakın durdu ve
saray ortamından zevk aldı. Daha geniş anlamda Floransa düşününün bir
temsilcisi olarak görüldü. Floransalı bir noter ailesinin üyesi olarak
Arezzo’da doğmuştu ancak Dante ile aynı dönemde sürgüne gönderilmişti.
Floransalılar yine de onu kendilerinden sayarlardı ve yazıları özellikle
Floransa’da çok etkiliydi. O dönemde Floransa’nın bakış açısına göre Petrarch
tipik bir göçmendi. Tüm dünya görüşü doğal olarak erken burjuvaziye özgüydü ve
özellikle Floransa gibi gelişmiş bir kent burjuvazisinin varlığı olmadan
kavranılamazdı. Bu dünya görüşü aynı zamanda böyle bir sınıfa karşı bir
tepkiydi – kökeni geçmişte olan ve yozlaşan burjuva düşünce yapısına ait ögeler
ile geleceği işaret eden bir tepki. Özellikle aristokratlara ve saraya kısmi
bağımlılığı ile Petrarch, Medici döneminin neo-aristokratik düşünce yapısının
öncülüydü (47). Bu sorunlar konusunda, tarihsel konumunun karmaşıklığı
bağlamında bizi ilgilendiren görüşlerinin karmaşıklığını aşağıda vereceğiz.
Petrarch, İtalyan
ulusalcılığı (48) ve genel olarak birçok orta sınıf ilkesi için özellikle antik
dönemin zengin kaynakları arasından savlar öne süren ilk kişilerden biriydi.
Roma tarihini ulusal geçmiş olarak kabul etti. Bir Floransalı değil bir
İtalyan, vatansever olarak eskinin egemenlik ve dünya-imparatorluğunu sürdüren
yeni Roma düşüncesinden esinlendi. Bu tarihsel ve siyasi bakış açısı “Gotik” ve
“Cermen” feodal lordlarıyla önceki Orta Çağ dönemine duyduğu düşmanlığı
açıklar. O dönem ona göre ulusal düşüş ve “barbarlar” yönetimi dönemiydi. Bunun
yanı sıra döneminin Romalı feodal lordlarından hoşlanmazdı. Burjuva devrimcisi,
halkın koruyucu lideri, Roma’nın feodal lordlarına karşı ayaklanan Cola di
Rienzo’yu destekliyordu (49). Antik Roma’yı anımsatacak biçimde ulusal yönden
birleşmiş, bağımsız ve özgür İtalya idealini öne sürdü (50). Antik dönemin
cumhuriyetçi Roma arzusuyla Petrarch, çağdaş Floransa tarzını izleyerek
aristokrasinin yönetimden uzaklaştırılmasını istedi. Ancak demokratik
düşünceleri Floransa’da değil yalnızca Roma’da uygulandı (51). Petrarch’ın
ilgisini Rienzo’ya da çeken ondaki göz alıcı ve zalim eğilimdi. Kalbinin
derinliklerinde - çelişkilerinden bir diğeri – bu Floransalı göçmen, burjuvazi
ve burjuva kent Devletlerini küçümsedi. Yurttaşların toplumsal yaşama
katılımıyla ilgilenmedi. Süregiden bir siyasi çıkarı olamayacak kadar
gerçeklikten uzaktı. Cicero’nun yazınsal modelini bile siyaset ve devlet
yönetimine karıştığı için suçladı. Sonraki dönemdeki pek çok hümanist gibi
tinsel birliğinin bilinci krallık ve aristokrasiyi, siyasette de prensliği,
büyük ölçekte eylem adamı olan tiranı seçmesine neden oldu. Dolayısıyla Petrarch’ın
Rienzo’ya sempatisi zorunlu olarak çok kısa ömürlüydü. Birçok entelektüel gibi
daha çok kendisine geçimini sağlayacak yardımda bulunanlara siyasi anlamda
bağlandı. Rienzo’nun açık düşmanları (Rienzo gücü ele geçirmeden önce),
Colonna, Romalı aristokratların liderleri, Avignon’daki Curia, yaşamının
sonraki döneminde de prenslerle ilişkide oldu. Bu dönemde kuzey İtalya komün
sistemi çöküyor ve Signorie’ye (Lordluk, Ç.N.) dönüşüyordu. Bir söylevci ve
siyasetçi olarak Petrarch, kuzey İtalya’nın kötülüğü ile ün yapmış
tiranlarının, Milano’da Visconti, Padova’da Carrara’nın hizmetindeydi. Patronu
Francesco da Carrara’ya sunduğu geç dönem yapıtında (De Republica optime
administranda, yaklaşık 1373) bu prensleri, uygun antik dönem özelliklerle
gerçek Romalılar olarak tanımlamıştı. Gerçekte tüm zalimliklerini görmezden
gelmişti (52). Dolayısıyla antik dönem ideolojisi, burada İtalyan
ulusalcılığıyla ilişkilendirilerek, ilk ve en önemli temsilcisiyle, dönemin
gerçek siyasi güçlerine göre değişen siyasi yorumlarla verilmiş oldu.
Petrarch’ın
görüşleri farklı dönemlerde Devletin biçimine göre değişse de tümü birkaç
önemli entelektüelin güvenliği ve onların rahatsız edilmeden tinsel
gelişim olanaklarının sağlanması isteğini kapsar (53). Olağanüstü bir
kişilik olarak ona göre, sıradan insanın yaşamı veya ölümü önemsizdi (Invectiva
in Medicum) (54). Petrarch, Aquinalı’nın sisteminde olduğu gibi devinimsiz
ekonomik ve toplumsal koşullara dönmeyi savundu. Bu geri dönüş onun
değerlendirmesine göre ilk çağların, eski Roma kırsal kesiminin tarım yaşamının
(Vergilius (55) ve Seneca’ya bağlılık) kutsanmış basitliğine eşdeğerdi. Böylece
birkaç seçkin kişi derin düşüncelere dalacak huzuru bulabilirdi. Para kazanmaya
yönelik her tür ekonomik etkinliği küçümsedi. Para anlık gereksinimlerin
karşılanmasına yönelik olmalıydı ve harcanmalıydı. Buna karşın o, zenginliği,
özellikle kendisi için de arzuladığı bir durum olan dünyadan uzak olmayı
kapsayan (Cicero ve Seneca’nın da övdüğü) toprak sahibi rantiye sınıfının zenginliğini, belli bir yaşam
ölçütünün zorunlu koşulu olarak kabul etti. Diğer yandan, antik dönemden dolayı
kırsal yaşamı ve doğayı seven ilk kişilerden olmasına karşın köylülüğü en
aşağılık yaşam biçimi olarak gördü (De Remediis utriusque fortunae).
Ekonomik ve toplumsal konularla ilgili pek çok görüşü kendi içinde çelişkilidir
(56) ve tüm yaşamını yürüttüğü biçimde uzlaşmalara dayalıdır. Thomizm ve daha
çok Kilisenin pre-Thomist görüşleri üzerine geçmişte öne sürdüğü kuramlarının
birçoğunda feodal-aristokratik duyarlığı özümsemiştir. Özellikle seçkin bir
kesimi hedef alan Roma Stoacılığı, daha özelde geç dönem Seneca biçeminden
yararlanmıştır (57).
Giovanni Boccaccio
(1313-75) bir hümanistti. Petrarch’ın öğrencisiydi. Bilim ve felsefe alanında
çalıştı. Floransa üst orta sınıfının bir üyesiydi. Kentinin siyasi yaşamında
etkin görevlerde bulundu. Zorunlu olarak Petrarch’dan daha burjuva görüşleri
olan, “yerleşik” Floransalı hümanistler çizgisi onunla başlar. Buna karşın o,
kuramsal açıdan Petrarch gibi paradan hoşlanmıyordu. Siyasi görüşleri
Petrarch’ınkilerden çok Villani’ninkilere benziyordu. Bir cumhuriyetçiydi ve
tiranlardan (Atina Dükü) nefret ederdi. Geçimini Visconti tiranlık sarayından
sağlayan Petrarch’a saldırdı. Diğer yandan, Villani’nin döneminin aksine küçük
loncaların ve “mala ve sabanı ile” kırsal kesimdeki küçük köylerde oturanların
etkisinde olan Floransa yönetimini küçümsedi (Epistola consolatoria a Messe
Piero de’ Rossi, c. 1363) (58).
Petrarch’ı
izleyenlerden bir başkası noter ve Floransa yöneticisi Coluccio Salutati
(1331-1406, yöneticilik 1375’ten sonra) idi. Kurnaz bir diplomat ve gerçekçi
bir siyasetçiydi. İncelemeleri ve (basılmak üzere yazılmış olan) mektupları ile
Floransa üst orta sınıfının ilk gerçek mesleki kuramcısı oldu (59).
Kilise’nin, Petrarch’ın ve eğitimli burjuvaların (Padovalı Marsilius,
Sassoferattolu Bartolus) belirttiği sistemler dışında o, kendisini Floransalı
dindar bir yurttaş ve bir humanist olarak tatmin edecek eklektik bir sistem
kurdu. Kilise’nin sistemi en bütünlüklü ve ayrıntılı olan olduğu için Salutati
kendi düşüncelerini zorunlu olarak doğrudan bununla ilişkilendirdi ve kendi
konumunu bu özel ilişkiye göre tanımladı. Laik burjuvazi ve rahipler sınıfını
yapıtlarında özenle dengede tutmuştur. Kentin bu yüksek dereceli görevlileri
burjuvazinin çıkarlarına büyük önem göstermişlerdir. Petrarch’tan sonra
kılgısal burjuva gerçekliğini olabildiğince göstermiştir (60).
Salutati tarihte
Tanrı istencinin etkin olduğu görüşünü savundu. Genel olarak Kilise idealini
destekledi: orta çağa özgü, ahlak ve dine dayalı iyiyi yükseltmeyi amaçlayan
cömert Devlet anlayışı. Buna karşın, bu geleneksel düşüncelerden önemli bir
sonuca ulaşamadı. Salutati, yeni, daha seküler ve doğal bir siyaset görüşü öne
sürdü. Tarihi, ulusal bir bilinç uyandırmaya çalışmak ve kılgısal dersler
çıkarmak için kullandı. Yeni laik-ulusal Devlet kavramını yazılarında
gereksinim duyulan Floransa orta sınıf cumhuriyeti biçiminde önceden
geliştirmişti. Devlet’in Kilise’ye daha önceki kuramsal bağımlılığı yadsınmıştı
(61). Başlangıcı bireysel modern Devlet idi. Vatanseverlik duygusu, Floransa
ulusal bilinci onun önde gelen kavramını oluşturdu. Devlet ve anavatana hizmet
görevi yazılarında, Tanrı’ya hizmetten sonra ikinci sırada yer tutar (62).
Salutati, Devlet’in biçimi konusunda (yalnızca Kiliseninkiler değil) neredeyse
dönemin tüm kuramcıları gibi monarşiyi yeğleyen geleneği izledi. Yine de somut
biçimde Floransa ile ilgili tüm yazılarında ve yönetime yazdığı resmi
mektuplarında cumhuriyeti destekledi. Her Devlet’te hümanistler kendilerini var
olan yönetim biçiminin hizmetinde konumlandırdılar. Salutati Floransa’yı doğal
olarak, daha önce belirtmiş olduğumuz bir üst orta sınıf kavramı, özgürlük
yuvası diye tanımladı (63). Salutati yapıtlarında “antik dönem” kuramıyla
özellikle Floransa tarzı Devlet kavramını destekledi. Villani’ye ve
Boccaccio’nun daha keskin bir görüşüne gönderme yaptı: Floransalılar
Romalıların mirasçısı, Tanrı’nın dünya imparatorluğunun seçtiği “özgür”
halktır. Tevrat’takilerin yanı sıra antik dönem tarihinden kaynak alan savlarla
siyasi kuramı destekleme eğilimi de artıyordu. Salutati de kendinden önceki
Petrarch gibi, onunkilerden de yakın, cumhuriyetçi Roma, ilk cumhuriyet
vatanseverlerinin erdemleri gibi paralel görüşler ileri sürdü ve yine Petrarch
gibi vatanseverlik savunusunda Cicero’ya başvurdu.
Salutati’nin
Devlet’teki farklı toplumsal sınıfları kavrayışı Aquinalı ve Petrarch’ın
durağan tutuculuğuyla aynıdır. Salutati, farklı olarak bunu anavatan açısından
değerlendirir. Dış yaşam koşulları önemli değildir. Herkes ülkesine,
Tanrı’nın görevlendirdiği yerde İsa’nın yaptığı gibi hizmet etmelidir. Dini ve
kiliseye ait görüşler böylelikle bir kez daha ulusallık ve vatanseverlik
bağlamında önem kazandı. Altta yatan eğilim de doğal olarak aynı derecede tutucuydu:
burjuva düzeni sürdürülmelidir (64), demokratik görünüm korunmalıdır. Salutati
buna göre orta sınıfın toplumsal yaşamda yer almasını gerekçelendirmek ve
cesaretlendirmek için istekliydi. İlkesel olarak, dini düşünceye uygun yaşamın
daha üstün olduğu konusunda Petrarch’ı ve Kilise’yi onaylasa da, (kendi
durumunu da içeren) özel olgularda ülkenin hizmetinde yurttaşın tam etkin
yaşamına daha yüksek değer verdi (65). Burjuvazi (veya daha doğrusu, bu düşünce
sisteminin çıkarlarını yansıttığı üst orta sınıftan küçük yönetici bir klik)
için daha olumlu olan bu çözüm, Salutati’nin – kuramsal olarak küçümsediği -
para kazanmak konusundaki mental çekinceleri kadar önemliydi. Zenginlik
yalnızca övgüye değer arzuların doyurulması için kullanılmalıydı. Uygulamada o,
zenginliğin birçokları için kurtarıcı olduğunu da kabul etti. Aristokrasinin
siyasi bakımdan tamamen tehlikesiz olduğu dönemde, burjuva toplumunun
yöneticisi doğal olarak onlardan – eğer kültürlü iseler- övgüyle söz etmiştir.
Diğer yandan, kitlelere, aslında hümanist veya büyük tüccar olsun üst orta
sınıfın tüm entelektüel temsilcileri gibi sonsuz küçümseme duydu. Ciompi ayaklanması döneminde yönetici olan
Salutati, demokrasi döneminde zafer kazananlara karşı aşırı höşgörülü davrandı.
Onları “nazik ve mükemmel insanlar” diyerek yüceltti. Karşılığında onlar da ona
iyi davrandı. Ayaklanma bastırıldığında, ciompi’den
“cahil” ve “değişiklik isteyen” zanaatkarlar, yüce Floransa cumhuriyeti için
tehlike yaratan korkunç canavarlar diye söz etti (67).
Leonardo Bruni (1369-1444)
ve Poggio Bracciolini (1380-1459) Floransa demokrasisinin resmi olarak en
yüksek olduğu dönemde yaşadılar. Dahası, Bruni görece demokratik bir
örgütlenmesi olan modern, bürokratik kurum Curia’da yıllarca kaldı. Poggio da
yaşamının büyük kısmını burada geçirdi. Bruni, 1427’den 1444’e kadar Floransa
yöneticisi idi. Poggio Floransa’ya ayrılmamak üzere 1453’te yaşlı bir adam
olarak döndü ve yönetici oldu.
Bruni’nin pek çok
yapıtı bizim değerlendirmekte olduğumuz döneme aittir. O, Salutati’ye göre çok
daha laik düşüncedeydi. Kilise’ye açıkça saldırmadı. Kilise’nin önem ve
etkinliğini basitçe görmezden geldi. Ona göre (Historiarum Florentinarum
Libri II) tarih artık Villani’nin ve kuramsal olarak Salutati’nin öngördüğü
gibi Tanrı istencinin göstergesi değildi (68). Eleştirel ve iyi dengelenmiş
tarihsel düşünceyi Bruni’nin bu yapıtında daha önceki hiçbir yazarda
görmediğimiz kadar güçlü bir biçimde görürüz (69). Petrarch’ın körcesine
taptığı antik Roma bile İtalya için belirsiz bir heves yerine eski dünya-emperyalizmine
bağlı olarak artık tarihsel konumuna yerleştirilmiştir. Bruni, somut ve etkin
bir Floransa vatanseverliğini kesin olarak belirtmiştir. Yunan kent-Devleti ve
Floransa arasında bir bağ kurmuştur (70). Cumhuriyet ve demokrasiyi sürdürme,
etkin bir yaşam ve toplumsal ilişkilerde bireyin rol oynamasını savunma
konusunda Salutati’den daha ısrarlıydı (71). Yönetimdeki oligarşinin siyasi
sloganı olan “özgürlük”ü demokrasi görünümüyle hiç kimse onun kadar istekle
onaylamadı. Bruni’ye göre yurttaşların özgürlüğü, herkesin yasa önünde eşit
olduğu ve yönetime katılma hakkı bulunduğu kuramı ile yakından ilişkilidir (Oratio
in funere Johannis Strozae, 1426)
(72). Ancak her zaman olduğu gibi burada açık olarak, gerçekten siyasi hakları
olan küçük bir azınlığı düşünmektedir. Üst orta sınıf Floransa’da gücünün
zirvesindeyken Bruni kentin ayrıntılı tarihini yazdı (73) ve özellikle aşırı
kendine güvenir Laudatio Urbis
Florentiae yapıtında (1405)
Floransa’ya övgülerini sundu. Bu Devlet’te herşey iyiydi (74). Cumhuriyet
döneminde Romalılar kurduğundan bu yana Floransa, Roma ve Roma’ya içkin
özgürlüğün kalıtçısıydı. Floransa’nın kurumları birbirleriyle estetik haz
verecek biçimde kusursuz bir “müzikal” uyum içindeydiler. Bu söylem
Aristoteles’in bir tümce öbeğine benzer. Guelf Partisi, antik Roma’da senatör
listelerini düzenleyen kuruma denk geliyordu. Adalet ve hak ilkesi: cumhuriyet
zayıfı güçlüye karşı korur. Yine de Bruni’ye göre çoğunluğun her zaman daha iyi
yurttaş olduğu gözlemlenmelidir. Bu savlardan yola çıkarak, kendi belirttiği
gibi konu ile ilgili gerçeklere sadık kalmaktan çok retorik etkinliğe önem
vererek, Floransa’nın genel durumu ile ilgili doğal olarak iyimser bir özet
yapabildi (Aelius Aristides’in aydın Antoninus Pius monarşisi döneminde Atina ve
Roma üzerine sunulmuş konuşmalarının benzeri; Roma konuşmasında Roma yurttaşlık
ve benzeri hakları gözeten “en iyi” kişilerin kitlelerin yöneticiliğine
gelmesi başarılı bir eylem olarak hoş karşılanmıştı) (75). Gerçekte, antik
dönemden uyarlanmış bu retorik söyleyiş, bu sahte demokrasinin tamamının ve
Floransa üst orta sınıfının resmi cumhuriyetçiliğinin çok önemli bir
anlatımıdır. Cumhuriyet gerçekte sona doğru ilerlemekte olduğu ve güç birkaç
ailenin elinde toplanmaya başladığı için, cumhuriyetçi ideoloji daha güçlü
retorik ve daha açık anlatımla daha yüksek sesle ortaya çıktı. Bu antik dönem
taklidi gösterişli ideoloji Villani’nin ayrıntılı gerçekçiliğine bilerek karşı
çıktı (76). “Soylu” itkiler Bruni’nin Floransa tarihinde tek başına etkiliydi.
Villani veya Marchionne Coppo di Stefano gibi önceki tarihçilerde çok olan
ekonomik ve finansal itkiler baskılanmıştı. Tarihçelerdeki gelişigüzel olaylar
kaldırılmıştı. Bruni, kendi retorik ve aynı zamanda bilimsel düzleminde
kendisine önemli görüneni vurguladı ve tarihsel bağlantıları ortaya çıkarmaya
çalıştı. Biraraya getirme ve simgeleştirme ilkesi kazandı. Livy’yi (Romalı
tarihçi Titus Livius; Ç.N.) taklit eden tarihsel kişilikler eylemlerini
harekete geçirmek için vatanseverlik üzerine uydurma konuşmalar sundular.
Bruni’nin Albizzi dönemi üst orta sınıfın ideolojik gereksinimlerine uyarlanmış
tarihi ve siyasi düşünceleri laik ve vatansever, aynı zamanda uyumlu ve
hesapçıydı.
Bruni’nin düşünce
biçimi kendini aynı zamanda bir yönetici olarak Albizzi döneminde Floransa
elçilerine söylevlerinde uymaları gerekenleri bildiren yazılı yönergelerde de
gösterir. Floransa’nın dış politikası o dönemde çok etkin ve yürütülen elçilik
görevleri önceki dönemlere göre daha çok olduğu için ana özellikleri önceden
belirlenen bu yeni söylev biçimi siyasi yaşamda önemli bir rol oynadı (77). Bu
dönemde Floransa’dakiler ile geç Cumhuriyet döneminde ve söylevlerin “kuramsal”
olmasının amaçlandığı milattan sonra ilk iki yüzyılda İmparatorların
aydınlanmacı mutlakiyet yönetimi altında Roma’daki siyasi söylevlerin önemi
arasında analoji ön plandadır. Floransa’nın önde gelen devlet adamlarının bu
söylevlerinde ve Bruni’nin yazılarında benzer anlatım tarzı, Floransa ve ve
Floransa’ya özgü özgürlük ile ilgili aynı övgü retoriği, benzer hesaplanmış
yapı egemendir. Cicero’ya öykünen bu söylevler, 14. yüzyıldaki plansız
çabalardan tamamıyla ayrıdır. Floransa’yı yöneten oligarşik kliğin başı Rinaldo
degli Albizzi’nin bu vatansever ve antik döneme öykünen etkili söz söyleme
sanatının en önemli temsilcisi olması rastlantı değildir (78).
Poggio yazılarını
çoğunlukla yaşlılığında, Cosimo de’ Medici yönetimi ele geçirdikten sonra
yazdı. Bu yazılar da Bruni’nin yazıları gibi demokratik ve akılcı bir düşünce
yapısı ile kabul ettirilmişti. Bu nedenle bunlarla burada ayrıntılı biçimde
ilgilenmeyeceğiz, yalnızca genel karakteristiklerini sunacağız. İlk
çalışmalarından birinde (De Avaritia, 1428) Poggio, tıpkı Kilise gibi
para tutkusuna karşı olduğunu belirtti. Diğer yandan da yine Kilise gibi zengin
orta sınıf için bir kaçış yolu bıraktı: zenginliklerini yalnızca ahlaki doğru
yolda kullanabilirlerdi (79). Açık söylenecek olursa, Poggio Bruni’ye göre
belki daha ağırbaşlı, daha kuşkucu, daha içten bir demokrattı. Siyaset ve
tarihle ilgili görüşleri bakımından gerçekçiydi. Salutati’nin geleneksel etik
görüşlerini dışladı. Genel toplumsal ilişkileri, sıklıkla Machiavelli’den de
önce, şaşırtıcı biçimde yansız ele aldı. O kadar zihni açık bir rasyonalistti
ki, kendinden önce gelen Villani gibi, aristokratların finanse ettiği ün
savaşlarını yüksek giderleri nedeniyle kınadı. Başıboş ve cahil aristokratik
aile üyelerini eleştirirken çok sertti ve suçlamalarını hümanistlere göre daha
somut gerekçelendirdi.
Poggio ve Bruni’nin
– ve yazıları incelediğimiz dönemin dışında kalsa da Alberti’nin - entelektüel
dünyası, Floransa’da burjuva “demokrasisi”nin gizil gücünün en net ideolojik
görünümünü oluşturuyordu. Bruni ve Poggio’nun genel siyasi ve toplumsal
görüşleri Roma Stoacılığı’ndan çok etkilendi. Bu felsefe, insanlık, insanların
kuramsal eşitliği ve bunun siyasette örtük olarak amaçladığı idealleri ile
birlikte, geç Roma cumhuriyeti ile erken dönem İmparatorların aydınlanmış
mutlakiyet dönemleri Roma üst orta sınıfının altın çağının meyvesiydi (80).
Bruni-Poggio döneminde, Cicero’dan devralınan Roma Stoacılığı’na özgü erken
dönem akılcılık eğilimi etkiliydi. Bu eğilim Roma cumhuriyet yasasını üstün
tutar, yurttaşlık görevlerini vurgular, yurttaşın siyasi yaşamda etkin görev
almasını savunur (81), özellikle zenginlik gibi dış yararları fırsatçılık
olarak değerlendirirdi (82).
Üst orta sınıf
ekonomik, toplumsal ve siyasi düşüncelerini entelektüelleri ve kendi üyeleri
aracılığıyla böylece şekillendirirken ekonomik ve kültürel açıdan geri kalmış
alt orta sınıfın böyle karmaşık kavramlar üretmesi doğal olarak beklenemezdi.
Olsa olsa ekonomik ve siyasi alanda en fazla bireysel ve somut istekler ileri
sürebilirlerdi. Küçük burjuvazi, para ve aristokrasiden öylesine etkilenmişti
ki, esnaf düşünce yapısıyla, kesinlikle onlara esrarengiz ve çok güçlü görünen
sermayeye karşı genel bir korkuyla doluydu. Gerçek bir söz hakkı kazandığında
alt orta sınıfın ekonomik bakışının kapitalizmin gelişimini durdurma
zorunluluğuna yönelik olduğunu görmüştük. Küçük burjuvazi ve işçilerin,
özellikle ciompi ayaklanması döneminde, bağımsız ve
tutarlı siyasi programlarının olmadığını da belirtmiştik. İşçiler yüksek
olasılıkla dini atmosferde korunan düşüncelerini belirtmede küçük burjuvaziye
göre daha güçsüzdü. Dolayısıyla, bu sınıfın düşünce dünyasıyla yalnızca dini
duygular ile ilgili bir sonraki bölümde karşılaşacağız. Yoksulların ve
yoksullaştırılmış sınıfların “entelektüelleri” ya üst sınıflardan ya da
geçimini kiliseye yapılan yardımlarla sağlayan keşişlerden – kimi zaman
Dominikan, kimi zaman Fransisken - gelirdi. Fransiskenler genellikle ruhban
sınıfından atılmış olanlardı (83). Alt sınıfların kimi geçici ekonomik
gereksinimlerini az da olsa dillendirdiler, belirsiz veya karışık genel
isteklerini duyurdular. İşçiler, en zorunlu gereksinimlerinin birleşme
özgürlüğü olduğunu 1347’de kavramaya başladılar. Bu görüşlerin ciompi ayaklanması öncesinde ancak o zaman
genelleştiği doğrudur. O döneme ait çok sayıda tarihçeden yalnızca biri ciompi’den yana, onların bakış
açısıyla yazılmıştır. Bu anonim yapıt, Cronaca
dello Squittinatore olarak biliniyordu. 1378-87 yılları
arasında günlük kayıtlarda işçilerin kalıcı olmayan başarısı, basit, ruhsuz
biçimde üzücü bir teslimiyetçilikle, açıkladığı olayların genel yansımalarını
hiç belirtmeden tanımlanır. Ciompi ayaklanması sonrası işçiler tüm siyasi
haklarını ve tüm seslerini yitirdiler.
*Summae: Teoloji,
felsefe veya kilise hukuku ile ilgili incelemeler (Ç.N).
**Bu günlük
çözümlemeler ile ilgilenirken az ya da çok kesinlik taşıyan açıklamalar ile
birçok küçük ayrıntıda kendini gösteren genel bakış arasında dikkatli bir
ayırım yapmak zordur.
***Buna göre aynı
“demokratik” sözcüğünü üst orta sınıfın karakterize ettiği kuramsal düzen ve
alt orta sınıfın pratik çabaları için kullanmak zorundayız.
NOTLAR:
1- Bu bölüümün konusuyla
ilgili önemli kitapların bir kısmı burada toplu olarak belirtilebilir.
Çoğunlukla F. Engel-Janosi’nin Soziale
der Renaissance (Beihefte zur Vierteljahrsschr. Für Sozial- und
Wirtschaftsgesch. Stuttgart,
1924). Bu yapıt dönemin ekonomik ve toplumsal düşüncesini tanımlar ve bir
ölçüde bunların esas koşullarla bağlantılarını tanımlar. Siyasi düşünceler
bağlamında bu ilişki F. Ercole’nin Da
Bartolo all’Althusio; Saggi sulla Storia del pensiero pubblicistico del
Rinascimento (Floransa, 1932)
yapıtında kimi belirlemelerin konusudur. Kilise’nin toplumsal öğretileri ve
özellikle Thomizm ile ilgili olarak en yararlı kitap E. Troeltsch’in The Social Teaching of the
Christian Churches (İng.
çev., New York, 1931) yapıtıdır. A. v. Martin’in Sociology of the Renaissance (İng. çev., Londra, 1944) yapıtında
genel yapı ile ilgili belirlemeler bulunmaktadır. Dönemimizin siyasi
görüşlerinin çoğunluğu ile ekonomik ve toplumsal görüşlerinin birçoğu klasik
antik edebiyattan köken alır ancak tüm bu olgularda esas kaynakları göstermek
notları gereksizce uzatacaktı. Yalnızca bir göndermenin özel ilgi
gerektirdiğini düşündüğümde böyle yaptım.
2- Aristoteles’e
göre yurttaşlar yaşamlarını sürdürmek için ticari ve finansal etkinliklerle
uğraşmamalı, toprak kiralama, topraktan elde edilen gelirle geçinmeliydiler.
Atina’da Makedonyalı aristokratik-feodal yönetici Antipater’in koruması altında
bir yabancı gibi yaşayan Aristoteles, kenti yöneten varlıklı tüccar orta sınıfa
ve genel olarak artan ticarileşmeye soğuk yaklaşıyordu. Buna karşın o, ekonomik
sorunları, özellikle para ve ticareti, sistematik olarak çözümleyen ilk
kişiydi.
3- R. Kaulla, Theory of the Just Price (İng. çev., Londra, 1940).
4- R. B. ve A. J.
Carlyle’a göre (A History of Medieval Political Theory in the West, Edinburgh, 1928) bu, prenslerin feodal
yasaya bağlılıkları anlamına gelir.
5- Diğer yandan,
Calimala loncasının 1301’deki tüzüğü, faiz yasağından nasıl kaçınılabileceğini
çok açık biçimde belirtir. Calimala yöneticileri, kurala uymayan lonca
üyelerinin aklanması için, denetleme görevini yürüten rahiplerle önceden
düzenlemeler yapmışlardı.
6- Kimi zaman ödünç
verilen toplam paranın temsili değerinin artışı faizi kapsar veya para yerine
meta ödünç verilir ve bu metaların değerleri fiyatlarından daha yüksek hesaplanır.
Peruzzi’nin muhasebe defterleri örneğin (Yayınlayan A. Sapori, Milan, 1934), bu
birbirinin yerini alan terminoloji açısından zengindir.
7- Roman yazarı
Sacchetti alaycı bir dille, küçük cemaatini arttırmak için vaazının sonunda,
gelecek vaazında faiz almanın dinen uygun olduğunu göstereceğini duyuran bir
vaizin öyküsünü anlatır. Bu, büyük bir kalabalığı toplamaya yeter.
8- Kilise uzun
zamandan beri yaşamı sistematik olarak akılcılaştıran entelektüel bakıştan
haberdardı. (Bkz. St. Benedict’in manastır yaşamı ile ilgili Rule yapıtı). Felsefe tarihi bakış açısıyla
bu, klasik, orta-sınıf Stoacılıktan miras kalmıştı.
9- Dolayısıyla
öğreti temel olarak tüm kilise yazarlarında benzer iken, her yeni kelime, her
ince farklılık, her şeyden öte öne sürülen farklı tüm savlar önem taşıyordu.
Kilise hukukuna göre bile tanımlar o kadar dikkatli sınırlandırılmıştı ki
faizcilik için birçok açık kapı bırakılmıştı. Bkz. G. Salvioli, “La dottrina
dell’ usura secondo i canonisti e i civilisti italiani dei secoli XIII e XIV” (Studi
giuridici in onore di C. Fadda, Napoli,
1906).
10- Floransa’nın
toplam ticaretinin büyük kısmını oluşturan doğu ticaretine Kilise güçlük
çıkarmamıştır. Hristiyan olmayanlarla alışverişte her ölçüde kar elde
edilmesine izin vardı.
11- G. Ricca-Salerno, Storia delle Dottrine finanziarie
in Italia (Palermo, 1896).
12- Dominici aynı
zamanda farklı sınıflar arasında giyim açısından da farklılıkların korunmasını
destekledi. Alt sınıflar lüksten uzak durmalıydılar.
13- “Tanrı sana,
Zengin Ol ya da Zenginliğini Sürdür derse onları tut; eğer O sana bunlardan
Uzak Dur derse o zaman yoksul ol; eğer O sana zengin olmak için uğraş derse, o
zaman ona uy” (De regola Governi).
14- Bu konu E.
Schreiber’in Die
volkswirtschaftlichen Anschauungen der Scholastik seit Thomas v. Aquin (Jena, 1913) ve E. Salin’in
“Kapitalbegriff und Kapitallehre von der Antike zu den Physiokraten” (Vierteljahrsschr.
Für Sozial-und Wirtschafts-gesch., XXIII,
1930) yapıtlarında eksiksiz olarak tartışılmıştır.
15- Dolayısyla,
Sienalı St. Bernardino’nun, kendisinden bir buçuk asır önce yaşamış Duns
Scotus’un otoritesine başvurduğunu görürüz.
16- Marsilius’un,
Kilise hiyerarşisinin insan ürünü bir kurum olduğu tezini, Curia dini inanışa
ters olarak bildirmişti.
17- Augustinian
rahiplerin generali ve VIII. Boniface’nin siyasi hukuk bilgini Aegidius
Romanus, artık Aquinalı’nın kastettiği anlamda parasız hizmete dayalı feodal
Devlet yanında değildi. O, Roma hukukuna dayalı yurttaşlık Devleti’ni üstün
tutuyordu. Bkz. A. Dempf, Sacrum
Imperium (Münih, 1929). 12.
ve 13. yüzyıllarda düzenlenmiş kilise hukuku ve ona dayalı kaynakça, Roma
hukuku ile çok yakın bir ilişki içindeydi. Kendi üstünlüğünü güvence altına
almak için Kilise’nin, Marsilius öne sürmeden çok önce (antik dönemden
devralınan) halkın bağımsızlığı ilkesini ne ölçüde kabul ettiğini ayrıntılı
göstermek çok uzun sürer. Curia’nın yüksek olasılıkla o dönemde yeteneğe dayalı
görece demokratik yolla memur alan tek kurum olduğundan söz edilebilir.
18- Ayrıntılı yorum
için bkz. M. Grabmann, “Studien über den Einfluss der Aristotelischen
Phiosophien auf die mittelalterlischen Theorien über das Verhältnis von Kirche
und Staat” (Sitzungberichte der Bayer. Akad. der Wiss. Phil.-Hist. Abt., 1934). S. Maria Novella okulu
döneminde Remigio Dante’nin de öğretmeniydi. Bkz. G. Salvadori, Sulla Vita giovanile di Dante (Roma, 1906). Floransalı émigré (göçmen, Ç.N.) Dante’nin De Monarchia eserinde ilettiği VIII. Boniface
karşıtı, Curia’yı suçlayan siyasi görüşleri, belli bir kümenin çıkarlarına
hizmet etmemişti. Bunlar, aşırı Thomizm, İlahiler, Ghibelline kuramından ögeler
içeren bir karışımdı, İtalyan bakış açısıyla kısmen güncelliğini yitirmiş bir
karışım.
19- M. de Wulf, Phiosophy and Civilisation in the
Middle Ages (Princeton,
1922).
20- Doren, Florentiner Wollentuch-Industrie.
21- 15. yüzyılın
başında Devlet kararnameleri, yün ve ipek endüstrisinin gelişimini ulusal bir
görevin doğası olarak temsil etti. Bkz. Pöhlmann, op. cit. Aynı dönemde yün loncası kendi
tüzüğünde (1428), kentin ana gücünün yün endüstrisine dayandığını gururla
açıkladı.
22- Doren, op. cit.
23- F. Ercole, Dal Comune al Principato (Floransa, 1928).
24- Bartolus bu
“aristokratik” yönetim biçimini Floransa ve Venedik gibi orta büyüklükte
Devletler için en uygun olarak değerlendirdi. Daha küçük Devletler (örneğin
orta sınıfın daha ağırlıklı küçük burjuva karakteri gösterdiği Perugia) için
demokrasiyi savundu. Yine de Bartolus’un Devlet için demokratik biçim kavramına
birçok çekincesi vardı: vilissimi,
en alt kesim, dışlanmıştı. Padovalı Marsilius’a göre bile demokrasi sayısal
üstünlük anlamına gelmiyordu, yalnızca major
et sanior pars, yani
zenginleri kapsıyordu. Bkz. C.N.S. Woolf, Bartolus
of Sassoferatu (Cambridge,
1913) ve H.S. Laski, “Political Theory in the Late Middle Ages” (Cambridge
Medieval History, VIII, 1936).
25- Ayrıntılı bir
yorum için bkz. R. Syme, The
Roman Revolution (Oxford,
1939).
26- Uygulamalı bir
örnek için, adalet, Lana 1428 tüzüğünde olduğu kadar hiçbir yerde
yüceltilmemişti. Bu tüzükte alt kesimde çalışanlar üzerine zor uygulanması
siyaseti en açık biçimde belirtilmişti.
27- Tüzükler,
Floransa’nın yalnızca yurttaşlarının zenginliği değil aynı zamanda Devlet’in
özgürlüğü savunması ve gücünü genişletmesi sayesinde ticaret ve endüstri kenti
olduğunu tekrarlayarak belirtir.
28- J. Luchaire, Les Démocraties italiennes (Paris, 1920).
29- E. Santini, Firenze e i suoi “Oratori” nel
Quattrocento (Milano, 1922).
30- Dönemin en ünlü
hukuk bilgini Francesco Accursio, Floransa doğumluydu. Bologna’da eğitim verdi,
öncellerinin yorumlarını biraraya getirdi. 1263’te Floransa’da yargıç oldu.
Bartolo ile birlikte 14. yüzyılın en önemli avukat ve Roma hukuku yorumcusu
olan Baldo, 1358-1365 yılları arasında Floransa’da eğitim verdi ve kentten
ayrıldı. 1385’te üst orta sınıf gücü yeniden ele geçirince, Floransa’ya geri
çağrıldı. Medeni hukuk, kilise hukukundan da daha fazla, ilkesel olarak
faizciliği cezalandırmayı sürdürürken gerçekte yalnızca örneğin %100 gibi
yüksek faiz oranlarını cezalandırıyordu. Bkz. Salvioli, a.g.e.
31- L. Chiappelli,
“L’amministrazione della Giustizia in Firenze” (Archivio storico italiano, Ser. IV, Vol. XV, 1885).
32- L. Chiappelli,
“Firenze e la Scienza del Diritto nel periodo del Rinascimento” (Archivio
giuridico, XXVIII, 1882).
33- 14. yüzyıl gibi
erken bir dönemde bile aristokrat tüccarlar ile hümanistler arasına belirgin
bir çizgi çizmek zordur. Kültürleri arttıkça, Giovanni Villani gibi tüccarlar,
kendileri için hümanist denmesini istediler. Oysa tüccarlar önceki devrimci
dönemlerinde kendilerinden gururla “illetterati” (okuma yazma bilmeyen, Ç.N.)
diye söz ederlerdi.
34- E. Mehl, Die Weltanschauung des Giovanni
Villani (Leipzig, 1927).
35- A. Sapori,
“L’attendibilitá di alcune testimonianze cronistiche dell’ economia medievale”
(Archivio storico italiano, Ser. VII, vol. XII, 1929).
36- A. v. Martin,
“Zur kultursoziologischen Problematik der Geistesgeschichte” (Hist.
Zeitschr. 142, 1930).
37- Papa XXII.
John’un zenginliğine hayran olan Villani’nin bunu gözünde büyütmüş olması
önemlidir. O, bu zenginliği 25 milyon florin olarak göstermiştir ancak
gerçek rakam yalnızca 1 milyondu.
38- Villani,
Floransa’nın Romalı kökeni görüşünü ve Chronica
de origine civitatis’te yazan diğer vatansever düşünceleri çok ilerletti.
Bu yazılı ilk Floransa tarihidir ve yüksek olasılıkla erken 13. yüzyılda
yazılmıştır. Bkz. N. Rubinstein, “The Beginning of Political Thought in
Florence” (Journal of the Warburg and Courtauld Institutes, V. 1942).
39- Bu yapıtlar
için bkz. G. Toniolo, Scolastica
ed Umanesimo nelle Dottrine economiche al tempo del Rinascimento in Toscana (Pisa, 1886).
40- Aslında kitap
bir yüzyıldan uzun zaman kullanımda kaldı.
41- Morelli
yoksullara dolandırıcı ve hırsız diye bakardı.
42- Benzer tipte
büyük bir tüccar, siyasetle ilgilenmeyen ve yalnızca kar elde etmekle uğraşan
Francesco Datini (1355-1410), Floransa ve Papalık arasındaki savaş süresince
Avignon’da sorunsuz yaşamayı başardı. Daha sonra Prato’ya yerleşti. Esas iş
yaptığı yer ise Floransa idi. Tüm muhasebe kayıtları ve yazışmaları
korunmuştur. Bkz. E. Bensa, Francesco
di Marco da Prato (Milano,
1928).
43- Örneğin Morelli
oğluna, mülkünü onu elinden hiç kimse alamayacak biçimde, evlilik drahoması
olarak ya da güvenilir birine devrederek değerlendirmesini öğütledi. Nakit
parası varsa bunu hiç kimse bilmemeliydi. Ya kullanmadan tutmalı, ya yabancı
ticarette harcamalı ya da faturalar karşılığı değiştirebileceği Cenova veya
Venedik’e gizlice getirmeliydi v.s.
44- Schreiber,
a.g.e.
45- Ayrıntılı bir
yorum için bkz. Martin, a.g.e.
46- Bkz. Not 2.
47- Burada Dante
ile bir karşılaştırma yapılabilir. Önceden bir émigré (göçmen, Ç.N.) olan Dante, laudator temporis acti, Floransa ticaret burjuvazisine karşı
tutucu aristokratlara özgü nefreti duydu. Halktan biri olan Petrarch belli bir
derecede burjuvazi aşamasını geçmiş ve aristokrasiye eğilim göstermekteydi.
48- Petrach’ın
İtalyan ulusalcılığı esas olarak “barbar”, “gerici” , “Romalıların denetimden
çıkmış köleleri” olan Fransızlara karşıydı. Fransa ile ticari ilişkilerin
bozulmasına ilişkin Floransa üst orta sınıfından farklı olarak korkmasını
gerektirecek bir neden yoktu. Bu nefretin daha derin kökenleri Papalık’ın
Fransa’da olmasında yatıyordu ve Villani’nin cesaret edebileceğinden açıkça çok
daha fazla sertti. Petrarch’a göre Avignon, Babil’in orospusuydu (Kıyamet
terminolojisinin önemine daha sonra döneceğiz). Dolayısıyla kültürel,
aktikiteyle ilgili ve dini düşünceler hep aynı siyasi amaca hizmet etmekteydi.
49- Burjuvaların,
alt aristokrasinin ve alt rahipler sınıfının ona desteği vardı.
50- Rienzo’nun
siyasi görüşleri için bkz. K. Burdach’ın tam yorumu, Rienzo und die geistige Wandlung
seiner Zeit (Berlin, 1913) ve
P. Piur, Cola di Rienzo (Viyana, 1923).
51- Cf. H.
Eppelsheimer, Petrarca (Bonn, 1926) ve U. Chiurlo, “Le idee
politiche di Dante Alighieri e di Francesco Petrarca” (Giornale Dantesco,
1908); ayrıca bkz. N. Zingarelli “Le idee politiche del Petrarca” (Nuova
Antologia, 1928).
52- Eppelsheimer,
a.g.e.
53- Rienzo
döneminde, görece olarak dış dünya ile en yakın ilişki içinde olduğunda
Petrarch yine de bir cumhuriyetin, her mesleğin hak ettiği yere geldiği, eğitim
verenin boş zamanının olduğu, tüccarın güvenliğinin sağlandığı bir
yönetim biçimi olması gerektiğini düşündü.
54- F. Bezold,
“Republik und Monarchie in der italienischen Literatuır des 15. Jahrhunderts”, Mittelalter und Renaissance (Münih, 1918).
55- Tarımdan
övgüyle söz edilmesi, Vergilius’un Bucalica ve ayrıca Georgica yapıtlarında gösterdiği antik
dönem Roma köylülüğünün erdemlilik ve basitliğine dönüş düşüncesi, eski Roma
geleneklerini canlandırmayı, aşırı yoksul köylülere yerleşim yaratmayı ve
İtalya’da tahıl üretimini artırmayı amaçlayan Augustus’un siyasetinin bir
parçasıydı. Bu düşünceler aynı zamanda yine Augustus’un gerçekleştireceği büyük
yurtlukların orantılı bölüşümü için duygusal, pastoral bir ideoloji olarak
görev gördü. Bkz. O. Neurath, “Zur Anschauung der Antike über Handel, Gewerbe
und Landwirtschaft” (Jahrbücher für Nationalökonomie, XXXII-XXXIV,
1906-7); W. E. Heitland, Agricola (Cambridge, 1921) ve M.
Rostovtzeff , Social and
Economic History of the Roman Empire (Oxford,
1926).
56- Örneğin, De Republica optime administranda yapıtında akılcı Devlet
yönetimiyle ilgili öğütler verdi.
57- Despotik
dönemlerde Seneca da aynı biçimde sarayla iletişimi koparmadan bir köşeye
çekilmişti. Petrarch Seneca’yı tutarsızlıkla suçlasa da onun içten bulduğu iç
uyumsuzluğuna önem verdi.
58- Geniş yorum
için bkz. F. Macri-Leone, “La Politica di Giovanni Boccaccio” (Giornale
Storico della Letteratura italiana, XV,
1890).
59- Burada gönderme
yapılan görüşlerin çoğu De
Tyranno (1400) adlı yapıtında
ve mektuplarında bulunur. İlki için A. v. Martin (Berlin, 1914) ve F. Ercole
(Berlin, 1914) baskılarının sunuş yazılarına bakınız.
60- Salutati’nin
her konudaki görüşlerinin geçişken karakterini A. V. Martin gösterir, Mittelalterliche Welt-und
Lebensanschaauung im Spiegel der Schriften Salutatis (Münih, 1913) ve aynı yazardan Coluccio Slutati und das
humanistische Lebensideal (Leipzig,
1916).
61- Papa ve
İmparator’un eski karşıtlığı esas olarak artık onu ilgilendirmiyordu.
62- Salutati
vatanını sevmeyi, komşusunu sevmenin bir biçimi olarak kavradı. Dolayısıyla bu
geçiş döneminde bu yeni görüş yine de dinle ilişkilendirilebiliyordu.
63- Visconti için
yapıt üreten hümanist Antonio Loschi ile bir polemiğinde Floransa’yı tiranik
yönetim suçlamasına karşı, Visconti’yi aynı biçimde suçlayarak savunmak
durumunda kaldı. Tiranlık kuramını – tüm yazarlar için geçerli, tek fark
kullanılan sav - Kilise, dahası tiranların kendileri ve burjuva toplum,
düşmanlarına karşı gerçekçi siyasetin bir silahı olarak kullandı. Dahası,
Salutati’nin tiranlıkla ilgili görüşleri Floransa’daki siyasi koşullarla
birlikte değişti. Floransa ile Curia arası savaş döneminde, Salutati en
demokratik görüşlerini sunarken, cumhuriyet olmayan her yönetimin tiranlık
olduğunu söylemiştir. O dönemden çeyrek yüzyıl önce yazılmış De Tyranno’da, Floransa’da
gericilik gücü ele geçirdiğinde o, çok daha tutucuydu.
64- Salutati, ondan
önce Petrarch’ın yaptığı gibi, Augustus’a dayandırılan, yalnızca Devlet’in var
olan biçimini destekleyen birinin vatansever olarak değerlendirilebileceğini
bildiren savı kabul etti.
65- Salutati
gerçekte Petrarch’a karşı De
Vita associabili et operativa başlığı
altında bir polemik planlamıştı. O ayrıca – Petrarch’ın tersine – Cicero’nun
siyasi yaşamda görev alma görüşünü onaylar.
66- O, tarımsal
uğraşı, tüm klasik antikite yayınında olduğu gibi tüccarlık işinden daha
yukarıya yerleştirdi.
67- E. Walser,
“Coluccio Salutati”, Gesammelte
Studien zur Geistesgeschichte der Renaissance (Basel, 1932) içinde.
68- E. Füter, Geschichte der neueren
Historiographie (Münih,
1911).
69- H. Baron, “Das
Erwachen des historischen Denkens im Humanismus des Quattrocento” (Hist.
Zeitschr. 147, 1933).
70- Bu bağlamda,
Bruni’nin çevirmiş olduğu Platon’un Devlet’inde - Aristoteles’e göre daha çok -
arzu edilmiş olan, yönetici sınıf açısından özel mülkiyeti ortadan kaldırmayı
Bruni’nin kabul etmediği göz önünde tutulmalıdır.
71- Örneğin, Bruni
“tiran” Sezar’a karşıydı, kendi tiranının katili Brutüs’ten yanaydı. Roma
tarihinden bu karakteristik örnek klasik dönem düşünce çeşitliliği içinde bile
siyasi değerlendirmelerin siyasi konuma ve karar verici yazarın amaçlarına göre
değiştiğini çok iyi gösterir. Ghibelline olan Dante, Brutüs’ü en alt Cehennem’e
gönderdi. Petrarch, duygusal Roma cumhuriyetçiliği ile onu övdü. Var olan
düzenin sürdürülmesi ile en çok ilgilenmiş olan tutucu Salutati, özellikle geç
döneminde yine Sezar’dan yanaydı.
72- Cicero benzer
düşüncededir. Bkz. A. J. Carlyle, a.g.e. ve Political
Liberty (Oxford, 1941).
73- Floransa artık,
Villani’nin tarihçesinde olduğu gibi (bu yapıt temel olarak bir dünya
tarihçesiydi), tüm Hristiyan dünyanın önemsiz bir parçası olarak görülmüyordu.
Gönderme yapılan Salutati’nin tarihçesindeki göre daha da öne çıkarıldı.
74- Bruni’nin
siyasi kuramında Floransa ile ilgili herşeyin bir ölçüde iyi olması gerektiği
Pisa’nın işgalinden 1 yıl önce yazılan bu incelemede gösterilmişti. Bu
incelemede Bruni (olasılıkla Platon’un bir kent devletinin ideal konumu ile
ilgili görüşlerini kullanarak), limanı olmayan ama denize yakın olan
Floransa’nın konumunun ideal olduğunu ve limanı olmasına göre böylesinin daha
elverişli olduğunu kanıtladı.
75- Roma
Senatosu’nun siyasi hiçbir etkisi olmayan zengin ve kültürlü kişilerden oluşan
esas bileşimine göre, bkz. M. Rostovtzeff, a.g.e.
76- Ancak bir şarap
tüccarı olan – orta sınıfın alt ve kültürü az bölümünden gelen - Bartolommeo
del Corazza’nın İtalyanca yazdığı dönemin (1406-38 yıllarını kapsayan) Floransa
tarihçesi, dini ve seküler şenlikleri tüm turnuvalardan üstün tutar.
77- Elçilerin
söylevlerinin, onların iç mantığı ve somut kurgusunun genel önem kazanmasına
yönelik yeni anlayış bir kez daha gücü ele geçirmiş olan üst orta sınıfın
akılcı düşünce anlayışı ile ilişkiliydi. Bu, gerçek uygulamada 1394 yılı ile
başlayan sistematik elçilik raporlarında görülür. Elçilere 1409’dan sonra
ayrıntılı yönergeler verilmiştir. Bkz. Santini, a.g.e.
78- Rinaldo degli
Albizzi’nin yazdığı veya desteklediği, Medici’yi hedef alan siyasi şiirde de
Toscana ve antik Roma özgürlüğüne sürekli göndermeler vardır.
79- Ancak
Poggio’nun övdüğü Facetiae (Curia kısa öyküleri derlemesi)’lerden
birinde, her yıl özgün değerinin yirmi katını kazandırdığı için mücevherden
daha değerli olan iki değirmen taşından açıkça söz eder.
80- Yunanlılar ve
barbar olarak adlandırılan yabancıların bileşimiyle yeni Hellenistik krallıklar
döneminden köken alan Yunan Stoacılığı genel insani ve en başta daha çok
“siyasi olmayan” bir karakter taşıyordu. Panaetius (M.Ö. 2. yüzyıl) onu Roma
yönetici sınıfının siyasi ve toplumsal ortamlarda ideolojik gereksinimlerine
uyarladı. Onun öğretisini Cicero devraldı ve yayınladı. Ayrıntılı yorum için
bkz. E. V. Arnold, Roman
Stoicism (Cambridge, 1911).
81- Bruni'nin
Plutarch'ın ünlü kişilerin, özellikle Cumhuriyet dönemi Romalılar'ın Yaşamları'nı çevirmesi aynı
düşünce çerçevesindedir. Bruni ayrıca, Demosthenes'in söylevlerinin Nicola di
Vieri de' Medici'ye adanmış bir derlemesine giriş yazmıştır (1421'den sonra).
82- Ayrıca bkz.
“Felsefe, Öğrenim ve Edebiyat” bölümü. Daha sonra ona denk Floransa dönemine
etki eden, özel felsefi bir eğilimin ortaya çıktığı antik dönemin ne kadar
değerli olduğunu kaydetmek tarihsel açıdan öğreticidir. Her iki dönem için
karşılaştırılabilir siyasi ve toplumsal koşullar altında bu eğilimin ortaya
çıktığı görülecektir. Albizzi döneminden birkaç onyıl ileriye, Floransa orta
sınıfının ekonomik olarak yıkıldığı, siyasi gücünü yitirdiği Cosimo ve Lorenzo
de' Medici mutlakiyetçi yönetimine gidecek olursak, Medici'lerin finanse ettiği
üst sınıflar arasında moda olan felsefe, Marsiglio Ficino'nun Neoplatonizm'ini
buluruz. Bu akım yurttaşın siyasi etkinliğinde bütünsel olarak mistik ve akıl
dışı karakterde, gerçeklikten uzak, aldırışsızdı. Bu Floransa felsefi akımını
esas olarak Plotinos'un Neoplatonizm'i belirliyordu. Plotinos bireyin kendi
içine içine çekilmesini öğretiyor, derin düşüncelere dalmanın önemini
vurguluyor, bireyi siyasi etkinliklerden uzak tutuyordu. Plotinos, Roma orta
sınıfının çöktüğü ve rastgele seçilmiş asker imparatorların egemen olduğu dönem
olan M.Ö. 3. yüzyılda yaşadı. Esas olarak, bu imparatorlar arasında en
kültürlüsü olan, onu koruyan ve destekleyen Gallienus'un sarayında çalıştı.
83- Kimi zaman
kendi ruhban sınıflarının mülkiyet edinmelerine karşı çıkan, bir yandan da
genel toplumsal ve siyasi istekleri din çerçevesinde öne süren radikal
Fransiskenlere bir sonraki bölümde değinilecektir.