Karl Marks
3 Kasım 1842, Rheinische Zeitung.
Bölümce 4’le bağlantılı olarak,
görevini yapan bekçinin güvenirlik değerlendirmesi sorunu ortaya çıktığında bir
kent milletvekili şuna dikkat çekti:
“Cezaların devlet hazinesine
ödenmesi önerisi kabul edilmezse, tartışılan kanun tasarısı iki kat tehlikeli
olacaktır”.
Şu açıktır ki orman bekçisi,
değer biçme işini işveren için değil devlet için yaparsa, olduğundan yetenekli
görünmek için aynı isteği duymayacaktır. Bu konuda bir tartışmadan becerikli
bir biçimde kaçınılmıştır. Bu da, cezalardan elde edilecek parayı orman
sahibine ödül olarak veren bölümce 14’ün reddedileceği izlenimi uyandırmıştır.
Bölümce 4 meclisten geçirilmiştir. On bölümce oylandıktan sonra, Meclis bölümce
14’e ulaştı. Böylelikle bölümce 4’ün anlamı tehlikeli olacak biçimde
değiştirildi. Buna karşın bağlantı tamamen gözardı edildi, bölümce 14 kabul
edildi. Böylelikle cezaların orman sahiplerinin özel hazinelerine ödenmesi
sağlandı. Bunun temel, gerçekte tek gerekçesi, basit değer karşılığı yeterince
yerine konmayan orman sahibinin çıkarlarıdır. Ancak bölümce 15’te cezanın orman
sahibine ödenmesi oylanmış ve ona, basit değer yanı sıra zarardan kaynaklanan
özel bir bedel ödenmesi kararı alındığı unutulmuştur. O sırada, zaten ödenecek
cezalar kasasına girerken böyle bir ek almamış gibi, fazladan bir ödenti alması
gerektiği düşünülmüştü. Bunun dışında, cezaların suçludan her zaman
alınamayabileceği vurgulanmıştı. Buna göre yalnızca para bakımından devletin
yerini almak istendiği izlenimi uyandırılmış, ancak bölümce 19’da maske düşmüş,
yalnızca para için değil suçlunun kendisi için de, yalnızca cüzdanı için değil
kendisi için de isteklerde bulunulmuştur.
Bu noktada aldatma yöntemi kendi
kendini açığa vuran, güçlü ve gizlenmemiş destekle göze çarpar. Çünkü kendini
bir ilke olarak açığa vurma konusunda artık ikilemde değildir.
Basit değerin karşılanması ve
zararın giderilmesi hakkı, açıkça orman sahibine, odun hırsızına karşı asliye
hukuk mahkemelerinde görüşülebilecek özel bir tazminat ayrıcalığı
kazandırmıştır. Odun hırsızı parayı ödeyemezse, orman sahibi parasız bir
borçluyla karşılaşan özel kişi durumundadır ve doğal olarak bu ona zorunlu
çalıştırma, angarya hizmet verdirme, geçici köleleştirme hakkı vermez. Orman sahibinin
bu isteğinin temeli neye dayanmaktadır o zaman? Cezaya. Gördüğümüz gibi cezayı
iç eden orman sahibi, yalnızca kendi hakkını değil devletin odun hırsızı
üzerindeki hakkını da istemekte, yani kendini devletin yerine koymaktadır.
Cezayı kendine almakla aslında cezalandırma hakkını kendisinin aldığını
akıllıca gizlemektedir. Daha önce cezanın basitçe bir miktar para olduğunu
söylemiş olsa da şimdi onu bir cezalandırma olarak değerlendirmekte ve
toplumsal bir hakkı ceza yoluyla özel mülkiyete dönüştürdüğünü zaferiyle
övünerek kabul etmektedir. Bu sonuç ortaya çıkmazdan önce, ki bu suç olduğu
kadar tiksindiricidir, korkuyla geri çekilmek yerine, bir sonuç olduğu için
insanlar onu aynen kabul ederler. Sağduyu bir yurttaşı geçici bir serfe
dönüştürmenin hak kavramına, her türlü hak anlayışımıza karşıt olduğunu
savunabilir ama insanlar omuzlarını silkerek ortada herhangi bir ilke veya
herhangi bir tartışma olmamasına karşın ilkenin tartışılmış olduğunu
bildirirler. Bu yolla, ceza aracılığıyla orman sahibi odun hırsızı olan kişi
üzerinde hileli bir biçimde denetim elde eder. Yalnızca bölümce 19, bölümce
14’ün çifte anlamını ortaya çıkarır.
Böylelikle bölümce 4’ün bölümce
14 nedeniyle, bölümce 14’ün bölümce 15 nedeniyle, bölümce 15’in bölümce 19 nedeniyle, bölümce 19’un yalın biçimde
kendiliğinden olanaksız olduğunu ve bölümce 19’un, cezalandırma ilkesini, bu
ilkenin kısır döngüsünü içerdiğinden tamamen olanaksız duruma getirmek zorunda
olduğunu görürüz.
Böl yönet ilkesi daha ustalıklı
biçimde kullanılamazdı. Bir bölümce görüşülürken bir sonrakine hiç dikkat
gösterilmemiş ve bu bölümceye sıra geldiğinde bir önceki unutulmuştu. Bir
bölümce tartışılmış, bir diğeri tartışılmamıştı, dolayısıyla karşıt nedenlerle
her ikisi de tüm tartışmanın üzerinde bir konuma getirilmişti. Herşeye karşın
şu ilke onaylanmıştı: “orman sahibinin çıkarlarını koruma konusunda hak ve
adalet sağduyusu”. Bu ilke, yaşam, özgürlük, insanlık, devlet yurttaşlığı
dışında mülkiyeti bulunmayan, kendilerinden başka hiçbir şeyi olmayanların
çıkarlarının korunması konusunda hak ve adalet sağduyusunun tam karşıtıydı.
Orman sahibinin, bir parça odunu
karşılığında bir zamanlar insan olan bir şey elde ettiği bir noktaya ulaştık.
“Shylock: En bilge yargıç! İşte
hüküm! Hadi, hazırlan!
Portia: Bekle biraz; başka bir
şey daha var. Bu anlaşma sana bir damla bile kan vermiyor; burada yalnızca
“yarım kilo et” yazıyor: Anlaşmanın yazdığı gibi yarım kilo etini al, ama
keserken bir damla bile hıristiyan kanı dökersen Venedik yasalarına göre malın
mülkün ne varsa hepsi Venedik devletine aktarılır.
Gratiano: Çok yaşa dürüst yargıç!
Dinle yahudi. İşte bilge yargıç!
Shylock: Yasa böyle mi?
Portia: Yasa maddesini kendin
görebilirsin.
[W. Shakespeare, Venedik Taciri,
IV. Perde, 1. Sahne]
Siz de yasa maddesini kendiniz
görmelisiniz!
Odun hırsızını bir serfe
dönüştürürken savınızın temeli nedir? Ceza. Ceza parasında hiçbir hakkınızın
olmadığını gösterdik. Bunun dışında temel ilkeniz nedir? Orman sahibinin
çıkarlarının, hukuk ve özgürlük dünyasının yok olmasına yol açsa bile korunacak
oluşudur. Sarsılmaz bir kararlılıkla, öyle veya böyle odun hırsızı sizin odun
kaybınızı karşılamalıdır. Savınızın katı ahşap dayanağı o kadar çürük ki
güvenilir sağduyunun tek bir soluğu bin parçaya bölünmesi için yeterlidir.
Devlet şunu diyebilir ve
demelidir: öngörülemeyen tüm olaylara karşı haklarınızı güvence altına
alıyorum. Benim için ölümsüz olan tek şey haktır. Dolayısıyla suçun
ölümlülüğünü, onu ortadan kaldırarak size kanıtlarım. Buna karşın devlet şunu
söyleyemez ve söylememelidir: özel çıkar, mülkiyetin özel varlığı, ormanlık
alan, bir ağaç, bir parça odun (ve devlete göre en büyük ağaç bir parça odundan
daha fazla olamaz) öngörülemeyen tüm olaylara karşı güvence altındadır,
ölümsüzdür. Devlet eşyanın doğasına aykırı davranamaz, sınırlı olanın
koşullarına karşı, kazaya karşı sınırlı kanıt koyamaz. Devlet sizin
mülkiyetinizi bir suçtan önce öngörülemeyen tüm olaylara karşı güvence altına
alamayacağı gibi, bir suç da mülkiyetinizin bu belirsiz doğasını karşıtına
dönüştüremez. Doğal olarak devlet sizin özel çıkarlarınızı akılcı yasalar ve
akılcı koruma önlemleri ile korunabildiği ölçüde koruyacaktır. Buna karşın
devlet, sizin suçlu ile ilgili özel isteklerinizi, özel beklenti hakkı, resmi
yargı gücünün verdiği koruma dışındaki diğer hakları kabul edemez. Parası
olmadığı için zararınızın giderilmesine yönelik olarak suçludan herhangi bir
şey elde edemezseniz, varılan tek sonuç bu zararın giderilmesinin güvence
altına alınması için tüm yasal yolların sonlandığıdır. Dünya bu bağlamda ne
kararsızlığa düşecektir ne de adaletin aydınlık yolundan vazgeçecektir. Siz ise
dünyevi herşeyin geçici olduğunu öğrenmiş olacaksınız. Yobazlığınız dikkate
alındığında bu sizin için hiç de iştah açıcı bir yenilik olmayacak ya da
fırtınalardan, yangın felaketlerinden, ateşli hastalıklardan daha şaşırtıcı
görünmeyecek. Yine de devlet suçluyu sizin geçici köleniz yapmak isteseydi, bu,
hukukun ölümsüzlüğünün sizin sonlu özel çıkarlarınıza kurban edilmesi olurdu.
Bu, suçluya hukukun ölümlü olduğunu bu yolla kanıtlardı. Oysa cezalandırma
yoluyla ona ölümsüz olduğunu kanıtlamalıdır.
Kral Filip’in hükümdarlığı
döneminde, Antwerp, bölgeyi sular altında bırakarak İspanyolları rahatlıkla
körfezde tutabilecek durumdayken, kasaplar loncası bunu onaylamayacaktı çünkü
meralarında şişman öküzleri vardı (1). Siz, odun parçalarınızın acısını
çıkarmak için devletin, tinsel alanını ortadan kaldırmasını istiyorsunuz.
Bölümce 16’nın kimi yan
hükümlerinden söz edilmesi gerekir. Bir kent milletvekili şunu belirtti:
“Var olan yasaya göre, 8 günlük
hapis cezası 5 taler para cezasına eşdeğer sayılmaktadır. Bundan vazgeçmek için
yeterli neden yoktur” (Diğer bir deyişle sekiz günü on dört gün yapmak için).
Komisyon aynı bölümceye aşağıdaki
bölümün eklenmesini önerdi:
“hiçbir durumda hapis cezası 24
saatten az olamaz”.
Biri bu en düşük sürenin çok iyi
olduğunu belirtince aristokrat eyalet milletvekillerinden biri sert yanıtladı:
“Fransız orman yasasında üç günden az ceza
bulunmaz”.
Komisyon aynı solukta, sekiz gün
yerine on dört günlük hapis cezasını 5 taler para cezası ile eşdeğer kılarak
Fransız yasa hükmüne karşı çıktığı gibi, Fransız hukukuna bağlı kalarak, üç
günün 24 saate çevrilmesini reddetti.
Yukarıda sözünü ettiğimiz kent
milletvekili şunu belirtti:
“Odun aşırılmasına, ki bu her
şeye karşın ağır ceza gerektirecek bir suç olarak değerlendirilemez, on dört
günlük hapis cezasının 5 taler para cezası ile eşdeğer kılınması en azından çok
ağırdır. Sonuçta özgürlüğünü satın alabilecek biri hafif bir ceza alacak, oysa
yoksul birinin cezası ikiye katlanacak”.
Aristokrat eyalet
milletvekillerinden biri, Cleve yakınlarında birçok odun hırsızlığının yalnızca
tutukluluk ve cezaevi yiyeceğini elde etmek için yapıldığını belirtti. Bu
aristokrat eyalet milletvekili çürütmek istediği şeyi tam olarak kanıtlamıyor
mu? Diğer bir deyişle insanlar kendilerini açlık ve evsizlikten koruma
amacıyla, tam bir zorunlulukla odun çalmaya yöneliyor. Bu dehşet verici
gereksinim cezayı arttırıcı bir koşul mudur?
Daha önce sözü edilen kent
milletvekili ayrıca şunu söyledi:
“Mahkumiyet hükmü uygulanmış
hapis cezasında indirime gitmek çok ağır olarak değerlendirilmelidir ve
özellikle cezai çalıştırma söz konusu olduğunda uygulanamazdır.”
Birkaç milletvekili, çok ağır
olduğunu bildirerek yiyecek ekmek ve su kısıtlamasına karşı çıktılar. Buna
karşın bir kent milletvekili Trier bölgesinde yiyecek kesintisinin şu anda
uygulandığını ve etkisini kanıtladığını belirtti.
Değerli sözcü Trier’deki yararlı
etkinin neden kesinlikle ekmek ve suya bağlı olduğunu ama Meclisin üzerinde çok
fazla ve çok etkileyici konuşabildiği dini duyarlığın güçlenmesine bağlı
olmayabileceği sonucuna nasıl vardı? Ekmek ve suyun kurtuluşun gerçek yolu
olduğunu o anda kim hayal edebilirdi ki? Belli tartışmalar sürdürülürken
İngiliz Kutsal Parlamento’sunun (2) canlanmış olduğuna inanabilirdiniz. Peki
şimdi? İbadet, inanç ve dua yerine ekmek ve su, hapishane ve ormanda çalışma
var. Meclis, Rhineland’lılara (3) cennetten bir koltuk sağlamak için
sözcüklerle ne kadar savurgan! Tüm Rhineland’lıların ekmek ve suyla beslenmesi
ve kamçıyla ormanda çalışmaya götürülmeleri için yine sözcüklerle ne kadar
savurgan. Bu bir Hollandalı sömürgecinin kendi zenci köleleri için uygulamaktan
çekineceği bir düşünce. Bütün bunlar neyi kanıtlar? Kişinin insan olmak
istemediğinde tanrısal olmasının kolay olduğunu. Aşağıdaki bölüm ancak böyle
anlaşılır:
“Bir meclis üyesi bölümce 23 ile
ilgili tasarıyı insanlık dışı buldu; buna karşın tasarı kabul edildi”.
İnsanlık dışı olmasından başka bu
bölümce ile ilgili hiçbir bilgi verilmemişti.
Tüm değerlendirmelerimiz,
Meclis’in yürütme gücünü, yönetsel yetkili kurumları, sanığın yaşamını,
devletin görüşlerini, suçun kendisini ve aynı zamanda cezayı nasıl özel
çıkarların maddi olanaklarına indirgediğini göstermiştir. Dolayısıyla, mahkeme
hükmünün de yalnızca maddi çıkarlar niteliğinde ve hükmün yasal geçerliğinin
gereksiz laf kalabalığı olarak değerlendirilmesi tutarlı bulunacaktır.
“Altıncı bölümcede komisyon
“yasal”, “geçerli” sözcüklerinin silinmesini önerdi çünkü, yargı açısından
varsayımsal olarak, onların kabul edilmeleri suçun yinelenmesinde odun
hırsızına, ceza artışından kurtulma yolu sağlayacaktı. Birçok milletvekili ise
buna karşı çıktılar ve komisyonun bölümce 6 taslağından “yasal”, “geçerli”
sözcüklerinin silinmesi önerisine karşı çıkılmasının zorunlu olduğunu
bildirdiler. Bu kısımdaki ve aynı zamanda bölümcedeki tümceler için yapılan
tanımlama, kesinlikle adli değerlendirme olmadan uygulanmamıştır. Yargıcın
söylediği her ilk tümce, daha ağır bir ceza uygulanması için yeterli zemin oluştursaydı,
doğal olarak suçu yeniden işleyenleri daha ağır cezalandırma isteği daha kolay
ve daha sık yerine gelecekti. Sözcünün vurguladığı gibi, olmazsa olmaz hukuki
bir ilkenin orman koruyucu çıkarlara kurban edilmesi konusunda istekli olunup
olunmadığı düşünülmeliydi: Yargılama sürecine ilişkin tartışılmaz temel bir
ilkenin çiğnenmesinin, hala yasal geçerliği olmayan bir hükümle ilgili böyle
bir sonuca yol açması kabul edilemez. Kent milletvekillerinden bir diğeri
komisyon yasa değişikliğine red çağrısında bulundu. Yasa değişikliğinin, ilk
ceza yasal olarak geçerli bir hükümle yerine getirilene kadar cezada hiçbir
artış yapılamaması nedeniyle suç yasası düzenlemelerini çiğnediğini söyledi.
Komisyon sözcüsü sert yanıt verdi: “Bütün, ayrıksı bir yasa, dolayısıyla
ayrıksı bir tasarı oluşturuyor, öyle ki önerinin izin verilebilirliği kendi
içinde”. Komisyonun “yasal olarak geçerli” sözcüklerinin silinmesi önerisi
kabul edildi.
Hüküm yalnızca, ikinci kez suç
işleme eğilimini belirlemek içindir. Hukuki biçim, açgözlü huzursuzluğun özel
çıkarlarına, ukala yasal bir davranış normunun bıktırıcı ve gereksiz engelleri
olarak görünüyor. Mahkeme, karşıtı hapse gönderirken güvenilir bir eşlikçidir,
cezayı başlangıçta uygulamadır. Eğer mahkeme bundan daha fazlası olmaya
çalışırsa susturulmalıdır. Kişisel çıkarların kaygısı, zorunlu bir kötülük
olarak, karşılaşmak zorunda kalacağı, karşıtın yasal alanı nasıl
kullanabileceğini ve kendisini engellemek için ona kurulan karşı tuzakları
önlemek için gözetler, hesaplar ve çok dikkatlice kestirimde bulunur. Özel
çıkarların dizginlenemez elde etme uğraşı içinde yasanın kendisiyle bir engel
olarak yüz yüze gelirsiniz ve onu öyle değerlendirirsiniz. Pazarlık yapar ve
oradaki veya buradaki temel bir ilkeyi bozmak güvencesi elde etmek için
uyuşursunuz, özel çıkarlardan yana en çok yalvaran başvuru kaynaklarıyla yasayı
susturmaya çalışırsınız. Omzuna vurur ve kulağına fısıldarsınız: bunlar ayrıksı
durumlardır ve ayrıksı durumlar olmadan kurallar olmaz. Düşmanla bağıntılı
olarak adeta terörizm ve aşırı titizlilik söz konusu imiş gibi yasaya izin
vererek, sanığın güvencesi ve bağımsız bir nesne olarak gördüğün hilebaz
vicdanını rahatlatmayı denersin. Yasanın çıkarlarına, özel çıkarların yasası
olduğu sürece konuşma izni verilir ancak bu kutsalların en kutsalıyla çatıştığı
anda susmak zorundadır.
Cezalandıran kendisi olan orman
sahibi, o kadar tutarlıdır ki kendini aynı zamanda yargılar, çünkü açıktır ki
o, yasal geçerliği olmayan bir hükmün yasal olarak bağlayıcı olduğunu
bildirerek bir yargıç gibi davranır. Yasa koyucunun yasal olmadığı durumda
yargıcın yansız olma yanılgısı bir bütün olarak ne kadar mantıksız ve aptalca!
Yasa özel çıkarları kolladığında yansız bir hükmün ne yararı olabilir! Yargıç
yalnızca yasanın kişisel çıkarlarını bağnazca hazırlayabilir, onu yalnızca
çekincesiz uygulayabilir. Dolayısıyla yansızlık yalnızca biçimseldir, hükmün
içeriğinde değildir. Yasa, içeriği öngörmüştür. Mahkeme boş bir biçimden başka
bir şey değilse o zaman böyle önemsiz bir formalitenin kendi başına bir değeri
yoktur. Bu bakış açısına göre, Çin hukuku Fransız yaklaşımına zorlanırsa,
Fransız hukuku olabilir ancak maddi hukukun kendi zorunlu, kendine özgü mahkeme
biçimi vardır. Falaka değneğininin Çin hukukunda zorunlu olarak yer alması
gibi, bir mahkeme biçimi olarak işkence ortaçağ suç yasasında yer alıyorsa,
halkın, özgür mahkemenin de, doğasına uygun olarak, zorunlu biçimde, özel
çıkarların değil, özgürlüğün dikte ettiği bir genel içeriği vardır. Mahkeme
üyeleri ve hukuk birbirlerine bundan böyle kayıtsız değildirler. Örneğin
bitkilerin biçimleri, bitkinin kendisi ile ilgisizdir. Hayvanların biçimleri de
kendi et ve kanları ile öyledir. Mahkemeyi ve hukuku canlandıran tek bir ruh
olmalıdır çünkü mahkeme hukukun yalnızca bir yaşam biçimidir, onun iç yaşantısının
görünümüdür.
Tidong korsanları (4)
mahkumlarını denetim altında tutabilmek için kol ve bacaklarını kırardı. İl
Meclisi odun hırsızlarını denetim altına almak için yalnızca kol ve bacakları
kırmamış, hukukun kalbini de delip geçmiştir. Mahkeme sürecinin kimi
kategorilerini yeniden kurma bağlamında bunun hukuki dayanağının kesinlikle
bulunmadığını düşünüyoruz. Tam tersine, özgür olmayan içeriğe özgür olmayan bir
form verirken açıksözlü ve tutarlı olduğunu kabul etmeliyiz. Halka açık olma
durumunun aydınlığına dayanamayan özel çıkarlar eğer özdeksel olarak hukukumuza
katılırsa, en azından tehlike uyandırmayacak gizli bir yöntemle, istenirse
uygun form verilsin, ilgisiz yanılsamalar açığa çıkacak ve bunlar kendini
gösterecektir. Bize göre şu an için tüm Rhineland’lıların ve özellikle Ren
bölgesi hukukçularının görevi tüm dikkatlerini hukukun içeriğine
yöneltmeleridir. Öyle ki en sonunda yalnızca boş bir yüz kalıbıyla
kalmamalıyız. İçeriğin biçimi değilse, o biçimin değeri yoktur.
Komisyonun az önce değerlendirdiğimiz
önerisi ve Meclisin oylamada bu öneriyi kabul etmesi tüm tartışma için doruk
noktasıdır. Çünkü Meclis burada, orman koruyuculuğu çıkarları ile hukukun
ilkeleri, yasalarımızın onayladığı ilkeler arasındaki çatışkının bilincine
varmıştır. Dolayısıyla Meclis hukuk ilkelerinin orman korunumu çıkarlarına mı,
yoksa bu çıkarların hukuk ilkelerine mi feda edilmesi gerektiğini oylamış,
çıkarlar hukuktan daha yüksek oy almıştır. Tüm yasanın hukuk için ayrıksı
olduğu da farkedilmiş ve buna göre içerdiği her ayrıksı önerinin kabul
edilebilir olduğu sonucu yazılmıştır. Meclis yasa yapıcının ihmal ettiği
sonuçları yazmakla kendini sınırlandırmıştır. Yasa yapıcı sorunun yasada
ayrıksılıktan çıktığını, hukuktan kaynaklanmadığını nerede unuttuysa, nerede hukuki
bakış açısını öne sürdüyse Meclisimiz onu korumak ve desteklemek, hukukun
yönettiği özel çıkarlar hukukunu, özel çıkarların hukukunun yönettiği hukuka
dönüştürmek için kendine güvenli bir ince düşüncelilikle eylemsel olarak araya
girmiştir.
İl Meclisi buna göre görevini tam
anlamıyla yerine getirmiştir. İşleviyle uyumlu olarak, belli özel bir çıkarı
temsil etmiş, bunu son amaç olarak bellemiştir. Böyle yapılınca hukukun ayaklar
altına alınmış olması bakış açısının basit sonucudur. Çünkü çıkarlar doğası
gereği kör, ölçüsüzce aşırı ve tek yanlıdır. Kısaca, o hukuk tanımayan doğal
içgüdüdür. Hukuksuzluk egemen olabilir mi? Yasa yapıcının tahtına
yerleştirilmekle özel çıkarların yasa yapma yeteneği artık bir dilsizin çok
uzun boyunlu bir megafonla konuşma yapabilme yeteneğinden fazla değildir.
Bu can sıkıcı ve sönük tartışmayı
isteksizce izledik ama ciddi anlamda yasa yapması istenirse belli çıkarları
gözeten bir Eyalet Meclisi’nden ne bekleneceğini bir örnekle göstermenin
görevimiz olduğunu düşündük.
Bir kez daha yineliyoruz: eyalet
temsilcilerimiz işlevlerini böylelikle tamamladılar, ama onları haklı çıkarma
arzusunda değiliz. Burada Rhinelandlılar eyalet temsilcilerine üstün gelmelidir,
insanoğlu orman sahibine üstün gelmelidir. Onlar yasal olarak özel çıkarların
temsilinde ve aynı zamanda ilin çıkarlarının temsilinde görevlendirilmişlerdir.
Ancak bu iki görev birbirine karşıt olabilir. Çatışma durumunda özel çıkarların
temsilinin il çıkarları temsiline feda edilmesinde bir an bile gecikme
olmamalıdır. Hak ve adalet sağduyusu Rhinelandlıların en önemli bölgesel
karakteristiğidir. Söylemeye gerek yok ama özel çıkarlar, Anavatanına olduğu
gibi iline de önem vermediği biçimde, yerel ruha da genel ruha verdiğinden daha
fazla değer vermez. Özel çıkarların temsilinde ideal romantizm, ölçülemez duygu
derinliği, ahlakın bireysel ve özel formlarının en verimli kaynağını bulduğunu
öne süren fantezi yazarlarının doğrudan karşıtı olacak biçimde, bu temsiliyet
tam tersine tüm doğal ve tinsel ayırımları, yerlerine ahlaksızlık, akıldışılık,
belli maddi bir nesnenin ve bu nesneyi olduğu gibi aynen tümleyen belli bir
bilinç durumunun ruhsuz soyutlaması ile ortadan kaldırır.
Odun Fransa’da olduğu gibi
Sibirya’da da odundur. Orman sahipleri Ren Bölgesi’nde olduğu gibi Kamçatka’da
da orman sahibidir. Dolayısıyla, eğer odun ve orman sahibi yasaları böylece
yapıyorsa, bu yasalar birbirinden yalnızca köken aldığı yer ve yazıldığı dil
bakımından ayrılacaktır. Bu son derece kötü materyalizm, kutsal insan ruhuna ve
insanlığa karşı bu günah, Preussische Staats-Zeitung (5)’un yasa koyucuya vaaz
ettiği öğretinin hemen ortaya çıkan sonucudur. Bir başka deyişle odunla ilgili
yasayla bağlantılı olarak yasa koyucu yalnızca odun ve ormanı düşünmeli ve her
bir maddi sorunu politik olmayan yollarla, yani devletin sağduyu ve ahlaki
değerleriyle herhangi bir bağlantı kurmadan çözmelidir.
Küba yerlileri altını
İspanyolların putu sanmışlardı. Onlar şerefine şölen verdiler, altını
çevreleyip şarkılar söylediler ve sonra onu denize attılar. Küba yerlileri şu
anda Ren Bölgesel Meclisi’nde oturuyor olsalardı odunu Rhinelandlıların putu
olarak değerlendirmezler miydi? Ama bir sonraki oturum onlara hayvanlara
tapınmanın bu putperestlikle ilişkili olduğunu öğretirdi ve insanoğlunu
kurtarmak için tavşanları denize fırlatabilirlerdi (6).
1- Sözü edilen olay 1584-85
yıllarında, mutlakiyetçi İspanya’ya karşı gerçekleşen Hollanda ayaklanmasını
bastırmakta olan İspanya kralı II. Filip’in askerlerinin Antwerp’i kuşatması
sırasında gerçekleşti.
2- Yapılan atıf, Cromwell’in
Temmuz 1653’te topladığı, Aralık 1653’te dağılan parlamentoyadır. Barebone'un
görevlendirilmiş meclisi ya da Küçük Parlamento adıyla bilinir. Esas olarak
dini mistik terimlerle görüşlerini belirten, Anglikan kilisesinden ayrılan
“Congregational Churches” cemaati temsilcilerinden oluşmaktaydı.
3- Rhineland: Almanya’da bir bölge.
4- Tidong: Kalimantan (Borneo, Endonezya)’da bir bölge.
5- Prusya Devleti’nin resmi gazetesi.
6- Altıncı Ren Bölgesi
Meclisi’ndeki, yoksulları tavşan bile avlama hakkından yoksun bırakan av
kurallarının bozulmasına karşı bir yasa tasarısı ile ilgili tartışmalara
gönderme.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder