4. FELSEFE, ÖĞRENİM VE YAZIN
Görsel
sanatlarla ilgili çözümlememize başlamadan önce, birbirine koşut ilgi alanları
açısından o dönemde felsefe, öğrenim, bilim ve yazın üzerine birkaç not
düşebiliriz.
Felsefeyle
yalnızca dönemin genel teolojik ve bilimsel kültürünün bir parçası olması
açısından ilgileneceğiz. Skolastisizmin doğuşu, gelişimi ve daha sonraki
biçimlerini ele almayacağız. En önemli başarılarından birini - Curia ve
Floransa orta sınıfının benimsediği ortak felsefe olan 13. yüzyıl Thomist
sistemi - daha önce tartıştık. Teolojideki kuşkucu ve rasyonel evrimin –
felsefenin teolojik çerçeve içinde evrimi – Avrupa’nın en ilerici kenti
Floransa’da, dahası İtalya’da bile değil de daha arka plandaki kuzey
ülkelerinde gerçekleşmesi ilginçtir. Artık yavaşça biçimlenen o ulusal
Devletler’de burjuvazi ve prenslerin kılgısal ve ideolojik çıkarları kendini
yeni ekonomik ve siyasi kuramlarla yeni bir felsefede gösterdi. Bu yeni akım,
genel ilkelere karşıt olarak bireysel olguların önemini öne çıkardı. Bu ülkelerde,
başlangıçtaki görece demokratik ve ilerici eğilimlerinden bir kısım öğeleri
koruyabilen, özellikle Fransisken olan ruhban sınıfının yaratılması, 13.
yüzyılın ikinci yarısında Duns Scotus felsefesini, ona bağlı olarak, onu
izleyen yüzyılın ilk yarısında ise ondan çok daha radikal olan Occam
Nominalizmi’ni ortaya çıkardı (1). Bu bölgelerde orta sınıf kendi yeni seküler
felsefesini üretmek için henüz çok zayıftı. Temel amaçları burada da başka
yerlerde olduğu gibi benzer eğilimdeki siyasi düşünce ile birlik içinde, çok
güçlü merkezi Papalık’ı geri plana itmek olsa da felsefeleri, yalnızca teoloji
kapsamında, Kilise’nin genel kültürü içinde anlatım bulabiliyordu (2).
İtalya’da,
özellikle Floransa’da durum tamamen farklıydı. Orada, Papa ve orta sınıfın en
ileri kesiminin birbirlerine bağımlılıkları bağlamında, ikinci küme, Kilise’nin
seçtiği felsefeyi, başlangıçta ilerici ancak artık tutucu rasyonalist olan, en
sadık izleyicileri Dominikenler’in savunduğu Thomizm’i benimsedi. Üst burjuvazi
bu felsefeyi 14. yüzyıl boyunca açıkça ve en güçlü oldukları dönem olan 15.
yüzyılın başında az ya da çok gizlice kabul etti (3). Kilise ve dilenci
Mezheplerin tam bir uyum içinde çalıştığı Floransa’da Fransiskenler, ilerici
eğilimler göstermediler, Curia’nin buyruğuna karşı gelmemeye dikkat ettiler. En
fazla, Duns Scotus’un ılımlı öğretilerine bağlandılar. Dışardan gelen Nominalizm,
Aquinalının Realizmine keskin karşıtlık içinde ilerici bir düşünce sistemi
olacak önemde değildi. Skolastik bir biçem olarak daha sonra kabul edilmişti,
ardından da tutucu olarak değerlendirildi (4). Sistematik bir öğreti olarak
İbni Rüşdcülüğün de Floransa’da çok yandaşı yoktu. Kısmen Nominalizme benzeyen
bu sistem ondan daha moderndi. Kilise bu sistemi mahkum etmişti ve Aquinalı
özellikle ona saldırıyordu. Bunlara karşın İtalya’nın belli kesimlerinde,
özellikle Padova’da, 14. ve 15. yüzyıllarda İbni Rüşdcülüğü benimseyen halk
kitleleri vardı. Filozof İbni Rüşd (12. yüzyıl) doğrultusunda Aristoteles
yorumunu yalnızca küçük bir sol entelektüel seçkin kesim, özellikle hekimler ve
doğa bilimciler benimsedi. Saf rasyonalist ve amprisist olduklarını savladılar
(5) ve onun, kitleleri dışlayan öğretilerinin aşırı kuramsal karakterini kabul
eden bir tür gizli topluluk oluşturdular. Yandaşlarının bir kısmı gerçekten
özgür düşünce yolundan gitmiş olabilir. Bu küme içindeki düşünce izleri o kadar
çeşitlilik gösteriyordu ki Floransa üst orta sınıfından aklı başında, yan
tutmayan birçok birey belli belirsiz İbni Rüşdcü veya Epikürcü olarak
adlandırılabilirdi. Örneğin, bu sınıfla dayanışan Papa VIII. Boniface için
böyle olmuştur. Ancak işler bundan ileri gitmemiştir. Floransa üst orta
sınıfının gözünde radikal Nominalizm veya radikal İbni Rüşdcülük için
Kilise'yle tartışmaya değmezdi (6).
Floransa
burjuvazisi arasında kendine özgü entelektüel hareket ancak uzun bir hazırlık
döneminin ardından, 14. yüzyılın ikinci yarısında doğdu ve 15. yüzyıl başında,
Nominalizmin kuzey ülkelerinde doruk noktasını aştığı dönemde tam olgunluğuna
ulaştı. Ancak geç başlamış olsa da erişimi Nominalizmi aştı. Thomizmi inançla
ve yan tutmadan kabul etmesine karşın Floransa orta sınıfı, gerçek yurttaşlar,
halk, antik dönemin seküler felsefesini bağımsızca öğrenme yolunu bulmuş ve
böylelikle teolojiden giderek özgürleşen, artan biçimde rasyonalist olan ve
yavaş yavaş seküler bilimin doğasını alan bir felsefe yaratabilmiştir. Bu
felsefeye, ilerici bile olsa o dönemin hiçbir teolojik sistemi eş değildi.
Nominalizm Thomizm'e başka yerlerde olduğu gibi Floransa'da da açıkça
saldırmasaydı – çünkü bu Floransa üst burjuvazisinin çıkarlarına aykırı
olabilirdi - Thomizm uzun vadede kendi içinden çok daha etkili biçimde
zayıflayacaktı. Onun temel klasik ögesi, bu ögenin tam anlamıyla yeni, daha
seküler ve bilimsel doğrultuda dönüştürülmesiyle ortadan kaldırılmıştı ve o,
artık Thomizmle her zamankinden daha uyumsuz duruma gelmişti. Dolayısıyla
burada, gelecek açısından orta sınıf kültürü için kuzeydekinden daha önemli
birşey yaratılmıştı. Klasik seküler felsefenin Floransa’da gördüğü o döneme
özgü kent halkı kültüründen kaynaklanan büyük saygı ve onunla bağlantılı
bilimsel bilgi, bu konuda biraz daha ilerlersek ancak tam olarak anlaşılabilir.
Antik kültürün, felsefe ve Floransa orta sınıfının tüm bilimsel kültürüne – birçok
ideolojik alandaki izlerini daha önce görmüştük - etkisinde önemli rolüne göz
atmamız gerekir, çünkü o görsel sanatları da derinden etkileyen bir bilgi
kaynağıydı.
Kültürlü
seçkin yeni orta sınıf, özellikle de onun üst tabakası, giderek sekülerleşen
kendi kültürel ilgi alanları ve bilimin klasik bilgisinden destek aldılar. Dolayısıyla
artık, erken Ortaçağ’daki gibi saf kilise düşünce sistemi içine antik dönem
bilgi parçaları yerleştirmek ya da antik dönem bilgisini kullanmak sorunu yoktur.
Burjuva dünya görüşü ilk dönemlerinde bile antik dönemden, kilise ve feodal
dünya görüşlerine göre doğal olarak daha fazla, görece daha saf ve kendine daha
uygun ögeleri istedi. Çünkü bu önemli dönemde gelişmiş bir orta sınıf ve görece
seküler bir orta sınıf kültürü vardı. Antik döneme borçluluk düzeylerindeki bu
farklılık 14. ve 15. yüzyıllardaki "Rönesans" ile daha önceki
"Rönesans" dönemleri arasındaki tüm farkı yaratır. Bu gelişimin
yüksek olgunluğu ve örtük biçimde belirttiği vatansever güdüler nedeniyle,
antikite İtalya dışındaki başka hiçbir orta sınıfa böylesine önemli veya
konuyla böylesine ilgili bilgi kaynağı sunamazdı. Açıktır ki yükselişte olan
vatansever İtalyan burjuvazisi için İtalya'da klasik bilginin,
"ataların" bilgisi adına her düşünce alanında başka herhangi bir
ülkeye göre daha çok anı bulundurması çok önemlidir. Yeni burjuva bilgi
birikimine kanıt göstermek için antikitenin "eski" bilgisi bir
otorite olarak gösterilebilirdi.
Yine
de antik dönemin gerçekten tarihsel kavranışı çok nadirdi çünkü onlar
antikiteye ancak o kendilerini etkilediğinde gönderme yapıyordu. Klasik kültür,
siyasi önem ile birlik içindedir ancak her nesil ve toplumsal kesim onu başka
birşeye dönüştürür. Antik dünyanın karmaşık ve sıklıkla tutarsız
düşüncelerinden herkes kendine en uygun olanı seçti ve kendi entelektüel
dünyasına yerleştirdi. Bize bugün olağanüstü ve örgensellik karşıtı
görünebilir, her klasik uyanışa ve dahası antik dönemi taklit eden modalara
kendi karakterini kazandıran tam olarak bu dönüşüm ve farklı ögelerin
karışımıdır. Tüm bunlar yeni orta sınıf ulusalcılığının çıkarları uğruna siyasi
açıdan sömürülen antikite düşüncesi ile eski dünyanın bilimsel (felsefe, tarih,
doğa bilimleri), yazınsal ve sanatsal değerleri için geçerlidir. Hepsinden
ötesi, erken burjuva dönemi süresince, özellikle 14. yüzyılda ve daha az oranda
15. yüzyıl başında, antik veya antik dönemi taklit eden düşünceler - kimi zaman
varsayımsal olsa da - genellikle son çare olarak din boyunduruğuna girmişlerdi.
Özellikle klasik şiir uzun süreli varlığını bu dine boyun eğişe borçluydu.
Tanrı sözcüğünden ayrıldığı yerde o alegorik olarak yorumlanıyordu. Yine de
klasik kültürün bu dini ve diğer dönüşümleri, Avrupa’nın diğer bölgeleri ile
karşılaştırdığımızda onun bu dönemde İtalya’daki olağandışı önemini azaltmaz. Dolayısıyla
özellikle 14. yüzyıl boyunca, kilise dünya görüşü entelektüel çevrelerde bile
henüz otoriterken, antikite ögelerini, burjuva ulusal duyarlıklarını ve dini
duyguları güçlendirmek üzere özellikle ve isteğe bağlı olarak sıklıkla
birleşmiş biçimde buluruz. Dante, Rienzo ve Petrarch her biri kendi yolundan
giden karakteristik örneklerdir (7).
Felsefi
alanda bu dönüşüm ve birleşim süreci her antik okul için geçerliydi. Temelde
skolastik olan uyum arayışı, klasik felsefenin Hıristiyan dini duyguları ile
uzlaşım içine girmesi zorunluluğunu getirdi (Salutati). Bu tutum, Aristoteles
için olduğu gibi, Floransa ilerici çevrelerinde çok popüler olan, antik Roma aristokrat-burjuva
entelektüel üst tabakasının Stoacı felsefesi ve doğal olarak Boethius’un
Hıristiyan-klasik eklektisizmi için de geçerliydi (8). Bu yeni seküler halk
felsefesinin erken dönemdeki karakteristiği, Salutati’nin, bu son eğilimi
Thomist sistem ile birleştirme veya en azından uzlaştırma çabasıydı. O ve
Petrarch, geç Stoacıların dünyayı hor görmesi ile Hıristiyan çileciliği
arasında yakın ilişki bulmuştu (9). Ancak Petrarch skolastisizme tam olarak
karşıydı. O, yerine göre dini duygular ile kusursuz bir uyum içinde olan antik
felsefeyi yeğledi. Bir Augustinus hayranı olarak, onun gözünde skolastisizm ile
(her durumda yüksek olasılıkla ona göre fazla analitik olan) Aristoteles'e göre
daha az uzlaşmış görünen ve daha spirituel olan Platon'u seçti (10, 11). Petrarch
ayrıca mutlakiyetçi imparatorlar dönemindeki, dini, edilgen, Platon’a yakın
renkler taşıyan geç dönem Stoacılık’a (Seneca) da çok şey borçludur. Oysa ciddi
Roma gravitas (ağırbaşlılık; ç.n.)’ının temsilcisi olan Bruni’nin
felsefesinde, gençliğinde Platon’dan etkilenmiş olsa da, spiritüel veya mistik
hiçbir şey yoktu. Aristoteles’in açık seçikliği ve dizgeselciliğinden etkilenen
o, düşüncelerini yabancı Hıristiyan dini düşüncesi ile Aquinalı’ya göre daha az
birleştirdi ve onları çok daha seküler ve rasyonalist tarzda yorumladı. Bu, o
dönemde, Floransa üst orta sınıfının en büyük gücü elinde tuttuğu 15. yüzyıl başı
için karakteristikti (12). Dolayısıyla, klasik Aristoteles’i düzelttikten sonra
Bruni, onu antik dönemin diğer felsefe okullarıyla uyumlu duruma getirmeye
çalıştı: Stoacılık ve Epikürcülük ile (13) (Isagicon moralis disciplinae,
1421-24). Skolastisizm hizmetinde bir uyum oluşturmak zorunlu bir girişim
değildi. Bu daha çok antik felsefenin eklektik bir uyumuydu. Bruni, özellikle,
az ya da çok Stoacı bir yaşam felsefesi ortaya attı. Ancak Roma Stoacılığına bu
her zamankinden çok bağlılık artık daha seküler ve duygusuz biçimde (Roma
cumhuriyeti dönemi erken evrede varsayılan biçim ve bununla ilişkili Floransa
üst burjuvazisinin siyasi çıkarımlarını daha önce görmüştük) ortaya çıkıyordu.
Çünkü bu felsefe, insanın kendi iç gücüne dayanarak çileciliğe karşı soğukkanlılık
ve güvenliği sağladı, arzunun önemini vurgulayarak onu dünyada ilerleyebilmesi,
türdeşlerine yararlı bir yaşam sürmesi konusunda cesaretlendirdi (14). Bruni gerçekte
bağımsız ya da sıkı örülmüş bir düşünce yöntemi geliştirmiş olmasa da antik felsefe
sayesinde düşünceyi Kilise otoritesinden özgürleştirdi ve antikiteden yeni
düşünce biçimleri getirdi. Petrarch’ın zaten saldırmış bulunduğu skolastik
mantıkın yerini artık retorik almıştı (15).
Değişen
tutum ya da burjuva entelektüellerin kendi felsefeleri ve klasik felsefeye
yaklaşımlarındaki büyük tutarlılık, 15. yüzyıl başlarında onların kendi
kültürleri ve klasik kültüre bütünsel yaklaşımlarının karakteristiğidir. Dolayısıyla
13. yüzyılla birlikte başlayan klasik kültürün kazanımıyla ilgili birkaç temel
olguyu not etmeye değer çünkü bu konuyla ilgili tüm tutum ve süreç Floransa
orta sınıfının genel kültürel yaklaşımına ışık tutar.
13.
yüzyılın ikinci yarısı gibi erken bir dönemde ve 14. yüzyılın ilk yarısında,
antik dönem yazarlardan çok sayıda çeviri yapılmıştı. Bu yapıtları özellikle
rahipler (Fra Guido da Pisa, Bartolommeo da S. Concordio), dini ve ahlaki
amaçlar için çevirmişlerdi. Seçilen antik dönem yazarlarının çoğu özellikle
tinsel anlamda Hıristiyanlığa yakın olarak değerlendiriliyordu: Cicero,
Vergilius, Seneca, Boethius. Bunların yanısıra Livy ve Sallust da çevrildi. “Kaba”
İtalyan diline çevrilen bu yapıtlar aracılığıyla klasik bilginin (felsefe,
tarih, yazın) kimi bölümleri, çok skolastik bir biçime dönüşmüş olsa da, toplum
geneli için erişilebilir oldu. Bu çevirilerin en önemlisi, Domeniken
Bartolommeo da S. Concordio’nun (1262–1347) derlediği klasik felsefecilerin
(16) maksimlerinin bir toplamı olan Ammaestramenti degli Antchi,
Floransa üst orta sınıf üyelerinin büyük uyarıları ile gerçekleştirilmiştir.
Bu
çeviriler her şeye karşın temel olarak yine de kilise kaynak yapıtlarıydı. Antik
dönem yalnızca bir ilgi alanıydı. Petrarch’ın antikiteye adanmış coşkulu,
sistematik ve bilimsel uğraşı çok farklıydı ve bu gelişimde en önemli dönemi belirliyordu.
Petrarch antikiteyi bütünsel olarak gördü ve bilinçli bir biçimde klasik
kültürle bağlantısını kurdu. Bu belirleyici yeni bakış açısı ile klasik bilgiyi
bir araya getirip yaymayı amaçladı. Onun antikiteyi yayma konusundaki tutkusu
ve antik dönemin siyasi, felsefi ve yazınsal değerlerine dönüş isteği, o
dönemdeki İtalya’yı ulusal geçmişi ile birleştirme çabasını temsil eder. Bu
çaba doğal olarak burjuvazinin entelektüel dünyasının çok canlı ve güncel ilgi odağıydı
(17). Klasik kültürün, özellikle Roma ve onun önemli kişiliklerinin bu yeniden
yapılandırılması doğal olarak bilimsel çalışma ve araştırmaları uyarmıştır. Petrarch
bu alanda da Latince metinleri, özellikle Cicero’nun yapıtlarını toplayan,
dilbilimsel yönden düzelten ilk kişiydi. Yine de Petrarch ve onun coşkulu
izleyicisi Boccaccio, antik dönem ile ilgili uğraşlarında o dönemde daha geniş
çevrelerle ilişki kurmadılar. Bu hümanistlerin tüm önemli yapıtları 14.
yüzyılda yalnızca görece küçük entelektüel bir çevrede anlaşılan Roma antik
dönem dili olan Latince yazılmıştı. Bunlara örnek olarak Petrarch’ın Epistles,
De Viris illustribus (ünlü Romalıların biyografileri) ve De Rebus
memorandis (ağırlıklı olarak antik dönemden ünlü kişilerin toplu sözleri)
adlı yapıtları verilebilir. Pertrarch’ın Latince kullanırken kılgısal amacı
doğal olarak Roma ruhunu yeniden canlandırmak, aynı zamanda bilinçli olarak üst
burjuvazi kültürlü çevreleri ve ruhban sınıfına sınırlandırmaktı. Skolastiklere
göre daha net, kulağa daha hoş gelen bir Latince ile yazmaya çalıştı. Petrarch,
bir yere kadar Boccaccio ve daha sonra hümanist çevrelerden çok sayıda önde
gelen, İtalyanca yazmayı kabalık olarak değerlendirdiler.
Boccaccio’nun
klasik uğraşları Petrarch’ınkiler kadar etkili değildi. O daha çok ayrıntı ve
notlar toplamaya çalıştı. Kendini artık yazına adamadığı yaşamının son dönemine
doğru, 25 yıl üzerinde çalıştığı klasik söylen De Genealogiis deorum
gentilium gibi bilimsel derlemeler yazdı. Kendi türünde o güne kadarki en
tutkulu girişim olan ve gelecek birçok nesil için önemi hiç abartılmış olmayacak
bu kitap, mitolojideki tüm tanrıların üzerinde dikkatlice çalışılmış soyağacını
içeriyordu. Ortaçağ ve geç dönem geleneğini izleyen Boccaccio aynı zamanda söylenlere
alegorik açıklamalar getiriyordu. Homeros’tan kısmen yararlandı ancak yapıtı
temel olarak Romalı yazarlara (özellikle geç dönem Roma) ve bu öyküleri
özetlemiş olan ortaçağ dönemi yazarlara dayanıyordu (18). Benzer özellikte
diğer iki klasik yazın derlemesi onun De Claris mulieribus ve De
Casibus virorum illustrium yapıtlarıdır. Petrarch’ta da sıklıkla olduğu
gibi burada da izlek, mutluluğun değişkenliğidir. Boccaccio’nun bu yapıtları
bilim insanları ve şairler için temel gereç ve 15. yüzyıl sanatçıları için
tükenmez bir konu malzemesi sağlamıştır. Petrarch’ın sözü edilen yapıtları gibi
bu yapıtlar da, antik dönem tarihine artan ilgi nedeniyle kısa zaman içinde bir
zorunluluğa dönüşen İtalyanca’ya çevrilerek daha geniş orta sınıf çevrelerine
yayılmıştır. Özgün Latince yapıtların basımından kısa süre sonra Petrarch ve
Boccaccio’nun bu çevirilerini, çok sayıda klasik yazarın yapıtları yanı sıra
(19), uzman hümanistler ve diğer meslekleri yürüten yazarlar (örneğin noterler)
kabullendiler. Yaklaşımları da bir kümeye sıkı biçimde sınırlandırılmış
değildi. Görece kısa bir zaman sonra Petrarch’ın klasikler üzerine yapıtları yalnızca
bu İtalyanca çevirilerde yaşadı çünkü özgün yapıtların modası kısa süre içinde geçmişti,
Latince okuyan ve artık daha modern yapıtları yeğleyen entelektüel çevreler
için çok ortaçağa özgü ahlak dersi verir nitelikte olmuştu. Antikite tüm
toplumsal kesimlere girmiş olsa da bu her yerde farklı yolla, farklı biçimde
olmuştu.
Antikitenin
daha kusursuz bir resmini elde etmek için hümanistler, entelektüeller, 14.
yüzyılın ikinci yarısı boyunca Latince metinleri ve daha sonra da bir dereceye
kadar Yunanca metinleri aramayı sürdürdüler (20). En yoğun olarak Poggio 15.
yüzyılın başında bu arama çabasını gösterdi (21). Yunanlıların bilgisi artık hümanistler
arasında güncel duruma gelmişti. Onların Yunan felsefesi ile şiirini özgün
dilinden öğrenmeleri büyük sonuçlar doğurdu. Gerçek bir felsefe kültürü taşıyan,
İtalya'ya yerleşen ilk Bizanslı Manuel Chrysoloras, etkili bir aracı olarak
görev yaptı ve tüm İtalyan entelektüellerini 1397-1401 yılları arasında onun eğitim
verdiği Floransa Üniversitesine topladı (22).
Floransa artık bir çeviri merkezi durumuna gelmişti. Bruni Aristoteles’i
(Etik, Politika) Latince’ye çevirdiğinde bu çeviri, Aquinalı dönemindeki
çevirilere göre daha açık, daha kusursuz, daha zarif ve daha etkili idi. Onun
Aristoteles (ve Platon) (23) çevirileri kültürlü insanlar arasında büyük beğeni
kazandı ve o kişileri Yunan filozoflarının kiliseye özgü-skolastik çevirilerinden
kısmen de olsa kurtardı. Üst orta sınıfa etkili bir ideoloji sağlanmıştı. Dolayısıyla
bu sınıfın ilerici çevrelerinde klasik felsefe ve klasik kültür ile ilişki,
genelde giderek artan biçimde daha yakın, daha rasyonalist, yaşamı daha
olumlayıcı, daha seküler olmuştur.
Bu
bağlamda, 14. yüzyıl sonu Salutati nesli ile 15. yüzyıl başı daha radikal Bruni
ve Poggio neslini büyük bir basamak ayırır (24). Entelektüeller arasında artık
çok daha keskin tinsel bir ayırım ortaya çıkmıştı. Klasiki de kapsayan seküler
bilgiyi teolojiye hazırlık olarak kabul eden
Salutati’nin döneminde bir rahibin, Luigi Marsigli’nin (gerçekten
Kilise’den çok toplumun yanındaydı ve klasik felsefede özellikle çok
bilgiliydi), Floransa’nın en ilerici ve rasyonalist çevresinin üyesi olması
olasıydı. Ancak Salutati’nin yaşamının sonuna doğru, hümanist hareketin
sekülerleşmesi sonucunda Kilise, özellikle dilenci Mezhepler, bir dereceye
kadar klasik bilgi ve hümanizme düşmandı (25). Buna karşın genel olarak
hümanistler, üst orta sınıf gibi, daha önce görmüş olduğumuz üzere, Kilise ile
çok iyi ilişkiler içindeydiler (26). Salutati antikiteye yaklaşımında; sağında
yer alan, eğitimde klasik etkinin gençlik için bir tehlike olduğunu düşünen (Lucula
Noctis, 1405) Dominiken Dominici ile solunda yer alan, kendilerini
Salutati’ye göre antik kültürle çok daha yoğun ilişki içinde gören, kesinlikle
din karşıtı olmamalarına karşın antikiteye karşı çok daha olumlu bir yaklaşımı
benimseyen Bruni, Niccoli ve Poggio’nun arasında bulunur (27). Niccolo Niccoli
(1364-1437), varlıklı bir tüccarın oğlu ve Cosimo de’ Medici’nin bilim danışmanıydı.
O, klasik metinler konusunda en kusursuz uzmandı. Kilise metinleri konusunda
çok bilgiliydi ve klasik metinlerle ilgili Floransa’nın, daha doğrusu o dönemde
eğitimli dünyanın en büyük kütüphanesi onundu (28).
Bruni
ve Niccoli’nin çevresinde Petrarch’ın klasik düşünce dünyası o döneme kadarki
en üst görünümüne ulaştı. Bu çevrede düşünce bile, kendi ölçütleri içinde yeni
bilimsel bir dizgeselleştirme ve düzeni gerektiren bir biçim almaya başladı
(29). Antikiteye ait bilginin değeri (Bruni özelinde, felsefe ve Roma tarihi)
ve bunun iyi bir Latin üslubuyla gösterimi, felsefenin veya herhangi bir ciddi
araştırmanın aracı olarak kaba dilin küçümsenmesi en çok burada kendini
gösterdi. Petrarch’ın önceden dillendirmiş olduğu skolastisizme karşıtlık,
Floransa’da artık açıkça belirtiliyordu. Popüler, İtalyanca yazılmış, eski
moda, skolastik – bu terimlerin tümü bu çevrede aynı anlama geliyordu.
Hümanistlerden oluşan bu yeni neslin radikal ve seküler tini en açık biçimde
kendini Bruni’nin Dialogi ad Petrum Paulum Histrum (1401) yapıtında
gösterdi. Bu yapıtta, gerçekte olduğu gibi Salutati tutucuların, Niccoli modern
bakış açısının sözcüsüydü. Niccoli burada açıkça, o dönem için henüz eksik olsa
da giderek artan antik dönem bilgisinin yardımıyla, öğrenimin tüm yapısının
baştan kurulması gerektiğini söyler. Niccoli her durumda, her bir olguya ayrı
ayrı kendi ahlaki yöntemini uygulayan skolastizmi, umutsuz bir kaos olarak
değerlendirir. Biz onda, Petrarch’ta olduğu gibi, Dante’ye karşı skolastisizmi
ve “eğitimsizliği” – modernlerin gözünden klasik bilgi eksikliği - bakımından
bir küçümseme buluruz (30). Aynı suçlama, onların artık yeterince açık
bulunmayan ve Cicerocu olarak değerlendiren Latin tarzına saldırı ile birlikte,
14. yüzyıl erken dönem hümanistleri Petrarch ve Boccacio’ya bile
yöneltilmiştir.
Ancak
klasik bilgiye yönelik araştırmalar Bruni ve Niccoli’nin yüksek kültürlü dar
çevresi veya tam o yıllarda en önemli İtalyan hümanistlerin Yunan ve Latin
yazınını öğretme konusunda birbiriyle çekiştiği üniversiteye sınırlı kalmadı. Bruni-Niccoli
çevresi yalnızca rasyonalist ve entelektüel tepe noktası, üst orta sınıfın en
radikal seküler ve klasik bilgi açısından en kültürlü kesimini oluşturuyordu. 14.
yüzyıl sonunda kendini öğrenime adamış kişilerin düzensiz aralıklarla
gerçekleşen toplantıları ile karşılaştırıldığında (o dönemde önemli tek
topluluk, S. Spirito’nun Augustinusçu Keşişleri manastırında biraraya gelen,
Niccoli’nin de katıldığı Marsigli ve Salutati çevresiydi) o dönemde üst
burjuvazi içinden, klasik yazarların ciddiyetle tartışıldığı ve çevrildiği çok
sayıda küme ortaya çıkmıştı (31). Döneminin yüksek olasılıkla en önemli Yunanca
ve Latince uzmanı ünlü hümanist Francesco Filelfo, üniversite yanı sıra seçkin
bir özel öğrenci kümesi için de eğitim verdi. Yalnızca 15. yüzyılın başlarında
sıkı bir küme oluşturan Bruni-Niccoli çevresinden, çok sayıda yan küme ortaya
çıktı. Örneğin Papa’nın Floransa’da olduğu dönemlerde Curia çevresi (Bruni,
Poggio) antik dönem felsefesi tartıştılar. Camaldolensian başrahibi Ambrosio
Traversari’nin ruhban sınıfı üyelerinden oluşan küme, S. Maria degli Angeli manastırında
toplanıyordu (1430; Niccoli bu kümeye üyeydi). Bu küme temel olarak Yunan
kilise yazarlarını çevirdi. Aralarında küçük farklılıklara karşın bu hümanist
çevreler az ya da çok birbirine bağlıydı. Bruni ve Niccoli, ya da Manetti
(kendi evinde bir başka küme toplanıyordu) gibi daha dindar görüşlü hümanistler,
matematikçi Toscanelli gibi saf biliminsanları, Cosimo de’ Medici gibi zengin
orta sınıf üyeleri, aynı dönemde birçok farklı kümeye üyeydiler. Zengin bir
aileden gelen Roberto de’ Rossi, Chrysoloras’ın öğrencisiydi. Kendi evinde
Floransalı zengin aile çocukları için bir tür özgür üniversite açmıştı. Cosimo
de’ Medici gençliğinde, Albizzi ailesinden biriyle burada eğitim gördü. Bu
çevrede, Yunanca ve Latince ile birlikte bu dillerdeki yazın ve ayrıca
Aristoteles felsefesi de öğretildi. “Tre corone fiorentine” (Floransa’nın üç
kralı; ç.n.) efsanesi canlı tutuluyordu ve Salutati ile Marsigli’nin tutucu
geleneği bir biçimde sürdürülüyordu. Kendi işinde çok çalışkan tüccarların aynı
zamanda klasik bilgiyi edindiğini ve yazınsal etkinliklerde görev aldığını
görürüz. Örneğin iş nedeniyle 1414 ile 1422 yılları arasında Girit ve Yunan
adalarında yaşamış olan tüccar Cristoforo de’ Buondelmenti, antik dönem
yazarları ile ilgili bilgisini kullanarak bu klasik dönem toprakları konusunda
Latince kitaplar yazmıştır. O, hümanistlerle bağlantısını vurgulamak için bu
yapıtlarından birini Niccoli’ye adamıştır. Üst burjuvazinin böyle görece büyük
bir kısmının, başka hiçbir ülkede antik dönem bilgisine ve bilime bu kadar
büyük bir önem göstermediği kesindir (32).
Üst
orta sınıfa hümanistlerden tutucu kitleye doğru ilerlediğimiz zaman, ilgi daha
skolastik bir karakter kazanır, öğretim de klasik kültüre dönüşür. Buna göre
örneğin, S. Spirito manastırında (1421-30) eğitimli Augustinisçu keşişler
teoloji dersleri verdiler ve Fathers of the Church (Kilise Babaları; antik
dönem Hıristiyan teologları; ç.n.) skolastik diyalektik kurallarına uygun
tartışmalar yürüttüler ve aynı zamanda Aristoteles okudular. Örneğin
Dominici’nin, İncil’in yorumu üzerine söylevler verdiği üniversitede, daha çok
Aristotelesçi skolastik öğretiliyordu (33). Giovanni Morelli’nin aile
tarihçesi, çekinceler koyarak yalnızca klasik görüşleri kabul eden ortalama üst
burjuva dünya görüşünün karakteristiğidir. Morelli’nin kendisi hümanist kültür
konusunda çok az bilgili olsa da oğluna her gün 1 saat Aristoteles, Virgilius, Seneca
ve Boethius (Hıristiyan dini ile en uyumlu ve Latin okullarında da okutulmuş
antik dönem yazarları) ile Dante ve İncil okumasını öğütlemişti (34). Bir kez
daha, antik felsefe ve eğitim söyleninin bu üst düzeyde bile toplumun ilgili
belli kesimine göre karakter bakımından değişiklik gösterdiğini görüyoruz.
Bakış
açıları popüler ve skolastik olan tutucu entelektüeller, eğitimli radikal
entelektüelleri küçümsediler. Şair Cino Rinuccini (1350 -1407’den sonra, tüccar
ve Lana üyesi) örneğin, onların klasiklere öykünmeleri ile alay etti, onların
“dinsizliğini” uygun bulmadı, Platon’u Aristoteles’in üzerine çıkarmalarına
(Petrarch ve genç Brun’da gözlemlenebilen bir eğilim) karşı çıktı ve eski
skolastik Trivium (dilbilgisi, mantık ve retorik; ç.n.) ve Quadrivium
(aritmetik, geometri, müzik ve astronomi; ç.n.)’u destekledi. Tutucu
Rinuccini’nin görüşüne göre Salutati ve Bruni’nin iki hümanist kuşağı
arasındaki çatlak açıkça görülebilirdi. O yalnızca Bruni ve Niccoli’ye karşı
çıktı, Salutati ve Marsigli’ye değil. Tutucu entelektüel çevrenin tümü,
burjuvazinin büyük yığınları gibi hala Dante ve skolastisizmin dünyasında
yaşıyordu (35). Aralarında Rinucci benzeri birçok başka yazar ve örneğin çok
dindar Sacchetti’nin dostları da vardı.
14.
yüzyıl boyunca, Villani gibi ortalama bir üst orta sınıf üyesi, evrensel
skolastik bilgisi ile kendini belli ederdi. Öğrenim almakla ilgilenen halktan
kişiler için yalnızca ansiklopediler, kilise tinsel bilgisinin özetleri,
derlemeler (çoğunlukla İncil, Aristoteles, Kilise Babaları, Ptoleme, Pliny, vs)
- alegorik kavramlar ve dışsal analojiler yardımı ile evrenin birleşik yorumları,
gerçeklik ve efsanelerin karışımı vardı. İyi bilindiği gibi, önemli skolastik,
resmi kilise ansiklopedileri 13. yüzyılda çoğunlukla Fransa’da, Latince
yazılmıştı. Bu yapıtları yazanlar genellikle Dominikenlerdi. Dominikenler bu
yüzyılda “rasyonalist” birleşme ve Kilise öğreniminin dizgeselleştirilmesi
yönünde büyük çaba gösterdi. İtalya’da, özellikle Floransa’da, genellikle
halktan yazarlar, yukarda sözünü ettiğimiz yapıtları az ya da çok genişletilmiş
biçimiyle İtalyacada yaygınlaştırdılar. Bu yapıtların ilk ikisi Floransalı
noter ve kent yöneticisi Brunetto Latini’nin Fransızca yazdığı ve kısa süre
sonra İtalyancaya çevrilen Libri del Tesoro ve aynı yazarın şiir
biçiminde İtalyanca yazdığı Tesoretto idi. Onları 14. yüzyılda Dante’nin
Convivio (1293-1308 yılları arası) adlı yapıtı ve şiir biçiminde
yazılmış çok sayıda bilimsel yapıt izledi. Dante’nin Thomizme tam anlamıyla
bağlı yapıtı Divina Commedia bile Floransa için çok tipik olan
ansiklopedik didaktik şiirlerden biri olarak 14. yüzyılda aynı önemi taşıyordu.
Ortalama kültürü olan bir Floransa yurttaşının gözünden bile o, kilise temelli
öğrenimin anlaşılabilir bir özetiydi. Doğru, Kilise ilk başta bilginin bu
bayağılaştırılmasına, özellikle Commedia olgusunda, bir dereceye kadar
karşıydı. Kilise kutsal gerçeğin İtalyancada yaygınlaştırılmasını onaylamadı
çünkü ona göre bu seküler görünüyordu ve her durumda kendi bilgi tekeline el
uzatmaktı (36). O yine de, hiçbir şeyin durduramadığı bu radikal sekülerleşme
çağında çağdaş bilimsel eğilimlerin onun en büyük düşmanı olduğunun ve onlara
karşı savaşımında tutucu büyük kitlelerin yardımına gereksinimi olduğunun giderek
daha çok farkına varmıştı. Kitlelerin genel yönetiminde, üst burjuvazinin daha
alt kesimleri ile özellikle orta ve küçük burjuvazi için yönerge kaynakları
olarak ortaçağ öğretimi ve özellikle Divina Commedia’nın İtalyanca
olarak böylesine yaygınlaştırılması, yararlı bir tutucu etki oluşturabilirdi
(37). Bu bağlamda belirtmek gerekir ki çok sayıda yurttaşın, non grammatici
(bilim insanı olmayan; ç.n.)’lerin de Dante hakkında öğrenim almak istemesi
nedeniyle, 1373’te Signoria (9 üyeli Floransa hükümeti; ç.n.), Boccaccio’yu
kendisinin anadilde ilk kamuoyu yorumcu/çevirmeni olarak görevlendirdi. Küçük
burjuvazinin etkin olduğu bir dönemde alınan bu karar bir dereceye kadar
demokratik ve halkçı olarak değerlendirilmiş olabilir. Divina Commedia’nın
– kilisede gerçekleştirilen – kamusal yorumları, şiirde kilise sembolizmi ve alegorisinin
ayrıntılarını (onların düşünce süreçleri ab ovo (başlangıcından
itibaren; ç.n.) aynı sembolik karakteri taşıyordu) kitlelerin anlamasına hizmet
etti. Bu seminerlerde bir şiirin tek bir bölümünün farklı anlamları, İncil
bölümlerinin alegorik anlamlarının vaazlarda açımlanmasına benzer biçimde
açıklanıyordu (ya da Boccacio’nun kendisinin antik mitoloji ile ilgili yaptığı
gibi): son döneminde Dante yorumcusu olarak Boccaccio, Petrarch ile belirgin
karşıtlık içinde olacak biçimde, skolastisizme doğru çağdaş teolojiye eğilim
gösterdi. Entelektüel anlamda – ölümünden önceki dönemde bile artık güncel
kabul edilmeyen- Salutati’ye dayanan bu Dante yorumlarının giderek artan
biçimde daha tutucu olma eğilimi göstermesi anlamlıdır (38) (Ör. Giovanni da
Prato, 1417).
15.
yüzyılın başında üst orta sınıf ideolojisi en olgun dönemindeyken, antikite ve
Arap filozoflar yanı sıra çağdaş araştırmalar yardımıyla, doğa bilimleri ve
ilişkili disiplinler, kiliseye bağlı ansiklopedik çerçeveden su yüzüne çıkmaya
başladı (39). Dahası, dış dünyaya egemen olma açısından burjuvazi için
değerinin artması nedeniyle bunlar daha büyük önem ve saygınlık kazandılar. Salutati’nin
eski ve Poggio’nun yeni bakış açıları arasındaki fark bu bağlamda öğreticidir. Salutati,
doğa bilimleri araştırmalarını umutsuz bir enerji yitimi olarak değerlendirir. Ona
göre, doğrudan Tanrı’dan kaynak alan hukuk incelemeleri tıp araştırmalarından
daha önemlidir (1399, De Nobilitate legum et medicinae) (40). Ampirisist
Poggio bu yargıyı tersyüz eder.
Uygulamada
teknik gereksinimlerin uyarıcı etkileri altında 15. yüzyılın başındaki bu
önemli onyıllarda matematik, optik ve mekanik, bağımsızlık kazanmaya başladı. Floransa’da
özellikle matematik çalışmaları büyük bir gayretle yürütüldü. Matematik,
temelde, üst burjuvazi gücünün doruğundayken, 14. yüzyılın başı ve 15. yüzyılda
yükseldi. Floransa okullarında matematik öğretimi en üstün durumdaydı (41). Teknisyenler
ve teknikle ilgilenen ilerici sanatçıların (ikisi arasındaki yakın bağlantı
dikkate değerdir) deneylerinden sistematik bilim ortaya çıktı (42). Brunelleschi
gibi bir mimar, teknisyenden çok “sanatçıydı”. Katedralin kubbesini (Santa
Maria del Fiore (Duomo); ç.n.) inşa etmek yanısıra, örneğin Arno nehrini düzene
sokmak veya savaş koşullarının yeni teknik yöntemlerinin gerektirdiği
güçlendirmeleri uygulamak gibi önemli teknik sorunları çözmek zorunda kaldı. Matematik
ilkelerini uygulayarak Brunelleschi, resimde perspektifin yasalarını buldu. O,
merkezi perspektif yasalarına göre ufuk noktası çevresini resimleyen ilk
kişidir*. Aritmetik ve geometrik çalışmalarında Brunelleschi’ye yardım eden, o
dönemde Floransa’nın en önemli kuramsal matematikçisi olan Pozzo Toscanelli
idi. Dolayısıyla teknisyen ve sanatçı ilk kez kuram ve uygulamayı, özgürlüğüne
kavuşmuş doğa bilimlerinden doğrudan kılgısal sonuçlar çıkarabilmek için
birleştirmişti. Matematikle ilgilenen tek sanatçı Brunelleschi değildi. En
ilerici ressamlar ve heykeltraşlar perspektif yasalarını uygulamak ve açığa
çıkarmak konusunda onu izledi. Bu yeni yöntemin resim ve rölyefte ne kadar
devrimci sonuçlar getirdiğini daha sonra göreceğiz. O dönemin en önemli ve
ilerici sanatçılarının atölye çalışmalarının, ampirik yöntemlere dayanan ve
genel bakış açısından açıkça burjuva olan bilimin yükselişinde belirleyici rol
oynadığını gözlemlemek burada yeterli olacaktır.
Dante,
Petrarch ve Boccacio’ya sık göndermeler, bizi bilimden yazına getirir. Onların
yapıtlarının yazınsal biçemini görsel sanat yapıtlarına uygulamaya
çalışacağımız aynı yönteme göre – dünyaya özel bir bakış açısı sonrası ortaya
çıktıklarını göstererek - çözümlemek burada bizim görevimiz değildir (43). Eğer
yazınsal yapıtlardan birkaç ayrıksı örnekten söz edersek, bu, temelde bunların
çoğunun görsel sanatlar için doğrudan kaynak hizmeti görmesi nedeniyledir.
Örneğin
Fransiskenler’in spiritüel şiiri Laude ile onunla ilişkili, 13. yüzyılda
özel olarak Umbria’da ortaya çıkmış, İsa’nın Çilesi’ni konu edinmiş Compagnie,
en devrimci döneminde olan orta sınıfın demokratik-mistik görüşlerinden
çıkmıştır. 13. yüzyıl sonunda kent şövalyeleri ve üst burjuvazinin lirik aşk
şiiri dolce stil nuovo da Fransisken mistisizmi taşıyordu ancak daha arı
ve zarif biçimde. Bunlar bir yandan da erken dönem troubadour şiirinin burjuva
dönüşümünü temsil ediyordu. Dini sembolizm seküler şiirde, dini temel uzun
zaman korunarak gösterişli, daha sonra giderek artan biçimde mitolojik
alegoriye yönelik yüceltildi (44). Bu
dini karakter, alegorik didaktik şiirlerde, 1300’lerde Floransa üst orta
sınıfının gücünün doruğunda olduğu dönemde yazılmış “rasyonalist” olanlarda
bile özellikle güçlü bir biçimde belirgindir. Örneğin noter Francesco da
Barberino’nun (1264-1348) Documenti d’Amore’sini veya tarihçi ve ipek
tüccarı Dino Compagni’nin (ö. 1324) yazdığı düşünülen, insan aklına-diğer bir
deyişle Tanrı’dan türeyen insan zekası skolastik kavrayışına bir övgü olan, Intelligenza
karakteristik başlıklı şiirini belirtebiliriz. 14. yüzyılın ikinci yarısında
Floransa’da yazılmış öykülerin genel bakış açısı kısaca bildirilebilir.
Boccaccio’nun Decameron’u (1348-53), yeniliğe duyarlı üst burjuvaziyi
hafifçe aristokratlaştırırken dünyevi bir bakış açısını yansıtır ve insan
zekası ile onun başarısını dikkate değer biçimde yüceltir (45). Sacchetti’nin ciompi
ayaklanması sonrası (1388 ile 1395 yılları arasında) yazmış olduğu basit,
dokuncasız öyküler küçük burjuva eğilimli demokratik orta sınıf tutumunu
gösterir ve tutucu kültürün ürünüdür (46). En son olarak, Giovanni da Prato’nun
(d. tahmini 1367, ö. 1442-1446 arası) Paradiso degli Alberti yapıtı
(1389) da, tutucu ama bir kez daha aristokratik eğilim savları gösteren bir
düşünce biçimi sergiler. Fransa’dan ithal edilen ve Floransa’da çevrilen
yiğitlik şiirleri, bu dönemde ve özellikle 1400’lerde aristokratlar arasında ve
onları taklit eden burjuva kesimleri yanısıra okumayı bilmeyen küçük burjuvalar
(ortaçağ halk şairleri) arasında da çok gözdeydi (47). Alt sınıfları Signoria
lehine tutum alacak biçimde etkilemek ve örneğin savaşlarını övmek, Devletin
görevlendirdiği halk şairlerinin ve kent çığırtkanlarının işiydi. Buna göre, Antonio
Pucci (1310-88), Floransalıların ulusal gururunu uyandırmak amacıyla geçmiş
savaşlarını betimledi (48) ve Villani’nin tarihçesini şiir biçimine getirdi (Centiloquio):
genel olarak tutucu burjuvazinin estetikten yoksun görüşlerini popüler biçime
getirerek yaydı.
Bu
olağan örneklerden belki daha önemli olan – sanatta koşutlukları bakış açısına
göre - değerlendirmekte olduğumuz
dönemin sonuna doğru üst orta sınıfın ilerici entelektüel çevrelerinde şiir ile
ilgili değerlendirme konusunda kesin bir değişiklik olduğu gerçeğidir. Bu
değişiklik, daha seküler bir bakışın görünümüydü ve yazın ile sanat konusunda
gelecekteki tutum açısından temel önem taşımaktaydı. Bunun, Petrarch’ın dönemi
kadar erken bir zamanda başlamış olduğu ve Bruni ile Niccoli çevresinde çok
daha radikal bir karakter kazandığı söylenebilir (49). Bir şiir artık yalnızca
içeriğine – yani, “içerik” o döneme dek her zaman dini içerik anlamına
geldiğinden teolojik ve ahlaki bakış açısına - göre değerlendirilmeyecekti.
İçerik daha dünyevi olunca şiir artık estetik, ya da daha doğru bir deyişle
retorik ölçütlere göre değerlendirilecekti (50). Retorik, antik dönem
kahramanlarının övülmesi için zorunlu ve uygun araç olarak kabul ediliyordu. Bruni,
şiir sanatının klasik kaynağının kendi içinde olmasını, onu savunmak için
yeterli bir neden olarak gördü ve Horatius’un Ars Poetica yapıtının
öğretici ve eğlenceli olduğunu savladı (De Studiis et Litteris, tahmini
1405). Radikal hümanistler artık biçim ve biçem, temelde Latince bağlamında
olmasına karşın dilin basitlik ve açıklığı üzerinde duruyordu. İçeriği teolojik
olan şiir, kendi soyut gerçeklerini şiirsel biçimde sunabilmek için zorunlu
olarak alegori kullanıyordu. Şiiri, özellikle klasik şiiri o zamana dek
savunan, alegorinin bu gizli teolojik anlamıydı (51). Petrarch ve Boccacio o
dönemde uyguluyor olsa da erken quattrocento (15. yüzyıl İtalyan rönesansı; ç.n.)
hümanistleri tam tersine alegoriye artık zorunlu bir sanatsal araç olarak
bakmıyorlardı. Onlar, yeni temalar ile onların yeni kavranışı ardından,
alegoriyi yalnızca yararlı bir yorumlama yöntemi olarak gördüler (52). Teolojik
ve alegorik Divina Commedia, modern ve tutucular arasındaki tartışmada
ölçüt durumuna geldi ve çatışma giderek şiddetlendi. Petrarch’ın İtalyanca
yazılmış Commedia’ya karşı nefreti çok büyüktü. Boccacio’ya bu bağlamda
şunu yazdı: “Kaba olanlar boyacıları, meyhanecileri alkışlar ve onların
beğenisi beni etkilemez”. 14. yüzyılın sonunda bir Olivetan (Bir katolik
mezhebi; ç.n.) keşişi olan Matteo Ronto, Commedia’ya saygınlık kazandırmak
için onu hekzametrik (altı ayaklı dize; ç.n.) biçime dönüştürdü. Bu şiirin
teolojik derinliklerinin artık azıcık bile anlayışla karşılanmadığı Bruni ve
Niccoli çevrelerinde, Dante’nin değerinin böylesine küçük görülmesi, en açık
sözlülükle dile getirildi (53). Bu çevreninkilere taban tabana zıt – çok sayıda
ara yaklaşımı dışarda tutacak olursak – görüşleri Cino Rinuccini, Giovanni da
Prato ve kardeşi Domenico, Antonio Pucci, müzisyen Landini ve benzeri
tutucu-dindar şair ve yazarlar savunuyordu. Şiirin dini ve alegorik olması
gerektiği düşüncesini sürdürdüler. Bu çevre üyelerinin yazdığı çok sayıda şiir,
Commedia’ya taklit eden alegorik bakışa göre yazılmıştı (örneğin,
Giovanni da Prato, Trattato d’una angelica cosa ve Philomena; Francesco
Landini’nin Occam’ın mantığını savunan şiiri). Bütünsel olarak kendini bu
karakteristik çatışmada gösteren, üst orta sınıfın en ilerici kesimi ile
burjuvazinin ortalama düşünce tarzı arasındaki karşıtlık idi. Bu yalnızca
yazını değil tüm genel dünya görüşünü de etkiliyordu. Bu temel karşıtlığı
açıkça değerlendirmek dönemin sanatsal konumunu kavramamızda bize yardımcı
olacaktır.
* Resim
sanatında perspektifi ilk tanımlayan Brunelleschi olsa da perspektif kuramını
bilimsel anlamda ilk ortaya koyan, Bağdatlı biliminsanı Ebu Ali el-Hasen
İbnü’l-Heysem’dir (965-1040). İbnü’l-Heysem, yazdığı optik kitabı
“Kitabü’l-Menazır”da optik kuramını tanıtmıştır. Bu kitap Latinceye
“Perspektiva” adıyla çevrilmiştir. İtalyanca çevirisi de Floransa’da
Brunelleschi döneminde bilinmekte ve okunmaktaydı. İbnü’l-Heysem’in Rönesans
sanatını ve Batı bilimini etkilediğini artık çok iyi biliyoruz. Ayrıntılı bilgi
için bkz. Hans Belting, Floransa ve Bağdat: Doğu’da ve Batı’da Bakışın Tarihi.
Çev. Zehra Aksu Yılmazer. Koç Üniversitesi Yayınları, 2012, İstanbul. (ç.n.).
NOTLAR:
1- Fransisken
Nominalistler kendilerini Aquinalı’ya dayandırmadılar çünkü teolojideki
Aristotelesçi tinsellik artık rasyonalist ilericilik için bir engel durumuna
gelmişti. Onun yerine, onlar eski erken dönem Fransisken okulu ile bağlantı
kurdular. Bu okulda mantık, Thomizmdekinin aksine ayrılmaz biçimde vahye bağlı olmadığından
Kilise öğretileri rasyonel olsun olmasın koşulsuz olarak kabul edilmek
durumundaydı. İncil’in (artık Kilise’ye oranla daha sık vurgulanan) otoritesine
dayanan Nominalistlere göre teolojik öğretiler için rasyonel bir kanıt
gerekmediğinden, Thomizmi aşan kılgısal bireysel gerçeklikleri kabul
ettirebildiler. Böylelikle teoloji ve yavaşça güçlenen rasyonalizm arasında
Thomizmden yeni ve daha modern bir uzlaşma ortaya çıktı. İnanç bu yolla korundu
ancak sistemin birliğinden, felsefe ve dogmanın uyumundan vazgeçildi, düşünce
bağımsızlaştırıldı. Bu gelişme, mistisizm ve kuşkuculuk için yeni olasılıklar
doğurdu.
2-
Occam, Padovalı Marsilius gibi İmparator Bavyeralı Louis’in hizmetindeydi. O,
Nominalist felsefe ile kuzey ülkelerinin demokratik düşünceleri arasındaki
ilişkiyi en açık gösterendir. Marsilius gibi o da Curia için geçerli olacak
biçimde Spirituellerin yoksulluk kuramını ve Papa’nın ayrıcalıklı
hükümranlığına karşı Conciliar kuramını (Kilise genel konseyinin otoritesinin
Papa’dan daha yüksek olması gerektiğini savunan kuram; ç.n.) destekledi.
Dolayısıyla tüm bu “sol” ideolojik eğilimler bir noktada birleşmeye yönelikti.
Bkz. P. Honigheim, “Die Soziologische Bedeutung der nominalistischen
Philosophie” (Erinnerungsgabe für M. Weber, Münih, 1923).
3- Thomizmin
15. yüzyılın ikinci yarısından sonra Avrupa genelinde uyanışında, Floransa’da
St. Antonino’nun önemli bir rol oynamış olması rastlantı değildir (Cosimo de’
Medici dönemi).
4- Petrarch
ve ayrıca 15. yüzyıl başında Bruni gibi radikal hümanistlere göre Occam’ın
felsefesi, Aquinalı’nın Aristotelesçi teoloji yorumu gibi kaba skolastikti. Dolayısıyla
biz aynı tutucu kişileri sıklıkla Occam ve Dante’yi savunurken buluruz. Buna
göre örneğin müzisyen ve tutucu felsefe yazarı Francesco Landini (1325-97),
Occam’ın Mantığını ve aynı zamanda genel olarak skolastisizmi savunmak için bir
şiire beste yazmıştır.
5-
Onların öğretilerinde, algı çift, gerçek çiftti: Felsefenin doğal ve daha gözle
görülen gerçeği vardı ve onlar yalnızca bununla ilgileniyordu. Bir de onların
ilgilenmedikleri ama kabul edilmesi gereken, teolojinin kiliseye ait gerçeği
vardı. Bunun kabul edilmemesi çok tehlikeli olabilirdi. Onlar ruhun
ölümsüzlüğüne inanmıyorlardı. Ayrıca, tutarlı biçimde Thomist olmayan, teoloji
ve İbni Rüşdcülük arasında bir uzlaşma arayan çok sayıda ruhban sınıfı üyesi
vardı. Bkz. E. Renan, Averroes et l’Averroisme (Paris, 1866) ve K.
Werner, Der Endausgang der mittelalterlichen Scholastik (Viyana, 1887).
6- Floransa’da
İbni Rüşdcülüğe bağlananların erken burjuva dönemdeki aristokratlar olan
Ghibellinler arasından olması anlamlıdır. Popolo minuto (halktan
kişiler, ç.n.)’yu küçümseyen, Ghibellin sempatisi nedeniyle Dante’den de önce
sürgün edilen şair Guido Cavalcanti bir İbni Rüşdcüydü. Dante de erken
döneminde yüksek olasılıkla İbni Rüşdcülükten etkilenmişti (13. yüzyılın en
önemli İbni Rüşdcü teoloğu, Engizisyonda yargılanmış Brabantlı Siger’i Cennet’e yerleştirmişti). İbni Rüşdcülüğü
Padovalı Marsilius’a uzanan bir çizgi de vardır. Petrarch, İbni Rüşdcüleri
sapkınlıkla suçlar. İbni Rüşdcülerin yaklaşımı ona göre çok bilimsel ve
materyalistti. Diğer yandan Fransisken Spiritualler teolojik eğitime (Bkz. Bölüm
3, Not 5) ve daha fazla olmak üzere, Arap etkisiyle bozulmuş olduğunu
savladıkları bilime karşıydılar. Oysa orta sınıftan bir kesimin o sırada onları
destekliyor olduğu daha erken bir dönemde Spiritualler, ana temsilcisi bir
doktor olan (Villanovalı Arnaldus, 1248-1314) daha ilerici ve bilimsel anlamda
rasyonalist bir tarzı da içeriyordu. Floransalı Patariniler arasında da çok
sayıda doktor vardı. Ancak 14. yüzyılda gönenç içindeki burjuvazi tümüyle karşı
kampa geçince bu tarz yok oldu.
7-
K. Burdach, Reformation, Renaissance, Humanismus (Berlin, 1918). Ancak
burada yeni ulusal hareket ve antikitenin yeniden doğuşunda dini-mistik etken
aşırı özel biçimde vurgulanmıştır.
8- Boethius’ta
(erken 6. yüzyıl) Aristotelesçilik ve Platonculuk – onların antikiteye
yönelimleri daha sonra orta çağ teolojisini temelden etkiledi – birbiriyle ve
Hristiyanlıkla barışıktır.
9-
Salutati klasiklerde yine, Orta Çağ’da kullanılmış alegorik yorum yöntemini
uyguluyordu. Camaldolensian tarikatından, antik çalışmaları değersiz gören
Giovanni da s. Miniato ile girdiği bir polemikte o, pagan şiirlerinin gizli
anlamının İncil’in teolojik gerçeği ile uyumlu olduğu savını sürdürdü (1406).
10- Petrarch,
iç yaşamının evriminde, kendine yoğunlaşarak ve karakterini çözümleyerek
kendini, Kilise babalarının Yeni-Platonculuk’tan aldığı eski bir kilise ideali
– vita contemplativa ideali (yaşam kuamı – Yaratıcıyı görebilmek için
tüm günahlarından arınmaya yönelik öğret; ç.n.) - ile ilişkilendirdi ve o
ideale yeni bir anlam kattı.
11-
Ünlü kişilerin (Cicero, Seneca, Augustinus) Platon’u, halk yığınlarının
Aristoteles’i övemeleri nedeniyle Petrarch’ın tartışmalarda Platon’un
Aristoteles’e üstün olduğunu savlaması onun için tipiktir.
12-
H. Baron, Leonardo Bruni Aretino (Leipzig, 1928).
13- Bunlar
Roma Cumhuriyeti döneminde en etkili üç felsefe sistemiydi. Özellikle de
Stoacılıktan çok yoğun biçimde etkilenmiş olmasına karşın temelde
Aristotelesçiliğe eğilimli olan Cicero üzerinde iz bıraktılar.
14- Bu
çok canlı, antik ve Floransalı felsefe ile yine antikiteden ama onun farklı bir
döneminden kaynak alan, mutlakiyetçi Medici döneminde Floransalı entelektüeller
arasında yaygın olan edilgin ve dini Neo-platonizm arasındaki karşıtlık için
bkz. Bölüm2 , Not 82.
15-
C. Prantl, Geschichte der Logik im Abendlande (Leipzig, 1855-70).
16- Latince’den
İtalyanca’ya Geri degli Spini’nin önerisiyle çevrildi. Sallust’un çevirisi
Bartolommeo’yu Nero Cambi destekledi.
17- Bunun
yanısıra, antik dönem çalışmaları – kendisi ilgilendiği ölçüde – ona bir tür
geçmişe kaçış sundu ve kendi tekilliğini duyumsattı.
18-
A. Hortis, Studii sulle Opere latine del Boccacio (Trieste, 1879) ve C.
Coulter, The Genealogy of the Gods (Vassar Medieval Studies, 1923).
19- Örneğin
Pratolu bir noter, Arrigo Simintendi, Ovidius’un Metamorphoses yapıtını,
14. yüzyıl başı gibi erken bir dönemde düzyazı biçiminde İtalyancaya çevirdi.
Floransalı noter Alberto delle Piagentine Boethius’un De Consolatione
philosophiae yapıtını 1332’de çevirdi. 14. yüzyılın sonunda Floransalı
tüccar Niccolo Sassetti Boccaccio’nun De claris mulieribus yapıtını
çevirdi.
20- Roma
yazınında, en çok da Cicero’da, Romalılar’a örnek olacak biçimde Yunan filozof
ve şairlerinin önemine sürekli göndermelerde bulunulması Floransalıların
dikkatini çekmişti.
21- Kilise
yazını da aranmıştır ancak bu ikincil önemdedir.
22- Chrysoloras’ı
üniversitede ders vermesi için Floransa’ya zengin üst burjuvazi üyeleri
çağırdı. Bruni ve Marsuppini de onun öğrencileri arasındaydı. Öğrencilerinden
bir başkası, Plutarkos’u çeviren ünlü pedagog Veronalı Guarino, burada
1404-1414 yılları arasında Yunanca eğitimi verdi. Aristoteles’in Retorik
yapıtını çeviren Francesco Filelfo’yu Floransa’ya Albizzi çevresi çağırmıştı.
Filelfo, üniversitede 1429’dan 1433’e kadar eğitim verdi. Niccolo da Uzzano ve
Palla Strozzi gibi birkaç ayrıksı örnek dışında üst orta sınıf, üniversite için
para vermeye eğilimli değildi (1321 gibi erken bir dönemde kuruldu, 1413’te
yeniden örgütlendi). Yöneticiler içinde, Medicilerle Albizzi yandaşları arasında
ise bir savaşım süregidiyordu.
23-
Buna karşın çeviriler, anadile hiçbir zaman doğrudan Yunanca’dan yapılmadı.
Yunanca bilen hümanistler, özellikle Bruni, bunun saygınlığa aykırı olduğunu
düşünmüş olabilirler.
24- E,
Walser, Poggius Florentinus (Leipzig, 1914).
25- Manastırda
düzenlenen felsefe toplantılarının fazla seküler bir ruhu olduğunu ve
çileciliği içermediğini düşünen diğer S. Spirito keşişleri, Marsigli’ye bile
saldırdılar. Bkz. Not 36.
26-
Ancak, G. Toffanin'in (Che cosa fu
l'Umanesimo, Floransa, 1929), hümanistlerin her bağlamda Kilise ile
dayanışma içinde olduğunu, Kilise ve hümanistlere duyulan genel hoşnutsuzluk
ile İtalyan dilinde öğrenimin yaygınlaşması arasında belirleyici önemde bir bağ
bulunduğunu bildirmesi abartılıydı.
27- Yeni
yaklaşımın göstergesi - o dönemde Curia'nin resmi görevlisi olan - Poggio'nun
mektubudur. Constance Konseyi adına Bruni'ye yazdığı bu mektupta, duruşmadaki
ve yakılırkenki soğukkanlı tutumuna tanıklık ettiği Praglı Jerome ile ilgili
sapkınlık savlarını kuşkulu karşılayarak Roma Stoacılığı halesini ona
bağışladığını belirtir.
28- Carlo
Marsuppini, Niccoli ile yakın ilişki içindeydi. Marsuppini'nin Yunanca ve
Latince yazın konusundaki bilgisi en az Niccoli'ninki kadar genişti. o,
Cosimo'nun kardeşi Lorenzo de' Medici'nin öğretmeniydi. 1431'den sonra Floransa
üniversitesinde eğitim verdi ve daha sonra kent yöneticisi oldu.
29-
P. Joachimsen, Aus der Entwicklung des
italienischen Humanismus (Hist.
Zeitschr. 121, 1920).
30-
Bkz. metnin son iki sayfası ve Not 53.
31-
Tam açıklama için bkz. G. Voigt, Die
Wiederbelebung des classichen Altertums (Berlin, 1880) ve A. della Torre, Storia dell Accademia Platonica di Firenze
(Floransa, 1902).
32-
Yeni neslin kültürü ile 14. yüzyıl kültürü arasındaki fark yine de çok büyüktü.
Medici Sarayı'nın 1418 yılı kataloğunda Cosimo'nun çoğunluğu antik döneme ait,
bir kısmı İtalyan yazarların olmak üzere (tarih, mitoloji, şiir) 63 kitabı
varken, babası Giovanni'nin "kütüphane"sinde yalnızca 3 kitap
bulunuyordu: Gospeller, St. Margaret'in (gebe kadınların koruyucusu) yaşamı, Dominici'nin
bir vaazı.
33- Antik
dönem ile dini düşüncenin birleşiminin çok açık olduğu bir başka ortam, daha
önce sözü edilmiş olan, Albizzi dönemi Floransa elçilerinin konuşmalarıdır.
Klasik düşünce kesinlikle baskın olsa da İncil'den alınan sözcük öbekleri de
sıktır. Üst Yönetim'in klasikle uzlaşım yönündeki fırsatçılığı, 1425'te hümanizme
karşı hiç ilgi duymayan Papa V. Martin'e gönderilen Floransa elçisine, antik
döneme ait sözcük kullanmaması yönünde bilgi vermesi ile görülür.
34- Bu,
Dominici'nin bakış açısına denk gelir. O da klasik yazını gençlerin eğitiminden
dışlamamış, dini eğitimin verildiği bir döneme saklamıştır.
35-
Bu çevre ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Wesselofsky, a.g.e.
36- Benediktenler,
örneğin Kutsanmış Giovanni delle Celle, Marsigli'yi, İtalyanca yürüttüğü ve
temel olarak halktan kişilerin katıldığı felsefi tartışmalar nedeniyle keskin
biçimde suçladılar. Onlara göre öğretim yaygınlaştırılmamalıydı. Bkz. Not 25.
37- 1400
yılı çevresinde, Kilise'nin kendisi de tinsel savunması için İtalyanca
kullanıyordu (Ör. Dominici).
38-
Wesselofsky, a.g.e. Dante yorumlarının genel olarak tutucu karakterde olmasına
karşın büyük hümanist Filelfo, Floransalıların yurttaşlık haklarının kazanımı
için çalışırken nüfus çoğunluğu arasında daha geniş popülarite edinmek için bu
seminerlerden bir kısmını Katedral'de verdi. Kilise'nin Divina Commedia'yı tutucu amaçlar doğrultusunda kullanım
yöntemi, Sienalı St. Bernardino'nun vaazlarında Dante'den sıklıkla alıntı
yapması ve öğrenim verdiği vaizlere Dante'nin şiirini çalışmalarını önermesiyle
kendini gösterir. (Bkz. K. Hefele, Der hl. Bernhardin von Siena und die
franziskanische Wanderpredigt in Italien Während des 15. Jahrhunderts,
Freiburg, 1912).
39- Fransisken
Mezhebi'nin yoğun doğa bilim çalışmaları temelde, kuzey ülkelerinde yürütüldü.
Bu, daha önceden tanımladığımız görece ilerici tutumun bir yönünü temsil
ediyordu. Doğa bilimlerinde, 13, yüzyılın orta kesimi ve ikinci yarısında
İngiltere'de etkin olan Bacon gibi dünyaca önemli bir kişiliğin Floransalı
Fransiskenler arasında bulunması hayal bile edilemezdi.
40- Salutati,
müziği bile tıptan daha önemli olarak gördü, çünkü o skolastik eğitim
sisteminin yedi özgür sanatından biriydi. Petrarch da tıbbı retoriğin altına
yerleştirmişti.
41-
G. Uzielli, La Vita e i Tempi di Paolo
del Pozzo Toscanelli (Roma, 1894).
42-
L. Olschky, Die Literatur der Technik und
der angewandten Wissenschaften vom Mittelalter bis zur Renaissance
(Heidelberg, 1918).
43- E.
Auerbach (Dante als Dichter der irdischen Welt, Berlin, 1929) Thomist
sistemde Commedia'nın içeriği
ve öğretileri yanı sıra düzen ve evrensel uyum savaşımı ile birlikte tüm
psikolojisi ile ilgili kesin bir açıklamam bulur. K. Vossler (Die philosophischen Grundlagen zum süssen
neuen Stil, Heidelberg, 1904) 12.
yüzyılda Fransa’da her toplumsal kesimin kendine özgü tipte şiiri bulunduğuna
ilişkin kanıt gösterir. Aynı yazara göre 13. yüzyılda İtalya’da bu keskin
bölünmeler, genel demokratikleşme ve eğitimin yaygınlaşması sonucu
bulanıklaşmaya, yazınsal beğeni farklılıkları da basitçe toplumsal konuma göre
değil, öncekiyle kısmen örtüşecek biçimde, eğitim düzeyine denk düşmeye başlar.
44-
Huizinga, a.g.e.
45- Boccacio’nun
novelinde, orta sınıfın genel bakış açısına uygun olarak işçiler kirli,
saygın olmayan bir topluluktur ve onların temsilcileri yalnızca zekanın ortaya
çıkmasına engel olmaya yarar.
46- Sacchetti’nin
yazınsal ürünlerinde belirttiği toplumsal ve siyasi görüşlerinin bir kısmı
burada aktarılabilir. O, üst burjuvazi üyesi, küçük ölçekte de olsa, bir
bankerdi. Ayrıca, sıklıkla devlet görevlerinde bulundu. Kendisi de Floransa
mahkemelerinin zenginden yana yargıda bulunduğunu açıkça söyler. Otto Santi
savaşında o Papa’ya karşıydı. Ciompi Ayaklanması’ndan önce orta sınıfın
Salvestro de’ Medici önderliğinde yükselişini iyi karşıladı. Kısa süre sonra
ayaklanmanın bastırılmasına ve yönetim gücünün mezzane gentiye geri
dönmesine sevindi. Öykülerinde, Boccacionunkilere benzer biçimde işçileri
küçümseme vardır.
47- Aşk
motifi içeren efsaneler (Arthur, Tristan, Lancelot) dönemi, ilk kesimin, saf
serüven öyküleri (Karolonj efsaneleri) ikinci kesimin daha çok hoşuna gitti.
St. Francis bile sıklıkla kahramanlık ideallerine gönderme yapmış,
öğrencilerine konuşurken onları Yuvarlak Masa Şövalyeleri ve Şarlman'ın
şövalyeleri ile karşılaştırmıştır.
48- 1424'te
Antonio di Meglio (1382-1448) Floransalılara, Milano'ya yenilgileri sonrası
(Milan Dükü'nün tiranlığına göndermede bulunarak), savaşın sürdürülmesi için
para sağlamak üzere şiirle seslenmiştir. Albizzi, berber ve popüler bir şair
olan Burchiello'ya (1404-49), Medici karşıtı soneler yazması için para
ödemiştir. Niccolo da Uzzano, Rinaldo degli Albizzi'nin aşırı eğilimlerine
karşıt olarak, yönetimdeki oligarşi üyelerinden, siyasetlerini daha ılımlı
duruma getirmelerini isteyen şiirler yazmıştır.
49-
K. Vossler, Poetische Theorien in der italienischen Frührenaissance
(Berlin, 1900).
50- Poggio’nun
yeni görüşleri için, etik bakış açısına göre değil bir estetin tanımıyla bkz.
C. S. Gutkind, “Poggii Bracciolinis geistige Entwicklung” (Deutsche
Vierteljahrsschr., für Literaturwiss. X, 1932).
51- örneğin
Virgilius'un Divina Commedia ve
daha öncesindeki büyük önemi, onun dördüncü Eclogue'undan kaynaklanır. O, İsa'nın dönüşünü bildiren yalvaç
olarak değerlendirilir. Geniş değerlendirme için bkz. D. Comparetti, Virgil in the Middle Ages (İng. çev.,
Londra, 1895. Petrarch'ın Virgilius'a büyük saygısı bile büyük oranda Latin
şairin bu hristiyan-alegorik yorumuna dayalıydı.
52-
J. Spingarn, A History of Literary Criticism in the Renaissance (New
York, 1925).
53- Niccoli,
Bruni'nin Dialogi ad Petrum Paulum
Histrum yapıtında, Dante'nin ayakkabıcıların şairi olduğunu söylemişti. Ona
göre Dante'nin adı eğitimli ve kültürlülerin listesinden silinmeli; o,
dokumacı, fırıncı ve benzeri kişilere bırakılmalıydı. Yine de bu değerlendirmeler Bruni ve Niccoli
çevreleri için bile aşırıydı. Bruni'ni kendisinin de bu görüşleri bir dereceye
kadar taşımış olabilir ya da belki yıllar içinde tutumu daha az aşırı duruma
gelmiş olabilir. 1436'da Dante'nin İtalyanca biyografisini yazmıştır. Bu yapıtı
bilerek, "hafif" denebilecek, kültürlü kesimi hedeflemeyen bir
yapıttır. Bkz. E. Santini, "La Produzione volgare di Leonardo Bruni
Aretino" (Giornale Storico della
Letteratura italiana, LX, 1912). Bruni, Dante'yi, bir şair olarak değil de
daha çok, Floransa siyasi yaşamında çok önemli bir rol oynayan bir eylem adamı
olarak yansıtmıştır. Divina Commedia ile ilgili olarak, Dante'nin bu
yapıtı Latince yazmış olsaydı daha iyi olacağını ama bu dili yeterince
bilmediğini belirtir. Brunelleschi, şiirdeki farklı bölgelerin tam konumunu matematiksel
olarak çözmek için uğraşmıştır. Bu tutum, halk arasında yaygınlaşmış olan Commedia'yı
tam olarak geri çevirmemiş, ancak onu rasyonalize etmeye çalışmış ilerici
çevreler için karakteristikti.