2 Nisan 2017 Pazar

FLORANSA RESİM SANATI VE TOPLUMSAL ARKA PLAN

4. FELSEFE, ÖĞRENİM VE YAZIN



Görsel sanatlarla ilgili çözümlememize başlamadan önce, birbirine koşut ilgi alanları açısından o dönemde felsefe, öğrenim, bilim ve yazın üzerine birkaç not düşebiliriz.
Felsefeyle yalnızca dönemin genel teolojik ve bilimsel kültürünün bir parçası olması açısından ilgileneceğiz. Skolastisizmin doğuşu, gelişimi ve daha sonraki biçimlerini ele almayacağız. En önemli başarılarından birini - Curia ve Floransa orta sınıfının benimsediği ortak felsefe olan 13. yüzyıl Thomist sistemi - daha önce tartıştık. Teolojideki kuşkucu ve rasyonel evrimin – felsefenin teolojik çerçeve içinde evrimi – Avrupa’nın en ilerici kenti Floransa’da, dahası İtalya’da bile değil de daha arka plandaki kuzey ülkelerinde gerçekleşmesi ilginçtir. Artık yavaşça biçimlenen o ulusal Devletler’de burjuvazi ve prenslerin kılgısal ve ideolojik çıkarları kendini yeni ekonomik ve siyasi kuramlarla yeni bir felsefede gösterdi. Bu yeni akım, genel ilkelere karşıt olarak bireysel olguların önemini öne çıkardı. Bu ülkelerde, başlangıçtaki görece demokratik ve ilerici eğilimlerinden bir kısım öğeleri koruyabilen, özellikle Fransisken olan ruhban sınıfının yaratılması, 13. yüzyılın ikinci yarısında Duns Scotus felsefesini, ona bağlı olarak, onu izleyen yüzyılın ilk yarısında ise ondan çok daha radikal olan Occam Nominalizmi’ni ortaya çıkardı (1). Bu bölgelerde orta sınıf kendi yeni seküler felsefesini üretmek için henüz çok zayıftı. Temel amaçları burada da başka yerlerde olduğu gibi benzer eğilimdeki siyasi düşünce ile birlik içinde, çok güçlü merkezi Papalık’ı geri plana itmek olsa da felsefeleri, yalnızca teoloji kapsamında, Kilise’nin genel kültürü içinde anlatım bulabiliyordu (2).
İtalya’da, özellikle Floransa’da durum tamamen farklıydı. Orada, Papa ve orta sınıfın en ileri kesiminin birbirlerine bağımlılıkları bağlamında, ikinci küme, Kilise’nin seçtiği felsefeyi, başlangıçta ilerici ancak artık tutucu rasyonalist olan, en sadık izleyicileri Dominikenler’in savunduğu Thomizm’i benimsedi. Üst burjuvazi bu felsefeyi 14. yüzyıl boyunca açıkça ve en güçlü oldukları dönem olan 15. yüzyılın başında az ya da çok gizlice kabul etti (3). Kilise ve dilenci Mezheplerin tam bir uyum içinde çalıştığı Floransa’da Fransiskenler, ilerici eğilimler göstermediler, Curia’nin buyruğuna karşı gelmemeye dikkat ettiler. En fazla, Duns Scotus’un ılımlı öğretilerine bağlandılar. Dışardan gelen Nominalizm, Aquinalının Realizmine keskin karşıtlık içinde ilerici bir düşünce sistemi olacak önemde değildi. Skolastik bir biçem olarak daha sonra kabul edilmişti, ardından da tutucu olarak değerlendirildi (4). Sistematik bir öğreti olarak İbni Rüşdcülüğün de Floransa’da çok yandaşı yoktu. Kısmen Nominalizme benzeyen bu sistem ondan daha moderndi. Kilise bu sistemi mahkum etmişti ve Aquinalı özellikle ona saldırıyordu. Bunlara karşın İtalya’nın belli kesimlerinde, özellikle Padova’da, 14. ve 15. yüzyıllarda İbni Rüşdcülüğü benimseyen halk kitleleri vardı. Filozof İbni Rüşd (12. yüzyıl) doğrultusunda Aristoteles yorumunu yalnızca küçük bir sol entelektüel seçkin kesim, özellikle hekimler ve doğa bilimciler benimsedi. Saf rasyonalist ve amprisist olduklarını savladılar (5) ve onun, kitleleri dışlayan öğretilerinin aşırı kuramsal karakterini kabul eden bir tür gizli topluluk oluşturdular. Yandaşlarının bir kısmı gerçekten özgür düşünce yolundan gitmiş olabilir. Bu küme içindeki düşünce izleri o kadar çeşitlilik gösteriyordu ki Floransa üst orta sınıfından aklı başında, yan tutmayan birçok birey belli belirsiz İbni Rüşdcü veya Epikürcü olarak adlandırılabilirdi. Örneğin, bu sınıfla dayanışan Papa VIII. Boniface için böyle olmuştur. Ancak işler bundan ileri gitmemiştir. Floransa üst orta sınıfının gözünde radikal Nominalizm veya radikal İbni Rüşdcülük için Kilise'yle tartışmaya değmezdi (6).
Floransa burjuvazisi arasında kendine özgü entelektüel hareket ancak uzun bir hazırlık döneminin ardından, 14. yüzyılın ikinci yarısında doğdu ve 15. yüzyıl başında, Nominalizmin kuzey ülkelerinde doruk noktasını aştığı dönemde tam olgunluğuna ulaştı. Ancak geç başlamış olsa da erişimi Nominalizmi aştı. Thomizmi inançla ve yan tutmadan kabul etmesine karşın Floransa orta sınıfı, gerçek yurttaşlar, halk, antik dönemin seküler felsefesini bağımsızca öğrenme yolunu bulmuş ve böylelikle teolojiden giderek özgürleşen, artan biçimde rasyonalist olan ve yavaş yavaş seküler bilimin doğasını alan bir felsefe yaratabilmiştir. Bu felsefeye, ilerici bile olsa o dönemin hiçbir teolojik sistemi eş değildi. Nominalizm Thomizm'e başka yerlerde olduğu gibi Floransa'da da açıkça saldırmasaydı – çünkü bu Floransa üst burjuvazisinin çıkarlarına aykırı olabilirdi - Thomizm uzun vadede kendi içinden çok daha etkili biçimde zayıflayacaktı. Onun temel klasik ögesi, bu ögenin tam anlamıyla yeni, daha seküler ve bilimsel doğrultuda dönüştürülmesiyle ortadan kaldırılmıştı ve o, artık Thomizmle her zamankinden daha uyumsuz duruma gelmişti. Dolayısıyla burada, gelecek açısından orta sınıf kültürü için kuzeydekinden daha önemli birşey yaratılmıştı. Klasik seküler felsefenin Floransa’da gördüğü o döneme özgü kent halkı kültüründen kaynaklanan büyük saygı ve onunla bağlantılı bilimsel bilgi, bu konuda biraz daha ilerlersek ancak tam olarak anlaşılabilir. Antik kültürün, felsefe ve Floransa orta sınıfının tüm bilimsel kültürüne – birçok ideolojik alandaki izlerini daha önce görmüştük - etkisinde önemli rolüne göz atmamız gerekir, çünkü o görsel sanatları da derinden etkileyen bir bilgi kaynağıydı.
Kültürlü seçkin yeni orta sınıf, özellikle de onun üst tabakası, giderek sekülerleşen kendi kültürel ilgi alanları ve bilimin klasik bilgisinden destek aldılar. Dolayısıyla artık, erken Ortaçağ’daki gibi saf kilise düşünce sistemi içine antik dönem bilgi parçaları yerleştirmek ya da antik dönem bilgisini kullanmak sorunu yoktur. Burjuva dünya görüşü ilk dönemlerinde bile antik dönemden, kilise ve feodal dünya görüşlerine göre doğal olarak daha fazla, görece daha saf ve kendine daha uygun ögeleri istedi. Çünkü bu önemli dönemde gelişmiş bir orta sınıf ve görece seküler bir orta sınıf kültürü vardı. Antik döneme borçluluk düzeylerindeki bu farklılık 14. ve 15. yüzyıllardaki "Rönesans" ile daha önceki "Rönesans" dönemleri arasındaki tüm farkı yaratır. Bu gelişimin yüksek olgunluğu ve örtük biçimde belirttiği vatansever güdüler nedeniyle, antikite İtalya dışındaki başka hiçbir orta sınıfa böylesine önemli veya konuyla böylesine ilgili bilgi kaynağı sunamazdı. Açıktır ki yükselişte olan vatansever İtalyan burjuvazisi için İtalya'da klasik bilginin, "ataların" bilgisi adına her düşünce alanında başka herhangi bir ülkeye göre daha çok anı bulundurması çok önemlidir. Yeni burjuva bilgi birikimine kanıt göstermek için antikitenin "eski" bilgisi bir otorite olarak gösterilebilirdi.
Yine de antik dönemin gerçekten tarihsel kavranışı çok nadirdi çünkü onlar antikiteye ancak o kendilerini etkilediğinde gönderme yapıyordu. Klasik kültür, siyasi önem ile birlik içindedir ancak her nesil ve toplumsal kesim onu başka birşeye dönüştürür. Antik dünyanın karmaşık ve sıklıkla tutarsız düşüncelerinden herkes kendine en uygun olanı seçti ve kendi entelektüel dünyasına yerleştirdi. Bize bugün olağanüstü ve örgensellik karşıtı görünebilir, her klasik uyanışa ve dahası antik dönemi taklit eden modalara kendi karakterini kazandıran tam olarak bu dönüşüm ve farklı ögelerin karışımıdır. Tüm bunlar yeni orta sınıf ulusalcılığının çıkarları uğruna siyasi açıdan sömürülen antikite düşüncesi ile eski dünyanın bilimsel (felsefe, tarih, doğa bilimleri), yazınsal ve sanatsal değerleri için geçerlidir. Hepsinden ötesi, erken burjuva dönemi süresince, özellikle 14. yüzyılda ve daha az oranda 15. yüzyıl başında, antik veya antik dönemi taklit eden düşünceler - kimi zaman varsayımsal olsa da - genellikle son çare olarak din boyunduruğuna girmişlerdi. Özellikle klasik şiir uzun süreli varlığını bu dine boyun eğişe borçluydu. Tanrı sözcüğünden ayrıldığı yerde o alegorik olarak yorumlanıyordu. Yine de klasik kültürün bu dini ve diğer dönüşümleri, Avrupa’nın diğer bölgeleri ile karşılaştırdığımızda onun bu dönemde İtalya’daki olağandışı önemini azaltmaz. Dolayısıyla özellikle 14. yüzyıl boyunca, kilise dünya görüşü entelektüel çevrelerde bile henüz otoriterken, antikite ögelerini, burjuva ulusal duyarlıklarını ve dini duyguları güçlendirmek üzere özellikle ve isteğe bağlı olarak sıklıkla birleşmiş biçimde buluruz. Dante, Rienzo ve Petrarch her biri kendi yolundan giden karakteristik örneklerdir (7).
Felsefi alanda bu dönüşüm ve birleşim süreci her antik okul için geçerliydi. Temelde skolastik olan uyum arayışı, klasik felsefenin Hıristiyan dini duyguları ile uzlaşım içine girmesi zorunluluğunu getirdi (Salutati). Bu tutum, Aristoteles için olduğu gibi, Floransa ilerici çevrelerinde çok popüler olan, antik Roma aristokrat-burjuva entelektüel üst tabakasının Stoacı felsefesi ve doğal olarak Boethius’un Hıristiyan-klasik eklektisizmi için de geçerliydi (8). Bu yeni seküler halk felsefesinin erken dönemdeki karakteristiği, Salutati’nin, bu son eğilimi Thomist sistem ile birleştirme veya en azından uzlaştırma çabasıydı. O ve Petrarch, geç Stoacıların dünyayı hor görmesi ile Hıristiyan çileciliği arasında yakın ilişki bulmuştu (9). Ancak Petrarch skolastisizme tam olarak karşıydı. O, yerine göre dini duygular ile kusursuz bir uyum içinde olan antik felsefeyi yeğledi. Bir Augustinus hayranı olarak, onun gözünde skolastisizm ile (her durumda yüksek olasılıkla ona göre fazla analitik olan) Aristoteles'e göre daha az uzlaşmış görünen ve daha spirituel olan Platon'u seçti (10, 11). Petrarch ayrıca mutlakiyetçi imparatorlar dönemindeki, dini, edilgen, Platon’a yakın renkler taşıyan geç dönem Stoacılık’a (Seneca) da çok şey borçludur. Oysa ciddi Roma gravitas (ağırbaşlılık; ç.n.)’ının temsilcisi olan Bruni’nin felsefesinde, gençliğinde Platon’dan etkilenmiş olsa da, spiritüel veya mistik hiçbir şey yoktu. Aristoteles’in açık seçikliği ve dizgeselciliğinden etkilenen o, düşüncelerini yabancı Hıristiyan dini düşüncesi ile Aquinalı’ya göre daha az birleştirdi ve onları çok daha seküler ve rasyonalist tarzda yorumladı. Bu, o dönemde, Floransa üst orta sınıfının en büyük gücü elinde tuttuğu 15. yüzyıl başı için karakteristikti (12). Dolayısıyla, klasik Aristoteles’i düzelttikten sonra Bruni, onu antik dönemin diğer felsefe okullarıyla uyumlu duruma getirmeye çalıştı: Stoacılık ve Epikürcülük ile (13) (Isagicon moralis disciplinae, 1421-24). Skolastisizm hizmetinde bir uyum oluşturmak zorunlu bir girişim değildi. Bu daha çok antik felsefenin eklektik bir uyumuydu. Bruni, özellikle, az ya da çok Stoacı bir yaşam felsefesi ortaya attı. Ancak Roma Stoacılığına bu her zamankinden çok bağlılık artık daha seküler ve duygusuz biçimde (Roma cumhuriyeti dönemi erken evrede varsayılan biçim ve bununla ilişkili Floransa üst burjuvazisinin siyasi çıkarımlarını daha önce görmüştük) ortaya çıkıyordu. Çünkü bu felsefe, insanın kendi iç gücüne dayanarak çileciliğe karşı soğukkanlılık ve güvenliği sağladı, arzunun önemini vurgulayarak onu dünyada ilerleyebilmesi, türdeşlerine yararlı bir yaşam sürmesi konusunda cesaretlendirdi (14). Bruni gerçekte bağımsız ya da sıkı örülmüş bir düşünce yöntemi geliştirmiş olmasa da antik felsefe sayesinde düşünceyi Kilise otoritesinden özgürleştirdi ve antikiteden yeni düşünce biçimleri getirdi. Petrarch’ın zaten saldırmış bulunduğu skolastik mantıkın yerini artık retorik almıştı (15).
Değişen tutum ya da burjuva entelektüellerin kendi felsefeleri ve klasik felsefeye yaklaşımlarındaki büyük tutarlılık, 15. yüzyıl başlarında onların kendi kültürleri ve klasik kültüre bütünsel yaklaşımlarının karakteristiğidir. Dolayısıyla 13. yüzyılla birlikte başlayan klasik kültürün kazanımıyla ilgili birkaç temel olguyu not etmeye değer çünkü bu konuyla ilgili tüm tutum ve süreç Floransa orta sınıfının genel kültürel yaklaşımına ışık tutar.
13. yüzyılın ikinci yarısı gibi erken bir dönemde ve 14. yüzyılın ilk yarısında, antik dönem yazarlardan çok sayıda çeviri yapılmıştı. Bu yapıtları özellikle rahipler (Fra Guido da Pisa, Bartolommeo da S. Concordio), dini ve ahlaki amaçlar için çevirmişlerdi. Seçilen antik dönem yazarlarının çoğu özellikle tinsel anlamda Hıristiyanlığa yakın olarak değerlendiriliyordu: Cicero, Vergilius, Seneca, Boethius. Bunların yanısıra Livy ve Sallust da çevrildi. “Kaba” İtalyan diline çevrilen bu yapıtlar aracılığıyla klasik bilginin (felsefe, tarih, yazın) kimi bölümleri, çok skolastik bir biçime dönüşmüş olsa da, toplum geneli için erişilebilir oldu. Bu çevirilerin en önemlisi, Domeniken Bartolommeo da S. Concordio’nun (1262–1347) derlediği klasik felsefecilerin (16) maksimlerinin bir toplamı olan Ammaestramenti degli Antchi, Floransa üst orta sınıf üyelerinin büyük uyarıları ile gerçekleştirilmiştir.
Bu çeviriler her şeye karşın temel olarak yine de kilise kaynak yapıtlarıydı. Antik dönem yalnızca bir ilgi alanıydı. Petrarch’ın antikiteye adanmış coşkulu, sistematik ve bilimsel uğraşı çok farklıydı ve bu gelişimde en önemli dönemi belirliyordu. Petrarch antikiteyi bütünsel olarak gördü ve bilinçli bir biçimde klasik kültürle bağlantısını kurdu. Bu belirleyici yeni bakış açısı ile klasik bilgiyi bir araya getirip yaymayı amaçladı. Onun antikiteyi yayma konusundaki tutkusu ve antik dönemin siyasi, felsefi ve yazınsal değerlerine dönüş isteği, o dönemdeki İtalya’yı ulusal geçmişi ile birleştirme çabasını temsil eder. Bu çaba doğal olarak burjuvazinin entelektüel dünyasının çok canlı ve güncel ilgi odağıydı (17). Klasik kültürün, özellikle Roma ve onun önemli kişiliklerinin bu yeniden yapılandırılması doğal olarak bilimsel çalışma ve araştırmaları uyarmıştır. Petrarch bu alanda da Latince metinleri, özellikle Cicero’nun yapıtlarını toplayan, dilbilimsel yönden düzelten ilk kişiydi. Yine de Petrarch ve onun coşkulu izleyicisi Boccaccio, antik dönem ile ilgili uğraşlarında o dönemde daha geniş çevrelerle ilişki kurmadılar. Bu hümanistlerin tüm önemli yapıtları 14. yüzyılda yalnızca görece küçük entelektüel bir çevrede anlaşılan Roma antik dönem dili olan Latince yazılmıştı. Bunlara örnek olarak Petrarch’ın Epistles, De Viris illustribus (ünlü Romalıların biyografileri) ve De Rebus memorandis (ağırlıklı olarak antik dönemden ünlü kişilerin toplu sözleri) adlı yapıtları verilebilir. Pertrarch’ın Latince kullanırken kılgısal amacı doğal olarak Roma ruhunu yeniden canlandırmak, aynı zamanda bilinçli olarak üst burjuvazi kültürlü çevreleri ve ruhban sınıfına sınırlandırmaktı. Skolastiklere göre daha net, kulağa daha hoş gelen bir Latince ile yazmaya çalıştı. Petrarch, bir yere kadar Boccaccio ve daha sonra hümanist çevrelerden çok sayıda önde gelen, İtalyanca yazmayı kabalık olarak değerlendirdiler.
Boccaccio’nun klasik uğraşları Petrarch’ınkiler kadar etkili değildi. O daha çok ayrıntı ve notlar toplamaya çalıştı. Kendini artık yazına adamadığı yaşamının son dönemine doğru, 25 yıl üzerinde çalıştığı klasik söylen De Genealogiis deorum gentilium gibi bilimsel derlemeler yazdı. Kendi türünde o güne kadarki en tutkulu girişim olan ve gelecek birçok nesil için önemi hiç abartılmış olmayacak bu kitap, mitolojideki tüm tanrıların üzerinde dikkatlice çalışılmış soyağacını içeriyordu. Ortaçağ ve geç dönem geleneğini izleyen Boccaccio aynı zamanda söylenlere alegorik açıklamalar getiriyordu. Homeros’tan kısmen yararlandı ancak yapıtı temel olarak Romalı yazarlara (özellikle geç dönem Roma) ve bu öyküleri özetlemiş olan ortaçağ dönemi yazarlara dayanıyordu (18). Benzer özellikte diğer iki klasik yazın derlemesi onun De Claris mulieribus ve De Casibus virorum illustrium yapıtlarıdır. Petrarch’ta da sıklıkla olduğu gibi burada da izlek, mutluluğun değişkenliğidir. Boccaccio’nun bu yapıtları bilim insanları ve şairler için temel gereç ve 15. yüzyıl sanatçıları için tükenmez bir konu malzemesi sağlamıştır. Petrarch’ın sözü edilen yapıtları gibi bu yapıtlar da, antik dönem tarihine artan ilgi nedeniyle kısa zaman içinde bir zorunluluğa dönüşen İtalyanca’ya çevrilerek daha geniş orta sınıf çevrelerine yayılmıştır. Özgün Latince yapıtların basımından kısa süre sonra Petrarch ve Boccaccio’nun bu çevirilerini, çok sayıda klasik yazarın yapıtları yanı sıra (19), uzman hümanistler ve diğer meslekleri yürüten yazarlar (örneğin noterler) kabullendiler. Yaklaşımları da bir kümeye sıkı biçimde sınırlandırılmış değildi. Görece kısa bir zaman sonra Petrarch’ın klasikler üzerine yapıtları yalnızca bu İtalyanca çevirilerde yaşadı çünkü özgün yapıtların modası kısa süre içinde geçmişti, Latince okuyan ve artık daha modern yapıtları yeğleyen entelektüel çevreler için çok ortaçağa özgü ahlak dersi verir nitelikte olmuştu. Antikite tüm toplumsal kesimlere girmiş olsa da bu her yerde farklı yolla, farklı biçimde olmuştu.
Antikitenin daha kusursuz bir resmini elde etmek için hümanistler, entelektüeller, 14. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Latince metinleri ve daha sonra da bir dereceye kadar Yunanca metinleri aramayı sürdürdüler (20). En yoğun olarak Poggio 15. yüzyılın başında bu arama çabasını gösterdi (21).  Yunanlıların bilgisi artık hümanistler arasında güncel duruma gelmişti. Onların Yunan felsefesi ile şiirini özgün dilinden öğrenmeleri büyük sonuçlar doğurdu. Gerçek bir felsefe kültürü taşıyan, İtalya'ya yerleşen ilk Bizanslı Manuel Chrysoloras, etkili bir aracı olarak görev yaptı ve tüm İtalyan entelektüellerini 1397-1401 yılları arasında onun eğitim verdiği Floransa Üniversitesine topladı (22).  Floransa artık bir çeviri merkezi durumuna gelmişti. Bruni Aristoteles’i (Etik, Politika) Latince’ye çevirdiğinde bu çeviri, Aquinalı dönemindeki çevirilere göre daha açık, daha kusursuz, daha zarif ve daha etkili idi. Onun Aristoteles (ve Platon) (23) çevirileri kültürlü insanlar arasında büyük beğeni kazandı ve o kişileri Yunan filozoflarının kiliseye özgü-skolastik çevirilerinden kısmen de olsa kurtardı. Üst orta sınıfa etkili bir ideoloji sağlanmıştı. Dolayısıyla bu sınıfın ilerici çevrelerinde klasik felsefe ve klasik kültür ile ilişki, genelde giderek artan biçimde daha yakın, daha rasyonalist, yaşamı daha olumlayıcı, daha seküler olmuştur.
Bu bağlamda, 14. yüzyıl sonu Salutati nesli ile 15. yüzyıl başı daha radikal Bruni ve Poggio neslini büyük bir basamak ayırır (24). Entelektüeller arasında artık çok daha keskin tinsel bir ayırım ortaya çıkmıştı. Klasiki de kapsayan seküler bilgiyi teolojiye hazırlık olarak kabul eden  Salutati’nin döneminde bir rahibin, Luigi Marsigli’nin (gerçekten Kilise’den çok toplumun yanındaydı ve klasik felsefede özellikle çok bilgiliydi), Floransa’nın en ilerici ve rasyonalist çevresinin üyesi olması olasıydı. Ancak Salutati’nin yaşamının sonuna doğru, hümanist hareketin sekülerleşmesi sonucunda Kilise, özellikle dilenci Mezhepler, bir dereceye kadar klasik bilgi ve hümanizme düşmandı (25). Buna karşın genel olarak hümanistler, üst orta sınıf gibi, daha önce görmüş olduğumuz üzere, Kilise ile çok iyi ilişkiler içindeydiler (26). Salutati antikiteye yaklaşımında; sağında yer alan, eğitimde klasik etkinin gençlik için bir tehlike olduğunu düşünen (Lucula Noctis, 1405) Dominiken Dominici ile solunda yer alan, kendilerini Salutati’ye göre antik kültürle çok daha yoğun ilişki içinde gören, kesinlikle din karşıtı olmamalarına karşın antikiteye karşı çok daha olumlu bir yaklaşımı benimseyen Bruni, Niccoli ve Poggio’nun arasında bulunur (27). Niccolo Niccoli (1364-1437), varlıklı bir tüccarın oğlu ve Cosimo de’ Medici’nin bilim danışmanıydı. O, klasik metinler konusunda en kusursuz uzmandı. Kilise metinleri konusunda çok bilgiliydi ve klasik metinlerle ilgili Floransa’nın, daha doğrusu o dönemde eğitimli dünyanın en büyük kütüphanesi onundu (28).
Bruni ve Niccoli’nin çevresinde Petrarch’ın klasik düşünce dünyası o döneme kadarki en üst görünümüne ulaştı. Bu çevrede düşünce bile, kendi ölçütleri içinde yeni bilimsel bir dizgeselleştirme ve düzeni gerektiren bir biçim almaya başladı (29). Antikiteye ait bilginin değeri (Bruni özelinde, felsefe ve Roma tarihi) ve bunun iyi bir Latin üslubuyla gösterimi, felsefenin veya herhangi bir ciddi araştırmanın aracı olarak kaba dilin küçümsenmesi en çok burada kendini gösterdi. Petrarch’ın önceden dillendirmiş olduğu skolastisizme karşıtlık, Floransa’da artık açıkça belirtiliyordu. Popüler, İtalyanca yazılmış, eski moda, skolastik – bu terimlerin tümü bu çevrede aynı anlama geliyordu. Hümanistlerden oluşan bu yeni neslin radikal ve seküler tini en açık biçimde kendini Bruni’nin Dialogi ad Petrum Paulum Histrum (1401) yapıtında gösterdi. Bu yapıtta, gerçekte olduğu gibi Salutati tutucuların, Niccoli modern bakış açısının sözcüsüydü. Niccoli burada açıkça, o dönem için henüz eksik olsa da giderek artan antik dönem bilgisinin yardımıyla, öğrenimin tüm yapısının baştan kurulması gerektiğini söyler. Niccoli her durumda, her bir olguya ayrı ayrı kendi ahlaki yöntemini uygulayan skolastizmi, umutsuz bir kaos olarak değerlendirir. Biz onda, Petrarch’ta olduğu gibi, Dante’ye karşı skolastisizmi ve “eğitimsizliği” – modernlerin gözünden klasik bilgi eksikliği - bakımından bir küçümseme buluruz (30). Aynı suçlama, onların artık yeterince açık bulunmayan ve Cicerocu olarak değerlendiren Latin tarzına saldırı ile birlikte, 14. yüzyıl erken dönem hümanistleri Petrarch ve Boccacio’ya bile yöneltilmiştir.
Ancak klasik bilgiye yönelik araştırmalar Bruni ve Niccoli’nin yüksek kültürlü dar çevresi veya tam o yıllarda en önemli İtalyan hümanistlerin Yunan ve Latin yazınını öğretme konusunda birbiriyle çekiştiği üniversiteye sınırlı kalmadı. Bruni-Niccoli çevresi yalnızca rasyonalist ve entelektüel tepe noktası, üst orta sınıfın en radikal seküler ve klasik bilgi açısından en kültürlü kesimini oluşturuyordu. 14. yüzyıl sonunda kendini öğrenime adamış kişilerin düzensiz aralıklarla gerçekleşen toplantıları ile karşılaştırıldığında (o dönemde önemli tek topluluk, S. Spirito’nun Augustinusçu Keşişleri manastırında biraraya gelen, Niccoli’nin de katıldığı Marsigli ve Salutati çevresiydi) o dönemde üst burjuvazi içinden, klasik yazarların ciddiyetle tartışıldığı ve çevrildiği çok sayıda küme ortaya çıkmıştı (31). Döneminin yüksek olasılıkla en önemli Yunanca ve Latince uzmanı ünlü hümanist Francesco Filelfo, üniversite yanı sıra seçkin bir özel öğrenci kümesi için de eğitim verdi. Yalnızca 15. yüzyılın başlarında sıkı bir küme oluşturan Bruni-Niccoli çevresinden, çok sayıda yan küme ortaya çıktı. Örneğin Papa’nın Floransa’da olduğu dönemlerde Curia çevresi (Bruni, Poggio) antik dönem felsefesi tartıştılar. Camaldolensian başrahibi Ambrosio Traversari’nin ruhban sınıfı üyelerinden oluşan küme, S. Maria degli Angeli manastırında toplanıyordu (1430; Niccoli bu kümeye üyeydi). Bu küme temel olarak Yunan kilise yazarlarını çevirdi. Aralarında küçük farklılıklara karşın bu hümanist çevreler az ya da çok birbirine bağlıydı. Bruni ve Niccoli, ya da Manetti (kendi evinde bir başka küme toplanıyordu) gibi daha dindar görüşlü hümanistler, matematikçi Toscanelli gibi saf biliminsanları, Cosimo de’ Medici gibi zengin orta sınıf üyeleri, aynı dönemde birçok farklı kümeye üyeydiler. Zengin bir aileden gelen Roberto de’ Rossi, Chrysoloras’ın öğrencisiydi. Kendi evinde Floransalı zengin aile çocukları için bir tür özgür üniversite açmıştı. Cosimo de’ Medici gençliğinde, Albizzi ailesinden biriyle burada eğitim gördü. Bu çevrede, Yunanca ve Latince ile birlikte bu dillerdeki yazın ve ayrıca Aristoteles felsefesi de öğretildi. “Tre corone fiorentine” (Floransa’nın üç kralı; ç.n.) efsanesi canlı tutuluyordu ve Salutati ile Marsigli’nin tutucu geleneği bir biçimde sürdürülüyordu. Kendi işinde çok çalışkan tüccarların aynı zamanda klasik bilgiyi edindiğini ve yazınsal etkinliklerde görev aldığını görürüz. Örneğin iş nedeniyle 1414 ile 1422 yılları arasında Girit ve Yunan adalarında yaşamış olan tüccar Cristoforo de’ Buondelmenti, antik dönem yazarları ile ilgili bilgisini kullanarak bu klasik dönem toprakları konusunda Latince kitaplar yazmıştır. O, hümanistlerle bağlantısını vurgulamak için bu yapıtlarından birini Niccoli’ye adamıştır. Üst burjuvazinin böyle görece büyük bir kısmının, başka hiçbir ülkede antik dönem bilgisine ve bilime bu kadar büyük bir önem göstermediği kesindir (32).
Üst orta sınıfa hümanistlerden tutucu kitleye doğru ilerlediğimiz zaman, ilgi daha skolastik bir karakter kazanır, öğretim de klasik kültüre dönüşür. Buna göre örneğin, S. Spirito manastırında (1421-30) eğitimli Augustinisçu keşişler teoloji dersleri verdiler ve Fathers of the Church (Kilise Babaları; antik dönem Hıristiyan teologları; ç.n.) skolastik diyalektik kurallarına uygun tartışmalar yürüttüler ve aynı zamanda Aristoteles okudular. Örneğin Dominici’nin, İncil’in yorumu üzerine söylevler verdiği üniversitede, daha çok Aristotelesçi skolastik öğretiliyordu (33). Giovanni Morelli’nin aile tarihçesi, çekinceler koyarak yalnızca klasik görüşleri kabul eden ortalama üst burjuva dünya görüşünün karakteristiğidir. Morelli’nin kendisi hümanist kültür konusunda çok az bilgili olsa da oğluna her gün 1 saat Aristoteles, Virgilius, Seneca ve Boethius (Hıristiyan dini ile en uyumlu ve Latin okullarında da okutulmuş antik dönem yazarları) ile Dante ve İncil okumasını öğütlemişti (34). Bir kez daha, antik felsefe ve eğitim söyleninin bu üst düzeyde bile toplumun ilgili belli kesimine göre karakter bakımından değişiklik gösterdiğini görüyoruz.
Bakış açıları popüler ve skolastik olan tutucu entelektüeller, eğitimli radikal entelektüelleri küçümsediler. Şair Cino Rinuccini (1350 -1407’den sonra, tüccar ve Lana üyesi) örneğin, onların klasiklere öykünmeleri ile alay etti, onların “dinsizliğini” uygun bulmadı, Platon’u Aristoteles’in üzerine çıkarmalarına (Petrarch ve genç Brun’da gözlemlenebilen bir eğilim) karşı çıktı ve eski skolastik Trivium (dilbilgisi, mantık ve retorik; ç.n.) ve Quadrivium (aritmetik, geometri, müzik ve astronomi; ç.n.)’u destekledi. Tutucu Rinuccini’nin görüşüne göre Salutati ve Bruni’nin iki hümanist kuşağı arasındaki çatlak açıkça görülebilirdi. O yalnızca Bruni ve Niccoli’ye karşı çıktı, Salutati ve Marsigli’ye değil. Tutucu entelektüel çevrenin tümü, burjuvazinin büyük yığınları gibi hala Dante ve skolastisizmin dünyasında yaşıyordu (35). Aralarında Rinucci benzeri birçok başka yazar ve örneğin çok dindar Sacchetti’nin dostları da vardı.
14. yüzyıl boyunca, Villani gibi ortalama bir üst orta sınıf üyesi, evrensel skolastik bilgisi ile kendini belli ederdi. Öğrenim almakla ilgilenen halktan kişiler için yalnızca ansiklopediler, kilise tinsel bilgisinin özetleri, derlemeler (çoğunlukla İncil, Aristoteles, Kilise Babaları, Ptoleme, Pliny, vs) - alegorik kavramlar ve dışsal analojiler yardımı ile evrenin birleşik yorumları, gerçeklik ve efsanelerin karışımı vardı. İyi bilindiği gibi, önemli skolastik, resmi kilise ansiklopedileri 13. yüzyılda çoğunlukla Fransa’da, Latince yazılmıştı. Bu yapıtları yazanlar genellikle Dominikenlerdi. Dominikenler bu yüzyılda “rasyonalist” birleşme ve Kilise öğreniminin dizgeselleştirilmesi yönünde büyük çaba gösterdi. İtalya’da, özellikle Floransa’da, genellikle halktan yazarlar, yukarda sözünü ettiğimiz yapıtları az ya da çok genişletilmiş biçimiyle İtalyacada yaygınlaştırdılar. Bu yapıtların ilk ikisi Floransalı noter ve kent yöneticisi Brunetto Latini’nin Fransızca yazdığı ve kısa süre sonra İtalyancaya çevrilen Libri del Tesoro ve aynı yazarın şiir biçiminde İtalyanca yazdığı Tesoretto idi. Onları 14. yüzyılda Dante’nin Convivio (1293-1308 yılları arası) adlı yapıtı ve şiir biçiminde yazılmış çok sayıda bilimsel yapıt izledi. Dante’nin Thomizme tam anlamıyla bağlı yapıtı Divina Commedia bile Floransa için çok tipik olan ansiklopedik didaktik şiirlerden biri olarak 14. yüzyılda aynı önemi taşıyordu. Ortalama kültürü olan bir Floransa yurttaşının gözünden bile o, kilise temelli öğrenimin anlaşılabilir bir özetiydi. Doğru, Kilise ilk başta bilginin bu bayağılaştırılmasına, özellikle Commedia olgusunda, bir dereceye kadar karşıydı. Kilise kutsal gerçeğin İtalyancada yaygınlaştırılmasını onaylamadı çünkü ona göre bu seküler görünüyordu ve her durumda kendi bilgi tekeline el uzatmaktı (36). O yine de, hiçbir şeyin durduramadığı bu radikal sekülerleşme çağında çağdaş bilimsel eğilimlerin onun en büyük düşmanı olduğunun ve onlara karşı savaşımında tutucu büyük kitlelerin yardımına gereksinimi olduğunun giderek daha çok farkına varmıştı. Kitlelerin genel yönetiminde, üst burjuvazinin daha alt kesimleri ile özellikle orta ve küçük burjuvazi için yönerge kaynakları olarak ortaçağ öğretimi ve özellikle Divina Commedia’nın İtalyanca olarak böylesine yaygınlaştırılması, yararlı bir tutucu etki oluşturabilirdi (37). Bu bağlamda belirtmek gerekir ki çok sayıda yurttaşın, non grammatici (bilim insanı olmayan; ç.n.)’lerin de Dante hakkında öğrenim almak istemesi nedeniyle, 1373’te Signoria (9 üyeli Floransa hükümeti; ç.n.), Boccaccio’yu kendisinin anadilde ilk kamuoyu yorumcu/çevirmeni olarak görevlendirdi. Küçük burjuvazinin etkin olduğu bir dönemde alınan bu karar bir dereceye kadar demokratik ve halkçı olarak değerlendirilmiş olabilir. Divina Commedia’nın – kilisede gerçekleştirilen – kamusal yorumları, şiirde kilise sembolizmi ve alegorisinin ayrıntılarını (onların düşünce süreçleri ab ovo (başlangıcından itibaren; ç.n.) aynı sembolik karakteri taşıyordu) kitlelerin anlamasına hizmet etti. Bu seminerlerde bir şiirin tek bir bölümünün farklı anlamları, İncil bölümlerinin alegorik anlamlarının vaazlarda açımlanmasına benzer biçimde açıklanıyordu (ya da Boccacio’nun kendisinin antik mitoloji ile ilgili yaptığı gibi): son döneminde Dante yorumcusu olarak Boccaccio, Petrarch ile belirgin karşıtlık içinde olacak biçimde, skolastisizme doğru çağdaş teolojiye eğilim gösterdi. Entelektüel anlamda – ölümünden önceki dönemde bile artık güncel kabul edilmeyen- Salutati’ye dayanan bu Dante yorumlarının giderek artan biçimde daha tutucu olma eğilimi göstermesi anlamlıdır (38) (Ör. Giovanni da Prato, 1417).
15. yüzyılın başında üst orta sınıf ideolojisi en olgun dönemindeyken, antikite ve Arap filozoflar yanı sıra çağdaş araştırmalar yardımıyla, doğa bilimleri ve ilişkili disiplinler, kiliseye bağlı ansiklopedik çerçeveden su yüzüne çıkmaya başladı (39). Dahası, dış dünyaya egemen olma açısından burjuvazi için değerinin artması nedeniyle bunlar daha büyük önem ve saygınlık kazandılar. Salutati’nin eski ve Poggio’nun yeni bakış açıları arasındaki fark bu bağlamda öğreticidir. Salutati, doğa bilimleri araştırmalarını umutsuz bir enerji yitimi olarak değerlendirir. Ona göre, doğrudan Tanrı’dan kaynak alan hukuk incelemeleri tıp araştırmalarından daha önemlidir (1399, De Nobilitate legum et medicinae) (40). Ampirisist Poggio bu yargıyı tersyüz eder.
Uygulamada teknik gereksinimlerin uyarıcı etkileri altında 15. yüzyılın başındaki bu önemli onyıllarda matematik, optik ve mekanik, bağımsızlık kazanmaya başladı. Floransa’da özellikle matematik çalışmaları büyük bir gayretle yürütüldü. Matematik, temelde, üst burjuvazi gücünün doruğundayken, 14. yüzyılın başı ve 15. yüzyılda yükseldi. Floransa okullarında matematik öğretimi en üstün durumdaydı (41). Teknisyenler ve teknikle ilgilenen ilerici sanatçıların (ikisi arasındaki yakın bağlantı dikkate değerdir) deneylerinden sistematik bilim ortaya çıktı (42). Brunelleschi gibi bir mimar, teknisyenden çok “sanatçıydı”. Katedralin kubbesini (Santa Maria del Fiore (Duomo); ç.n.) inşa etmek yanısıra, örneğin Arno nehrini düzene sokmak veya savaş koşullarının yeni teknik yöntemlerinin gerektirdiği güçlendirmeleri uygulamak gibi önemli teknik sorunları çözmek zorunda kaldı. Matematik ilkelerini uygulayarak Brunelleschi, resimde perspektifin yasalarını buldu. O, merkezi perspektif yasalarına göre ufuk noktası çevresini resimleyen ilk kişidir*. Aritmetik ve geometrik çalışmalarında Brunelleschi’ye yardım eden, o dönemde Floransa’nın en önemli kuramsal matematikçisi olan Pozzo Toscanelli idi. Dolayısıyla teknisyen ve sanatçı ilk kez kuram ve uygulamayı, özgürlüğüne kavuşmuş doğa bilimlerinden doğrudan kılgısal sonuçlar çıkarabilmek için birleştirmişti. Matematikle ilgilenen tek sanatçı Brunelleschi değildi. En ilerici ressamlar ve heykeltraşlar perspektif yasalarını uygulamak ve açığa çıkarmak konusunda onu izledi. Bu yeni yöntemin resim ve rölyefte ne kadar devrimci sonuçlar getirdiğini daha sonra göreceğiz. O dönemin en önemli ve ilerici sanatçılarının atölye çalışmalarının, ampirik yöntemlere dayanan ve genel bakış açısından açıkça burjuva olan bilimin yükselişinde belirleyici rol oynadığını gözlemlemek burada yeterli olacaktır.
Dante, Petrarch ve Boccacio’ya sık göndermeler, bizi bilimden yazına getirir. Onların yapıtlarının yazınsal biçemini görsel sanat yapıtlarına uygulamaya çalışacağımız aynı yönteme göre – dünyaya özel bir bakış açısı sonrası ortaya çıktıklarını göstererek - çözümlemek burada bizim görevimiz değildir (43). Eğer yazınsal yapıtlardan birkaç ayrıksı örnekten söz edersek, bu, temelde bunların çoğunun görsel sanatlar için doğrudan kaynak hizmeti görmesi nedeniyledir.
Örneğin Fransiskenler’in spiritüel şiiri Laude ile onunla ilişkili, 13. yüzyılda özel olarak Umbria’da ortaya çıkmış, İsa’nın Çilesi’ni konu edinmiş Compagnie, en devrimci döneminde olan orta sınıfın demokratik-mistik görüşlerinden çıkmıştır. 13. yüzyıl sonunda kent şövalyeleri ve üst burjuvazinin lirik aşk şiiri dolce stil nuovo da Fransisken mistisizmi taşıyordu ancak daha arı ve zarif biçimde. Bunlar bir yandan da erken dönem troubadour şiirinin burjuva dönüşümünü temsil ediyordu. Dini sembolizm seküler şiirde, dini temel uzun zaman korunarak gösterişli, daha sonra giderek artan biçimde mitolojik alegoriye yönelik yüceltildi (44).  Bu dini karakter, alegorik didaktik şiirlerde, 1300’lerde Floransa üst orta sınıfının gücünün doruğunda olduğu dönemde yazılmış “rasyonalist” olanlarda bile özellikle güçlü bir biçimde belirgindir. Örneğin noter Francesco da Barberino’nun (1264-1348) Documenti d’Amore’sini veya tarihçi ve ipek tüccarı Dino Compagni’nin (ö. 1324) yazdığı düşünülen, insan aklına-diğer bir deyişle Tanrı’dan türeyen insan zekası skolastik kavrayışına bir övgü olan, Intelligenza karakteristik başlıklı şiirini belirtebiliriz. 14. yüzyılın ikinci yarısında Floransa’da yazılmış öykülerin genel bakış açısı kısaca bildirilebilir. Boccaccio’nun Decameron’u (1348-53), yeniliğe duyarlı üst burjuvaziyi hafifçe aristokratlaştırırken dünyevi bir bakış açısını yansıtır ve insan zekası ile onun başarısını dikkate değer biçimde yüceltir (45). Sacchetti’nin ciompi ayaklanması sonrası (1388 ile 1395 yılları arasında) yazmış olduğu basit, dokuncasız öyküler küçük burjuva eğilimli demokratik orta sınıf tutumunu gösterir ve tutucu kültürün ürünüdür (46). En son olarak, Giovanni da Prato’nun (d. tahmini 1367, ö. 1442-1446 arası) Paradiso degli Alberti yapıtı (1389) da, tutucu ama bir kez daha aristokratik eğilim savları gösteren bir düşünce biçimi sergiler. Fransa’dan ithal edilen ve Floransa’da çevrilen yiğitlik şiirleri, bu dönemde ve özellikle 1400’lerde aristokratlar arasında ve onları taklit eden burjuva kesimleri yanısıra okumayı bilmeyen küçük burjuvalar (ortaçağ halk şairleri) arasında da çok gözdeydi (47). Alt sınıfları Signoria lehine tutum alacak biçimde etkilemek ve örneğin savaşlarını övmek, Devletin görevlendirdiği halk şairlerinin ve kent çığırtkanlarının işiydi. Buna göre, Antonio Pucci (1310-88), Floransalıların ulusal gururunu uyandırmak amacıyla geçmiş savaşlarını betimledi (48) ve Villani’nin tarihçesini şiir biçimine getirdi (Centiloquio): genel olarak tutucu burjuvazinin estetikten yoksun görüşlerini popüler biçime getirerek yaydı.
Bu olağan örneklerden belki daha önemli olan – sanatta koşutlukları bakış açısına göre -  değerlendirmekte olduğumuz dönemin sonuna doğru üst orta sınıfın ilerici entelektüel çevrelerinde şiir ile ilgili değerlendirme konusunda kesin bir değişiklik olduğu gerçeğidir. Bu değişiklik, daha seküler bir bakışın görünümüydü ve yazın ile sanat konusunda gelecekteki tutum açısından temel önem taşımaktaydı. Bunun, Petrarch’ın dönemi kadar erken bir zamanda başlamış olduğu ve Bruni ile Niccoli çevresinde çok daha radikal bir karakter kazandığı söylenebilir (49). Bir şiir artık yalnızca içeriğine – yani, “içerik” o döneme dek her zaman dini içerik anlamına geldiğinden teolojik ve ahlaki bakış açısına - göre değerlendirilmeyecekti. İçerik daha dünyevi olunca şiir artık estetik, ya da daha doğru bir deyişle retorik ölçütlere göre değerlendirilecekti (50). Retorik, antik dönem kahramanlarının övülmesi için zorunlu ve uygun araç olarak kabul ediliyordu. Bruni, şiir sanatının klasik kaynağının kendi içinde olmasını, onu savunmak için yeterli bir neden olarak gördü ve Horatius’un Ars Poetica yapıtının öğretici ve eğlenceli olduğunu savladı (De Studiis et Litteris, tahmini 1405). Radikal hümanistler artık biçim ve biçem, temelde Latince bağlamında olmasına karşın dilin basitlik ve açıklığı üzerinde duruyordu. İçeriği teolojik olan şiir, kendi soyut gerçeklerini şiirsel biçimde sunabilmek için zorunlu olarak alegori kullanıyordu. Şiiri, özellikle klasik şiiri o zamana dek savunan, alegorinin bu gizli teolojik anlamıydı (51). Petrarch ve Boccacio o dönemde uyguluyor olsa da erken quattrocento (15. yüzyıl İtalyan rönesansı; ç.n.) hümanistleri tam tersine alegoriye artık zorunlu bir sanatsal araç olarak bakmıyorlardı. Onlar, yeni temalar ile onların yeni kavranışı ardından, alegoriyi yalnızca yararlı bir yorumlama yöntemi olarak gördüler (52). Teolojik ve alegorik Divina Commedia, modern ve tutucular arasındaki tartışmada ölçüt durumuna geldi ve çatışma giderek şiddetlendi. Petrarch’ın İtalyanca yazılmış Commedia’ya karşı nefreti çok büyüktü. Boccacio’ya bu bağlamda şunu yazdı: “Kaba olanlar boyacıları, meyhanecileri alkışlar ve onların beğenisi beni etkilemez”. 14. yüzyılın sonunda bir Olivetan (Bir katolik mezhebi; ç.n.) keşişi olan Matteo Ronto, Commedia’ya saygınlık kazandırmak için onu hekzametrik (altı ayaklı dize; ç.n.) biçime dönüştürdü. Bu şiirin teolojik derinliklerinin artık azıcık bile anlayışla karşılanmadığı Bruni ve Niccoli çevrelerinde, Dante’nin değerinin böylesine küçük görülmesi, en açık sözlülükle dile getirildi (53). Bu çevreninkilere taban tabana zıt – çok sayıda ara yaklaşımı dışarda tutacak olursak – görüşleri Cino Rinuccini, Giovanni da Prato ve kardeşi Domenico, Antonio Pucci, müzisyen Landini ve benzeri tutucu-dindar şair ve yazarlar savunuyordu. Şiirin dini ve alegorik olması gerektiği düşüncesini sürdürdüler. Bu çevre üyelerinin yazdığı çok sayıda şiir, Commedia’ya taklit eden alegorik bakışa göre yazılmıştı (örneğin, Giovanni da Prato, Trattato d’una angelica cosa ve Philomena; Francesco Landini’nin Occam’ın mantığını savunan şiiri). Bütünsel olarak kendini bu karakteristik çatışmada gösteren, üst orta sınıfın en ilerici kesimi ile burjuvazinin ortalama düşünce tarzı arasındaki karşıtlık idi. Bu yalnızca yazını değil tüm genel dünya görüşünü de etkiliyordu. Bu temel karşıtlığı açıkça değerlendirmek dönemin sanatsal konumunu kavramamızda bize yardımcı olacaktır.    

  
* Resim sanatında perspektifi ilk tanımlayan Brunelleschi olsa da perspektif kuramını bilimsel anlamda ilk ortaya koyan, Bağdatlı biliminsanı Ebu Ali el-Hasen İbnü’l-Heysem’dir (965-1040). İbnü’l-Heysem, yazdığı optik kitabı “Kitabü’l-Menazır”da optik kuramını tanıtmıştır. Bu kitap Latinceye “Perspektiva” adıyla çevrilmiştir. İtalyanca çevirisi de Floransa’da Brunelleschi döneminde bilinmekte ve okunmaktaydı. İbnü’l-Heysem’in Rönesans sanatını ve Batı bilimini etkilediğini artık çok iyi biliyoruz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Hans Belting, Floransa ve Bağdat: Doğu’da ve Batı’da Bakışın Tarihi. Çev. Zehra Aksu Yılmazer. Koç Üniversitesi Yayınları, 2012, İstanbul. (ç.n.).

NOTLAR:
1- Fransisken Nominalistler kendilerini Aquinalı’ya dayandırmadılar çünkü teolojideki Aristotelesçi tinsellik artık rasyonalist ilericilik için bir engel durumuna gelmişti. Onun yerine, onlar eski erken dönem Fransisken okulu ile bağlantı kurdular. Bu okulda mantık, Thomizmdekinin aksine ayrılmaz biçimde vahye bağlı olmadığından Kilise öğretileri rasyonel olsun olmasın koşulsuz olarak kabul edilmek durumundaydı. İncil’in (artık Kilise’ye oranla daha sık vurgulanan) otoritesine dayanan Nominalistlere göre teolojik öğretiler için rasyonel bir kanıt gerekmediğinden, Thomizmi aşan kılgısal bireysel gerçeklikleri kabul ettirebildiler. Böylelikle teoloji ve yavaşça güçlenen rasyonalizm arasında Thomizmden yeni ve daha modern bir uzlaşma ortaya çıktı. İnanç bu yolla korundu ancak sistemin birliğinden, felsefe ve dogmanın uyumundan vazgeçildi, düşünce bağımsızlaştırıldı. Bu gelişme, mistisizm ve kuşkuculuk için yeni olasılıklar doğurdu.   
2- Occam, Padovalı Marsilius gibi İmparator Bavyeralı Louis’in hizmetindeydi. O, Nominalist felsefe ile kuzey ülkelerinin demokratik düşünceleri arasındaki ilişkiyi en açık gösterendir. Marsilius gibi o da Curia için geçerli olacak biçimde Spirituellerin yoksulluk kuramını ve Papa’nın ayrıcalıklı hükümranlığına karşı Conciliar kuramını (Kilise genel konseyinin otoritesinin Papa’dan daha yüksek olması gerektiğini savunan kuram; ç.n.) destekledi. Dolayısıyla tüm bu “sol” ideolojik eğilimler bir noktada birleşmeye yönelikti. Bkz. P. Honigheim, “Die Soziologische Bedeutung der nominalistischen Philosophie” (Erinnerungsgabe für M. Weber, Münih, 1923).
3- Thomizmin 15. yüzyılın ikinci yarısından sonra Avrupa genelinde uyanışında, Floransa’da St. Antonino’nun önemli bir rol oynamış olması rastlantı değildir (Cosimo de’ Medici dönemi). 
4- Petrarch ve ayrıca 15. yüzyıl başında Bruni gibi radikal hümanistlere göre Occam’ın felsefesi, Aquinalı’nın Aristotelesçi teoloji yorumu gibi kaba skolastikti. Dolayısıyla biz aynı tutucu kişileri sıklıkla Occam ve Dante’yi savunurken buluruz. Buna göre örneğin müzisyen ve tutucu felsefe yazarı Francesco Landini (1325-97), Occam’ın Mantığını ve aynı zamanda genel olarak skolastisizmi savunmak için bir şiire beste yazmıştır.
5- Onların öğretilerinde, algı çift, gerçek çiftti: Felsefenin doğal ve daha gözle görülen gerçeği vardı ve onlar yalnızca bununla ilgileniyordu. Bir de onların ilgilenmedikleri ama kabul edilmesi gereken, teolojinin kiliseye ait gerçeği vardı. Bunun kabul edilmemesi çok tehlikeli olabilirdi. Onlar ruhun ölümsüzlüğüne inanmıyorlardı. Ayrıca, tutarlı biçimde Thomist olmayan, teoloji ve İbni Rüşdcülük arasında bir uzlaşma arayan çok sayıda ruhban sınıfı üyesi vardı. Bkz. E. Renan, Averroes et l’Averroisme (Paris, 1866) ve K. Werner, Der Endausgang der mittelalterlichen Scholastik (Viyana, 1887).
6- Floransa’da İbni Rüşdcülüğe bağlananların erken burjuva dönemdeki aristokratlar olan Ghibellinler arasından olması anlamlıdır. Popolo minuto (halktan kişiler, ç.n.)’yu küçümseyen, Ghibellin sempatisi nedeniyle Dante’den de önce sürgün edilen şair Guido Cavalcanti bir İbni Rüşdcüydü. Dante de erken döneminde yüksek olasılıkla İbni Rüşdcülükten etkilenmişti (13. yüzyılın en önemli İbni Rüşdcü teoloğu, Engizisyonda yargılanmış Brabantlı Siger’i Cennet’e yerleştirmişti). İbni Rüşdcülüğü Padovalı Marsilius’a uzanan bir çizgi de vardır. Petrarch, İbni Rüşdcüleri sapkınlıkla suçlar. İbni Rüşdcülerin yaklaşımı ona göre çok bilimsel ve materyalistti. Diğer yandan Fransisken Spiritualler teolojik eğitime (Bkz. Bölüm 3, Not 5) ve daha fazla olmak üzere, Arap etkisiyle bozulmuş olduğunu savladıkları bilime karşıydılar. Oysa orta sınıftan bir kesimin o sırada onları destekliyor olduğu daha erken bir dönemde Spiritualler, ana temsilcisi bir doktor olan (Villanovalı Arnaldus, 1248-1314) daha ilerici ve bilimsel anlamda rasyonalist bir tarzı da içeriyordu. Floransalı Patariniler arasında da çok sayıda doktor vardı. Ancak 14. yüzyılda gönenç içindeki burjuvazi tümüyle karşı kampa geçince bu tarz yok oldu.
7- K. Burdach, Reformation, Renaissance, Humanismus (Berlin, 1918). Ancak burada yeni ulusal hareket ve antikitenin yeniden doğuşunda dini-mistik etken aşırı özel biçimde vurgulanmıştır.
8- Boethius’ta (erken 6. yüzyıl) Aristotelesçilik ve Platonculuk – onların antikiteye yönelimleri daha sonra orta çağ teolojisini temelden etkiledi – birbiriyle ve Hristiyanlıkla barışıktır.
9- Salutati klasiklerde yine, Orta Çağ’da kullanılmış alegorik yorum yöntemini uyguluyordu. Camaldolensian tarikatından, antik çalışmaları değersiz gören Giovanni da s. Miniato ile girdiği bir polemikte o, pagan şiirlerinin gizli anlamının İncil’in teolojik gerçeği ile uyumlu olduğu savını sürdürdü (1406).
10- Petrarch, iç yaşamının evriminde, kendine yoğunlaşarak ve karakterini çözümleyerek kendini, Kilise babalarının Yeni-Platonculuk’tan aldığı eski bir kilise ideali – vita contemplativa ideali (yaşam kuamı – Yaratıcıyı görebilmek için tüm günahlarından arınmaya yönelik öğret; ç.n.) - ile ilişkilendirdi ve o ideale yeni bir anlam kattı.
11- Ünlü kişilerin (Cicero, Seneca, Augustinus) Platon’u, halk yığınlarının Aristoteles’i övemeleri nedeniyle Petrarch’ın tartışmalarda Platon’un Aristoteles’e üstün olduğunu savlaması onun için tipiktir.
12- H. Baron, Leonardo Bruni Aretino (Leipzig, 1928).
13- Bunlar Roma Cumhuriyeti döneminde en etkili üç felsefe sistemiydi. Özellikle de Stoacılıktan çok yoğun biçimde etkilenmiş olmasına karşın temelde Aristotelesçiliğe eğilimli olan Cicero üzerinde iz bıraktılar.
14- Bu çok canlı, antik ve Floransalı felsefe ile yine antikiteden ama onun farklı bir döneminden kaynak alan, mutlakiyetçi Medici döneminde Floransalı entelektüeller arasında yaygın olan edilgin ve dini Neo-platonizm arasındaki karşıtlık için bkz. Bölüm2 , Not 82.
15- C. Prantl, Geschichte der Logik im Abendlande (Leipzig, 1855-70).
16- Latince’den İtalyanca’ya Geri degli Spini’nin önerisiyle çevrildi. Sallust’un çevirisi Bartolommeo’yu Nero Cambi destekledi.
17- Bunun yanısıra, antik dönem çalışmaları – kendisi ilgilendiği ölçüde – ona bir tür geçmişe kaçış sundu ve kendi tekilliğini duyumsattı.
18- A. Hortis, Studii sulle Opere latine del Boccacio (Trieste, 1879) ve C. Coulter, The Genealogy of the Gods (Vassar Medieval Studies, 1923).
19- Örneğin Pratolu bir noter, Arrigo Simintendi, Ovidius’un Metamorphoses yapıtını, 14. yüzyıl başı gibi erken bir dönemde düzyazı biçiminde İtalyancaya çevirdi. Floransalı noter Alberto delle Piagentine Boethius’un De Consolatione philosophiae yapıtını 1332’de çevirdi. 14. yüzyılın sonunda Floransalı tüccar Niccolo Sassetti Boccaccio’nun De claris mulieribus yapıtını çevirdi.  
20- Roma yazınında, en çok da Cicero’da, Romalılar’a örnek olacak biçimde Yunan filozof ve şairlerinin önemine sürekli göndermelerde bulunulması Floransalıların dikkatini çekmişti.
21- Kilise yazını da aranmıştır ancak bu ikincil önemdedir.
22- Chrysoloras’ı üniversitede ders vermesi için Floransa’ya zengin üst burjuvazi üyeleri çağırdı. Bruni ve Marsuppini de onun öğrencileri arasındaydı. Öğrencilerinden bir başkası, Plutarkos’u çeviren ünlü pedagog Veronalı Guarino, burada 1404-1414 yılları arasında Yunanca eğitimi verdi. Aristoteles’in Retorik yapıtını çeviren Francesco Filelfo’yu Floransa’ya Albizzi çevresi çağırmıştı. Filelfo, üniversitede 1429’dan 1433’e kadar eğitim verdi. Niccolo da Uzzano ve Palla Strozzi gibi birkaç ayrıksı örnek dışında üst orta sınıf, üniversite için para vermeye eğilimli değildi (1321 gibi erken bir dönemde kuruldu, 1413’te yeniden örgütlendi). Yöneticiler içinde, Medicilerle Albizzi yandaşları arasında ise bir savaşım süregidiyordu.
23- Buna karşın çeviriler, anadile hiçbir zaman doğrudan Yunanca’dan yapılmadı. Yunanca bilen hümanistler, özellikle Bruni, bunun saygınlığa aykırı olduğunu düşünmüş olabilirler.
24- E, Walser, Poggius Florentinus (Leipzig, 1914).
25- Manastırda düzenlenen felsefe toplantılarının fazla seküler bir ruhu olduğunu ve çileciliği içermediğini düşünen diğer S. Spirito keşişleri, Marsigli’ye bile saldırdılar. Bkz. Not 36.
26- Ancak, G. Toffanin'in (Che cosa fu l'Umanesimo, Floransa, 1929), hümanistlerin her bağlamda Kilise ile dayanışma içinde olduğunu, Kilise ve hümanistlere duyulan genel hoşnutsuzluk ile İtalyan dilinde öğrenimin yaygınlaşması arasında belirleyici önemde bir bağ bulunduğunu bildirmesi abartılıydı.
27- Yeni yaklaşımın göstergesi - o dönemde Curia'nin resmi görevlisi olan - Poggio'nun mektubudur. Constance Konseyi adına Bruni'ye yazdığı bu mektupta, duruşmadaki ve yakılırkenki soğukkanlı tutumuna tanıklık ettiği Praglı Jerome ile ilgili sapkınlık savlarını kuşkulu karşılayarak Roma Stoacılığı halesini ona bağışladığını belirtir.
28- Carlo Marsuppini, Niccoli ile yakın ilişki içindeydi. Marsuppini'nin Yunanca ve Latince yazın konusundaki bilgisi en az Niccoli'ninki kadar genişti. o, Cosimo'nun kardeşi Lorenzo de' Medici'nin öğretmeniydi. 1431'den sonra Floransa üniversitesinde eğitim verdi ve daha sonra kent yöneticisi oldu.
29- P. Joachimsen, Aus der Entwicklung des italienischen Humanismus (Hist. Zeitschr. 121, 1920).
30- Bkz. metnin son iki sayfası ve Not 53.
31- Tam açıklama için bkz. G. Voigt, Die Wiederbelebung des classichen Altertums (Berlin, 1880) ve A. della Torre, Storia dell Accademia Platonica di Firenze (Floransa, 1902).
32- Yeni neslin kültürü ile 14. yüzyıl kültürü arasındaki fark yine de çok büyüktü. Medici Sarayı'nın 1418 yılı kataloğunda Cosimo'nun çoğunluğu antik döneme ait, bir kısmı İtalyan yazarların olmak üzere (tarih, mitoloji, şiir) 63 kitabı varken, babası Giovanni'nin "kütüphane"sinde yalnızca 3 kitap bulunuyordu: Gospeller, St. Margaret'in (gebe kadınların koruyucusu) yaşamı, Dominici'nin bir vaazı.
33- Antik dönem ile dini düşüncenin birleşiminin çok açık olduğu bir başka ortam, daha önce sözü edilmiş olan, Albizzi dönemi Floransa elçilerinin konuşmalarıdır. Klasik düşünce kesinlikle baskın olsa da İncil'den alınan sözcük öbekleri de sıktır. Üst Yönetim'in klasikle uzlaşım yönündeki fırsatçılığı, 1425'te hümanizme karşı hiç ilgi duymayan Papa V. Martin'e gönderilen Floransa elçisine, antik döneme ait sözcük kullanmaması yönünde bilgi vermesi ile görülür.
34- Bu, Dominici'nin bakış açısına denk gelir. O da klasik yazını gençlerin eğitiminden dışlamamış, dini eğitimin verildiği bir döneme saklamıştır.
35- Bu çevre ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Wesselofsky, a.g.e.
36- Benediktenler, örneğin Kutsanmış Giovanni delle Celle, Marsigli'yi, İtalyanca yürüttüğü ve temel olarak halktan kişilerin katıldığı felsefi tartışmalar nedeniyle keskin biçimde suçladılar. Onlara göre öğretim yaygınlaştırılmamalıydı. Bkz. Not 25.  
37- 1400 yılı çevresinde, Kilise'nin kendisi de tinsel savunması için İtalyanca kullanıyordu (Ör. Dominici).
38- Wesselofsky, a.g.e. Dante yorumlarının genel olarak tutucu karakterde olmasına karşın büyük hümanist Filelfo, Floransalıların yurttaşlık haklarının kazanımı için çalışırken nüfus çoğunluğu arasında daha geniş popülarite edinmek için bu seminerlerden bir kısmını Katedral'de verdi. Kilise'nin Divina Commedia'yı tutucu amaçlar doğrultusunda kullanım yöntemi, Sienalı St. Bernardino'nun vaazlarında Dante'den sıklıkla alıntı yapması ve öğrenim verdiği vaizlere Dante'nin şiirini çalışmalarını önermesiyle kendini gösterir. (Bkz. K. Hefele, Der hl. Bernhardin von Siena und die franziskanische Wanderpredigt in Italien Während des 15. Jahrhunderts, Freiburg, 1912).
39- Fransisken Mezhebi'nin yoğun doğa bilim çalışmaları temelde, kuzey ülkelerinde yürütüldü. Bu, daha önceden tanımladığımız görece ilerici tutumun bir yönünü temsil ediyordu. Doğa bilimlerinde, 13, yüzyılın orta kesimi ve ikinci yarısında İngiltere'de etkin olan Bacon gibi dünyaca önemli bir kişiliğin Floransalı Fransiskenler arasında bulunması hayal bile edilemezdi.
40- Salutati, müziği bile tıptan daha önemli olarak gördü, çünkü o skolastik eğitim sisteminin yedi özgür sanatından biriydi. Petrarch da tıbbı retoriğin altına yerleştirmişti.
41- G. Uzielli, La Vita e i Tempi di Paolo del Pozzo Toscanelli (Roma, 1894).
42- L. Olschky, Die Literatur der Technik und der angewandten Wissenschaften vom Mittelalter bis zur Renaissance (Heidelberg, 1918).
43- E. Auerbach (Dante als Dichter der irdischen Welt, Berlin, 1929) Thomist sistemde Commedia'nın içeriği ve öğretileri yanı sıra düzen ve evrensel uyum savaşımı ile birlikte tüm psikolojisi ile ilgili kesin bir açıklamam bulur. K. Vossler (Die philosophischen Grundlagen zum süssen neuen Stil, Heidelberg, 1904) 12. yüzyılda Fransa’da her toplumsal kesimin kendine özgü tipte şiiri bulunduğuna ilişkin kanıt gösterir. Aynı yazara göre 13. yüzyılda İtalya’da bu keskin bölünmeler, genel demokratikleşme ve eğitimin yaygınlaşması sonucu bulanıklaşmaya, yazınsal beğeni farklılıkları da basitçe toplumsal konuma göre değil, öncekiyle kısmen örtüşecek biçimde, eğitim düzeyine denk düşmeye başlar.
44- Huizinga, a.g.e.
45- Boccacio’nun novelinde, orta sınıfın genel bakış açısına uygun olarak işçiler kirli, saygın olmayan bir topluluktur ve onların temsilcileri yalnızca zekanın ortaya çıkmasına engel olmaya yarar.
46- Sacchetti’nin yazınsal ürünlerinde belirttiği toplumsal ve siyasi görüşlerinin bir kısmı burada aktarılabilir. O, üst burjuvazi üyesi, küçük ölçekte de olsa, bir bankerdi. Ayrıca, sıklıkla devlet görevlerinde bulundu. Kendisi de Floransa mahkemelerinin zenginden yana yargıda bulunduğunu açıkça söyler. Otto Santi savaşında o Papa’ya karşıydı. Ciompi Ayaklanması’ndan önce orta sınıfın Salvestro de’ Medici önderliğinde yükselişini iyi karşıladı. Kısa süre sonra ayaklanmanın bastırılmasına ve yönetim gücünün mezzane gentiye geri dönmesine sevindi. Öykülerinde, Boccacionunkilere benzer biçimde işçileri küçümseme vardır.  
47- Aşk motifi içeren efsaneler (Arthur, Tristan, Lancelot) dönemi, ilk kesimin, saf serüven öyküleri (Karolonj efsaneleri) ikinci kesimin daha çok hoşuna gitti. St. Francis bile sıklıkla kahramanlık ideallerine gönderme yapmış, öğrencilerine konuşurken onları Yuvarlak Masa Şövalyeleri ve Şarlman'ın şövalyeleri ile karşılaştırmıştır.
48- 1424'te Antonio di Meglio (1382-1448) Floransalılara, Milano'ya yenilgileri sonrası (Milan Dükü'nün tiranlığına göndermede bulunarak), savaşın sürdürülmesi için para sağlamak üzere şiirle seslenmiştir. Albizzi, berber ve popüler bir şair olan Burchiello'ya (1404-49), Medici karşıtı soneler yazması için para ödemiştir. Niccolo da Uzzano, Rinaldo degli Albizzi'nin aşırı eğilimlerine karşıt olarak, yönetimdeki oligarşi üyelerinden, siyasetlerini daha ılımlı duruma getirmelerini isteyen şiirler yazmıştır.   
49- K. Vossler, Poetische Theorien in der italienischen Frührenaissance (Berlin, 1900).
50- Poggio’nun yeni görüşleri için, etik bakış açısına göre değil bir estetin tanımıyla bkz. C. S. Gutkind, “Poggii Bracciolinis geistige Entwicklung” (Deutsche Vierteljahrsschr., für Literaturwiss. X, 1932).
51- örneğin Virgilius'un Divina Commedia ve daha öncesindeki büyük önemi, onun dördüncü Eclogue'undan kaynaklanır. O, İsa'nın dönüşünü bildiren yalvaç olarak değerlendirilir. Geniş değerlendirme için bkz. D. Comparetti, Virgil in the Middle Ages (İng. çev., Londra, 1895. Petrarch'ın Virgilius'a büyük saygısı bile büyük oranda Latin şairin bu hristiyan-alegorik yorumuna dayalıydı. 
52- J. Spingarn, A History of Literary Criticism in the Renaissance (New York, 1925).
53- Niccoli, Bruni'nin Dialogi ad Petrum Paulum Histrum yapıtında, Dante'nin ayakkabıcıların şairi olduğunu söylemişti. Ona göre Dante'nin adı eğitimli ve kültürlülerin listesinden silinmeli; o, dokumacı, fırıncı ve benzeri kişilere bırakılmalıydı. Yine de bu değerlendirmeler Bruni ve Niccoli çevreleri için bile aşırıydı. Bruni'ni kendisinin de bu görüşleri bir dereceye kadar taşımış olabilir ya da belki yıllar içinde tutumu daha az aşırı duruma gelmiş olabilir. 1436'da Dante'nin İtalyanca biyografisini yazmıştır. Bu yapıtı bilerek, "hafif" denebilecek, kültürlü kesimi hedeflemeyen bir yapıttır. Bkz. E. Santini, "La Produzione volgare di Leonardo Bruni Aretino"  (Giornale Storico della Letteratura italiana, LX, 1912). Bruni, Dante'yi, bir şair olarak değil de daha çok, Floransa siyasi yaşamında çok önemli bir rol oynayan bir eylem adamı olarak yansıtmıştır. Divina Commedia ile ilgili olarak, Dante'nin bu yapıtı Latince yazmış olsaydı daha iyi olacağını ama bu dili yeterince bilmediğini belirtir. Brunelleschi, şiirdeki farklı bölgelerin tam konumunu matematiksel olarak çözmek için uğraşmıştır. Bu tutum, halk arasında yaygınlaşmış olan Commedia'yı tam olarak geri çevirmemiş, ancak onu rasyonalize etmeye çalışmış ilerici çevreler için karakteristikti.