Devrimci sosyalist yazar Metin
İlkin 1932 yılında Zonguldak’ta doğdu, 7 Şubat 1998’de İstanbul’da yaşama veda
etti. Enver Paşa’nın torunu olan İlkin, varlıklı bir ailenin üyesi olmasına
karşın Türkiye’de sosyalizmin gelişmesi uğruna servetini harcamaktan çekinmedi.
Sınıfsal bir bakış açısıyla sanat eserleri üretti. Emekçi sınıfın yanında hem
bir yazın ustası hem de örgütlü toplumsal savaşımın bir üyesi oldu.
Kuruluşundan itibaren İşçi Partisi üyesi oldu. 60’lı yıllarda İşçi Partisi’nde
çalıştı.
İlk yazıları 1953’te İşçi Gazetesi’nde, ilk öyküleri 1958’de Yeditepe’de yayınladı.
Mayıs 1971’de 6 sayı sürdürülecek
olan Gelecek dergisini yayınladı. Ocak 1973’te Yeni Adımlar dergisini yazarlar
Orhan Suda ve Mehmet Ergün ile birlikte çıkarmaya başladı. Yayın dünyamızın bu önemli dergisinin ilk 2
sayısı toplatıldı. Dergi Şubat 1975’e kadar 25 sayı yayınlandı. Mayıs – Kasım
1975 arasında Yayın Haberleri dergisini çıkardı. Sahibi olduğu Yücel Yayınları
ile 80’li yıllarda pek çok kitabı yayın yaşamımıza kazandırdı. Pek çok klasiği
de Türkçeye çevirdi.
Eserlerinin sıralayacak olursak:
Öykü kitapları: Mescit Çıkmazı (1961), Konuşmak (1966), Yarın İçin (1970), Zor
Zaman (1970), Yarın İçin-Selam Olsun (1970), Nöbet (1971), Çocukluğumuz (1997).
Ayrıca, Aydınlıkçı Şair Aydınlıkçı Yazar Nazım Hikmet (İnceleme) (1976), Promete
Ölümsüz Kahraman (Şiir-Destan) (1995) adlı eserleri vardır.
Metin İlkin öykülerinde ekmeği
için savaşım veren, eşitlikçi, adil, sömürüsüz bir dünya için savaşan, direnen
emekçileri anlatır. Onlar greve gidenler, savaşımları uğruna işkence görenlerdir.
Bütün zorluklara karşın grev çadırından ayrılmazlar, birlikte savaşım
verdikleri arkadaşlarına ihanet etmezler, işkenceden yılmazlar. Uğruna savaşım
verdikleri devrimin gerçekleşeceğine inanırlar. Metin İlkin öykülerinde erdemli
yeni bireyi, yeni bir dünyayı kuracak sosyalist insanı öne çıkarır. Bu yönüyle
de aynı zamanda evrenseldir.
Metin İlkin’in sanat görüşü ile ilgili
şunları aktarabiliriz: Ona göre sanatsal değer taşımayan eser bir sanat eseri
sayılamaz. Yani ancak sanatsal değer taşıyan bir eser “güzel” olarak
değerlendirilebilir. Diğer bir yargısı, insanın ilkel döneminden beri
çevresinde olup bitenleri ve bu olup bitenler içinde ya da karşısında kendisinin
insan olarak ne olduğunu anlamak istediğidir. Sonra, anlamak da yetmez,
zararına olanı yararına işleyecek biçimde değiştirmek istenilir. İnsanın bu
istemi, onun tek grup ya da sınıf olarak pratiğini eleştiren, potansiyel gücünü
tarihin gelişimi doğrultusunda ajite eden ve seçenek getiren eserlerle gönül ve
düşünce bağı kurmasını sağlar.
Metin İlkin, sanat üretme yolunda
ilk koşulun sanat ve toplumsal yaşam birliği olduğunu söylemiştir. Bu anlayış
gerçekçi edebiyatın temel ilkelerinden biridir. İlkin, sosyalist dünya
görüşünün taşıyıcısı bir yazar ve eleştirmen olarak gerçekçi sanatın Marksist
bir sosyalizm kavrayışı ile ilişkilendirilmesi gerektiğini savunur. Ona göre
Marksizm, “toplumsal olayları soyut toplumsal emekle değerlendirmek, artık
değeri ya soyut toplumsal emeğin bir uzantısı, yani bir değer kuramı olarak ele
almak ya da artık-değeri değerin bir sonucu değil de değerden bağımsız olarak
ortaya çıkmasının benimsenmesi durumunda bir değer kuramı ve bir artık-değer
kuramı olarak ele almaktır”. Marksizmin, nesnel gerçeğin soyutlanması ve bu
soyutlamanın gene somutlaştırılması olduğunu söyler. Sanatçının bunu başarması
gerektiğini söyler. Bu görüşünü de şöyle temellendirir: Ona göre sanat nesnel
gerçekliğin sosyalizm açısından soyutlanmasıdır. Bu aşamada Metin İlkin’in
görüşlerini gerçekçilik ve “güzel” kavramı üzerine önemli katkılar yapmış
Hegel’in görüşleriyle karşılaştırmak isteriz. Öncelikle belirtmek gerekir ki gerçekçi
eser, başlangıcı, sırası ve sonu yazarın seçimine bırakılmış karışık bir
gözlemler yığınından oluşmaz. Öncelikle, Hegel’in değinmiş olduğu gibi güzel eserde
özne-nesne ilişkileri rastgele değildir. Hegel, dışsal ve içsel nesneleri sonlu
zeka olarak sınadığımızı; onları gözlediğimizi, algıladığımızı, sezgimize
ulaşmaya bıraktığımızı ve bunu anlama yetimizin soyutlamalarına kadar
götürdüğümüzü belirtir. Şeyler bağımsızmış gibi görünse de biz böylece onlara
bir değer vermiş oluruz. Öznel kavrayış özgür olmadığı için, önceden kavranmış
sanılarla sınırlandığı için öznelliği boyunduruk altına almadan ve onu
olabildiğince etkilemeden gerçekliğe ulaşamayız. Ters bir biçimde Hegel’e göre
özne yalnızca nesneleri yıktığı ölçüde ya da hiç değilse onların niteliklerini
değiştirdiği, onlar üzerinde çalıştığı, onlara biçim verdiği, öznelliklerini
bozduğu ya da birinin diğeri üzerindeki etkilerini gösterdiği ölçüde bunu
gerçekleştirebilir. Buna göre artık ne nesneler ne de özne özgürdür. Bu özgür
olmayışın aşılması gerekir. Hegel’e göre nesneler güzel olarak benimsendikleri
zaman onların özneye ve nesnesine göre olan tek yanlılıkları ve sonlulukları
biter. Güzel bir nesne kendi var oluşu içinde kendi kavramını gerçeklik
kazanmış gibi gösterir ve öznel birliğini açığa çıkararak başkasına olan
bağımlılığını ortadan kaldırır. Aynı biçimde ‘Ben’ de yalnız gözlemin, duyusal
sezginin, dikkatin ve soyut düşüncelerdeki tek tek özel gözlemler ile
sezgilerin sonuçlarının bir soyutlaması olmayı bırakarak bu nesne içinde somut
olur. Hegel tartışmasını sürdürerek pratik ilişkiden de söz eder. Özne, güzel
nesne karşısında kendi sonluluklarını aşar ve nesneyi kendinde bağımsız olarak
düşünür. Güzelin seyredilişi de bu nedenle özgür ve bağımsızdır. Hegel bundan
sonra Güzel’in kendi kendisini kurmuş olarak görünmek zorunda olduğunu
belirtir. Böylece güzel bir nesne, kavramının tam uygunluğunu, içkin birliğini
taşır. Kavramın kendisi somuttur, onun gerçekliği de parçaları içinde
tamamlanmış bir biçimdir. Görüleceği üzere Hegel, İlkin’in belirttiği nesnel
gerçeğin soyutlanması ve bu soyutlamanın gene somutlaştırılması eylemini
gerçekçi eserin, “güzel”in gerçekleşmesi sürecinin temel unsuru olarak ortaya
koymuştur. Bizler burada Metin İlkin’in bu kurama değerli katkısını görmüş
oluyoruz. İlkin, Hegel’in gerçekçi eser kuramını sosyalizm bağlamında
geliştirir, sanat eserinin, yani güzelin, nesnel gerçekliğin sosyalizm
açısından bir soyutlama gerektirdiğini belirtir.
Metin İlkin yazar, şair, çevirmen,
eleştirmen olarak gerçekçi edebiyatımıza büyük katkılar yapmıştır. Devrimci
sosyalist kişiliği nedeniyle burjuva edebiyat düzeninde sesini duyurması ne
yazık ki engellenmeye çalışılmıştır, oysa o gerçekçi eserleriyle yeni bir
dünyanın kapısını bize açmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder