4 Ağustos 2015 Salı

Panayot Abacı’yla Sıradışı Bir Kıbrıs Gezisi: “Orkestra Kurmak Mı? Kıbrıslıların Klasik Müzikten Hoşlandığı Kanısına Nereden Vardınız?”


Bundan 5 yıl öncesi. Çok sevdiğim Panayot Abacı ile 4 günlüğüne Kıbrıs’a gidecektik. Kıbrıs’ı ve Kıbrıslıları çok severdi Panayot Bey. Bir Kıbrıslı olarak ben de bu sevgiden payımı almışımdır. Daha önce 1976’da konser vermek üzere Kıbrıs’a gelmiş ve çok beğenmişti. Şimdi gezi zamanı. Ailemin yanında kalacak, sıcak izin verdiğince turistik yerleri dolaşacaktık. Benim aklımdan geçenler böyleydi ama Panayot Bey farklı düşünüyordu.
Herşey Panayot Bey’in şu sorusuyla başladı: “Kıbrıs’ta senfoni orkestrası var mı?”. Kuzey Kıbrıs’ta yoktu. “Nasıl olur?” dedi. “Güney’de var Kuzey’de yok. Kurmalıyız.”. Evet, yanlış okumadınız, “kurmalıyız”. Henüz uçaktayken yolculuğun hedefi turistik bir gezi olmaktan çıkmış, orkestra kurmak olmuştu. Panayot Bey’in bu konudaki deneyimi tartışılamazdı doğal olarak. Türkiye’nin saygın müzisyenlerinden biri olarak yıllarca Şehir Orkestrası’nda ve Devlet Opera ve Balesi’nde viyola çalmış, Cemal Reşit Rey’le çalışmıştı. Bana kalırsa bu iş için garip bir ikiliydik. Tanıdığım siyasetçi yoktu ama kimi arkadaşlar aracılığıyla bağlantı kurabiliriz diye düşünmüştüm. Kıbrıs küçük bir yer ne de olsa öyle değil mi?
İlk Görüşme:
Öncelikle çok sevdiğimiz ortak dostlarımızı aradım. İlk olarak saygın bir gazeteci, yazar ve akademisyen olan, İstanbul’da Panayot Bey’le uzun yıllar iletişimde bulunmuş arkadaşımızın evine gidecektik. Mağusa’da bizi aldı, evinde ağırladı. Güzel ağırladı evet ama kendisini o akşam boyunca pek göremedik. İşte ilk aksaklık ortaya çıkmıştı. Kıbrıs’ta o dönemde Cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı ve arkadaşımız gazete ile televizyonlarda siyasi yorumlar yapıyordu. Sol partilerden birinin başkan aday danışmanı o akşam sosyal medyada arkadaşımızla ilgili bir iftira atmıştı. Tüm gece telefon görüşmeleri ile boğuşan arkadaşımızla tek kelime konuşamamış, ailesinin bize kibarca ikram ettiği yemeği yeyip Lefkoşa’ya dönmüştük. O gün için tek yapabildiğimiz kısa bir Mağusa gezisi olmuştu.
İkinci Görüşme:
Yılmaya niyeti yoktu Panayot Bey’in. İkinci akşam, bir gün önce evine gittiğimiz arkadaşımızla ve diğer iki dostla Lefkoşa’da buluşacak, Kıbrıs meyhanesinde içkilerimizi içerken konuşabilecektik. Dostlardan biri önemli bir şairimizdi. Kıbrıs’ın en iyi bilinen muhalif gazetelerinden birinde yazıları da yayınlanmaktaydı. Diğer arkadaşımız o muhalif gazetenin başyazarı, çok bilinen bir gazeteciydi. Başına neler gelmemişti ki? Matbaası dönemin cumhurbaşkanını eleştirdiği için yakılmış, kendisi de mahkemelerde süründürülmüş bir savaşçıydı. Yakın zamanda bir suikast girişimini de atlattığını belirteyim. Masamızın siyasi düzeyi çok yüksekti anlayacağınız. Panayot Bey oralı değildi ama, siyasetle zaten ilgiliydi, onun derdi başkaydı. Kıbrıs’ta senfoni orkestrası kurmak istediğini daha ilk başlarda söyleyiverdi. İşte o zaman bomba patladı. Başyazarımız içten bir şaşkınlıkla soruverdi: “Kıbrıslıların klasik müzik sevdiği kanısına nereden vardınız?”. Panayot Bey yumruk yemiş gibi sendeledi. Bu soruyu anlayamadı. Yaşamını klasik müziğe adamış biri için kavranabilir bir soru değildi. Bu soruya yanıt verilebilir miydi? Klasik müzik sevmemek diye birşey kabul edilebilir miydi? Entelektüeller arasında olduğunu varsaydığı bir masada peki nasıl böyle bir soru sorulabilirdi? Sabırla anlatmaya çalıştı ama beriki oralı değildi. Ona göre Kıbrıs’ta yaşam kalmamıştı. Bu adanın kuzeyinde umut yoktu. Panayot Bey’e boşu boşuna uğraşmamasını öğütlediler bir ağızdan. Panayot Bey öyle bir hayal kırıklığına uğradı ki bize küstü. Gece boyunca artık pek konuşmadı. Masada konuşulanların bir anlamı kalmamıştı artık. Kısa süre içinde seçimlerin getirdiği yoğun siyaset iklimi masaya egemen oldu. Hangi cumhurbaşkanı adayına hangi banka aracılığıyla ne kadar para desteği gönderildi, kim kimi destekliyor gibi sorunlar konuşuldu ve gece böylece hüsranla sonuçlandı.
Üçüncü Görüşme:
Vazgeçmemişti Panayot Bey. Ben de Kıbrıs’ın en önemli yayınevlerinden birine götürdüm onu. Burası Kıbrıs’la ilgili çok önemli telif ve çeviri eserlerin basıldığı saygın bir yayınevidir. Sahibi de etkin bir sosyalisttir, yaşamını Kıbrıs sorununa adamıştır. Kitabevini gezdikten sonra Panayot Bey yayınevi sahibine yaklaştı. Kendisini tanıttı. Elli yıldır çıkardığı Avrupa’nın en uzun süredir yayımlanan müzik dergisi Orkestra’dan söz etti. Acaba dergi kitabevinde satılabilir miydi? Yanıt korkunçtu: “Kıbrıslılar klasik müzikle ilgilenmez ki?”. Yayınevi sahibine göre dergi yüksek olasılıkla hiç satılmayacaktı, o yüzden denemeye bile gerek yoktu. Bu utanç verici an hemen bitsin istiyordum. Panayot Bey kızmış ve ona çıkışmaya başlamıştı. Bir türlü anlayamıyordu, nasıl olabilirdi ki? Kıbrıslılar niye klasik müzikle ilgilenmesinlerdi? Öğütler verdi, gene de sakinleşemedi. Hiç insandan umut kesilir miydi? Yayınevi sahibi bu fırtınayı atlatabilmek için birkaç sayı gönderilirse orada satmaya çalışacağını söyledi. Bu sözü alarak ayrıldık oradan ama can sıkıntımız artıyordu.
Küçük bir Lefkoşa gezisi belki Panayot Bey’i yatıştırır diye düşündüm. Lefkoşa’yı ortadan ikiye ayıran sınıra yürüdük, Lokmacı Barikatı denen geçiş yerine geldik. Geçebilir miydik? Panayot Bey geçemezdi, çünkü Kıbrıs’a ‘kaçak bölgeden’, Kuzey Kıbrıs’tan girmişti. Çok güldü. “Ben, bir Rum, buradan Güney kesime geçemiyorum öyle mi?” dedi. Komikti ama öyleydi.
Akşam üzeri Girne’ye gittik. Limanda biraz oturduk. Bu tarihi liman, kafeleriyle pek sevimlidir. Yakın arkadaşlarımdan biriyle buluştuk. Panayot Bey Kıbrıslılardan dert yanacak oldu. Niye böyle boşvermişlerdi herşeye. Bir umutsuzluk egemendi herkes üzerinde. Arkadaşım bunu doğruladı ve kendisinin de Kıbrıs’ta yaşamla ilgili hiçbir beklentisi olmadığını, burada yaşamın bittiğini söyleyince Panayot Bey iyice öfkelendi. Kıbrıslılara çok kızıyordu artık.
Dördüncü Görüşme:
Son günde de bir görüşme yapabiliriz diye düşündüm. Devletin yayın kurumu Bayrak Radyo Televizyon Kurumu (BRTK)’nda müdür olan Klasik Türk Müziği sanatçısı arkadaşımı aradım. Yemek eşliğinde konuştuk. Panayot Bey Filarmoni Derneği müdürü olarak İstanbul’da düzenli konserler organize ettiğini, Batı Müziği yanısıra Klasik Türk Müziği konserleri de düzenlediğini anlattı. BRTK acaba karşılıklı konserler için işbirliği yapar mıydı? İstanbul’dan Kıbrıs’a, Kıbrıs’tan İstanbul’a konuk sanatçılar gidecek, konserler verecek, kısa süreliğine de ağırlanacaklardı. Arkadaşım bunu çok iyi karşıladı ama ne yazık ki BRTK’nin bu tür etkinliklere ayıracak pek parası yoktu. Olabilir miydi? Belki. Bu belirsizlik de herşeyin üstüne tuz biber ekti.
Sonuç olarak bu dört günlük yolculuk Panayot Bey için bir hüsran, benim açımdan Kıbrıslılar adına utanç vericiydi. Kıbrıs’ta değil orkestra kurmak entelektüel bir etkinlikte bulunmak bile zor sanırım. Kabul etmek gerekir ki böylesi kısa bir gezide orkestra kurmayı düşünmek olağanüstü bir şey. 87 yaşındaki delikanlı Panayot Abacı’nın hayallerine Kıbrıslılar olarak yetişemedik diyebilirim.
Panayot Abacı’yı geçtiğimiz hafta 92 yaşındayken yitirdik. Kıbrıs’ta en sonunda bir senfoni orkestrası kurulacağını söylemek için kısa bir süre önce aradığımda hasta olduğunu, dinlendiğini öğrenmiştim. Savaşçı biriydi o; iyileşecek diye düşünüyor, Filarmoni Derneği’nde onu ziyaret etmeyi umuyordum. O kaç yaşında olursa olsun gençti, hayalleri vardı ve o hayallerini yaşama geçirmek için yorulmadan çalışırdı. Aylık Orkestra dergisini, bir müzik dergisini 53 yıl süresince çıkarabilmesi onun bu yorgunluk bilmez kişiliğinin eseriydi. Bu sıradışı geziyi onunla yapmış olduğum için çok memnunum ama Kıbrıslılara kırgın gittiği için de üzülüyorum. Olmadı, ne yazık ki yeniden görüşemedik, ona söyleyeceklerimi söyleyemedim. Işıklar içinde yatsın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder