İçinde yaşadığımız şu günler tüm
insanlık adına karamsar ve umutsuz bir dönem. Ortadoğu ve Kafkasya’daki enerji
kaynaklarına yönelik paylaşım hesapları çok büyük bir dünya savaşını
tetikleyecek izlenimi veriyor. Dünyanın hiçbir yeri artık güvenli değil, her
yerde bombalar patlıyor, insanlar ölüyor. Bu büyük kriz burjuva yaşam tarzının,
burjuva antropolojisinin bir sonucudur. Buna göre ekonomi-politiğin kurucusu
olarak kabul edilen Adam Smith bağlamında kapitalizmi daha derinlikli incelememiz
gerekiyor.
Başlangıç noktamız “Milletlerin
Zenginliği”nden olacak: “…Bireyler arasında olduğu gibi, milletler arasında da
doğal olarak bir birlik ve dostluk bağı olması gereken ticaret, uyumsuzlukla
düşmanlığın en gür kaynağı olmuştur” (1). Neden böyle olmuştur: “…krallarla bakanların
densiz tutkusu, Avrupa huzuru için, tacirlerle sanayicilerin arsız
kıskançlığından daha öldürücü olmamıştır” (2). Adam Smith’in tacirler ve
sanayicilerle ilgili saptamaları sürüyor: “İnsanoğlunun hükümdarı olmayan ve
olmaması gereken tacirlerle sanayicilerin o bayağı yırtıcılığı ve hep
kendine yontan zihniyeti belki düzeltilemez ama bunun, kendilerinden
başkasının rahatını bozmasının önüne pekala geçilebilir (3)”. İşte ekonomi
politik böyle doğdu. Bu ticaret anlayışı, Smith’in çok güzel vurguladığı gibi yeni
ortaya çıkan burjuva sınıfının temsilcilerinin açgözlülüklerinin,
aşağılıklarının, bencilliklerinin izlerini taşıyordu. Merkantilizm, ticaretle elde
edilen paranın olabildiğince fazlasını gümrük duvarları içinde tutmayı
amaçlamaktaydı. Bu para tutkusu insanlığa pahalıya mal oldu. Sömürgeleştirme
yoluyla pazarların ele geçirilmesi, ticaret tekelleri oluşturmak ya da bir
başka devletin ticaret politikasını değiştirmek amacıyla savaşlara girişildi;
bu savaşlarla insanlar kan göllerinde boğuldu. Dünya on yedinci yüzyıl boyunca
yalnızca yedi yıl tam barış dönemi görebildi. İnsanlık dışı köle ticareti ile
Afrika’dan Amerika’ya götürülen insan sayısı on yedinci yüzyılda 3 milyonu
buldu. Kapitalizm bu açgözlü yüzünü biraz olsun gizleyebilmek, gerçekte ise çok
daha büyük karlar elde edebilmek için, Adam Smith’in önerdiği iyi ilişkiler
kurma yolunu seçti. “Ulusların Zenginliği”ne dayandırılan serbest ticaret
sistemi, merkantil sistemi tekelleriyle, kısıtlamalarıyla ortadan kaldırmıştı.
Bu sistem merkantil sistemin zorbalıklarını azaltmış mıydı? Daha 1844’te Engels
kapitalistlerin açgözlülük ve bencilliklerinin sürdüğünü vurgulamıştı (4). Sanayi
devrimi ile birlikte fabrika sistemi gelmişti. Bu insanlık için bir ilerleme
sayılmalıydı ancak kapitalist açgözlülük bu kez de modern köleliği yaratmıştı. Engels,
“İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” adlı eserinde (5) işçi sınıfının en
gerekli geçim araçlarını bile kıt kanaat elde edebildiğini, korkunç bir sefalet
içinde yaşadığını gösterir. İşçiler temel temizlik araçlarından ve sudan yoksun
bırakılmışlardır. Rutubetli evlerin tek odasına bir ağıla sokuşturulur gibi
doldurulmuşlardır. Her gün beden ve zihin enerjileri tümüyle tükeninceye dek
çalıştırılıyorlardır. Kapitalizm ancak bu kadar insanileşebilmiştir. Savaşlar
azaltılmış ancak insana yapılan zulüm aynı kalmıştır.
19. yüzyılda kapitalizme yönelen
eleştiriler bir devrim çağını açmış, emekçiler bilinçlenerek yeni bir sınıfı, proletarya
sınıfını yaratmıştı. İşçilerin en temel hakları için giriştikleri mücadeleler
kanlı biçimde sonlandırıldı. Kapitalist klasik öğreti bu mücadelenin
şiddetlenmesi üzerine klasik ekonomi kuramında değişikliğe giderek toplumsal
sınıf yapısı görüşünü görmezden gelen bir yaklaşımı benimsedi. 1870’den 1920’ye
kadar uzanan dönemde klasik değer kuramını değiştiren bu neo-klasik liberal
öğreti egemen olmuştur. Temelde sanayi kapitalistlerinin çıkarlarının
savunuculuğunu yapmışlar ve Smith’in “görünmeyen el” anlayışını sürdürmüşlerdir
(6). Tekelcilikten rekabete kayış, endüstriyel ve ticari girişimcilik için
uygun ortam yaratmıştı. Bu da ekonomik savaşımın şiddetlenmesine neden olacaktı
(7). Bu dönemde de emperyalist genişleme sürmüştür. Açgözlü kapitalistlerin bu
pazar paylaşım mücadelesinin kaçınılmaz sonucu 1914’teki 1. Paylaşım Savaşı
olmuştur. Yaklaşık 20 milyon insanın kıyımına, evsiz ve yurtsuz kalmasına neden
olan bu korkunç savaş tam bir yıkım getirmiştir. Savaşın ortaya çıkardığı
insani kayıplar dışında savaşın sonunda da tam bir ekonomik çöküş
gerçekleşmiştir. İngiltere’de süregen bir işsizlik ortaya çıkmıştır. Savaşın
doğrudan etkilediği ülkelerdeki toplumsal yapının tamamen yıkılması savaş
öncesi toplumsal ve ekonomik düzene dönüşü güçleştirdi (8). Bu ekonomik
durgunluk 1929’da büyük depresyona yol açınca serbest ticaret anlayışı büyük
bir darbe aldı ve ortadan kalktı (9).
Küresel depresyonun kapitalist
ekonomiyi çökme noktasına getirmesi üzerine kaynağını J. M. Keynes’te bulan
koruma yoluyla istihdamı artırma kuramı geliştirilmiştir. Buna göre, ithalatın
azaltılması ve yerli malların tüketiminin artırılması istihdamı ve ulusal
geliri arttıracaktır. Bu kuram işsizlik sorununa çözüm bulamayan kapitalist
ekonomiyi kurtarmak için ortaya atılmıştır. Keynes, devletin ekonomik sisteme
karışması gerektiğini göstererek üretim ve işsizliği öncelikli sorunlar
durumuna getirmiştir. Kuram, kamu harcamalarının, özellikle de savunma
harcamalarının arttırılması sonucunu doğurmuştur. ABD soğuk ve sıcak savaşı
sürdürmeyi tam istihdam için bir araç olarak kullanmıştır (10).
Küresel ekonomik depresyonun çok
önemli etkileri olmuştur. 1917 Sovyet devrimi bu ekonomik çöküşe görece
dayanıklılık gösterince Sovyet sistemi kapitalist sisteme önemli bir rakip
durumuna geldi. Paylaşım savaşının galipleri dünyayı bolşevizmden kurtarma
planları yapmaya başladılar. Krizin en uzun vadeli en kötü sonucu ise savaş
yanlısı radikal sağ (faşist) yönetimlerin İtalya, Japonya ve Almanya’da
yönetime gelmeleridir. Böylelikle Avrupa’da liberalizm ve sol çökerken faşizm
yükseldi. Hitler’in Almanya’da 1933’te yönetime gelmesi faşizmin
yaygınlaşmasına neden oldu ve 2. büyük Paylaşım Savaşı’na gidişi hazırladı. Açgözlü
kapitalistler Hitler’i desteklediler ve köle emeği ile imha kamplarındaki
işgücünü kullanma düzeyine kadar onunla işbirliği yaptılar. Faşizm sol
toplumsal devrimi ortadan kaldırdı, işçi sendikalarını ve işgücünü yönetme
haklarına getirilen sınırlamaları kaldırdı. Böylelikle işçi haklarının ezilmesi
ekonomik çöküşe sanayici ve tüccarların çıkarlarına uygun bir çözüm bulunmasını
sağladı (11). Büyük kömür, çelik ve öteki ağır endüstri tekellerinin istekleri
doğrultusunda faşist yönetim yönlendirildi. Alman faşist yönetiminin ekonomik
danışmanlar kurulunda Krupp, Bosch, Siemens gibi patronların bulunması bu
bağlamda rastlantı olarak kabul edilemez. Sermaye, faşist yönetime desteğinin
karşılığını 1933-36 yılları arasında karını % 433 arttırarak aldı (12). 1939-45
yılları arasında yer alan 2. Paylaşım Savaşı’nın sonuçları korkunç oldu. Yirmi
milyonu Sovyet vatandaşı olmak üzere yaklaşık 50 milyon insan öldü, Avrupa
baştan aşağı yakılıp yıkıldı. Japonya’ya atılan iki atom bombası insanlık
tarihine utanç olarak kaydedildi. Savaş sonrası dönemde ise Sovyet yönetimine
yönelik Soğuk Savaş başlatılarak insanlık ikiye bölündü, sosyalist düşünceye
karşı cadı avları başlatılarak özgür düşünce karşıtı terör yaratıldı.
Keynesçi ekonomik politikalarla Avrupa
ikinci savaş sonrası dönemde kalkındırıldı ancak 1970’lerin başındaki ekonomik
durgunluk, işsizliğin önlenememesine yol açtı. 1973 petrol krizi ile birlikte
kapitalizm kendini kurtarmak için Keynesçi politikaları bırakmak durumunda
kaldı. Bu dönemde dolar konvertibilitesi sona erdi. Milton Friedman öncülüğünde
“bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” söylemi yeniden egemen oldu.
Ekonomisi çöküşe geçen ABD’nin üstün görünümü, Vietnam yenilgisi ile birlikte
bir yara daha aldı. Kendisine en büyük seçenek olarak gördüğü Sovyet
sosyalizmini ortadan kaldırabilmek için ABD öncülüğünde hızlı bir silahlanma
yarışına giren kapitalizm saldırganlaştı. ABD; Şili, Arjantin gibi Latin
Amerika ülkeleri ve Türkiye’de askeri darbeler yoluyla işbaşına getirttiği
diktatörler aracılığıyla her türlü işçi hakkının ortadan kaldırılmasına yol
açarken on binlerce insanın öldürülmesine, daha fazlasının işkence görüp sakat
kalmasına neden oldu. Silahlanma yarışına yetişemeyen Sovyet ekonomisi iflas
edince 1989’da SSCB’nin dağılması engellenemedi. Açgözlü kapitalizm,
seçeneğinin de kalmadığı bu dönemde de arsızlığını dizginlemedi, özellikle
Ortadoğu ve Kafkasya’da enerji, petrol savaşları ile milyonlarca insanın
kıyımına, bir o kadarının sakat kalmasına ve daha da fazlasının evsiz, yurtsuz
kalacak biçimde göç etmesine neden oldu. Tüm insan hakları bu son dönemde
umursamazca ve utanmazca göz ardı edildi. İnsanlar hapishanelerde ne ile
suçlandığını bilmeden tutuklu kaldı, özel uçaklarda işkence gördü. İşte biz, emperyalizmin
sınırsızca genişlediği bu dönemde bugüne kadarki en büyük ekonomik krizi
yaşıyoruz. Bu aşamada kapitalist ideologlar telaşla “bu kriz kapitalizmin krizi
değildir, açgözlülük yapan küçük bir kesimin krizidir” diyerek yine kapitalizmi
kurtarmaya giriştiler. Adam Smith’ten 333 yıl sonra kapitalist ekonominin en
önemli propaganda gazetesi Financial Times’te yayınlanan bir yazının başlığı
çok ilginç: “Hayvani İçgüdülerin Yetersiz Kontrolü” (13). Adam Smith’in
bilgeliğinden yararlanmak gerektiğini belirten yazar, “girişimci” olarak
adlandırdığı kapitalistin kimileyin çok fazla risk aldığını belirtiyor. Buna
göre kapitalizmin bu finansal krizinin bu hayvansal içgüdünün göz önüne
alınmamasından kaynaklandığını iddia ediyor.
Yukarıda, Adam Smith’ten günümüze
dünya tarihine ve kapitalist ekonomi politiğe kısaca bir göz attıktan sonra
şunları rahatça söyleyebiliriz: Bu kriz, daha öncekiler gibi, sanayici ve
tüccarların arsızlığı, açgözlülüğü ve bencilliği nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu
açgözlülük insanlığın doğuştan getirdiği bir özellik değildir, kapitalizmi
yaratan burjuva sınıfının karakteridir. Adam Smith’in iyi niyetli öngörüsü
gerçekleşmemiş, bu sınıf, kendi ortaya attığı eşitlik, özgürlük, adalet
ideallerini gerçekleştirememiştir. Bunun yerine insanlığa, kendi sınıfsal çıkarlarını
korumak ve karlarını arttırmak adına bugüne dek yüzyıllar boyunca kan, yıkım,
işkence, acı verebilmiştir. Bize düşen kapitalist ideologların yalanlarına
kanmamak ve kapitalist egemenlik sürdükçe hem bu krizlerin, hem de insanlığın
kırımının, yeni savaşların süreceğini görmektir.
Kaynaklar:
1. Adam Smith, Milletlerin
Zenginliği, çev. Haldun Derin, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
2006. s. 529
2. Adam Smith, age. s. 530
3. Adam Smith, age. s. 530
4. Friedrich Engels, Ekonomi Politiğin
Bir Eleştiri Denemesi. 1844 El Yazmaları içinde, çev. Kenan Somer. Ankara, Sol
yayınları, 1993, s. 352-83.
5. Friedrich Engels, İngiltere’de
Emekçi Sınıfın Durumu, çev. Yurdakul Fincancı. Ankara, Sol Yayınları, 1997.
6. Gülten Kazgan, İktisadi
Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi. İstanbul, Remzi Kitabevi, 1989, s. 131.
7. Eric Hobsbawm, İmparatorluk
Çağı: 1875-1914, çev. Vedat Aslan. Ankara, Dost Kitabevi, 2003, s. 326-53.
8. William H. McNeill, Dünya
Tarihi, çev. Alaeddin Şenel. Ankara, İmge Kitabevi, 2005, s. 775.
9. Eric Hobsbawm, Sanayi ve
İmparatorluk, çev. Abdullah Ersoy. Ankara, Dost Kitabevi, 2003, s. 223.
10. Gülten Kazgan, a.g.e., s. 267.
11. Eric Hobsbawm, Kısa 20.
Yüzyıl, 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, çev. Yavuz Alogan. İstanbul, Everest
Yayınları, 2006, s. 171-2.
12. Devrimler ve Karşı Devrimler
Tarihi Ansiklopedisi, Gelişim Basım Yayım AŞ.
13. Robert Shiller, A Failure to
Control the Animal Spirits, Financial Times, 8 Mart 2009.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder