Bundan 5 yıl öncesi. Çok sevdiğim
Panayot Abacı ile 4 günlüğüne Kıbrıs’a gidecektik. Kıbrıs’ı ve Kıbrıslıları çok
severdi Panayot Bey. Bir Kıbrıslı olarak ben de bu sevgiden payımı almışımdır.
Daha önce 1976’da konser vermek üzere Kıbrıs’a gelmiş ve çok beğenmişti. Şimdi
gezi zamanı. Ailemin yanında kalacak, sıcak izin verdiğince turistik yerleri
dolaşacaktık. Benim aklımdan geçenler böyleydi ama Panayot Bey farklı
düşünüyordu.
Herşey Panayot Bey’in şu
sorusuyla başladı: “Kıbrıs’ta senfoni orkestrası var mı?”. Kuzey Kıbrıs’ta
yoktu. “Nasıl olur?” dedi. “Güney’de var Kuzey’de yok. Kurmalıyız.”. Evet,
yanlış okumadınız, “kurmalıyız”. Henüz uçaktayken yolculuğun hedefi turistik
bir gezi olmaktan çıkmış, orkestra kurmak olmuştu. Panayot Bey’in bu konudaki
deneyimi tartışılamazdı doğal olarak. Türkiye’nin saygın müzisyenlerinden biri
olarak yıllarca Şehir Orkestrası’nda ve Devlet Opera ve Balesi’nde viyola
çalmış, Cemal Reşit Rey’le çalışmıştı. Bana kalırsa bu iş için garip bir
ikiliydik. Tanıdığım siyasetçi yoktu ama kimi arkadaşlar aracılığıyla bağlantı
kurabiliriz diye düşünmüştüm. Kıbrıs küçük bir yer ne de olsa öyle değil mi?
İlk Görüşme:
Öncelikle çok sevdiğimiz ortak
dostlarımızı aradım. İlk olarak saygın bir gazeteci, yazar ve akademisyen olan,
İstanbul’da Panayot Bey’le uzun yıllar iletişimde bulunmuş arkadaşımızın evine
gidecektik. Mağusa’da bizi aldı, evinde ağırladı. Güzel ağırladı evet ama
kendisini o akşam boyunca pek göremedik. İşte ilk aksaklık ortaya çıkmıştı.
Kıbrıs’ta o dönemde Cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı ve arkadaşımız gazete ile
televizyonlarda siyasi yorumlar yapıyordu. Sol partilerden birinin başkan aday
danışmanı o akşam sosyal medyada arkadaşımızla ilgili bir iftira atmıştı. Tüm
gece telefon görüşmeleri ile boğuşan arkadaşımızla tek kelime konuşamamış,
ailesinin bize kibarca ikram ettiği yemeği yeyip Lefkoşa’ya dönmüştük. O gün
için tek yapabildiğimiz kısa bir Mağusa gezisi olmuştu.
İkinci Görüşme:
Yılmaya niyeti yoktu Panayot
Bey’in. İkinci akşam, bir gün önce evine gittiğimiz arkadaşımızla ve diğer iki
dostla Lefkoşa’da buluşacak, Kıbrıs meyhanesinde içkilerimizi içerken
konuşabilecektik. Dostlardan biri önemli bir şairimizdi. Kıbrıs’ın en iyi
bilinen muhalif gazetelerinden birinde yazıları da yayınlanmaktaydı. Diğer
arkadaşımız o muhalif gazetenin başyazarı, çok bilinen bir gazeteciydi. Başına
neler gelmemişti ki? Matbaası dönemin cumhurbaşkanını eleştirdiği için
yakılmış, kendisi de mahkemelerde süründürülmüş bir savaşçıydı. Yakın zamanda
bir suikast girişimini de atlattığını belirteyim. Masamızın siyasi düzeyi çok
yüksekti anlayacağınız. Panayot Bey oralı değildi ama, siyasetle zaten ilgiliydi,
onun derdi başkaydı. Kıbrıs’ta senfoni orkestrası kurmak istediğini daha ilk
başlarda söyleyiverdi. İşte o zaman bomba patladı. Başyazarımız içten bir
şaşkınlıkla soruverdi: “Kıbrıslıların klasik müzik sevdiği kanısına nereden
vardınız?”. Panayot Bey yumruk yemiş gibi sendeledi. Bu soruyu anlayamadı.
Yaşamını klasik müziğe adamış biri için kavranabilir bir soru değildi. Bu
soruya yanıt verilebilir miydi? Klasik müzik sevmemek diye birşey kabul
edilebilir miydi? Entelektüeller arasında olduğunu varsaydığı bir masada peki
nasıl böyle bir soru sorulabilirdi? Sabırla anlatmaya çalıştı ama beriki oralı
değildi. Ona göre Kıbrıs’ta yaşam kalmamıştı. Bu adanın kuzeyinde umut yoktu.
Panayot Bey’e boşu boşuna uğraşmamasını öğütlediler bir ağızdan. Panayot Bey
öyle bir hayal kırıklığına uğradı ki bize küstü. Gece boyunca artık pek
konuşmadı. Masada konuşulanların bir anlamı kalmamıştı artık. Kısa süre içinde
seçimlerin getirdiği yoğun siyaset iklimi masaya egemen oldu. Hangi
cumhurbaşkanı adayına hangi banka aracılığıyla ne kadar para desteği
gönderildi, kim kimi destekliyor gibi sorunlar konuşuldu ve gece böylece
hüsranla sonuçlandı.
Üçüncü Görüşme:
Vazgeçmemişti Panayot Bey. Ben de
Kıbrıs’ın en önemli yayınevlerinden birine götürdüm onu. Burası Kıbrıs’la ilgili
çok önemli telif ve çeviri eserlerin basıldığı saygın bir yayınevidir. Sahibi
de etkin bir sosyalisttir, yaşamını Kıbrıs sorununa adamıştır. Kitabevini
gezdikten sonra Panayot Bey yayınevi sahibine yaklaştı. Kendisini tanıttı. Elli
yıldır çıkardığı Avrupa’nın en uzun süredir yayımlanan müzik dergisi
Orkestra’dan söz etti. Acaba dergi kitabevinde satılabilir miydi? Yanıt
korkunçtu: “Kıbrıslılar klasik müzikle ilgilenmez ki?”. Yayınevi sahibine göre
dergi yüksek olasılıkla hiç satılmayacaktı, o yüzden denemeye bile gerek yoktu.
Bu utanç verici an hemen bitsin istiyordum. Panayot Bey kızmış ve ona çıkışmaya
başlamıştı. Bir türlü anlayamıyordu, nasıl olabilirdi ki? Kıbrıslılar niye
klasik müzikle ilgilenmesinlerdi? Öğütler verdi, gene de sakinleşemedi. Hiç
insandan umut kesilir miydi? Yayınevi sahibi bu fırtınayı atlatabilmek için
birkaç sayı gönderilirse orada satmaya çalışacağını söyledi. Bu sözü alarak
ayrıldık oradan ama can sıkıntımız artıyordu.
Küçük bir Lefkoşa gezisi belki
Panayot Bey’i yatıştırır diye düşündüm. Lefkoşa’yı ortadan ikiye ayıran sınıra
yürüdük, Lokmacı Barikatı denen geçiş yerine geldik. Geçebilir miydik? Panayot
Bey geçemezdi, çünkü Kıbrıs’a ‘kaçak bölgeden’, Kuzey Kıbrıs’tan girmişti. Çok
güldü. “Ben, bir Rum, buradan Güney kesime geçemiyorum öyle mi?” dedi. Komikti
ama öyleydi.
Akşam üzeri Girne’ye gittik.
Limanda biraz oturduk. Bu tarihi liman, kafeleriyle pek sevimlidir. Yakın
arkadaşlarımdan biriyle buluştuk. Panayot Bey Kıbrıslılardan dert yanacak oldu.
Niye böyle boşvermişlerdi herşeye. Bir umutsuzluk egemendi herkes üzerinde.
Arkadaşım bunu doğruladı ve kendisinin de Kıbrıs’ta yaşamla ilgili hiçbir
beklentisi olmadığını, burada yaşamın bittiğini söyleyince Panayot Bey iyice
öfkelendi. Kıbrıslılara çok kızıyordu artık.
Dördüncü Görüşme:
Son günde de bir görüşme
yapabiliriz diye düşündüm. Devletin yayın kurumu Bayrak Radyo Televizyon Kurumu
(BRTK)’nda müdür olan Klasik Türk Müziği sanatçısı arkadaşımı aradım. Yemek
eşliğinde konuştuk. Panayot Bey Filarmoni Derneği müdürü olarak İstanbul’da
düzenli konserler organize ettiğini, Batı Müziği yanısıra Klasik Türk Müziği
konserleri de düzenlediğini anlattı. BRTK acaba karşılıklı konserler için
işbirliği yapar mıydı? İstanbul’dan Kıbrıs’a, Kıbrıs’tan İstanbul’a konuk
sanatçılar gidecek, konserler verecek, kısa süreliğine de ağırlanacaklardı.
Arkadaşım bunu çok iyi karşıladı ama ne yazık ki BRTK’nin bu tür etkinliklere
ayıracak pek parası yoktu. Olabilir miydi? Belki. Bu belirsizlik de herşeyin
üstüne tuz biber ekti.
Sonuç olarak bu dört günlük
yolculuk Panayot Bey için bir hüsran, benim açımdan Kıbrıslılar adına utanç
vericiydi. Kıbrıs’ta değil orkestra kurmak entelektüel bir etkinlikte bulunmak
bile zor sanırım. Kabul etmek gerekir ki böylesi kısa bir gezide orkestra
kurmayı düşünmek olağanüstü bir şey. 87 yaşındaki delikanlı Panayot Abacı’nın
hayallerine Kıbrıslılar olarak yetişemedik diyebilirim.
Panayot Abacı’yı geçtiğimiz hafta
92 yaşındayken yitirdik. Kıbrıs’ta en sonunda bir senfoni orkestrası
kurulacağını söylemek için kısa bir süre önce aradığımda hasta olduğunu,
dinlendiğini öğrenmiştim. Savaşçı biriydi o; iyileşecek diye düşünüyor,
Filarmoni Derneği’nde onu ziyaret etmeyi umuyordum. O kaç yaşında olursa olsun
gençti, hayalleri vardı ve o hayallerini yaşama geçirmek için yorulmadan
çalışırdı. Aylık Orkestra dergisini, bir müzik dergisini 53 yıl süresince
çıkarabilmesi onun bu yorgunluk bilmez kişiliğinin eseriydi. Bu sıradışı geziyi
onunla yapmış olduğum için çok memnunum ama Kıbrıslılara kırgın gittiği için de
üzülüyorum. Olmadı, ne yazık ki yeniden görüşemedik, ona söyleyeceklerimi
söyleyemedim. Işıklar içinde yatsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder