İnsanlığın gerçeklik
arayışı çok eskilere dayanır. İnsan, içinde yaşadığı dış dünyayı, doğayı ve
öncelikle de kendini bilmek, tanımak ister. Yaşamını sürdürebilmek için bunu
yapmak, keşfetmek zorundadır. Evriminin ilk aşamalarında doğa karşısında
kendini zayıf duyumsadığı için yol gösterici işaretler ve büyük güçler
aramıştır. Büyücü ya da hekimlerin öncülüğünde bu savaşıma girişmiş, evriminin
ileri aşamalarında aklını kullanmayı öğrenmiştir. Aklıyla doğayı denetlemeye
çalışmış, bilimsel yöntemler geliştirerek bunu başarmıştır. Bu aşamada ilkel
geçmişinin bir kalıntısı olan dinle aklının temsilcisi olan bilim çatışmış ve
bir yol ayırımına gelmiştir.
İslam düşünürü İbni Rüşd
bu aşamada insanlık adına çok önemli bir belirlemede bulunmuştur. İbni Rüşd,
aynı gerçeğe iki farklı yoldan gidilebileceğini söylerken dinin, aklın
gerçeklerini geçersiz kılmayacağını anlatmaya çalışmıştır. Ona göre felsefe
(bilim) ve din aynı gerçeğe ulaştırır. Yalnızca araçları farklıdır. İbni Rüşd
felsefe ve dini birbirine yakınlaştırmaya çalışırken felsefi akıl yürütmenin
daha üstün olduğunu da belirtir. İşte bu söylem daha kesin olarak İbni Rüşd'den
800 yıl sonra, yaşadığımız topraklarda daha yüksek sesle vurgulanacak ve genç
Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli üniversitelerinden birinin, Ankara
Üniversitesi Dil, Tarih Coğrafya Fakültesi'nin duvarına kazınacaktır: “Hayatta
en hakiki murşit ilimdir (Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir)”. Bu önemli
iletiyi buraya yerleştiren dünya görüşü insanlığın bu savaşımının ayırdına
varmış ve yol göstericilik konusunda seçimini bilimden, aydınlanmadan yana
yapmıştı. Bu seçimin arkasında da İbni Rüşd'ün 800 yıl önceki belirlemesi
vardır. Bir başka deyişle, “seçkin” bir bilim insanımızın yakın zamanda savladığı
gibi o "oldukça basit bir cümle" değildir. Atatürk bu derinlikli
cümleyi Samsun'da yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nin genç öğretmenleriyle
konuşurken 1924'te söylemiştir. Yeni cumhuriyetin umudu olan gençlere o,
"beyinleri ilim ve fen ile süslenmiş değerli insanlar" diye
seslenmiştir. Bu söylev çok özenlidir. Atatürk burada, uygarlık için, yaşam
için en gerçek yol gösterici olarak 'ilim ve fenni' işaret ederken başka bir
yol gösterici aramanın dikkatsizlik, bilgisizlik, yanlışlık olduğunu da
belirtmiştir. Temelde bu laikliktir. Öyle ki İbni Rüşd’ün getirdiği bu yeni
anlayış Batı uygarlığını etkilemiş, Avrupa’da Rönesans’ın başlamasına katkıda
bulunmuştur. Bu kavram İslam dünyasına İbni Rüşd ile girmiş, onun Kordoba’dan
kovulması ve kitaplarının yakılması sonrasında da bu kültürden çıkmıştır. İşte
Atatürk ile 800 yıl sonra Türkiye’nin kazandığı değer budur, laikliktir.
Batı uygarlığının
Rönesans ile birlikte dinin boyunduruğundan nasıl kurtulduğu, İslam dünyasına
nasıl üstünlük kurduğunun ayrıntıları başka bir yazının konusudur. Burada
ilginç olan Rönesans’ı yaratan burjuva birey ve ilerici burjuva dünya görüşünün
bir zaman sonra nasıl gericilik batağına saplandığıdır. 21. yüzyılda Türkiye’de
önde gelen bir bilim insanı nasıl oluyor da yukarıda ne derece önemli olduğunu
belirtmeye çalıştığım “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir” cümlesi için
küçümseme amacıyla “oldukça basit” diyor? Burada sorun “uzmanlaşma” kavramından
kaynaklanmaktadır. Uzmanlaşma, kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu
Rönesans sonrası dönemde ortaya çıkmıştır. Rönesans döneminde, daha çok, daha
ucuz, daha kolay üretme bilinci öne geçtiğinde lonca kurallarının gevşemesi ve
loncaların çözülmesi ile birlikte birçok konuda bilgili, birçok farklı konuda
üretebilen “evrensel insan” ortaya çıkar. Evrensel insan uzman değildi, pek çok
konuda etkinlikte bulunabiliyordu. Bu dönemde bilgi tekeli kırılmıştı.
Kapitalist iş bölümünün
dayatılması teknolojik gelişimle birliktedir. Bu iş bölümü, hızlı ve çok üretim
adına getirilmiştir ve uygulama konusunda getirilen yeni kısıtlamalarla bilgi
alanları herkesin erişimine karşı sınırlandırılmıştır. İnsani tüm etkinlikler,
üretimin zenginleştirilmesi içindir artık. ‘Uzman’, bu bilgi alanlarında farklı
yeni yöntemleri uygulayanlara verilen bir ünvan durumuna gelmiştir. Rönesans’ın
‘Evrensel İnsan’ı da ‘bilgiçlik taslayan’ diye adlandırılarak küçümsenmiştir. İş
bölümü, uzmanlaşmayı, yani insani yeteneklerin çeşitliliğini getirir ve bu da
kapitalist üretim biçimi için yararlıdır. Marks’ın belirlediği gibi bu
yararlılık yalnızca meta değişimi içindir. İnsani yeteneklerin bu etkin
kullanımı belli bir sınıfın zenginleşmesini sağlar ancak birey olarak insanın
yeteneklerini azaltır ve bireyi o tek yetenek alanına hapsederek yoksullaştırır.
Uzmanlık da zaten bireye, onun diğer bilgi alanlarına erişimini kısıtlayarak elden
geldiğince az işlem vermektir.
Görüleceği üzere ancak ‘uzman’ bir bilim insanı, tek
gerçek yol göstericinin bilim olduğu ilkesine karşı çıkabilir. Aydınlanma
değerlerini benimsemeyen bir kişi bu tuzağa düşebilir. Üniversite duvarına kazınmış
bu cümlenin içeriğini kavrayabilmek için “Evrensel insan” olmak, kapitalist iş
bölümünün getirdiği uzmanlaşmadan kaçınmak gerekir.