8 Mayıs 2018 Salı

Evrensel İnsan Ve Bilimin Yol Göstericiliği






İnsanlığın gerçeklik arayışı çok eskilere dayanır. İnsan, içinde yaşadığı dış dünyayı, doğayı ve öncelikle de kendini bilmek, tanımak ister. Yaşamını sürdürebilmek için bunu yapmak, keşfetmek zorundadır. Evriminin ilk aşamalarında doğa karşısında kendini zayıf duyumsadığı için yol gösterici işaretler ve büyük güçler aramıştır. Büyücü ya da hekimlerin öncülüğünde bu savaşıma girişmiş, evriminin ileri aşamalarında aklını kullanmayı öğrenmiştir. Aklıyla doğayı denetlemeye çalışmış, bilimsel yöntemler geliştirerek bunu başarmıştır. Bu aşamada ilkel geçmişinin bir kalıntısı olan dinle aklının temsilcisi olan bilim çatışmış ve bir yol ayırımına gelmiştir.
İslam düşünürü İbni Rüşd bu aşamada insanlık adına çok önemli bir belirlemede bulunmuştur. İbni Rüşd, aynı gerçeğe iki farklı yoldan gidilebileceğini söylerken dinin, aklın gerçeklerini geçersiz kılmayacağını anlatmaya çalışmıştır. Ona göre felsefe (bilim) ve din aynı gerçeğe ulaştırır. Yalnızca araçları farklıdır. İbni Rüşd felsefe ve dini birbirine yakınlaştırmaya çalışırken felsefi akıl yürütmenin daha üstün olduğunu da belirtir. İşte bu söylem daha kesin olarak İbni Rüşd'den 800 yıl sonra, yaşadığımız topraklarda daha yüksek sesle vurgulanacak ve genç Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli üniversitelerinden birinin, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih Coğrafya Fakültesi'nin duvarına kazınacaktır: “Hayatta en hakiki murşit ilimdir (Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir)”. Bu önemli iletiyi buraya yerleştiren dünya görüşü insanlığın bu savaşımının ayırdına varmış ve yol göstericilik konusunda seçimini bilimden, aydınlanmadan yana yapmıştı. Bu seçimin arkasında da İbni Rüşd'ün 800 yıl önceki belirlemesi vardır. Bir başka deyişle, “seçkin” bir bilim insanımızın yakın zamanda savladığı gibi o "oldukça basit bir cümle" değildir. Atatürk bu derinlikli cümleyi Samsun'da yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nin genç öğretmenleriyle konuşurken 1924'te söylemiştir. Yeni cumhuriyetin umudu olan gençlere o, "beyinleri ilim ve fen ile süslenmiş değerli insanlar" diye seslenmiştir. Bu söylev çok özenlidir. Atatürk burada, uygarlık için, yaşam için en gerçek yol gösterici olarak 'ilim ve fenni' işaret ederken başka bir yol gösterici aramanın dikkatsizlik, bilgisizlik, yanlışlık olduğunu da belirtmiştir. Temelde bu laikliktir. Öyle ki İbni Rüşd’ün getirdiği bu yeni anlayış Batı uygarlığını etkilemiş, Avrupa’da Rönesans’ın başlamasına katkıda bulunmuştur. Bu kavram İslam dünyasına İbni Rüşd ile girmiş, onun Kordoba’dan kovulması ve kitaplarının yakılması sonrasında da bu kültürden çıkmıştır. İşte Atatürk ile 800 yıl sonra Türkiye’nin kazandığı değer budur, laikliktir.
Batı uygarlığının Rönesans ile birlikte dinin boyunduruğundan nasıl kurtulduğu, İslam dünyasına nasıl üstünlük kurduğunun ayrıntıları başka bir yazının konusudur. Burada ilginç olan Rönesans’ı yaratan burjuva birey ve ilerici burjuva dünya görüşünün bir zaman sonra nasıl gericilik batağına saplandığıdır. 21. yüzyılda Türkiye’de önde gelen bir bilim insanı nasıl oluyor da yukarıda ne derece önemli olduğunu belirtmeye çalıştığım “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir” cümlesi için küçümseme amacıyla “oldukça basit” diyor? Burada sorun “uzmanlaşma” kavramından kaynaklanmaktadır. Uzmanlaşma, kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu Rönesans sonrası dönemde ortaya çıkmıştır. Rönesans döneminde, daha çok, daha ucuz, daha kolay üretme bilinci öne geçtiğinde lonca kurallarının gevşemesi ve loncaların çözülmesi ile birlikte birçok konuda bilgili, birçok farklı konuda üretebilen “evrensel insan” ortaya çıkar. Evrensel insan uzman değildi, pek çok konuda etkinlikte bulunabiliyordu. Bu dönemde bilgi tekeli kırılmıştı.
Kapitalist iş bölümünün dayatılması teknolojik gelişimle birliktedir. Bu iş bölümü, hızlı ve çok üretim adına getirilmiştir ve uygulama konusunda getirilen yeni kısıtlamalarla bilgi alanları herkesin erişimine karşı sınırlandırılmıştır. İnsani tüm etkinlikler, üretimin zenginleştirilmesi içindir artık. ‘Uzman’, bu bilgi alanlarında farklı yeni yöntemleri uygulayanlara verilen bir ünvan durumuna gelmiştir. Rönesans’ın ‘Evrensel İnsan’ı da ‘bilgiçlik taslayan’ diye adlandırılarak küçümsenmiştir. İş bölümü, uzmanlaşmayı, yani insani yeteneklerin çeşitliliğini getirir ve bu da kapitalist üretim biçimi için yararlıdır. Marks’ın belirlediği gibi bu yararlılık yalnızca meta değişimi içindir. İnsani yeteneklerin bu etkin kullanımı belli bir sınıfın zenginleşmesini sağlar ancak birey olarak insanın yeteneklerini azaltır ve bireyi o tek yetenek alanına hapsederek yoksullaştırır. Uzmanlık da zaten bireye, onun diğer bilgi alanlarına erişimini kısıtlayarak elden geldiğince az işlem vermektir.
Görüleceği üzere ancak ‘uzman’ bir bilim insanı, tek gerçek yol göstericinin bilim olduğu ilkesine karşı çıkabilir. Aydınlanma değerlerini benimsemeyen bir kişi bu tuzağa düşebilir. Üniversite duvarına kazınmış bu cümlenin içeriğini kavrayabilmek için “Evrensel insan” olmak, kapitalist iş bölümünün getirdiği uzmanlaşmadan kaçınmak gerekir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder