14 Aralık 2015 Pazartesi

Adam Smith Ve Kapitalizm



İçinde yaşadığımız şu günler tüm insanlık adına karamsar ve umutsuz bir dönem. Ortadoğu ve Kafkasya’daki enerji kaynaklarına yönelik paylaşım hesapları çok büyük bir dünya savaşını tetikleyecek izlenimi veriyor. Dünyanın hiçbir yeri artık güvenli değil, her yerde bombalar patlıyor, insanlar ölüyor. Bu büyük kriz burjuva yaşam tarzının, burjuva antropolojisinin bir sonucudur. Buna göre ekonomi-politiğin kurucusu olarak kabul edilen Adam Smith bağlamında kapitalizmi daha derinlikli incelememiz gerekiyor.
Başlangıç noktamız “Milletlerin Zenginliği”nden olacak: “…Bireyler arasında olduğu gibi, milletler arasında da doğal olarak bir birlik ve dostluk bağı olması gereken ticaret, uyumsuzlukla düşmanlığın en gür kaynağı olmuştur” (1). Neden böyle olmuştur: “…krallarla bakanların densiz tutkusu, Avrupa huzuru için, tacirlerle sanayicilerin arsız kıskançlığından daha öldürücü olmamıştır” (2). Adam Smith’in tacirler ve sanayicilerle ilgili saptamaları sürüyor: “İnsanoğlunun hükümdarı olmayan ve olmaması gereken tacirlerle sanayicilerin o bayağı yırtıcılığı ve hep kendine yontan zihniyeti belki düzeltilemez ama bunun, kendilerinden başkasının rahatını bozmasının önüne pekala geçilebilir (3)”. İşte ekonomi politik böyle doğdu. Bu ticaret anlayışı, Smith’in çok güzel vurguladığı gibi yeni ortaya çıkan burjuva sınıfının temsilcilerinin açgözlülüklerinin, aşağılıklarının, bencilliklerinin izlerini taşıyordu. Merkantilizm, ticaretle elde edilen paranın olabildiğince fazlasını gümrük duvarları içinde tutmayı amaçlamaktaydı. Bu para tutkusu insanlığa pahalıya mal oldu. Sömürgeleştirme yoluyla pazarların ele geçirilmesi, ticaret tekelleri oluşturmak ya da bir başka devletin ticaret politikasını değiştirmek amacıyla savaşlara girişildi; bu savaşlarla insanlar kan göllerinde boğuldu. Dünya on yedinci yüzyıl boyunca yalnızca yedi yıl tam barış dönemi görebildi. İnsanlık dışı köle ticareti ile Afrika’dan Amerika’ya götürülen insan sayısı on yedinci yüzyılda 3 milyonu buldu. Kapitalizm bu açgözlü yüzünü biraz olsun gizleyebilmek, gerçekte ise çok daha büyük karlar elde edebilmek için, Adam Smith’in önerdiği iyi ilişkiler kurma yolunu seçti. “Ulusların Zenginliği”ne dayandırılan serbest ticaret sistemi, merkantil sistemi tekelleriyle, kısıtlamalarıyla ortadan kaldırmıştı. Bu sistem merkantil sistemin zorbalıklarını azaltmış mıydı? Daha 1844’te Engels kapitalistlerin açgözlülük ve bencilliklerinin sürdüğünü vurgulamıştı (4). Sanayi devrimi ile birlikte fabrika sistemi gelmişti. Bu insanlık için bir ilerleme sayılmalıydı ancak kapitalist açgözlülük bu kez de modern köleliği yaratmıştı. Engels, “İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” adlı eserinde (5) işçi sınıfının en gerekli geçim araçlarını bile kıt kanaat elde edebildiğini, korkunç bir sefalet içinde yaşadığını gösterir. İşçiler temel temizlik araçlarından ve sudan yoksun bırakılmışlardır. Rutubetli evlerin tek odasına bir ağıla sokuşturulur gibi doldurulmuşlardır. Her gün beden ve zihin enerjileri tümüyle tükeninceye dek çalıştırılıyorlardır. Kapitalizm ancak bu kadar insanileşebilmiştir. Savaşlar azaltılmış ancak insana yapılan zulüm aynı kalmıştır.
19. yüzyılda kapitalizme yönelen eleştiriler bir devrim çağını açmış, emekçiler bilinçlenerek yeni bir sınıfı, proletarya sınıfını yaratmıştı. İşçilerin en temel hakları için giriştikleri mücadeleler kanlı biçimde sonlandırıldı. Kapitalist klasik öğreti bu mücadelenin şiddetlenmesi üzerine klasik ekonomi kuramında değişikliğe giderek toplumsal sınıf yapısı görüşünü görmezden gelen bir yaklaşımı benimsedi. 1870’den 1920’ye kadar uzanan dönemde klasik değer kuramını değiştiren bu neo-klasik liberal öğreti egemen olmuştur. Temelde sanayi kapitalistlerinin çıkarlarının savunuculuğunu yapmışlar ve Smith’in “görünmeyen el” anlayışını sürdürmüşlerdir (6). Tekelcilikten rekabete kayış, endüstriyel ve ticari girişimcilik için uygun ortam yaratmıştı. Bu da ekonomik savaşımın şiddetlenmesine neden olacaktı (7). Bu dönemde de emperyalist genişleme sürmüştür. Açgözlü kapitalistlerin bu pazar paylaşım mücadelesinin kaçınılmaz sonucu 1914’teki 1. Paylaşım Savaşı olmuştur. Yaklaşık 20 milyon insanın kıyımına, evsiz ve yurtsuz kalmasına neden olan bu korkunç savaş tam bir yıkım getirmiştir. Savaşın ortaya çıkardığı insani kayıplar dışında savaşın sonunda da tam bir ekonomik çöküş gerçekleşmiştir. İngiltere’de süregen bir işsizlik ortaya çıkmıştır. Savaşın doğrudan etkilediği ülkelerdeki toplumsal yapının tamamen yıkılması savaş öncesi toplumsal ve ekonomik düzene dönüşü güçleştirdi (8). Bu ekonomik durgunluk 1929’da büyük depresyona yol açınca serbest ticaret anlayışı büyük bir darbe aldı ve ortadan kalktı (9).
Küresel depresyonun kapitalist ekonomiyi çökme noktasına getirmesi üzerine kaynağını J. M. Keynes’te bulan koruma yoluyla istihdamı artırma kuramı geliştirilmiştir. Buna göre, ithalatın azaltılması ve yerli malların tüketiminin artırılması istihdamı ve ulusal geliri arttıracaktır. Bu kuram işsizlik sorununa çözüm bulamayan kapitalist ekonomiyi kurtarmak için ortaya atılmıştır. Keynes, devletin ekonomik sisteme karışması gerektiğini göstererek üretim ve işsizliği öncelikli sorunlar durumuna getirmiştir. Kuram, kamu harcamalarının, özellikle de savunma harcamalarının arttırılması sonucunu doğurmuştur. ABD soğuk ve sıcak savaşı sürdürmeyi tam istihdam için bir araç olarak kullanmıştır (10).
Küresel ekonomik depresyonun çok önemli etkileri olmuştur. 1917 Sovyet devrimi bu ekonomik çöküşe görece dayanıklılık gösterince Sovyet sistemi kapitalist sisteme önemli bir rakip durumuna geldi. Paylaşım savaşının galipleri dünyayı bolşevizmden kurtarma planları yapmaya başladılar. Krizin en uzun vadeli en kötü sonucu ise savaş yanlısı radikal sağ (faşist) yönetimlerin İtalya, Japonya ve Almanya’da yönetime gelmeleridir. Böylelikle Avrupa’da liberalizm ve sol çökerken faşizm yükseldi. Hitler’in Almanya’da 1933’te yönetime gelmesi faşizmin yaygınlaşmasına neden oldu ve 2. büyük Paylaşım Savaşı’na gidişi hazırladı. Açgözlü kapitalistler Hitler’i desteklediler ve köle emeği ile imha kamplarındaki işgücünü kullanma düzeyine kadar onunla işbirliği yaptılar. Faşizm sol toplumsal devrimi ortadan kaldırdı, işçi sendikalarını ve işgücünü yönetme haklarına getirilen sınırlamaları kaldırdı. Böylelikle işçi haklarının ezilmesi ekonomik çöküşe sanayici ve tüccarların çıkarlarına uygun bir çözüm bulunmasını sağladı (11). Büyük kömür, çelik ve öteki ağır endüstri tekellerinin istekleri doğrultusunda faşist yönetim yönlendirildi. Alman faşist yönetiminin ekonomik danışmanlar kurulunda Krupp, Bosch, Siemens gibi patronların bulunması bu bağlamda rastlantı olarak kabul edilemez. Sermaye, faşist yönetime desteğinin karşılığını 1933-36 yılları arasında karını % 433 arttırarak aldı (12). 1939-45 yılları arasında yer alan 2. Paylaşım Savaşı’nın sonuçları korkunç oldu. Yirmi milyonu Sovyet vatandaşı olmak üzere yaklaşık 50 milyon insan öldü, Avrupa baştan aşağı yakılıp yıkıldı. Japonya’ya atılan iki atom bombası insanlık tarihine utanç olarak kaydedildi. Savaş sonrası dönemde ise Sovyet yönetimine yönelik Soğuk Savaş başlatılarak insanlık ikiye bölündü, sosyalist düşünceye karşı cadı avları başlatılarak özgür düşünce karşıtı terör yaratıldı.
Keynesçi ekonomik politikalarla Avrupa ikinci savaş sonrası dönemde kalkındırıldı ancak 1970’lerin başındaki ekonomik durgunluk, işsizliğin önlenememesine yol açtı. 1973 petrol krizi ile birlikte kapitalizm kendini kurtarmak için Keynesçi politikaları bırakmak durumunda kaldı. Bu dönemde dolar konvertibilitesi sona erdi. Milton Friedman öncülüğünde “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” söylemi yeniden egemen oldu. Ekonomisi çöküşe geçen ABD’nin üstün görünümü, Vietnam yenilgisi ile birlikte bir yara daha aldı. Kendisine en büyük seçenek olarak gördüğü Sovyet sosyalizmini ortadan kaldırabilmek için ABD öncülüğünde hızlı bir silahlanma yarışına giren kapitalizm saldırganlaştı. ABD; Şili, Arjantin gibi Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye’de askeri darbeler yoluyla işbaşına getirttiği diktatörler aracılığıyla her türlü işçi hakkının ortadan kaldırılmasına yol açarken on binlerce insanın öldürülmesine, daha fazlasının işkence görüp sakat kalmasına neden oldu. Silahlanma yarışına yetişemeyen Sovyet ekonomisi iflas edince 1989’da SSCB’nin dağılması engellenemedi. Açgözlü kapitalizm, seçeneğinin de kalmadığı bu dönemde de arsızlığını dizginlemedi, özellikle Ortadoğu ve Kafkasya’da enerji, petrol savaşları ile milyonlarca insanın kıyımına, bir o kadarının sakat kalmasına ve daha da fazlasının evsiz, yurtsuz kalacak biçimde göç etmesine neden oldu. Tüm insan hakları bu son dönemde umursamazca ve utanmazca göz ardı edildi. İnsanlar hapishanelerde ne ile suçlandığını bilmeden tutuklu kaldı, özel uçaklarda işkence gördü. İşte biz, emperyalizmin sınırsızca genişlediği bu dönemde bugüne kadarki en büyük ekonomik krizi yaşıyoruz. Bu aşamada kapitalist ideologlar telaşla “bu kriz kapitalizmin krizi değildir, açgözlülük yapan küçük bir kesimin krizidir” diyerek yine kapitalizmi kurtarmaya giriştiler. Adam Smith’ten 333 yıl sonra kapitalist ekonominin en önemli propaganda gazetesi Financial Times’te yayınlanan bir yazının başlığı çok ilginç: “Hayvani İçgüdülerin Yetersiz Kontrolü” (13). Adam Smith’in bilgeliğinden yararlanmak gerektiğini belirten yazar, “girişimci” olarak adlandırdığı kapitalistin kimileyin çok fazla risk aldığını belirtiyor. Buna göre kapitalizmin bu finansal krizinin bu hayvansal içgüdünün göz önüne alınmamasından kaynaklandığını iddia ediyor.
Yukarıda, Adam Smith’ten günümüze dünya tarihine ve kapitalist ekonomi politiğe kısaca bir göz attıktan sonra şunları rahatça söyleyebiliriz: Bu kriz, daha öncekiler gibi, sanayici ve tüccarların arsızlığı, açgözlülüğü ve bencilliği nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu açgözlülük insanlığın doğuştan getirdiği bir özellik değildir, kapitalizmi yaratan burjuva sınıfının karakteridir. Adam Smith’in iyi niyetli öngörüsü gerçekleşmemiş, bu sınıf, kendi ortaya attığı eşitlik, özgürlük, adalet ideallerini gerçekleştirememiştir. Bunun yerine insanlığa, kendi sınıfsal çıkarlarını korumak ve karlarını arttırmak adına bugüne dek yüzyıllar boyunca kan, yıkım, işkence, acı verebilmiştir. Bize düşen kapitalist ideologların yalanlarına kanmamak ve kapitalist egemenlik sürdükçe hem bu krizlerin, hem de insanlığın kırımının, yeni savaşların süreceğini görmektir.

Kaynaklar:
1. Adam Smith, Milletlerin Zenginliği, çev. Haldun Derin, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006. s. 529
2. Adam Smith, age. s. 530
3. Adam Smith, age. s. 530
4. Friedrich Engels, Ekonomi Politiğin Bir Eleştiri Denemesi. 1844 El Yazmaları içinde, çev. Kenan Somer. Ankara, Sol yayınları, 1993, s. 352-83.
5. Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, çev. Yurdakul Fincancı. Ankara, Sol Yayınları, 1997.
6. Gülten Kazgan, İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi. İstanbul, Remzi Kitabevi, 1989, s. 131.
7. Eric Hobsbawm, İmparatorluk Çağı: 1875-1914, çev. Vedat Aslan. Ankara, Dost Kitabevi, 2003, s. 326-53.
8. William H. McNeill, Dünya Tarihi, çev. Alaeddin Şenel. Ankara, İmge Kitabevi, 2005, s. 775.
9. Eric Hobsbawm, Sanayi ve İmparatorluk, çev. Abdullah Ersoy. Ankara, Dost Kitabevi, 2003, s. 223.
10. Gülten Kazgan, a.g.e., s. 267.
11. Eric Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl, 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, çev. Yavuz Alogan. İstanbul, Everest Yayınları, 2006, s. 171-2.
12. Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklopedisi, Gelişim Basım Yayım AŞ.

13. Robert Shiller, A Failure to Control the Animal Spirits, Financial Times, 8 Mart 2009. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder