Günlük yaşantımız içinde,
özellikle son zamanlarda ülkemizde olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde
bireysel özgürlüklerimizin kıstlandığını, kimileyin yaşama hakkımızın bile
ortadan kalktığını görürüz. Böyle durumlarda sıklıkla “faşizm” kavramı
dillendirilir. Bu yazı bu kavramı hem genel anlamıyla ele almak hem de İtalya
özelinde değerlendirerek çıkarılabilecek dersler varsa ortaya koymayı denemek
amacını taşıyor.
Faşizm, geniş anlamıyla
kapitalizmin dönüştüğü diktatörlüklerdir. Bu rejimin arkasında büyük burjuvazi,
büyük toprak sahipleri, sermayedarlar ve sanayiciler vardır. Anti-kapitalist
görünse de faşist yöneticiler “özel girişimin ulusal çıkarların sağlanmasında
en etkili ve yararlı araç” olduğunu belirtmişlerdir. Faşist yönetim, sınıf
savaşımını yok etmek amacıyla siyasal partiler, dernekler, sendikaları ortadan
kaldırır. Devlet bütünlüğü söylemiyle bireyin sesini kısar, kapitalizmi
sürdürmek adına siyasal demokrasiye son verir. Ulusun tüm iradesi ve
düşüncesinin biçimlendirilmesi amaçlanır. Faşizmde toplumun ve bireyin
yaşantısı ayrıntılı olarak çözümlenir, düzenlenir. Bireyin kişisel
özgürlükleri, davranış olanakları, devletin çıkarları doğrultusunda
sınırlandırılır. Dolayısıyla, düşünce açıklamak, örgütlenmek, bilim ve sanat üretmek
özgürlüğü ortadan kaldırılmıştır. Otoriteye tapan insan modeli yaratılmak
istenir. Mussolini’nin deyişiyle her şey devletin içindedir, hiçbir şey
devletin dışında ve devlete karşı değildir. Ulus, faşist devlette gerçekleşen
ekonomik, siyasal, moral bir birliktir. Faşizm aynı zamanda laiklik karşıtıdır.
Faşizm, bireye iradesini hukuk
yoluyla değil güç kullanarak dayatır. Uluslararası alanda da hukukun üstünlüğü
kabul edilmez. Uluslararası sorunların çözüm yolu savaştır. Faşist devlet diğer
ülkeleri yönetme hakkını kendinde bulur, bu açıdan emperyalisttir.
Komünist İtalyan önderler Gramsci
ve Togliatti, faşizmin, en geri burjuvazinin siyasi görünümü, büyük sanayi ve
tarım burjuvazisinin gerici bir eylemi olduğunu söylerler.
Faşist devlette sınıflar arası
çelişkilerin örtülmesi amacıyla işçi-patron, kapitalist-emekçilerin hepsine
üreticiler denmiştir. Bu birleşim korporasyonlar aracılığıyla sağlanmaya
çalışılmıştır.
Faşizm dar anlamıyla ise
İtalya’da iki paylaşım savaşı arası dönem yönetimidir. Bu dönemdeki uygulamalar
tüm faşist yönetimlerde benzer olduğundan bir tipik olarak ayrıntılı
incelenmelidir. Birinci Paylaşım Savaşı öncesi, Almanya gibi ulusal birliğini
geç sağlamış olan İtalya’da burjuvazi gelişmek için devlet yardımına gereksinim
duyuyordu. Toprak reformu gerçekleştirilememişti. Güney İtalya’da feodal toprak
sahipleri yönetim sürüyordu. Burjuvazi kendini hızlı bir üretime verdi ve gelir
büyük oranda savaş sanayine aktarıldı. Bu çaba genel sanayileşmeyi önledi.
Ekonomi bozuldu. Kendine güveni olmayan ve devlet desteğine mutlak gereksinimi olan burjuvazi, işçi sınıfınının
eylemler gerçekleştirmesinden korktu. Birinci Paylaşım Savaşının başlamasıyla
birlikte İtalya’da kapitalistleşme hızlandı. İtalya’nın savaşa girmesi sürecine
Edison, Fiat gibi büyük kapitalist işletmeler büyük destek sağladılar. Savaşa
katılma propagandası yapan, Benito Mussolini’nin çıkardığı Popolo D’Italia gazetesini de özellikle reklam vererek maddi olarak
beslediler. Savaş sonrasında yüksek üretim düzeylerini koruyamayınca ekonomik
kriz ve işsizlik ortaya çıktı. Yüksek enflasyon önemli bir sorun olarak ortaya
çıktı. İşte bu dönemde güçlü işçi eylemleri, grevler, fabrika ve toprak
işgalleri gelişti. Özellikle küçük burjuvazi ve köylüler işçilere karşı tavır
aldılar. Bu kitleler demokrasi fikrinden uzaklaşıp güçlü bir önder arayışına
girdiler. Bu durum, 1921 yılından sonra kapitalistlerin faşizmi destekleyip
iktidara getirmesi sonucunu doğurdu.
Benito Mussolini siyasi yaşamına
Sosyalist Parti’de başlamıştı ve önceleri savaş karşıtıydı. Ancak daha sonra
İtalya’nın da itilaf devletleri yanında Birinci Paylaşım Savaşı’na katılması
gerektiğini söyleyince partiden uzaklaştırıldı. Çıkarmaya başladığı Popolo D’Italia gazetesinden savaşa
katılmayı savundu. Sokak eylemleri başladı. Bu eylemlere Interventismo dendi. Bu eylemler silahlı saldırılar ve sabotajlara
dönüştü. Bu şiddet içeren gösteriler hükümeti savaşa katılmaya zorladı.
Savaşın İtalya üzerinde güçlü
etkileri oldu: yüzbinlerce ölü ve yaralı, açlık, yoksulluk yanısıra sanayileşmede artış. Yüksek
enflasyon, çalışma saatlerinin arttırılması ve ücretlerin düşürülmesine neden
olmuştu. Bu da yoksulluğu arttırmıştı.
Mussolini yandaşları 1919’da
“Fasci Italiani di combattimento (İtalyan Savaş Birlikleri)” örgütünü kurmak
üzere Milano’da buluştular. Bir parti değil bir eylem olarak kendilerini
tanımladılar. Kuruluşta eski savaşçılar, savaş yanlısı solcular ve
maceracılardan oluşan 150 kişilik bir örgüttüler. Mussolini “Duce (Önder) adını
almıştı. İlk seçimde çok düşük oy oranında kaldılar. Sosyalist Parti başarılı
olmuştu. Sosyalistler bir devrimci coşku içinde idiler ama hayal kırıklıkları
ve birçok grev bir bunalımı işaret ediyordu. Sosyalist Parti içinden komünist
sol yeni bir parti çıktı ve önemli sosyalist düşünür Gramsci bu partinin yayın
organının başına geçti. Nisan 1919’dan itibaren eylemlere başlayan faşistler
ise 1920’de Sosyalist Parti yayın organı Avanti’de yangın çıkardılar.
Sosyalistler buna grevlerle yanıt verdiler. Eylül 1920’de yaygın fabrika
işgalleri oldu. Buna karşın beklenen devrim gerçekleşmedi. İşçiler bir süre
sonra işlerine döndüler, grevler sönümlendi. Bu eylemler sanayicilerde büyük
bir korku doğurdu. Bu devrimci işçi eylemlerinin yinelenmemesi için liberal
devletin yerine bu eylemleri önleyebilecek bir yönetim gelmeliydi onlara göre.
Bu süreçte faşist birliklere bol para yardımı gelmeye başladı. “Devrimci Eylem
Mangaları” doğdu. İlk olarak kırsal kesimde eylemler düzenlediler.
Silahlandırılmış eylemciler araçlarla cezalandırma akınları
gerçekleştiriyorlar, emekçileri eziyorlardı. 1921 yılı başlarından itibaren
kentlerde işçi sendikalarının toplandıkları yerleri, kooperatif ve işçi
gazeteleri binalarını basıp yıktılar. Bir süre sonra polis de onlara destek
vermeye başladı. Kanun kaçaklarını bu çetelere katılmaya yönlendirdiler. Bir
süre sonra bu faşist mangalar üniformalı askeri bir örgüte dönüştüler. Sayıları
binlerceydi. Bu örgütler sosyalist belediyelerin düzenlediği etkinliklerde
silahlı saldırılarla ölümlere neden oldularsa da suçlanmayacaklar, bu olaylar sosyalist
belediyelerin dağıtılmasıyla “çözümlenecekti”. Faşist örgütler işkence ve
cinayetlerle, özellikle geceleri baskınlar yaparak, evleri ateşe vererek terör
uyguluyorlardı. Bunun sonucunda büyük toprak sahipleri işçileri istedikleri
koşullarında çalıştırma ayrıcalığı elde etmişlerdi. Bu süreçte sosyalist güçler
bölündüler ve işçi eylemlerinin zayıflamasına, faşizmin güçlenmesine neden
oldular.
Milliyetçi cepheye katılan
faşistler 1921 seçimlerinde aralarında Mussolini’nin de olduğu 35
milletvekilini meclise soktu. Mussolini bu aşamada sosyalistlerle “barış
anlaşması” yapmayı denedi. Faşist saldırılara karşı “Halkın Yiğitleri” adlı
antifaşist bir örgüt de yalnızca sopa ve yumruklarıyla “kara gömlekliler” denen
faşist güçlere karşı savaşıyorlardı. Siyasal mücadelede kararlı olan faşistler
“Ulusal Faşist Parti”yi kurdular. Parti, programında ulusalcı gelenekleri,
duyguları sahiplenerek yönetime aday olduğunu bildirecekti.
1922 yılı boyunca İtalya’da
hükümet bunalımları ve faşist örgütlerin terörist saldırıları vardı. 11 Ağustos
1922’de Mussolini “Roma üzerine yürüyüş”ü, iktidarı ele geçirme sürecini
başlattıklarını duyurdu. Bir süre sonra da ordunun desteğini kazandı. Yürüyüş
27 Ekim’de başladı. Faşistler bu eylem süresince pek çok yerleşim yerini işgal ettiler.
30 Ekim’de de kralın çağrısıyla iktidarı aldı. Ardından da 50000 kara gömlekli
Roma’ya geldi. Mussolini iktidara ilk geldiğinde işe liberal bir yaklaşımla
başladı. Henüz istediği kadar güçlü değildi. Mussolini demokratik bir programa
bağlı kalacağını bildirdi. Bu söylem, liberalleri yanına çekmek için bir
taktikti. Mussolini, 16 Kasım’da hükümet programını açıklarken parlamentoyu
açıkça tehdit etti, istese salonu kışlaya çevirebileceğini ama yapmayacağını
söyledi. Tehdit işe yaradı, Mussolini’nin kurduğu koalisyon hükümeti güvenoyu
aldı. İzleyen süreçte faşist terörizm artarak sürdü. Seçim sistemi değişti,
oyların çoğunluğunu alan parti meclisin 2/3’ünü ele geçirecekti! Baskı altında
gerçekleştirilen 1924 seçimlerinde büyük bir başarıya ulaşamasa da çoğunluğu
kazanan faşistlerdi. 29 Mayıs 1924’te sosyalist milletvekili Giacomo Matteotti
meclisteki konuşmasında seçimlere hile karıştırıldığını söyledi. 10 Haziran’da
kaçırılıp öldürüldü. Cinayetin arkasında faşistler vardı. Bu cinayet büyük bir
tepki dalgası oluşturdu. Muhalefet ise parlamentoyu boykot etmekle yetindi.
Ülke çapında bir savaşımı başlatmadı, başlatamadı. 3 Ocak 1925’te Mussolini
diktatörlük niyetlerini açığa vurdu. Mussolini’ye karşı uydurma suikast
bahaneleriyle olağanüstü durum yasaları çıkarıldı ve muhalefet bu yolla ezildi,
özgürlükler kaldırıldı. 1925-26 yıllarında faşist parti dışındaki partiler
silindiler. 5 Kasım 1926’da muhalif gazeteler ve siyasal partiler kapatıldı.
Faşizmi benimsemeyen tüm siyasal örgütler dağıtıldı. 25 Kasım’da “Devleti
Savunmakla Görevli Özel Mahkemeler” kuruldu. 9 Aralık tarihli yasayla da Faşist
büyük konsey rejimin çalışmalarını düzenlemekle görevli en yüksek organ olarak
belirlendi.
İtalyan faşizminin ayırdedici ve
onu klasik diktatörlüklerden ayrı kılan özelliği belli bir kitlesellik göstermesi
ve bir ideoloji taşımasıydı. Bu yönetim anlayışı kitleleri basit ve aşırı
duygular aracılığıyla etkileyip çelmeye dayanıyordu. Halkı peşine takan ama
kapitalist sınıfın çıkarları için çalışan zorba devlet anlayışıdır faşizm.
İtalya’da Mussolini diktatörlüğü İtalya halkı için pek çok ölüm ve ülkenin
yıkımıyla sonuçlanmıştı ama sonuçta partizanlar Mussolini’yi öldürüp
ayaklarından asmışlardı.
Günümüzde de faşist devlet
anlayışı siyası bakımdan geri kalmış ülkelerde denenmekte ve kimileyin egemen
olmaktadır. İki paylaşım savaşı sürecinde milyonlarca insanın yitirildiği
Avrupa’da gerekli dersler çıkarılmış, faşizm anlayışının iktidara gelmemesi
için önlemler alınmış, halk da bireysel özgürlüklerinin kısıtlanması konusunda
daha duyarlı ve bilinçli duruma gelmiştir. Demokrasi bilincinin gelişmediği,
bilinçlerin özellikle dinle uyuşturulduğu topluluklarda faşizm tehlikesi
sürmektedir. Türkiye de kısacık demokrasi deneyimi boyunca yukarda tanımlamaya
çalıştığımız süreci yakından deneyimlemiştir ve henüz bu tehlikeden
kurtulamamıştır. Otoriter yönetim anlayışı demokrasiyi bir araç olarak
kullanırken liberalleri yanına çekecek taktikleri kullanmaktadır. Burjuvazi
siyasi otoriteye boyun eğmekte ve onu desteklemektedir. Antifaşist mücadele
başka bir yazının konusudur ancak şunu belirtmeliyiz ki ülkemizi böyle bir
sürece sokacak sorumsuz bir siyasete sapma girişiminde bulunacak siyasi erkin,
İtalyan faşizmi ve Mussolini’nin sonunu anımsaması gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder