23 Kasım 2016 Çarşamba

Roman Değerlendirmesi: Huzur*





Giriş:
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu romanı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulma aşamalarında Osmanlı’nın yıkıntıları üzerinde yükselişi sırasında yaşanan Doğu-Batı çekişmelerini konu alır. Yazara göre yeni cumhuriyet bu iki uygarlık arasında kalmış, debelenmektedir. Bu çatışkılar Mümtaz karakteri aracılığıyla romanda sunulur.

Dil ve Anlatım:
Roman 1949 gibi görece yakın bir zamanda yazılmış olmasına karşın genel olarak eski sözcüklerle yazılmıştır. Bu nedenle Türkçesi akıcı değildir. Bu da anlatımı güçlüklerle dolu bir duruma getirmiştir. Roman üçüncü tekil kişi ağzıyla yazılmıştır. Buna karşın yazar roman boyunca sıklıkla iç konuşmalar ve bilinç akışı yöntemlerine başvurur. Yine sık olarak geri dönüşler vardır. Romanın 1. bölümünde Mümtaz’ın çocukluğu, anne ve babasını ölümü bu yolla bize aktarılır. Kimi zaman da yazar Mümtaz’ın bilincinden bize anlatacaklarını aktarır. Buna örnek, Nuran’la çıktıkları Boğaz gezisi sonunda ceketini Nuran’ın omzuna atarken “Ayın ferahpeza peşrevi” dediği anda anlaşılır, çünkü hemen öncesinde anlatıcı ayın peşrevinden söz etmiştir (Sf. 193).

Başlıca Karakterler:
Mümtaz: Romanın başkarakteridir. Kendisi küçük yaştayken anne ve babasını yitirmiştir. Hep geçmişe bir özlem duygusu ve gelecekle ilgili korkuları duyumsadığından günü yaşamayı pek beceremez. Nuran’la tanışana kadara aşık bile olmamıştır. Arada kalmışlığı, huzursuzluğu içinde taşır. Gerçekte bir düş dünyasında yaşamaktadır. Savaş çok yakındadır ama Mümtaz çalışmadan elde ettiği geliriyle yaşamakta, Şeyh Galip'i konu aldığı kitabını bir türlü bitirememektedir. Yazarın gözünde Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında kalmışlığını temsil eder. Mümtaz zayıf bir kişiliktir ve sorunlarının üstesinden gelmekte zorlanmaktadır.
Nuran: Diğer başkarakter Nuran, Mümtaz’ın sevdiği kadındır. Kocası ondan ayrılınca kızıyla tek başına yaşamaya başlamıştır. Yaşam güçlüklerine dayanmaya çalışmaktadır. Mümtaz’ı sevmiştir ancak kendi gözünde büyüttüğü yaşantısındaki birtakım sorunlar Mümtaz'la evlenmesini geciktirmiştir. En sonunda Suat’ın Mümtaz’ın evinde intihar etmesinin bu evliliğin önünde bir engel olacağını düşünür. Yaşamı sırtında bir yük gibi düşündüğü için mutlu olamamaktadır.
İhsan: Mümtaz’ın amcasının oğludur. Anne ve babası ölünce Mümtaz’ı o yetiştirmiştir. Entelektüel, olgun bir adamdır. O da Mümtaz gibi eski değerlere önem verilmesi gerektiğini düşünür ama bir an önce geleceğin kurulmasını, özellikle ekonomik reformların, burjuva ekonomik gelişmelerin yerleşmesi gerektiğini düşünür. Ağır bir hastalığa yakalanmıştır.
Macide: İhsan'ın karısıdır. İhsan’a çok düşkündür. Mümtaz’a da çok yakın bir dost olarak değer verir. Büyük kızı otomobil kazasında ölünce psikolojik rahatsızlık yaşar.
Suat: Mümtaz’ın yeğenidir. O da Nuran’ı sevmektedir. Evli olmasına karşın Nuran’la birlikte olmak istemektedir. Bu sırada başka kadınlarla da ilişkileri vardır. Alaycı, sorumsuz bir kişidir. O da ağır bir hastalık geçirmiştir. Nuran’la birlikte olamayınca Mümtaz’ın evinde kendini asar.
  
Örge:
Roman dört bölümden oluşmaktadır. Her bir bölüm kendi içinde bir bütünlük taşımaktadır ve nedensellikler içermektedir. Buna karşın nedensellikler yer yer zayıf kurulmuştur. Rastlantısallıklar romanda çok önemli yer tutar. Örneğin Mümtaz'ın Nuran'la tanışması rastlantısaldır. Mümtaz'ın Nuran'la tanıştırmak istediği İhsan ve Macide'ye konukluk etmeye gidemeyeceklerini düşündükleri gün yolda onlara rastlarlar. Beyoğlu'nda kalabalık olmayan bir meyhanede Mümtaz karşılaşmaktan korktuğu ama kafasından da atamadığı Suat'ı metresiyle görür ve onun, metresine istenmeyen gebeliğini sonlandırması için baskı yaptığına, bu çok özel ana, tanıklık eder. En ilginç olan ise Nuran'ın düşürdüğü Mümtaz'ın ev anahtarını Suat'ın bulması, eve girip orada kendini asmasıdır. Mümtaz'la Nuran'ın ayrılmasına neden olan bu son derece önemli olay daha sağlam bir kurguyla verilmeli, düşük olasılıklı bir rastlantıya bırakılmamalıydı diye düşünürüz. Romanda zaman akışı da sık sık iç konuşmalar ve bilinç akışı yoluyla geri dönüşler göstererek kesintiye uğratılmaktadır.
İlk bölümde İhsan'ın yanında kalan Mümtaz'ın kimi ev işlerini bitirmek için dışarı çıktığını görürüz. Yazar geri dönüşlerle Mümtaz'ın yaşam öyküsünü anlatır. Bu bölüm Mümtaz'ın kişiliği konusunda bize bilgi verir, iç huzursuzluğu yansıtılır. İhsan'ın hastalığı ve Nuran'ın ondan ayrılması onu çok üzmektedir. Bir yandan da büyük dünya paylaşım savaşı başlamak üzeredir. İkinci bölümde Mümtaz'ın Nuran'la tanışması, ona aşık oluşu ve ardından onunla bu aşk ilişkisini yaşaması anlatılır. Bu bölüm günümüzden 2 yıl önceki dönemdir. Mümtaz'ın kendini mutlu duyumsadığı zamanlardır. Üçüncü bölümde Mümtaz’ın Emirgan’daki evinde düzenlenen yemek ve müzik akşamı ayrıntılarıyla anlatılır. Bu bölüm zaman dizimi olarak 2. bölümü izler. Suat bu yemeğe katılarak romana girmiş olur. Bölüm Suat'ın ölümü ile sonlanır. Bu bölümde Mümtaz'ın mutluluğu bozulmaya başlar, çünkü Nuran'la bir türlü evlenememiş, bir araya gelememiştir. 4. bölüm, 1. bölümde bırakılan zaman diliminde başlar. İhsan'ın hastalığı ağırlaşınca Mümtaz doktor aramaya çıkar. İlk bölümde duyumsanan sıkıntılar ağırlaşır. Tüm roman boyunca tartışılan Doğu-Batı sorunu, Türkiye'nin arada kalmışlığı bu bölümde de tartışılır. 2. Paylaşım Savaşı'nın başlamasıyla birlikte roman sonlanır, Mümtaz artık sorunlarının üstesinden gelemeyecek kadar yıkılmıştır.

Nesnelerin Birliği:
Sahaflar: Bayezıt’taki sahaflar Doğu-Batı kültür çatışmasını simgeler, bu savaşımın yaşandığı yerlerdir. “Yüz yıllık bir didinme”  olarak niteler yazar bunu.
Çadırcılar: Buralardaki her küçük eşya ile yazar bizi eskiye götürür. Bir traş aynası, sedef yelpaze, baston sapı aracılığıyla anılar canlandırılır.
Bedesten’deki elmas: Bu elmas Mümtaz’a bir süre önce kendisinden ayrılan sevgilisi Nuran’ı anımsatır.
Mahur Beste: Nuran’ın dedesinin bestelediği Mahur Beste Mümtaz’la Nuran’ı birbirine bağlar. İkisinin de sevdiği bir yapıttır. Bu yapıt aynı zamanda Mümtaz’ı geçmişe yani Doğu köklerine de bağlar.
Müzik, Türk Sanat Müziği yapıtları: Mümtaz bu yapıtları dinlerken duygudurumu ile özdeşlikler kurar. Örneğin içki sofrasında Nuran’la birlikteyken kendini mutlu duyumsadığı anda, İsmail Dede Efendi’nin “bulunduğun yer cennetimizdir” dizesini, Nuran’ı düşünerek söyer.
Yaşar bey’in ilaçları: Yaşar Bey Nuran’ın dayısının oğludur. İş yaşamındaki başarısızlık olarak değerlendirdiği bir olay, istediği konumda çalışmak için atanmaması sonrası ilaç bağımlısı olmuştur. Yazar onun yaşamdaki her etkinliğini ilaçlarla gerçekleştirdiğini söyler. Bu kötü durumu çağdaş bilimin ticaret düşüncesi olarak vurgular ki bu doğru olsa bile yazar bunu Batı uygarlığını küçümsemek için anlatır. Yaşar’ın karşısına babası Tevfik Bey’i koyar. Tevfik Bey 74 yaşındadır, eski bir İstanbul “efendisi”dir. Yazar onun hiç ilaç kullanmamasına karşın çok sağlıklı olduğunu, her akşam içkisini içtiğini yaşamın zevklerini dolu dolu tattığını anlatır. Tevfik Bey Doğu’nun temsilcisi olarak yansıtılır.
Beethoven'in keman konçertosu: Suat kendisini asmak üzereyken Beethoven'in keman konçertosunu dinler. Bu konçertoyu daha sonra İhsan'ın hastalığı için konuştuğu doktorun da dinlediğini görür. Ölümü anımsatmaktadır ona bu konçerto. Birdenbire bunu kendisinin de o gece dinlemiş olduğunu sanar. Bir süre sonra ölüm düşüncesi onu sarar.

Çatışkılar:
Romanda Doğu-Batı felsefi çatışması temel eksenlerden biri olarak ele alınmıştır. Yazarın tartışma konularından biri ölümdür. Ölümün, Doğu’da istekle karşılanması yüceltilirken Batı’da Descartes’e gönderme yapılarak akıl küçümsenir. Diğer bir tartışma konusu yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde eski geleneklerden yani Doğu uygarlığından tamamen kopuştur. Mümtaz aşkın, eski gelenekler, Türk Sanat Müziği ile bu topraklarda daha coşkulu yaşandığını düşünür. Ona göre insanlara yeni bir yaşam vermeden önce onlara yaşama katlanma gücü veren eskiyi bozmamak gerekir.  
Sanat alanında ise Klasik Türk Sanat Müziği ile Klasik Batı Müziği karşılaştırılır. Bir yanda Doğu uygarlığının temsilcileri Mahur Beste’nin bestecisi Talat Bey, Dede Efendi, Ressam Cemil, diğer yanda Batı uygarlığının temsilcileri Debussy, Wagner vardır. Yazara göre Klasik Türk Sanat Müziği ile ilgilenen sanatçılar alçakgönüllüdür, kişisel özelliklerini ön plana çıkarmazlar. Herkese karşı dost ve eşittirler. Oysa Batı Müziği sanatçıları öfkeli, hırslıdırlar.

Canlandırma:
Romanda canlandırmalar ayrıntılı ve özenli biçimde verilmiştir. Mümtaz’ın babasının ölümü, savaştan kaçarken yanına uzanan kızın uyurken ona sarılışı zihninde o günkü gibi yaşamaktadır.
Nuran’la boğaz gezileri büyük bir coşku ve mutluluk kaynağıdır Mümtaz için. Öyle ki doğa bu çoşkuya katılır, balık oltasının ucundaki izmarit bile az sonra ölecek olmasına karşın mutlu görünür. Oysa akşam Nuran’dan ayrılık saati geldiğinde çiçekler solar, hava iyice kararır.
Mümtaz Taksim’e taşındıktan sonra Nuran onu daha az görmeye, evine daha seyrek uğramaya başlar. Emirgan’daki yalıda Nuran’ı beklemek Mümtaz için mutluluk iken, Taksim’deki evde beklemek büyük acı çektiren bir durum olur. Bu bekleyişi sokak satıcılarının, apartman komşularının sesleri ile yaşar. Belli saatlerde belli gürültüler bu bekleyişi zamana kazır.
Mümtaz, Nuran’ın gelmediği gecelerden birinde büyük bir kıskançlık duygusu içine düşünce Beyoğlu’nda bir meyhaneye girer. Yazar Boğaz’daki içkili yemek sofralarını ne kadar güzel ve estetik biçimde anlatmışsa, meyhanedeki masaları ve burada içenleri Mümtaz’ın kötü duygudurumuna da uygun biçimde çirkinleştirerek aktarır. Buradaki orospuları çamura düşmüş mısır koçanına, onların seslerini ekşimiş ve küflü bir hamura benzetir. Bunlara baktıkça da kendini daha kötü duyumsayıp oradan kaçar. 

İtki:
Kızının hastalıkları, önceki evliliğinden kaynaklanan güven sorunları Nuran’ın Mümtaz’la evlenme kararını vermesini geciktirir. Kendisini sevdiğini söyleyen Suat’ın Mümtaz’ın evinde intihar etmesi, Nuran’ın Mümtaz’la evlilik düşüncesinden vazgeçmesine neden olur. Bu önemli olayın, Suat'ın Nuran'ın düşürdüğü ev anahtarını rastlantı eseri sokakta bulmasına dayandırılması bu kurguyu zayıflatmaktadır.

Öznel Konumlar:
Mümtaz Nuran’ın uzaktan gelişini bir tür “zihni kamaşma” olarak tanımlar. Nuran’ın köşe başında görünmesiyle her şey silinir, endişeler yok olur.
Nuran’ın bakışları Mümtaz’ı çok etkiler. Nuran bakışlarıyla onu kimi zaman mutlu eder, kimi zaman da zavallı bir duruma düşürür. Mümtaz bu bakışları, o olmadığında da gözünde canlandırır.
Mümtaz gezerken gördüğü manzaraları sık sık ünlü ressamların tablolarına benzetir.
İhsan için doktor aramaya çıktığında doktorun Çengelköy'de köşkünde olabileceği söylenir ona. Aklına hemen Nuran'la mutlu olduğu dönemde Boğaz'da yaptıkları gezintiler gelir.

Zaman:
Romanın geçtiği dönem 2. Paylaşım Savaşı’nın hemen öncesidir. Yazar geri dönüşler yoluyla bundan 2 yıl öncesini de anlatmaktadır.

Uzam:
Roman İstanbul’da geçer. Başkarakterler Mümtaz ve Nuran Boğaz kıyılarında, Mümtaz Emirgan’da, Nuran Kandilli’de yaşamaktadır. Boğaz, Mümtaz ve Nuran'ın aşklarını yaşadığı yer olarak bir yandan da tüm güzellikleriyle betimlenir. Yalılar, bahçeler, çiçekler, kayık gezileri, lüfer avı hep bu aşkın sahnesi gibi sunulur ama bu aynı zamanda bir güzellemedir. Bu güzelleme İstanbul'un diğer semtleri için de ayrı olarak sunulur. Mümtaz ve Nuran tüm eski İstanbul'u, onun tarihi, dini yapılarını gezerler. Bu yapıların güzelliklerine, eski İstanbul'a hayran olurlar. Buna karşın yazar bu yapılarda bir döküklük, bakımsızlık olduğunu da vurgular. Bu yapıların olduğu semtlerde yaşayan insanlar da yoksuldur. Bu tutum aslında yıkılan eski Osmanlı uygarlığına bir ağıt gibidir. Yazar o eski dönemlere duyduğu özlemi uzamlar üzerinden yansıtmaktadır.

İzlek:
Roman, Mümtaz karakteri üzerinden Doğu-Batı sorununu tartışmak istemiş gibidir. İç konuşmalar, geri dönüşler, bilinç akışı yöntemiyle bu tartışmayı güçlendirmeye çalışır. Nedensellikler yer yer zayıf kurgulandığı için roman gücünü yitirir. Mümtaz da zayıf bir karakter olarak toplumundan sorumlu bir aydın kişiliğinde görünse de bir düşler dünyasında yaşadığı için var olan sorunların üstesinden gelemez. İhsan'ın hastalığı ağırdır, ölümü yakındır. Nuran ondan ayrılmıştır ve dönmeyecektir. Paylaşım Savaşı bir yıkım getirecektir. İşte tüm bu yaşamsal sorunlar, kendini geçmişle yarın arasında kalmış sayan, bugünü de bir türlü yaşayamayan Mümtaz için kaçınılmaz yenilgilerdir. Yazar Türkiye için de umutsuzdur.

Toplumsal Çözümleme:
Çalışmak zorunda kalmadan, kiralık da olsa bir yalıda yaşayan Mümtaz, yoksulluk içindeki Türk toplumu ile karşıtlık içindedir. Mümtaz bir düş dünyasında yaşamaktadır. Oysa yaşam sorunlarla doludur. Geçmişe duyulan özlem, yeniliklere alışamama, Mümtaz'ın yaşamındaki gerçek sorunların da üstesinden gelememesine yol açar. Yazar Türkiye ile ilgili kaygılı, umutsuzdur. Savaşı başlamasıyla birlikte tüm güzellikler de son bulacaktır ona göre.


* Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergah Yayınları, İstanbul, 2016.

21 Kasım 2016 Pazartesi

Roman Değerlendirmesi: Denizin Kanı*




Giriş:
Tarık Dursun K.’nın “Denizin Kanı” adlı romanı, Cumhuriyet’in çok partili yaşama geçtiği dönemde 1 yıllık bir süreçte bir Ege kasabasında sünger avcılarının başından geçenleri anlatır. Temelde toplumsal sınıfların durumunu ve ezen-ezilen ilişkilerini gösterir.

Dil ve Anlatım:
Roman üçüncü tekil kişi ağzıyla yazılmıştır. Yazar, öz Türkçe sözcüklerle son derece duru ve canlı bir anlatım sunmaktadır. Doğanın canlı olduğu gerçeğini yansıtan Türkçe’ye özgü halk dilini romanda kullanmış, akıcı bir anlatım ve toplumcu gerçekçi bir biçem kurmuştur.
Yazar romanını kurgularken, her bölümün başındaki küçük bölümlerde romanın izleğine katkı sunan ara öykücükler anlatmıştır. Böylelikle epik bir yöntem kullanarak romanı zenginleştirmeyi de başarmıştır.
Tarık Dursun, romanının başıyla sonunu sünger avının sonuna, denizcilerin kasabaya gelişine denk getirir. Romanın başında ayrıntılı biçimde anlattığı ala kuşun uçuşunu yine romanın sonunda da görürüz. Ala kuşun uçuşu bir kötü haberi, bir ölümü imler. Roman, tanımadığımız bir sünger avcısının ölümüyle başlar, romanın baş karakterlerinden biri olan sünger avcısı Kara Mustafa’nın ölümüyle sonlanır. Böylelikle sanki başa dönmüş gibi oluruz ama bu arada romanın diyalektik sürecini yaşamış oluruz. Diyalektik yöntemi başarılı biçimde kullanan yazar bu yolla bize yaşamın da diyalektiğini gösterir.

Başlıca Karakterler:
Şaban Reis: Romanın başat karakterlerindendir. Cesur, mert bir kişidir. Av sürecinde sünger avcılarının önderliğini yapar. Ağayla savaşımlarında da onların öncüsüdür.
Aşır Reis: Deneyimli denizci Aşır Reis, Şaban Reis’ten sonra gelen önderdir. Şaban Reis kadar cesur değildir. Uzlaşmacıdır.
Kara Mustafa: Romanın başat karakterlerindendir. Deniz tutkunudur, Şaban Reis’in oğlu gibidir. Iraz’sever, onunla evlenir. Avda vurgun yer, sakat kalır. Ardından Hacı Gömü, Iraz’a göz koyup onu elde etmeye çalışır. Bu mert kişi bunca haksızlığa baş kaldıracaktır.
Hacı Gömü: Sünger avcılarının avladıklarını satarak emeklerini sömüren ağadır. Çıkarları için herşeyi yapabilecek biridir. Korkaktır ama zenginliğine güvenerek kendisine bayrak açan emekçi süngercilerle savaşır, onları ezmek, kendine bağımlı köleler yapmak için her türlü önlemi alır.
Iraz: Kara Mustafa’yı çok sever, baba evinden kaçar ve onunla evlenir. Mustafa vurgun yiyip sakat kalınca çok üzülür. Hanife kadın, Hacı Gömü’nün aracılığını yaparak Iraz’ın kafasını karıştırır. Hacı Gömü’nün Hanife kadın aracılığıyla gönderdiği pahalı armağanları önce kabul etmek istemez ama geri de çeviremez. Bu konuda istemeden, Kara Mustafa’nın sonunu hazırlayacak zayıflıklar gösterir.
Hanife Kadın: Kocası sünger avında ölmüştür. Denizi, denizcileri sevmez, Şaban Reis’e de hınç duyar. Dedikoducu, kötü biridir. Kendisine para öneren ağayla işbirliği yapar, avcıların direncini kırmak için kadınları kocalarına ve Şaban Reis’e karşı kışkırtır, sürekli rahatsız eder. Her eve girer çıkar, onların kafalarını karıştırır. Dahası, tüm kadınları Şaban Reis’in karısı Halime kadına sözlü ve fiziksel olarak saldıracak kadar yönlendirmeyi başarır. Yine ağanın aracılığını yaparak Iraz’ı kandırmaya, onun metresi yapmaya çalışır.

Örge:
Örge nedenselliklerle örülmüştür. Roman, ağa Hacı Gömü için çalışan yoksul sünger avcılarının Hacı’dan kendileri için kayık istemeleriyle başlar. Kendi kayıkları olursa ağadan bağımsız çalışabileceklerdir. Ağa buna izin vermeyecektir ve derin çatışkı, ağa-azap çatışkısı, yani ezen-ezilen çatışkısı, bir sınıf savaşımı biçiminde kendini göstererek romanın belkemiğini oluşturacaktır. Olaylar bu temel çatışkı üzerinden gelişir. Ağa onlara kayık satmaz çünkü emekçilerini sömüremezse zenginleşemez. Kasabalı sünger avcıları ağaya istediklerini kabul ettirme, kendileri adına çalışabilme, emeklerini ağaya sömürtmeme umuduyla ava çıkmayacaklarını bildirirler.

Nesnelerin Birliği:
- Ala kuş: Romanın başında bir ala kuş Kara Ada’dan kalkar, kasaba üzerinde acı acı bağrışır. Kuşun kötü haber getirdiğine inanılmaktadır. Gerçekten de bir sünger avcısının ölümünü önceden duyurur. Romanın sonunda da yine kötü kötü haykırır. Yine bir ölümü önceden haber vermektedir. Yazar romanının kurgusunda önem taşıyan bu iki ölümü bize ala kuş aracılığıyla vermektedir.
- Ezan: Ezan Türkçe okunmaktadır. Bu, bize Halk Partisi’nin yönetimde olduğunu gösterir.
- Deniz: Deniz, bu kasabada yaşayanlar için son derece önemlidir. Yaşamlarını deniz sayesinde kazanırlar. Emekçiler onu canlı bilirler, öyle görürler. Deniz aynı zamanda  orospudur, imansızdır. İnanışlarına göre deniz dibi cinlerinin iki kızı onları kandırarak kendilerine çeker. Denizin çağrısına uyan süngerci artık geri dönemez. Vurgun yer, ölür ya da sakat kalır.
- Cumhuriyet Alanı: Bu küçük kasabanın meydanı Cumhuriyet Meydanı’dır. Bu da cumhuriyet ideallerinin biçimsel de olsa yaşatılmaya çalışıldığını gösterir.
- Çakır’ın kahvesi: Kasabalı süngercilerin buluşma yeridir. Önemli kararlarını da burada alırlar.
- Hacı Gömü’nün yazıhanesi: Bu yazıhane, romanın başında süngercilerin isteklerini ağaya bildirdikleri yerdir. Burada Hacı, katibi İsmail’le birlikte avcıları nasıl dize getireceğini planlar. Şaban Reis’in tayfaları adına Hacı’nın isteklerini koşulsuz kabul ettiği, bunu onuruna yediremeyip Hacı’nın suratına tükürdüğü ve İsmail’i de tokatladığı yerdir aynı zamanda. Hanife Iraz’ı buraya getirir, ağa Iraz’a kol saatini burada armağan eder. Mustafa ağayı öldürmek için buraya gelir, kendi ölümü burada olur.
- Kristal hokka takımı: Yazıhane masasının üstünde duran bu kesme kristal hokka takımı, Hacı’nın gücünün ve zenginliğini simgesi gibidir. Şaban Reis’i bu hokkanın karşısında esas duruşa geçmeye zorlar. Romanın son bölümünde Mustafa onu neredeyse öldürecekken de o takım orda duruyordur ancak ölümden kaçarken Hacı’nın ceketine takılır ve yere düşerek kırılırlar.

Çatışkılar:
- Sünger avcısı emekçiler ile sünger ağası arasındaki çatışkı: Bu çatışkı romanın ana çatışkısıdır, bir sınıf savaşımını temsil eder. Emekçi sünger avcılarının emeklerinin karşılığını ağa Hacı Gömü’ye yedirtmemek için verdikleri savaşımdır bu. Sünger avcılığı çok tehlikelidir, her dönemde vurgun nedeniyle ölen ya da sakat kalanlar olmaktadır. Üstüne de kazancın çoğuna ağa el koymaktadır, avcılar ağaya bağımlıdırlar. İşi bıraktıklarında ava da gidemedikleri için geçim sıkıntısı yaşarlar, buna katlanmak zorundadırlar. Ağa, onların işini başka bir avcı kümesine verdiğinde ise sıkıntı daha da artmıştır çünkü onlar başarılı olursa tam olarak işsiz kalacaklardır.
- Altıokçular ile demirkıratçılar arasındaki çatışkı: İlk çok partili seçimler yaklaşmaktadır. Herkes siyasileşmiş, anlamını bilmese de “hürriyet” eşitlik”, “insan hakları” gibi kelimeler kullanmaya başlamıştır. Kasaba da ikiye bölünmüştür. Yeni kurulan Demokrat Parti’nin kasabadaki temsilcisi de ağa Hacı Gömü olacaktır. Yeni parti yükseliştedir ve çıkarını iyi kollayan Hacı da yönetimdeki Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı çıkacak, ‘demirkıratçı’ olacaktır.
- Kasabanın sünger avcıları ile dışardan gelen tayfa arasındaki çatışkı: Kasabalı süngerciler emek savaşımı verirken Hacı, dışardan başka bir avcı tayfa kümesini getirtir ve iki emekçi kümeyi karşı karşıya getirir. Çıkarları ortak olsa da ‘ekmek parası’ uğruna uzlaşamazlar ve birbirlerine zarar verirler. Kasabalılar dışardan gelenlere kılavuz vermez, bunun sonucunda iki kişi vurgun yiyerek ölür. Dışardan gelenlerin av süreci de kasabalıların savaşımdaki direncini kırar, bekleme süresini uzatarak Hacı’ya zaman kazandırır. Sonuç her iki kesim için de kötü olur.
- Sünger avcılarının deniz ile ilişkisi-savaşımı: Deniz, avcıların geçimini sağlayacak süngeri onlara verir ama bu süngeri elde etmek zorlu bir süreçtir. Günlerce denize açılarak sünger arayan denizciler derinlere dalmak durumundadırlar. Av süreci onları ailelerin çok uzun sürelerle ayrı tutmaktadır. Dahası dalış eylemi de tehlikelidir. Vurgun yeme korkusu hep vardır. Vurgun çoğu zaman ölüme kimi zaman da felç geçiren denizcinin sakat kalmasına neden olmaktadır.

Canlandırma:
Romanda canlandırmalar başarılı bir biçimde verilmiştir.
Kocakafa’nın diyet olarak kolunu denize verişi, kasabalı kadınların Halime kadına saldırma anı, Şaban Reis’in Hacı’nın yazıhanesine gidişi,  çok ayrıntılı gösterilir.
Mustafa’nın Hacı’nın yazıhanesine silahla gidişi, silahı doğrultmakta zorlanışı incelikle anlatılır.

İtki:
Avcılar, emeklerinin karşılığını hakkıyla almak için kayık isterler ama paraları olmadığı için Hacı’ya giderler. Hacı onlara kayık satarsa bundan böyle onları sömüremeyeceği için onlara engel olur ve avcıları kendine çalışmak zorunda bırakmak için çeşitli dolaplar çevirir. Sınıf savaşımının özelliklerini burada görürüz. Avcılar amaçlarına ulaşmak için örgütlenmeye çalışırlar ve bu yönde hareket ederler.

Öznel Konumlar:
- Mustafa: Toprakla uğraşmak istemez, deniz burnunda tütmektedir. Bir yandan da Iraz’ı çok sevmektedir. Sünger avcılığı için kasabaya geri döner.
Mustafa düşünde çocukluğunu, atı Nedim’i görür. Mutlu olduğu bir dönemi Iraz’la birlikteyken yine duyumsamaktadır. 
- Aşır Reis ilkyaz geldiğinde birgün Hacı’nın apansızın ortadan yitip gittiğini sezer. Hacı’nın kötü birşeyler planladığını anlar.
- Şaban Reis, kendileri yerine sünger avına çıkacak denizcilerin önderi Borozan Reis’i askerlikten tanımaktadır. Borozan Reis o zaman yat borusu çalardı. Şaban Reis, o yat borusunu özlemle çaldığında herkesin duygulandığını anımsar. Ortak bir duyguda birleştirici o dönem şimdi yerini çatışmaya mı bırakacaktır.

Zaman:
Roman 1945-46 yıllarını anlatmaktadır. Bu dönem Türkiye Cumhuriyet’inin çok partili yaşama ve ilk kez seçime gittiği dönemdir. Halkın siyasallaşması ve dahası kutuplaşmasına sahne olur bu yıllar.

Uzam:
Olaylar Ege kıyısında küçük bir kasabada geçer.

İzlek:
Sünger avcıları özelinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 22 yıl sonra, dahası çok partili ‘demokratik’ bir yaşama geçerken devrimin emekçilere eşit ve adil bir yaşam sağlamadığını görüyoruz. Emekleri sömürülmekte, ölümüne çalıştıkları halde aç kalmaktadırlar. Sözümona demokratik yaşam buralara uğramamıştır ve uzun bir zaman daha uğramayacak gibidir. Emekçiler örgütlenme bilincinde değildir ve para kazanmak için birbirleriyle de savaşmaktadırlar. Karşı devrimcilerin bu savaşımı kazanacağı, romanın sonunda Hacı Gömü’nün değil Mustafa’nın ölümüyle bize bildirilir gibidir.

Toplumsal Çözümleme:
Roman Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili yaşama, demokrasiye geçiş döneminde, geçimini denizde sünger avlayarak sağlayan emekçilerin nasıl sömürüldüğünü göstermektedir. Cumhuriyet Türkçe ezan ile, alan ismi olarak kendini biçimsel olarak göstermektedir ancak kazanımlar günlük yaşama ulaşmamıştır. Bu insanlar para kazanabilmek için ağanın emri altında çalışmak zorundadırlar. Bunun dışında yaşama şansları yoktur. Romanda yazgılarına başkaldıran emekçilerin örgütlenemediklerini, doğal olarak o bilinçte olamadıklarını ve yenilgiye uğradıklarını görürüz. Karşı devrimciler Demokrat Parti altında birleşirler. İlk seçimleri kazanamazlar ama anlarız ki bir sonraki seçimde zafer ne yazık ki onların olacaktır.

* Tarık Dursun K., Denizin Kanı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.