29 Haziran 2015 Pazartesi

ODUN HIRSIZLIĞI YASASI TARTIŞMALARI*

Karl Marks
3 Kasım 1842, Rheinische Zeitung.



Bölümce 4’le bağlantılı olarak, görevini yapan bekçinin güvenirlik değerlendirmesi sorunu ortaya çıktığında bir kent milletvekili şuna dikkat çekti:
“Cezaların devlet hazinesine ödenmesi önerisi kabul edilmezse, tartışılan kanun tasarısı iki kat tehlikeli olacaktır”.
Şu açıktır ki orman bekçisi, değer biçme işini işveren için değil devlet için yaparsa, olduğundan yetenekli görünmek için aynı isteği duymayacaktır. Bu konuda bir tartışmadan becerikli bir biçimde kaçınılmıştır. Bu da, cezalardan elde edilecek parayı orman sahibine ödül olarak veren bölümce 14’ün reddedileceği izlenimi uyandırmıştır. Bölümce 4 meclisten geçirilmiştir. On bölümce oylandıktan sonra, Meclis bölümce 14’e ulaştı. Böylelikle bölümce 4’ün anlamı tehlikeli olacak biçimde değiştirildi. Buna karşın bağlantı tamamen gözardı edildi, bölümce 14 kabul edildi. Böylelikle cezaların orman sahiplerinin özel hazinelerine ödenmesi sağlandı. Bunun temel, gerçekte tek gerekçesi, basit değer karşılığı yeterince yerine konmayan orman sahibinin çıkarlarıdır. Ancak bölümce 15’te cezanın orman sahibine ödenmesi oylanmış ve ona, basit değer yanı sıra zarardan kaynaklanan özel bir bedel ödenmesi kararı alındığı unutulmuştur. O sırada, zaten ödenecek cezalar kasasına girerken böyle bir ek almamış gibi, fazladan bir ödenti alması gerektiği düşünülmüştü. Bunun dışında, cezaların suçludan her zaman alınamayabileceği vurgulanmıştı. Buna göre yalnızca para bakımından devletin yerini almak istendiği izlenimi uyandırılmış, ancak bölümce 19’da maske düşmüş, yalnızca para için değil suçlunun kendisi için de, yalnızca cüzdanı için değil kendisi için de isteklerde bulunulmuştur.
Bu noktada aldatma yöntemi kendi kendini açığa vuran, güçlü ve gizlenmemiş destekle göze çarpar. Çünkü kendini bir ilke olarak açığa vurma konusunda artık ikilemde değildir.
Basit değerin karşılanması ve zararın giderilmesi hakkı, açıkça orman sahibine, odun hırsızına karşı asliye hukuk mahkemelerinde görüşülebilecek özel bir tazminat ayrıcalığı kazandırmıştır. Odun hırsızı parayı ödeyemezse, orman sahibi parasız bir borçluyla karşılaşan özel kişi durumundadır ve doğal olarak bu ona zorunlu çalıştırma, angarya hizmet verdirme, geçici köleleştirme hakkı vermez. Orman sahibinin bu isteğinin temeli neye dayanmaktadır o zaman? Cezaya. Gördüğümüz gibi cezayı iç eden orman sahibi, yalnızca kendi hakkını değil devletin odun hırsızı üzerindeki hakkını da istemekte, yani kendini devletin yerine koymaktadır. Cezayı kendine almakla aslında cezalandırma hakkını kendisinin aldığını akıllıca gizlemektedir. Daha önce cezanın basitçe bir miktar para olduğunu söylemiş olsa da şimdi onu bir cezalandırma olarak değerlendirmekte ve toplumsal bir hakkı ceza yoluyla özel mülkiyete dönüştürdüğünü zaferiyle övünerek kabul etmektedir. Bu sonuç ortaya çıkmazdan önce, ki bu suç olduğu kadar tiksindiricidir, korkuyla geri çekilmek yerine, bir sonuç olduğu için insanlar onu aynen kabul ederler. Sağduyu bir yurttaşı geçici bir serfe dönüştürmenin hak kavramına, her türlü hak anlayışımıza karşıt olduğunu savunabilir ama insanlar omuzlarını silkerek ortada herhangi bir ilke veya herhangi bir tartışma olmamasına karşın ilkenin tartışılmış olduğunu bildirirler. Bu yolla, ceza aracılığıyla orman sahibi odun hırsızı olan kişi üzerinde hileli bir biçimde denetim elde eder. Yalnızca bölümce 19, bölümce 14’ün çifte anlamını ortaya çıkarır.
Böylelikle bölümce 4’ün bölümce 14 nedeniyle, bölümce 14’ün bölümce 15 nedeniyle, bölümce 15’in bölümce 19  nedeniyle, bölümce 19’un yalın biçimde kendiliğinden olanaksız olduğunu ve bölümce 19’un, cezalandırma ilkesini, bu ilkenin kısır döngüsünü içerdiğinden tamamen olanaksız duruma getirmek zorunda olduğunu görürüz.
Böl yönet ilkesi daha ustalıklı biçimde kullanılamazdı. Bir bölümce görüşülürken bir sonrakine hiç dikkat gösterilmemiş ve bu bölümceye sıra geldiğinde bir önceki unutulmuştu. Bir bölümce tartışılmış, bir diğeri tartışılmamıştı, dolayısıyla karşıt nedenlerle her ikisi de tüm tartışmanın üzerinde bir konuma getirilmişti. Herşeye karşın şu ilke onaylanmıştı: “orman sahibinin çıkarlarını koruma konusunda hak ve adalet sağduyusu”. Bu ilke, yaşam, özgürlük, insanlık, devlet yurttaşlığı dışında mülkiyeti bulunmayan, kendilerinden başka hiçbir şeyi olmayanların çıkarlarının korunması konusunda hak ve adalet sağduyusunun tam karşıtıydı.
Orman sahibinin, bir parça odunu karşılığında bir zamanlar insan olan bir şey elde ettiği bir noktaya ulaştık.
“Shylock: En bilge yargıç! İşte hüküm! Hadi, hazırlan!
Portia: Bekle biraz; başka bir şey daha var. Bu anlaşma sana bir damla bile kan vermiyor; burada yalnızca “yarım kilo et” yazıyor: Anlaşmanın yazdığı gibi yarım kilo etini al, ama keserken bir damla bile hıristiyan kanı dökersen Venedik yasalarına göre malın mülkün ne varsa hepsi Venedik devletine aktarılır.
Gratiano: Çok yaşa dürüst yargıç! Dinle yahudi. İşte bilge yargıç!
Shylock: Yasa böyle mi?
Portia: Yasa maddesini kendin görebilirsin.
[W. Shakespeare, Venedik Taciri, IV. Perde, 1. Sahne]
Siz de yasa maddesini kendiniz görmelisiniz!
Odun hırsızını bir serfe dönüştürürken savınızın temeli nedir? Ceza. Ceza parasında hiçbir hakkınızın olmadığını gösterdik. Bunun dışında temel ilkeniz nedir? Orman sahibinin çıkarlarının, hukuk ve özgürlük dünyasının yok olmasına yol açsa bile korunacak oluşudur. Sarsılmaz bir kararlılıkla, öyle veya böyle odun hırsızı sizin odun kaybınızı karşılamalıdır. Savınızın katı ahşap dayanağı o kadar çürük ki güvenilir sağduyunun tek bir soluğu bin parçaya bölünmesi için yeterlidir.
Devlet şunu diyebilir ve demelidir: öngörülemeyen tüm olaylara karşı haklarınızı güvence altına alıyorum. Benim için ölümsüz olan tek şey haktır. Dolayısıyla suçun ölümlülüğünü, onu ortadan kaldırarak size kanıtlarım. Buna karşın devlet şunu söyleyemez ve söylememelidir: özel çıkar, mülkiyetin özel varlığı, ormanlık alan, bir ağaç, bir parça odun (ve devlete göre en büyük ağaç bir parça odundan daha fazla olamaz) öngörülemeyen tüm olaylara karşı güvence altındadır, ölümsüzdür. Devlet eşyanın doğasına aykırı davranamaz, sınırlı olanın koşullarına karşı, kazaya karşı sınırlı kanıt koyamaz. Devlet sizin mülkiyetinizi bir suçtan önce öngörülemeyen tüm olaylara karşı güvence altına alamayacağı gibi, bir suç da mülkiyetinizin bu belirsiz doğasını karşıtına dönüştüremez. Doğal olarak devlet sizin özel çıkarlarınızı akılcı yasalar ve akılcı koruma önlemleri ile korunabildiği ölçüde koruyacaktır. Buna karşın devlet, sizin suçlu ile ilgili özel isteklerinizi, özel beklenti hakkı, resmi yargı gücünün verdiği koruma dışındaki diğer hakları kabul edemez. Parası olmadığı için zararınızın giderilmesine yönelik olarak suçludan herhangi bir şey elde edemezseniz, varılan tek sonuç bu zararın giderilmesinin güvence altına alınması için tüm yasal yolların sonlandığıdır. Dünya bu bağlamda ne kararsızlığa düşecektir ne de adaletin aydınlık yolundan vazgeçecektir. Siz ise dünyevi herşeyin geçici olduğunu öğrenmiş olacaksınız. Yobazlığınız dikkate alındığında bu sizin için hiç de iştah açıcı bir yenilik olmayacak ya da fırtınalardan, yangın felaketlerinden, ateşli hastalıklardan daha şaşırtıcı görünmeyecek. Yine de devlet suçluyu sizin geçici köleniz yapmak isteseydi, bu, hukukun ölümsüzlüğünün sizin sonlu özel çıkarlarınıza kurban edilmesi olurdu. Bu, suçluya hukukun ölümlü olduğunu bu yolla kanıtlardı. Oysa cezalandırma yoluyla ona ölümsüz olduğunu kanıtlamalıdır.  
Kral Filip’in hükümdarlığı döneminde, Antwerp, bölgeyi sular altında bırakarak İspanyolları rahatlıkla körfezde tutabilecek durumdayken, kasaplar loncası bunu onaylamayacaktı çünkü meralarında şişman öküzleri vardı (1). Siz, odun parçalarınızın acısını çıkarmak için devletin, tinsel alanını ortadan kaldırmasını istiyorsunuz.
Bölümce 16’nın kimi yan hükümlerinden söz edilmesi gerekir. Bir kent milletvekili şunu belirtti:
“Var olan yasaya göre, 8 günlük hapis cezası 5 taler para cezasına eşdeğer sayılmaktadır. Bundan vazgeçmek için yeterli neden yoktur” (Diğer bir deyişle sekiz günü on dört gün yapmak için).
Komisyon aynı bölümceye aşağıdaki bölümün eklenmesini önerdi:
“hiçbir durumda hapis cezası 24 saatten az olamaz”.
Biri bu en düşük sürenin çok iyi olduğunu belirtince aristokrat eyalet milletvekillerinden biri sert yanıtladı:
 “Fransız orman yasasında üç günden az ceza bulunmaz”.
Komisyon aynı solukta, sekiz gün yerine on dört günlük hapis cezasını 5 taler para cezası ile eşdeğer kılarak Fransız yasa hükmüne karşı çıktığı gibi, Fransız hukukuna bağlı kalarak, üç günün 24 saate çevrilmesini reddetti.
Yukarıda sözünü ettiğimiz kent milletvekili şunu belirtti:
“Odun aşırılmasına, ki bu her şeye karşın ağır ceza gerektirecek bir suç olarak değerlendirilemez, on dört günlük hapis cezasının 5 taler para cezası ile eşdeğer kılınması en azından çok ağırdır. Sonuçta özgürlüğünü satın alabilecek biri hafif bir ceza alacak, oysa yoksul birinin cezası ikiye katlanacak”.
Aristokrat eyalet milletvekillerinden biri, Cleve yakınlarında birçok odun hırsızlığının yalnızca tutukluluk ve cezaevi yiyeceğini elde etmek için yapıldığını belirtti. Bu aristokrat eyalet milletvekili çürütmek istediği şeyi tam olarak kanıtlamıyor mu? Diğer bir deyişle insanlar kendilerini açlık ve evsizlikten koruma amacıyla, tam bir zorunlulukla odun çalmaya yöneliyor. Bu dehşet verici gereksinim cezayı arttırıcı bir koşul mudur?
Daha önce sözü edilen kent milletvekili ayrıca şunu söyledi:
“Mahkumiyet hükmü uygulanmış hapis cezasında indirime gitmek çok ağır olarak değerlendirilmelidir ve özellikle cezai çalıştırma söz konusu olduğunda uygulanamazdır.”
Birkaç milletvekili, çok ağır olduğunu bildirerek yiyecek ekmek ve su kısıtlamasına karşı çıktılar. Buna karşın bir kent milletvekili Trier bölgesinde yiyecek kesintisinin şu anda uygulandığını ve etkisini kanıtladığını belirtti.
Değerli sözcü Trier’deki yararlı etkinin neden kesinlikle ekmek ve suya bağlı olduğunu ama Meclisin üzerinde çok fazla ve çok etkileyici konuşabildiği dini duyarlığın güçlenmesine bağlı olmayabileceği sonucuna nasıl vardı? Ekmek ve suyun kurtuluşun gerçek yolu olduğunu o anda kim hayal edebilirdi ki? Belli tartışmalar sürdürülürken İngiliz Kutsal Parlamento’sunun (2) canlanmış olduğuna inanabilirdiniz. Peki şimdi? İbadet, inanç ve dua yerine ekmek ve su, hapishane ve ormanda çalışma var. Meclis, Rhineland’lılara (3) cennetten bir koltuk sağlamak için sözcüklerle ne kadar savurgan! Tüm Rhineland’lıların ekmek ve suyla beslenmesi ve kamçıyla ormanda çalışmaya götürülmeleri için yine sözcüklerle ne kadar savurgan. Bu bir Hollandalı sömürgecinin kendi zenci köleleri için uygulamaktan çekineceği bir düşünce. Bütün bunlar neyi kanıtlar? Kişinin insan olmak istemediğinde tanrısal olmasının kolay olduğunu. Aşağıdaki bölüm ancak böyle anlaşılır:
“Bir meclis üyesi bölümce 23 ile ilgili tasarıyı insanlık dışı buldu; buna karşın tasarı kabul edildi”.
İnsanlık dışı olmasından başka bu bölümce ile ilgili hiçbir bilgi verilmemişti.
Tüm değerlendirmelerimiz, Meclis’in yürütme gücünü, yönetsel yetkili kurumları, sanığın yaşamını, devletin görüşlerini, suçun kendisini ve aynı zamanda cezayı nasıl özel çıkarların maddi olanaklarına indirgediğini göstermiştir. Dolayısıyla, mahkeme hükmünün de yalnızca maddi çıkarlar niteliğinde ve hükmün yasal geçerliğinin gereksiz laf kalabalığı olarak değerlendirilmesi tutarlı bulunacaktır.
“Altıncı bölümcede komisyon “yasal”, “geçerli” sözcüklerinin silinmesini önerdi çünkü, yargı açısından varsayımsal olarak, onların kabul edilmeleri suçun yinelenmesinde odun hırsızına, ceza artışından kurtulma yolu sağlayacaktı. Birçok milletvekili ise buna karşı çıktılar ve komisyonun bölümce 6 taslağından “yasal”, “geçerli” sözcüklerinin silinmesi önerisine karşı çıkılmasının zorunlu olduğunu bildirdiler. Bu kısımdaki ve aynı zamanda bölümcedeki tümceler için yapılan tanımlama, kesinlikle adli değerlendirme olmadan uygulanmamıştır. Yargıcın söylediği her ilk tümce, daha ağır bir ceza uygulanması için yeterli zemin oluştursaydı, doğal olarak suçu yeniden işleyenleri daha ağır cezalandırma isteği daha kolay ve daha sık yerine gelecekti. Sözcünün vurguladığı gibi, olmazsa olmaz hukuki bir ilkenin orman koruyucu çıkarlara kurban edilmesi konusunda istekli olunup olunmadığı düşünülmeliydi: Yargılama sürecine ilişkin tartışılmaz temel bir ilkenin çiğnenmesinin, hala yasal geçerliği olmayan bir hükümle ilgili böyle bir sonuca yol açması kabul edilemez. Kent milletvekillerinden bir diğeri komisyon yasa değişikliğine red çağrısında bulundu. Yasa değişikliğinin, ilk ceza yasal olarak geçerli bir hükümle yerine getirilene kadar cezada hiçbir artış yapılamaması nedeniyle suç yasası düzenlemelerini çiğnediğini söyledi. Komisyon sözcüsü sert yanıt verdi: “Bütün, ayrıksı bir yasa, dolayısıyla ayrıksı bir tasarı oluşturuyor, öyle ki önerinin izin verilebilirliği kendi içinde”. Komisyonun “yasal olarak geçerli” sözcüklerinin silinmesi önerisi kabul edildi.
Hüküm yalnızca, ikinci kez suç işleme eğilimini belirlemek içindir. Hukuki biçim, açgözlü huzursuzluğun özel çıkarlarına, ukala yasal bir davranış normunun bıktırıcı ve gereksiz engelleri olarak görünüyor. Mahkeme, karşıtı hapse gönderirken güvenilir bir eşlikçidir, cezayı başlangıçta uygulamadır. Eğer mahkeme bundan daha fazlası olmaya çalışırsa susturulmalıdır. Kişisel çıkarların kaygısı, zorunlu bir kötülük olarak, karşılaşmak zorunda kalacağı, karşıtın yasal alanı nasıl kullanabileceğini ve kendisini engellemek için ona kurulan karşı tuzakları önlemek için gözetler, hesaplar ve çok dikkatlice kestirimde bulunur. Özel çıkarların dizginlenemez elde etme uğraşı içinde yasanın kendisiyle bir engel olarak yüz yüze gelirsiniz ve onu öyle değerlendirirsiniz. Pazarlık yapar ve oradaki veya buradaki temel bir ilkeyi bozmak güvencesi elde etmek için uyuşursunuz, özel çıkarlardan yana en çok yalvaran başvuru kaynaklarıyla yasayı susturmaya çalışırsınız. Omzuna vurur ve kulağına fısıldarsınız: bunlar ayrıksı durumlardır ve ayrıksı durumlar olmadan kurallar olmaz. Düşmanla bağıntılı olarak adeta terörizm ve aşırı titizlilik söz konusu imiş gibi yasaya izin vererek, sanığın güvencesi ve bağımsız bir nesne olarak gördüğün hilebaz vicdanını rahatlatmayı denersin. Yasanın çıkarlarına, özel çıkarların yasası olduğu sürece konuşma izni verilir ancak bu kutsalların en kutsalıyla çatıştığı anda susmak zorundadır.
Cezalandıran kendisi olan orman sahibi, o kadar tutarlıdır ki kendini aynı zamanda yargılar, çünkü açıktır ki o, yasal geçerliği olmayan bir hükmün yasal olarak bağlayıcı olduğunu bildirerek bir yargıç gibi davranır. Yasa koyucunun yasal olmadığı durumda yargıcın yansız olma yanılgısı bir bütün olarak ne kadar mantıksız ve aptalca! Yasa özel çıkarları kolladığında yansız bir hükmün ne yararı olabilir! Yargıç yalnızca yasanın kişisel çıkarlarını bağnazca hazırlayabilir, onu yalnızca çekincesiz uygulayabilir. Dolayısıyla yansızlık yalnızca biçimseldir, hükmün içeriğinde değildir. Yasa, içeriği öngörmüştür. Mahkeme boş bir biçimden başka bir şey değilse o zaman böyle önemsiz bir formalitenin kendi başına bir değeri yoktur. Bu bakış açısına göre, Çin hukuku Fransız yaklaşımına zorlanırsa, Fransız hukuku olabilir ancak maddi hukukun kendi zorunlu, kendine özgü mahkeme biçimi vardır. Falaka değneğininin Çin hukukunda zorunlu olarak yer alması gibi, bir mahkeme biçimi olarak işkence ortaçağ suç yasasında yer alıyorsa, halkın, özgür mahkemenin de, doğasına uygun olarak, zorunlu biçimde, özel çıkarların değil, özgürlüğün dikte ettiği bir genel içeriği vardır. Mahkeme üyeleri ve hukuk birbirlerine bundan böyle kayıtsız değildirler. Örneğin bitkilerin biçimleri, bitkinin kendisi ile ilgisizdir. Hayvanların biçimleri de kendi et ve kanları ile öyledir. Mahkemeyi ve hukuku canlandıran tek bir ruh olmalıdır çünkü mahkeme hukukun yalnızca bir yaşam biçimidir, onun iç yaşantısının görünümüdür.
Tidong korsanları (4) mahkumlarını denetim altında tutabilmek için kol ve bacaklarını kırardı. İl Meclisi odun hırsızlarını denetim altına almak için yalnızca kol ve bacakları kırmamış, hukukun kalbini de delip geçmiştir. Mahkeme sürecinin kimi kategorilerini yeniden kurma bağlamında bunun hukuki dayanağının kesinlikle bulunmadığını düşünüyoruz. Tam tersine, özgür olmayan içeriğe özgür olmayan bir form verirken açıksözlü ve tutarlı olduğunu kabul etmeliyiz. Halka açık olma durumunun aydınlığına dayanamayan özel çıkarlar eğer özdeksel olarak hukukumuza katılırsa, en azından tehlike uyandırmayacak gizli bir yöntemle, istenirse uygun form verilsin, ilgisiz yanılsamalar açığa çıkacak ve bunlar kendini gösterecektir. Bize göre şu an için tüm Rhineland’lıların ve özellikle Ren bölgesi hukukçularının görevi tüm dikkatlerini hukukun içeriğine yöneltmeleridir. Öyle ki en sonunda yalnızca boş bir yüz kalıbıyla kalmamalıyız. İçeriğin biçimi değilse, o biçimin değeri yoktur.
Komisyonun az önce değerlendirdiğimiz önerisi ve Meclisin oylamada bu öneriyi kabul etmesi tüm tartışma için doruk noktasıdır. Çünkü Meclis burada, orman koruyuculuğu çıkarları ile hukukun ilkeleri, yasalarımızın onayladığı ilkeler arasındaki çatışkının bilincine varmıştır. Dolayısıyla Meclis hukuk ilkelerinin orman korunumu çıkarlarına mı, yoksa bu çıkarların hukuk ilkelerine mi feda edilmesi gerektiğini oylamış, çıkarlar hukuktan daha yüksek oy almıştır. Tüm yasanın hukuk için ayrıksı olduğu da farkedilmiş ve buna göre içerdiği her ayrıksı önerinin kabul edilebilir olduğu sonucu yazılmıştır. Meclis yasa yapıcının ihmal ettiği sonuçları yazmakla kendini sınırlandırmıştır. Yasa yapıcı sorunun yasada ayrıksılıktan çıktığını, hukuktan kaynaklanmadığını nerede unuttuysa, nerede hukuki bakış açısını öne sürdüyse Meclisimiz onu korumak ve desteklemek, hukukun yönettiği özel çıkarlar hukukunu, özel çıkarların hukukunun yönettiği hukuka dönüştürmek için kendine güvenli bir ince düşüncelilikle eylemsel olarak araya girmiştir.
İl Meclisi buna göre görevini tam anlamıyla yerine getirmiştir. İşleviyle uyumlu olarak, belli özel bir çıkarı temsil etmiş, bunu son amaç olarak bellemiştir. Böyle yapılınca hukukun ayaklar altına alınmış olması bakış açısının basit sonucudur. Çünkü çıkarlar doğası gereği kör, ölçüsüzce aşırı ve tek yanlıdır. Kısaca, o hukuk tanımayan doğal içgüdüdür. Hukuksuzluk egemen olabilir mi? Yasa yapıcının tahtına yerleştirilmekle özel çıkarların yasa yapma yeteneği artık bir dilsizin çok uzun boyunlu bir megafonla konuşma yapabilme yeteneğinden fazla değildir.
Bu can sıkıcı ve sönük tartışmayı isteksizce izledik ama ciddi anlamda yasa yapması istenirse belli çıkarları gözeten bir Eyalet Meclisi’nden ne bekleneceğini bir örnekle göstermenin görevimiz olduğunu düşündük.
Bir kez daha yineliyoruz: eyalet temsilcilerimiz işlevlerini böylelikle tamamladılar, ama onları haklı çıkarma arzusunda değiliz. Burada Rhinelandlılar eyalet temsilcilerine üstün gelmelidir, insanoğlu orman sahibine üstün gelmelidir. Onlar yasal olarak özel çıkarların temsilinde ve aynı zamanda ilin çıkarlarının temsilinde görevlendirilmişlerdir. Ancak bu iki görev birbirine karşıt olabilir. Çatışma durumunda özel çıkarların temsilinin il çıkarları temsiline feda edilmesinde bir an bile gecikme olmamalıdır. Hak ve adalet sağduyusu Rhinelandlıların en önemli bölgesel karakteristiğidir. Söylemeye gerek yok ama özel çıkarlar, Anavatanına olduğu gibi iline de önem vermediği biçimde, yerel ruha da genel ruha verdiğinden daha fazla değer vermez. Özel çıkarların temsilinde ideal romantizm, ölçülemez duygu derinliği, ahlakın bireysel ve özel formlarının en verimli kaynağını bulduğunu öne süren fantezi yazarlarının doğrudan karşıtı olacak biçimde, bu temsiliyet tam tersine tüm doğal ve tinsel ayırımları, yerlerine ahlaksızlık, akıldışılık, belli maddi bir nesnenin ve bu nesneyi olduğu gibi aynen tümleyen belli bir bilinç durumunun ruhsuz soyutlaması ile ortadan kaldırır.
Odun Fransa’da olduğu gibi Sibirya’da da odundur. Orman sahipleri Ren Bölgesi’nde olduğu gibi Kamçatka’da da orman sahibidir. Dolayısıyla, eğer odun ve orman sahibi yasaları böylece yapıyorsa, bu yasalar birbirinden yalnızca köken aldığı yer ve yazıldığı dil bakımından ayrılacaktır. Bu son derece kötü materyalizm, kutsal insan ruhuna ve insanlığa karşı bu günah, Preussische Staats-Zeitung (5)’un yasa koyucuya vaaz ettiği öğretinin hemen ortaya çıkan sonucudur. Bir başka deyişle odunla ilgili yasayla bağlantılı olarak yasa koyucu yalnızca odun ve ormanı düşünmeli ve her bir maddi sorunu politik olmayan yollarla, yani devletin sağduyu ve ahlaki değerleriyle herhangi bir bağlantı kurmadan çözmelidir.
Küba yerlileri altını İspanyolların putu sanmışlardı. Onlar şerefine şölen verdiler, altını çevreleyip şarkılar söylediler ve sonra onu denize attılar. Küba yerlileri şu anda Ren Bölgesel Meclisi’nde oturuyor olsalardı odunu Rhinelandlıların putu olarak değerlendirmezler miydi? Ama bir sonraki oturum onlara hayvanlara tapınmanın bu putperestlikle ilişkili olduğunu öğretirdi ve insanoğlunu kurtarmak için tavşanları denize fırlatabilirlerdi (6). 


 * 3 Kasım 1842’de Rheinische Zeitung gazetesinde yayınlanmış bu makale, Marks’ın aynı gazetenin 27 Ekim 1842 ve 1 Kasım 1842’de yayınlanmış yazılarnın devamı niteliğindedir.

1- Sözü edilen olay 1584-85 yıllarında, mutlakiyetçi İspanya’ya karşı gerçekleşen Hollanda ayaklanmasını bastırmakta olan İspanya kralı II. Filip’in askerlerinin Antwerp’i kuşatması sırasında gerçekleşti.
2- Yapılan atıf, Cromwell’in Temmuz 1653’te topladığı, Aralık 1653’te dağılan parlamentoyadır. Barebone'un görevlendirilmiş meclisi ya da Küçük Parlamento adıyla bilinir. Esas olarak dini mistik terimlerle görüşlerini belirten, Anglikan kilisesinden ayrılan “Congregational Churches” cemaati temsilcilerinden oluşmaktaydı. 
3- Rhineland: Almanya’da bir bölge.
4- Tidong: Kalimantan (Borneo, Endonezya)’da bir bölge.
5- Prusya Devleti’nin resmi gazetesi.
6- Altıncı Ren Bölgesi Meclisi’ndeki, yoksulları tavşan bile avlama hakkından yoksun bırakan av kurallarının bozulmasına karşı bir yasa tasarısı ile ilgili tartışmalara gönderme.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder