Önde gelen sanat tarihçisi
Frederick Antal’ın “FLORANSA RESİM
SANATI VE TOPLUMSAL ARKA PLAN ” adlı
eserini Türkçe’ye çevirmek için
birçok arkadaş uğraştık. Başarılı olduk diyemem ama elimizde çevrilmiş kimi
bölümler var. Buradan bölüm bölüm elden geldiğince bunları sunmayı planlıyorum.
Özellikle belirtilmedikçe çeviriler bana aittir. Giriş Bölümü ile başlıyoruz.
FLORANSA RESİM SANATI VE TOPLUMSAL ARKA PLAN*
Frederick Antal
GİRİŞ
Londra’daki Ulusal Galeri büyük
merkez salonunda iki “Meryem ve Çocuk” tablosu asılıdır: biri Masaccio’nun,
diğeri Gentile da Fabriano’nun (1). Her iki resim Floransa’da yalnızca bir yıl
arayla, sırasıyla 1426 ve 1425’te yapıldılar. Buna karşın iki resim arasında
çok önemli farlılıklar vardır.
Masaccio’nun resmi yalın,
gösterişsiz ve açık seçiktir. Kutsal kişiliklerde belirgin dünyevi bir hava
vardır. Meryem, yorgun görünen gösterişsiz bir kadın olarak resmedilmiştir.
Tamamen çıplak görünen çocuk, tanrısal kişiliğini daha da az sergilerken, bebek
İsa’dan çok bebek Herkül’e benzer. Elleri dinsel adetlere ilişkin biçimde yer
tutmamaktadır. O, herhangi bir bebek gibi başparmağını emmektedir. Bu sadelik
anlayışı resmedilen kişilerin ele alınış biçimleri ve yer tutuşları ile uyum
içindedir. Kişilerin biçimleri, poz verişleri gibi belirgindir. Meryem’in basit
elbise ve örtüsü, bedeninin biçimini belirgin olarak gösterir. Bebek İsa’nın
çıplaklığı aynı amacı taşır. Sanatçı açıkça bu insan vücudu sorununa büyük önem
vermiştir. Tutumlu renk kullanımı (mavi örtü, gül kırmızısı elbise, gri taş
taht) ve ışığın titizlikle hesaplanmış bir biçimde düşmesi, derinliği
vurgulamayı amaçlamıştır. Resimdeki boşluklar ile insan bedenleri ve nesnelerin
yerleştirilmesi, insan bedenleri kadar orantılı bir biçimde işlenmiştir.
Meryem’in tahtı arka planda geride tutulurken neredeyse bir ders kitabı
kesinliğiyle kısaltılmıştır. Ön planda derinlik, tahta çıkan basamaklar
aracılığıyla kazandırılmıştır. Taht, tablonun ortasına sabit biçimde
yerleştirilmiştir. Önündeki iki ve arkasındaki iki melek yine derinlik
sağlamaktadır. Resimdeki tüm desenler yatay, dikey ve çaprazların kolay
algılanır ve basit bir bileşimini verecek doğal bir denge içinde
kümelendirilmiştir.
Gentile’nin resminde bu berraklık
ve nesnellikten, Massacio’nun sadeliğinden iz yoktur. Onun Meryem’inin duruş ve
tavrı, görkemli cennet sarayı tahtına çıkmış hoş ve zarif bir kraliçeninki
gibidir. Önü açık mantosu, zengin bir biçimde süslenmiş giysisini gözler önüne
serer. Massacio’nun insan bedenleriyle karşılaştırıldığında bedeni çok az
esneklik taşır. Karşıdan, oturur konumda basit çizgilerle resmedilmiştir.
Massacio’nun tablosunda olduğu gibi beden hacmini belli eden boyut katıcı çizgiler
taşımaz. Gentile çizdiği bedene canlılık katmaz. Onu ritmik, dalgalı çizgilerle
betimler. Eller sıkı bir yumruk oluşturmaz, zarifçe kıvrılmıştır. Parmaklar
narince açılmıştır. Kumaş da Massacio’nunkinden farklı bir amaç taşır. Vücudun
üç boyutlu biçimini vurgulamak için değil onu çevreleyen çizgilerden narin
dalgalı bir ritim yaratmak için kullanılmıştır. Yerçekimi kanununa uygun doğal
katlantılarla dökülmez üstelik. Hoş çiçeklerle süslüdür. Gentile’nin bebek
İsa’sı çok zengin bir evin çocuğudur. Üzerinde altın nakışlı bir elbise vardır.
Koyu altın sarısı bir şalla vücudunun hiçbir yeri açıkta kalmayacak biçimde
sarmalanmıştır. İki boyutlu düz yüzeyin bu resmin biçimsel karakteristiği
olması gibi, saltanat görkemi de tematik karakteristiğidir. Kumaş ve
biçimin iki boyutlu içiçe geçişinin
etkisini güçlendirecek biçimde tahtın kumaşı ve yastıkları Meryem’in giysisine
benzer pahalı bir malzemedendir. Arka plandaki büyük altın çiçek desenli
kumaşın geniş yüzeyi derinliksizliği, görkemi, tüm resimde var olan süslü
karakteri daha fazla vurgular. Meryem’in çevresindeki uzamış melekler ve
birbiri üzerinde duracak biçimde düzenlenmiş çevrede zorlukla ayakta duranlar
da buna katkıda bulunur. Tüm resmin verdiği izlenim, ritmik paternde sunulmuş
figürlerin bulunduğu zengin materyalle kaplanmış bir yüzeydir.
Birbirinden bu kadar farklı iki
tablo aynı kentte aynı dönemde nasıl resmedilebildi? Sanat tarihi bu soruya ne
yanıt verebilir?
Sanat tarihi, şu zamana kadar
anlaşıldığı üzere, birincil olarak Masaccio’nun yalın kompozisyonunun veya
Gentile’nin belirgin olmadan salınan çizgisel ritminin yöntemsel çözümlemesi
ile ilgilenmiştir. Bu iki resim arasındaki farkları her birinin farklı biçemsel
akımlara ait olduğunu, birinin “klasik” ya da “rönesans”, diğerinin “geç-Gotik”
(2) olarak adlandırılabileceğini söyleyerek açıklamaya çalışabilirdi. Her bir
biçemin kendine özgü gelişimi vardır. Sanat tarihi bu biçemlerin tarihidir.
Biçemler yalnızca etiketlenerek
ya da onların karakteristikleri tanımlanarak açıklanabilir mi? Bir başka
deyişle, farklı biçemlerin aynı dönemde birlikte bulunmaları yalnızca onların
yan yana bulunduğu gerçeği belirtilerek açıklanabilir mi?
Biçemlerin bu birarada bulunma
durumu farklı yerlerde açıklanmaya çalışılmıştır. Soruna kimi zaman ilgili sanatçıların
aynı dönemde resim yapmalarına karşın farklı nesillerin üyesi oldukları yanıtı
verilmiştir. Genç sanatçının biçemi buna göre genellikle “yenilikçi”, daha
yaşlı olan çağdaşınınki ise gerici, tutucu vb. olarak tanımlanmıştır. Bu
tanımlamaya göre daha genç olan Masaccio’nun biçemi ilerici, daha yaşlı olan
Gentile’nin biçemi gerici olarak adlandırılabilirdi. Peki ya sanatçılar
yalnızca çağdaş olmayıp aynı zamanda akran iseler? Bu iki resmi konu, tarih ve
bugünkü yerleri bakımından böyle bir karşılaştırmaya uygun oldukları için
seçtim. Gentile yerine ondan çok daha genç, tarzı ona çok benzeyen, tüm
İtalya’da tanınan bir başka ressam olan Antonio Pisano’yu alırsak ne olur peki?
Ya da eğer Floransa’ya sınırlı kalacak olursak, Masaccio’nun sanatını Fra Angelico
veya Paolo Uccello gibi üstün sanatçıların çağdaş tarzıyla karşılaştırırsak?
Her durumda, önceki karşılaştırmamız kadar büyük ölçüde biçem farklılıkları
buluruz.
Sanat tarihi yalnızca biçemsel
ayırdedici özelliklere dayanarak, hangi ölçütlerle belli sanatçıları ilerici,
diğerlerini gerici olarak sınıflar? Genel olarak, eski biçem gerici, daha yakın
tarihli biçem ilerici olarak sınıflandırılır. Peki işler gerçekten böyle basit
mi? Riegl ve Dvorak, Viyana okulunun iki büyük sanat tarihçisi, doğalcılığın artışının
zorunlu olarak daha yakın tarihli biçem için ayırt edici özellik olmadığını,
tam tersine kronolojik gelişimin sıklıkla ters yönde aktığını göstermişlerdir.
Masaccio sonrası Floransa resmin sanatındaki eğilim söz konusu soruna örnek
oluşturur. On beşinci yüzyılın ikinci yarısında hiçbir ressam Masaccio
geleneğini gerçekten sürdürmedi. Bu dönemdeki aşağı yukarı tüm resimler “geç
Gotik” olarak sınıflandırılabilir. Bu, Botticelli ya da Filippino gibi çok
büyük ressamları gerici olarak değerlendirmemiz gerektiği anlamına mı geliyor?
Uzun dönemlerin ya da tüm bir yüzyılın sanatını gerici olarak tanımlayabilir
miyiz?
Burada söz etmemiz gereken bir
başka açıklama, “etki” içindir. Biçem farklılıkları ve dolayısıyla farklı
biçemlerin birlikte bulunması sıklıkla farklı etkilere bağlanır. Bizim
durumumuzda Masaccio’nun biçemi, Giotto etkisinden belki söz edilerek,
olasılıkla “Floransa’ya özgü” olarak tanımlanabilirdi. Doğuştan Floransalı
olmayan Gentile’nin durumunda ise Kuzey İtalya, Fransa, Umbria, Siena etkilerine
ayrıntılı gönderme yapılabilirdi. Peki bu etkiler nasıl ortaya çıkar? Neden
kimi belirgin etkiler belli biçemleri etkilemiş ama diğerlerini etkilememiştir?
Bu kafa karıştıracak kadar çok ve sık etkiler, biçemlerin kendisi kadar hızlı
bir biçimde açıklama gerektirmektedir. Etkiler, zemin onlar için hazırlanmış ve
onların gereksinimi duyumsanmışsa ancak ortaya çıkar. Etkiler, zorunlulukları
açıklamaz, onlar yalnızca eşlik eden etkenlerdir. Etkilerin işleyişini göz
önüne alırken buna göre, herhangi bir açıklamaya ulaşamayız.
Buna göre, esas olarak sanatın
biçimsel ögeleriyle ilgilenmiş olan biçemlerin tarihi, sorumuza doyurucu bir
yanıt veremez. Kaynak terimler, gerçekten geçerli tarihsel tanımlamalara değil
yalnızca kişisel beğeniye dayalı yargılara izin verir. Biçem sorununu – esas
sanat tarihinin halen yaptığı gibi - yalnızca geleneksel bakış açısına göre
değerlendirdiğimiz ve biçemlerin gelişimini bir tür boşluk içindeymiş gibi,
tarihi gelişmenin diğer boyutlarıyla bağlantısız olarak araştırmayı sürdürdüğümüz
sürece daha ileriye gitmek de olası değildir. Buna göre biçemlerin tarihini
aşmalı ve yanıtımız için daha derine gitmeliyiz. Masaccio ve Gentile’nin
resimlerinin çözümlemelerinde onların tematik ögelerine gönderme yapmıştım.
Gerçekten de çözümlemeye tasarlayarak onlardan başladım. Riegl ve Dvorak’tan
sonra, son iki dekadda Warburg Enstitüsü’nde gerçekleştirilen ve çok sayıda
Amerikan, Britanyalı, Rus sanat tarihçisini yaptığı çalışmalarda, bir sanat
eserinin ana temasının onun biçimsel ögelerinden daha az önemli olmadığı
yönünde bir değerlendirme uygun görünüyor. Her biçemi madde ve formun
ögelerinin özel bir karışımı olarak değerlendirdiğimizde, tematik ögeler,
sorunun kaynak aldığı resimden, yaşamın genel görünüşü, felsefeye dolaysız bir
geçiş sunar. Ele alınan sanat eseri buna göre artık yalıtılmış değildir.
Gelenekselin ötesine geçmiş ve daha derin birşeye, yaşamın kavranmasına ilişkin
birşeye ulaşmış bulunuyoruz. Biçimsel ögeler de kendileri payına son
çözümlemede günün felsefesine bağımlıdır. Bu ilişki yine de daha az doğrudandır
ve ancak birincil bağlantı anlaşıldıktan sonra açıkça ayırdedilebilir. Çünkü
resmin ana teması, resmin bir bütün olarak nasıl tam olduğunu başka herhangi
birşeyden daha açık gösterirken halkın sanatçı aracılığıyla anlatılan bakış
açısını, fikirlerini kısmi olarak gösterir.
Halk hiçbir biçimde yaşam görüşü
bağlamında görüş birliği içinde değildir ve farklı kesimler arasındaki görüş
ayrılıkları aynı dönemdeki farklı biçemlerin birarada bulunuşunu açıklar.
Böylesi ayrılıklar dolayısıyla halk olarak adlandırdığımızın homojen bir kitle
olmayışı, ama farklı, sıklıkla karşıt kümelere ayrılmış olması gerçeğinden
kaynak alıyor. Halk yalnızca, sanat alımlayıcısı olarak yeterliliği içinde
toplum yerine kullanılan bir başka sözcük olduğundan bundan sonra yapılması
gereken, toplum yapısının ve farklı kesimler arasındaki ilişkinin
incelenmesidir. Bu amaçla, bu bölünmelere neden olan ekonomik ve toplumsal
nedenleri belirlemeliyiz. Bu bizim ilk ilgi alanımız olmalı çünkü yalnızca
burada ayağımızın altında sağlam bir zemin var (3). Özetleyecek olursak:
birarada bulunan biçemlerin kökeni ve doğasını ancak toplumun farklı
kesimlerini inceler, felsefelerini yeniden canlandırır ve böylelikle
sanatlarını görüp iyice kavrarsak anlayabiliriz.
Bu kitapta amaçlanan budur.
Kitap, toplumun baskın kesimini çoğunlukla orta sınıfın oluşturduğu bir dönemde
Floransa resim sanatı tarihi ile ilgilenir. On üçüncü yüzyılın son yıllarında
aşırı zengin Floransa orta sınıfı aristokrasiye karşı kesin bir utku kazandı ve
kenti birleştirdi. 1434’te Cosimo de’Medici birbiriyle savaşan ayrılıkçı
burjuva düzenini sonlandırdı ve kendini, gerçek anlamda kentin yöneticisi
yaptı. Kentin gönenci bu dönemde hızlıca azalmaktaydı. Bu dönemdeki, yani
Giotto ile başlayıp Masaccio ile sona eren, on dördüncü yüzyıl ile on beşinci
yüzyılın ilk üçte birlik kısmındaki resim sanatı bu kitabın konusunu
oluşturmaktadır.
Başlangıç noktası, o dönemde
Floransa’daki ekonomik, toplumsal ve siyasi koşullarla ilgili geçerliği kesin
olarak kabul edilmiş belli olgulardır. Erken yirminci yüzyılda yapılan yeni
çalışmalar, Floransa ekonomik ve toplumsal tarihi ile ilgili bugüne dek
bilinmeyen önemli maddi ögeleri ortaya çıkardı ve içlerindeki böylesi devingen
etkenleri açığa çıkararak, Floransa’nın umarsız bir gönenç, genel uyum ve
sonsuz güzellik içinde yaşayan bir toplum olduğu anlayışını sonsuza dek ortadan
kaldırdı. Bu yeni bilgiler bilimin belli özelleşmiş dallarının su sızdırmaz
bölümlerine şu ana dek zorlukla girebilmiştir. Ben burada bu bilgiyi sanat
tarihinin hizmetinde kullanmayı amaçladım. Bu, toplumun her bir kesiminin özel
karakteristiklerini belirlemeyi ve aralarında ayırım yapmayı sağladı (4). Bu
farklı kesimlerin yaşam görüşlerinin yeniden canlandırılması ya da sanatlarının
doğasının ortaya çıkarılmasına yetecek ölçüde çabaların sürdürülmesi olanaklı
duruma geldi. Toplumun farklı katmanlarından insanların en çok önem verdikleri
şeyler konusunda ne düşündüklerini ve duyumsadıklarını, yine tarih bilimlerinin
diğer dallarından elde edilen sonuçlardan yararlanarak keşfetmeye çalıştım. Farklı toplumsal
katmanların düşünme alışkanlıkları ve ortak ilişkileri, ekonomik, toplumsal ve
siyasi fikirleri içinde olasılıkla başka hiçbir yerde böylesine açık bir biçimde
ortaya konmamıştır. Özel dikkat gösterdiğim bu fikirler dışında önemli bir öge
– sanatın bakış açısı bakımından değerlendirildiğinde dönemimizin dünya görüşü
içinde kuşkusuz zorunlu bir öge – ondan neredeyse hiç pratik etkinlik ya da
düşünce yönelimi ayrıştırılamayan dini duyarlıktır (5). Buna göre, farklı kümeler ve birbirini
izleyen nesiller arasında dine karşı yaygın yaklaşımı belirlemek durumunda
kaldım. Benim düşünceme göre felsefe ve edebiyat, bir dönemin sanatının
açıklanmasında sanat tarihi yalnız başına yardımcı kaynak iken, bu açıdan dini
duyarlığa göre çok daha az önemlidir ve ilginç paralel olgular ışığında
değerlendirilmelidir. Diğer yandan bilimin başarıları belli biçemsel eğilimler
için yaşamsal itkiler sağlamıştır.
Toplumsal koşullar ve farklı
ideolojilere değinen başlangıç bölümleri, ilişkili oldukları alanlarda uzman
olanlara yeni bir şey sunmaz. Ancak sanat tarihçileri ve genel okur, her ne
kadar pek çok tanıdık şeyle karşılaşacak olsa da bugüne dek bilmedikleri birşeyler
bulabilir. Amacım, dönem sanatının onun öncesindeki toplumsal dönemlerden doğal
olarak ortaya çıktığını tartışmaya açmak ve -her defasında doğrudan atıf
yapılamıyorsa dolaylı olarak- birçok önemli ön koşul ve benzerliği aydınlığa
çıkarmaktı. İdeolojik gelişmeler ile ekonomik, toplumsal ve siyasi koşullar ile
ilgili kimi olgular geleneksel olmayan birine bile ilk bakışta sanat tarihi ile
ilişkili görünmeyebilir. Bu olguların bir kısmından doğrudan sonuçlar
çıkarılamayabilirse bile onları kendi isteğimle dışarda bırakmazdım (6). Çünkü
tam da bu ayrıntılar, önümüzde duran karmaşık düşünceler ve olgular ağı üzerine
en parlak ışığı tutar ve “Rönesans” insanının gerçekçi, romantik olmayan bir
tablosunu yapabilmemizi, onların bakış açılarını daha iyi anlamamızı ve
dolayısıyla sanatlarını daha eksiksiz değerlendirebilmemizi herşeyden daha
fazla sağlar.
Farklı bakış açısı anlayışı
kazandığımız zaman, sanatla ilgili bölümlerde her biçemi, ona denk gelen yaşam
kavrayışıyla ilişkilendirebileceğiz. Çünkü yukarıda açıklanmış olduğu gibi,
sanat eserinin içeriği, yaşam kavrayışından sanata doğrudan geçişi sağlar.
Dolayısıyla bu birincil olarak değerlendirilmelidir. Ancak o zaman resim
sanatının esas tarihsel gelişimi, biçemlerin birarada bulunuşu, tek tek sanat
eserlerinin çözümlenişi tartışılabilir. Verilerin düzenlenmesi kitabın sanat
tarihiyle ilgili iki bölümünde bir dereceye kadar farklılık gösterir. On
dördüncü yüzyılı ele alan ilk bölümde özellikle yavaşça, adım adım ilerleyen
ağır bir yöntem seçtim. Bu yöntem belli tekrarlar içerir ancak bence bu
kaçınılmazdır. Resimlerin temalarını olabildiğince ayrıntılı tartışarak
başlıyorum. Bu tartışma geçmişte temanın sanat için oynadığı rolün ihmal edilme
eğiliminden kaynaklanan bir zorunluluktur. Aynı nedenle, bu bölümü izleyen
biçem gelişimi ile ilgili bölümde içerik sorununa geniş yer ayırdım. Dini ve
seküler konular ayrı ayrı ele alındı ve dini olanlar arasından öyküsel ve saf
törensel konulu olanlar (İsa, Meryem ve azizler), sembolik ve alegorik
olanlardan ayrı tutuldu. Bu ayırım, biçemsel gelişimin sunumunda da sürdürüldü
(7). On dördüncü yüzyılı ele alırken böyle söylemek uygun görülürse, ağır
tempoda yöntemi gösterdikten ve birçok konuyu ayrıntılı olarak listeledikten
sonra, erken on beşinci yüzyıl resim sanatını tartışmak için daha hızlı
ilerleyebildim. Bu bölümde, yalnızca dini ve seküler konuları ayırmayı
sürdürerek hemen biçemsel gelişime başladım.
Tartışılan dönem sanatı esas
olarak sanatın paronlarının bakış açısını yansıttığı için, toplumsal ölçekte
patrondan daha aşağıda olan sanatçının görüşünden çok vurgulanan budur. Buna
uygun olarak bireysel işlerde ayrıntıları araştırmayı denedim çünkü sıklıkla
bunlar eseri çalışan sanatçı kadar siparişi veren açısından da karakteristikti
(8). Sanat eserinin üretim koşulları üzerinde çok derin etkisi olduğundan doğal
olarak, sanatçının özgün ekonomik ve toplumsal konumu da ayrıca tartışıldı.
Sanatçıların toplumsal konumuyla yakın ilişkili olarak, kendi dönemlerinde öne
sürülen sanatla ilgili görüşler, bunlara karşılık tüm ideolojiler için geçerli
olduğu gibi pratik yaşamda bunlara tepkiler var.
Toplumun farklı kesimleri bir kez
ayırt edildikten, onların düşünme biçimleri ve tinsel gereksinimleri anlaşıldıktan (9) ve resmin içeriği dikkate
alındıktan sonra, farklı sanat eserleri arasındaki biçem ayrılıklarının
yalnızca birçok sanatçı arasındaki bireysel farklılıklara değil, bu eserlerin
toplumun farklı kesimlerine yönelik olduğu (10) veya farklı sanatsal
gereksinimleri doyurduğu gerçeğine de bağlı olduğu hemen anlaşılır.
Sanatçıların kişilikleriyle ilgili dürüst olmayı amaçladım ama sanat tarihinde
tek tek sanatçılar ya da sanat eserlerinin bugüne dek geleneksel olarak
yorumlanışını sürdürmekten bilerek sakındım. Sanatçının kişiliğindeki yaratıcı
niteliği, sanat eserinin biricikliğini doğal olarak göz ardı etmedim ancak
bunları tarihsel gelişim çerçevesi içine yerleştirdim ve bundan dolayı onlar
“sanat için sanat” anlayışındaki sanat tarihinin uygun gördüğü çok önemlilik ve
aşırı vurgulama özelliklerini yitirdiler (11).
Kendimi yalnızca resim sanatı
tarihi ile sınırlandırmayı amaçladım. Yine de üç sanatı keskin bir biçimde
ayırmak çok zor. Dahası, bu kitabın yöntemi heykel ve mimari üzerine de belli
miktarda yeni ışık göndermeye yöneliktir.
Yeni sanat tarihi malzemesi üretmeyi
ya da ünlü her Floransalı ressamı tartışmayı amaçlamadım. Yeni ve sağlam bir
temel üzerinde kurulmuş, zaten az çok bilinen bir veri üzerine bir yorum sunmak
için yola çıktım. Buna karşın bu kitabın bakış açısına göre bugüne dek çok az
önem verilmiş kimi sanat eserleri zorunlu olarak ele alındı (12). Nitelik ve
kronoloji ile ilgili özellikle on dördüncü yüzyıla ait birçok sorun hala çözüm
bekliyor (13). Farklı biçemsel küme ve sanatçı atölyelerine göre sınıflandırma
tamamlanmadı (14). Bugüne dek yapılan ikonografik araştırmalarda, sanat
tarihinde yakın zamana kadar benimsenmiş olan resmi yaklaşım nedeniyle çok az
ilerleme sağlanmış olması, işimi daha da güçleştirdi (15). Çok önemli olan koruyuculuk sorunu ile ilgili
bundan da az çalışma vardır (16). Tüm bu koşullar, özgün sanat tarihi için
bile, bu kitaba da sızmış olabilecek birçok belirsizliğe neden olur. Ben
yalnızca sanat tarihi ile ilgilenmedim. Böylesi geniş ve değişken ilgi alanları
araştırılırken uzman olmayanların hatadan kaçınabilmeleri düşük bir
olasılıktır. Bu alandaki uzmanlar bile görüş farklılıklarına düşer ve daha
sonraki kitaplar sürekli olarak öncekilerle çatışır (17). Dini duyarlığın
tarihi veya günlük yaşamda siyasi düşünceler ile ilgili ciddi kaynaklar henüz
bebeklik dönemindedir. Altyapı hazırlanmış olsa da, toplumsal tarih alanındaki
yazılı kaynaklarda bile sayısız boşluk var. Kimi zaman varsayım ve tümdengelim
gerçeğin yerini almak durumundadır. Hepsinin ötesinde, tarih biliminin farklı
dalları arasındaki işbirliği olgunlaşmamış düzeydedir. Farklı toplumsal
sınıfların psikolojisi ile ilgili, özellikle tarihsel gelişimi gerçekten
dikkate alan kitapların sayısı çok
azdır. Bu nedenle kimi zaman yanlış yorumlama riski tam olarak ortadan kaldırılamaz.
Yalnızca umabilirim ki böylesi kaçınılmaz
bir hata yöntemin kendisine veya daha ötesi bu kitabın ana çerçevesine ve
sonuçlarına karşı bir sav oluşturmasın. Katıksız olgusal temel, sosyolojik
yorum yönteminden daha az olmayacak biçimde, bugünkünden daha sağlam biçimde
kurulduğunda, her ayrıntı kendi doğru yerini bulduğunda ve doğru
yorumlandığında zaman kuşkusuz gelecek. Yine de araştırmanın bu ilkel evresinde
bile bu eserin kimi sonuçları aydınlatıcı bulunabilir. Her ne olursa olsun
girişin başında sorulan soruya yeterli bir yanıt verilmiş olduğunu umuyorum:
Masaccio ve Gentile’nin resimlerindeki gibi bize başlangıç noktası oluşturan
farklı biçemler nasıl yan yana var olabilir?
1- Bu kitap yazıldığı sırada,
İkinci Paylaşım Savaşı’ndan önce asılıydılar.
2- Bir zaman önce iki makale ile
(“Studien zur Gotik im Quattrocento”, Jahrb. der Preuss. Kunstslg.,
XLVI, 1925; “Gedanken zur Entwicklung der Trecento- und Quattrocento-Malerei in
Siena und Florenz”, Jahrb. für Kunstwiss., II, 1924-25) bu iki ana akımı
ayırdetmeye çalışmıştım. Wölfflin’in cinquecento (16. yüzyıl İtalyan sanatını
işaret eden terim - Türkçe’ye çevirenin notu) terminolojisinin kullanımını
genişleterek benzer quattrocento (15. yüzyıl İtalyan sanatını işaret eden terim
- Türkçe’ye çevirenin notu) biçemi için de “klasik” kavramını kullandım. Bugün,
her ne kadar biçem adlandırmalarıyla farklı biçemlerin köken ve kaynaklarıyla
ilgilendiğim gibi ilgilenmesem de, her iki biçem için – Masaccio ve aynı
zamanda Raphael’in biçemleri için- “klasisist” kavramının daha uygun olduğunu
düşünüyorum.
3- Dvorak’ın işaret ettiği gibi
ekonomik etkenler sanattaki tüm gelişmeye doğrudan olmasa bile ışık tutar. van
Eycks’in sanatı konusunda söz ederken, sanat tarihinin, onun birdenbire ortaya
çıkışına henüz bir açıklama getiremediğini belirtmişti. Bu sanatı üreten yeni
burjuva kültürünün kaynakları bilinmiyordu çünkü Flanders’in artan önemi
“yalnızca hiç kimsenin okumadığı ekonomi tarihi kitaplarında anlatılıyordu”.
Bugünkü durumda da Rönesans’ın kökeni ile ilgili çok daha fazla bilgi ve görüş,
sanat tarihi çalışmalarından daha yaygın biçimde ekonomi tarihi el kitaplarında
bulunabilir.
4- On dördüncü yüzyılın ikinci
yarısının tanımlaması bir dereceye kadar tam olmalıdır çünkü farklı toplumsal
güçlerin görece güçleri, yüzyılın ilk dönemindeki geniş bir değerlendirmenin
yeterli olacağı daha yüksek kararlılığın tersine, sürekli değişiyordu.
5- Dini duygular genel dünya
görüşünün oluşturulmasında çok önemli bir rol oynadığından, özellikle,
tartıştığımız sanat dönemi öncesindeki dönemdeki tarihini kısaca tanımlamayı
uygun buldum. Erken orta sınıf döneminin başlangıcından itibaren dini
duyarlığın evrimiyle ilgili iyice bilgi edinmek için sonraki gelişmeleri
anlamak zorunludur. Aynısı bence ekonomik ve toplumsal tarih için de
geçerlidir.
6- Öz anlatım amacıyla tarih
bölümünde temanın aydınlatılmasına yardımcı olabilecek ve dahası, belli
yanlarını değiştirebilecek birçok ilginç ayrıntıyı ve olguyu dışarıda bıraktım.
Daha ileri yalınlaştırma, olguları çarpıtabilirdi.
7- Buna karşın ben bu ayırımı,
özel bir sanatçının bakış açısını onsuz daha geniş kapsamlı kavrayabileceğim
yerlerde birkaç olguda çok katı
uygulamadım.
8- Her ne kadar sanatçıların
çoğunluğu alçakgönüllü olsa da, eserleri sıklıkla siparişi veren daha üst
sınıfların bakış açısını yansıttı. Buna göre, “üst-orta sınıf” sanatçı gibi
terimler kullandığımda, o sınıfın bakışını yansıtanı işaret etmek istedim.
9- On dokuzuncu yüzyıl öncesi
sanatını değerlendirirken sanat tarihi, belirli bir sanatsal eğilimi halkın
bütünüyle mi yoksa yalnızca belli kısımlarıyla mı anladığı, anladığı kısımların
hangileri olduğu sorunlarına çok az ilgi götermiştir.
10- Farklı toplumsal kesimlerle
ilgili biçemleri karşılaştırırken ve farklı sanatsal eğilimleri
sınıflandırırken öznel “nitelik” kavramı natüralist denektaşından daha az
yanıltıcı değildir. Buna karşın toplumun görece alt kesimlerini sanatını betimlerken
örneğin “yüksek”, “cansız” gibi anlatımlardan şu an kaçınılamaz. Burada
yalnızca anlatımı kolaylaştırmak için kullanılmışlardır. Nitelik farklılıkları
yalnızca sanatsal eğilimler aynı ise tartışma konusu olabilir.
11- Karmaşık biçemlerin
açıklaması için, on dördüncü yüzyılın demokratik ikinci yarısı için olduğu
üzere, daha önde gelen sanatsal kişiliklerle bağlantılı olsalar bile kolayca
anlaşılabilen basit biçemlerden daha fazla yer ayırdım.
12- Basılmış aydınlatıcı
açıklamalar, özellikle popüler kalem çizimleri daha fazla olsaydı çok yardımcı
olurdu. Sanat tarihi araştırmaları neredeyse tamamen tablolara ve belli “niteliksel”
ölçütte tablolara sınırlıdır. Diğerleri bilinmeden ve kendilerine değinilmeden
kalmıştır.
13- Nitelik ve kronoloji ile
ilgili birçok tartışmalı soruna (örneğin Assisi’deki St. Francis fresklerinin
kimin eseri olduğu ile ilgili tartışmalı sorun) dogmatik bir yanıt vermeyi
amaçlamadım. Genel gelişim çizgisini korumakla ilgilendim.
14- Ne yazık ki yalnızca Dr.
Offner’in On Dördüncü Yüzyılda Floransa Resim Sanatı ile ilgili büyük temel
çalışmasının bir kısmı bulunmaktadır.
15- Başarılan her ne varsa bu
büyük oranda Warburg Enstitüsü’nün girişimleri ile gerçekleşmiştir.
16- Eseri ısmarlayan bağışçıyı
gösteremediğim durumlarda, en azından sanat eserinin hangi kilise ya da
manastır için yapıldığını söylemeye çalıştım. Bu bile sanat eserini
ısmarlayanların amacını aydınlatmaya yardımcı olabilir. Her durumda bu bilgi
gelecekte bu konuda yapılacak araştırmalara temel oluşturacaktır.
17- Dahası ben sıklıkla orijinal
kaynaklardan veya çok özel dökümanlardan önemli görüş ve gerçekleri almak,
bunları bu kitabın özel amacına uygun kısaltılmış ve basitleştirilmiş biçimde
yeniden sunmak zorunda kaldım.
Göz önünde bulundurulan sanat
eserlerinin tam listesi, değerlendirilen konuların büyük çeşitliliği nedeniyle
çok uzun olur. Dolayısıyla, yalnızca temel görüşler ve gerçekler konusunda
başvurduğum kitap ve makaleleri veya belli konuda en bilgilendirici yazılı
kaynakları belirttim. Ayrıca genel bilimsel anlayışın henüz bir parçası olmamış
malzeme içeren birkaç görece yakın tarihli veya az bilinen eserden de söz
ettim. Kural olarak, genel bir ayırt edici özellik için el kitaplarını
katmadım. Kendi çizgimi izlediğim sanat tarihi bölümünde, dış desteğe çok daha
fazla bağımlı olduğum diğer bölümlere göre daha az kaynaktan alıntı yaptım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder