Pek
bilinmeyen, gizemli bir kent Buhara. Bundan birkaç yıl önce okuduğum gezi
yazılarında Buhara ve Semerkant’ın mimari güzelliklerini yansıtan fotoğraflara
denk geldiğimde Özbekistan’ı hiç tanımadığımı fark etmiştim. Buhara İbni Sina
Tıp Fakültesi’nde ders anlatmak için görevlendirildiğimde bu ülkeyi tanımak
için bir fırsat doğmuştu. Üç haftalık görevlendirme süresi boyunca derslerden artakalan
zamanda öncelikle Buhara, onun dışında Semerkant ve Şehrisebz’i gezebildim.
İzlenimlerimi size aktarmak isterim.
Özbekistan
kibar insanların ülkesi. Ülkede derin bir yoksulluk var belki ama Özbekler son
derece iyimser ve mutlular, çok yardımcılar. Öğrencilerim de beni
sıcakkanlılıkla karşıladılar. Bu son derece güvenli ülkede büyük bir rahatlıkla
dolaşabildim ve güzelliklerini kısmen de olsa keşfedebildim.
Buhara:
Buhara mimari açıdan bir açık hava müzesi olarak kabul edilebilir. Eski kent her biri birkaç yüz yıllık binalardan oluşuyor. Kaldığım otel eski kente çok yakın olduğu için bu bölgeyi yürüyerek gezebildim. Birkaç dakika içinde eski Buhara’nın en önemli meydanı Leb-i Havuz’a ulaşılıyor. Büyükçe bir havuzu çevreleyen iki medrese ve bir hankah (Tekke-Medrese olarak anlaşılabilir) ile birlikte düşünüldüğünde burası bir yaşam alanı. Havuz başı eskiden büyük bir çayhane imiş. Hemen yanı başında bugün de çalışır durumda olan Sarafon Çarşısı var. Alışverişe gelenler havuz başında dinlenirmiş. Bugün de burada oturup benim de dostlarla yapmış olduğum gibi baharatlı çaylar içebilir, Özbekistan’ın ünlü yemeklerini yiyebilirsiniz. Her üç bina da muhteşem çini kaplamalarıyla bugün bile göz kamaştırıyor. Nadir Divan Bey Medresesi tavus kuşu figürleri içeren çinileri ile özellikle dikkat çekici. Bu meydanda her gün birçok Özbek gelin-damat anı fotoğrafları çektiriyor.
Buhara İslamiyet için çok önemli bir kent. İbadete açık olan tarihi açıdan önemli pek çok cami var. Bunların yanı sıra bir kısmı restore edilmekte olan, bir kısmı da restore edildikten sonra kafeye veya mağazaya dönüştürülmüş camiler de var. Restore ediliyor olanlar arasında Buhara’nın en eski tarihli camisi Magoki Attari Cami tuğla yüzeyini kaplayan işçiliğiyle çok görkemli. Bu yapı eski bir tapınak üzerinde 12. yüzyılda inşa edilmiş küçük bir cami. ‘Derin cami’ anlamına gelen isminin yansıttığı gibi yüzeyden 4,5 metre derine ulaşıyor. Derin kısmını 1939’da bir Sovyet arkeolog açığa çıkarmış. İbadete açık olanlar arasında en önemlilerinden Balyand Cami 16. yüzyılda inşa edilmiş. Kış ve yaz bölümlerinden oluşuyor. Yaz bölümünü oluşturan teras camiyi çevreliyor. Çok incelikli işlenmiş ahşap sütunlar Buhara’nın pek çok yapısında olduğu gibi burada da kullanılmış. Kış bölümünü oluşturan iç bölümünün tavan ve duvar süslemeleri muhteşem. Bir diğer görkemli 16. yüzyıl camii de Hoca Zeyneddin Cami’dir. Cami’nin Özbek ressam Pavel Benkov imzalı yağlı boya resimlerini Güzel Sanatlar Müzesi’nde görmüştüm. Asma bahçeleriyle çevrili kentin en eskisi olan büyük bir havuz camiye eşlik ediyor. Kompleks Hoca Zeyneddin Türbesini de kapsıyor. Kare yapıda cami iç duvar ve tavan süslemeleri çok etkileyici. Tadilat nedeniyle ne yazık ki havuzda su bulunmuyordu ve asmalar da kesilmişti ancak bahçesi ile o buluşma merkezi havasını hala koruyordu. Havuzlu bir başka cami ise 18. yüzyıl yapımı Bolo-Havuz Cami. Havuz çevresinde oturup caminin güzelliğini izlemek olası. Teras kısmını ayakta tutan ahşap sütunların süslemeleri çok güzel. Camiden ayrı olarak duran 1917 yılı yapımı küçük minaresi de çok süslü. Şu an restore ediliyor olan 15. Yüzyılda inşa edilmiş Kelan Cami, turistik merkezde yer alır. Aynı anda 10000 kişinin namaz kılabileceği biçimde inşa edilmiş. Büyük mavi kubbesi ile çok güzel bir yapı. Çok ilginç bir dini yapı da Çar Minar (Dört Minare)’dir. 1807’de bir Türk beyi Nakşibendi Şeyhi Halife Niyaz Kul yaptırmıştır. Medrese olarak inşa edilmiş ancak medrese yıkılmış olduğu için geriye bu küçük yapı kalmıştır. Dört ayrı dini (İslam, Hristiyanlık, Budizm ve Zerdüştlük) temsil ettiğine inanılan mavi kubbeli dört minaresi çok sevimli görünür.
Buhara
aynı zamanda bir türbeler kenti olarak kabul edilebilir. En çok ziyaretçi kabul
edenlerden biri Bahaeddin Nakşibendi türbesidir. Bugün de bu türbe önemini
korumakta ve çok sayıda ziyaretçi ağırlamaktadır. Diğer kutsal sayılan türbelerle
birlikte bu türbenin ziyareti için özel geziler düzenlenmektedir. Bu türbelerin
ziyareti hac ibadetine eş sayılmaktadır. Bu kutsal mekanların dışında olmak
üzere bilinen en eski türbe 10. yüzyıldan kalma çok iyi durumdaki İsmail Samani
türbesidir. Timur kenti işgal ettiğinde daha önceki bir sel olayı nedeniyle
çamur kitlesi altında olan türbe bu sayede yıkılmaktan kurtulmuş.
Kentte 8. yüzyıldan günümüze gelene kadarki uzun sürede 100’den fazla medrese bulunduğu söyleniyor (19. yüzyılda bu sayının 103 olduğu bildirilmiş). Buhara’nın yüzyıllar boyunca bir üniversite kenti olduğunun kanıtıdır bu medreseler. Dini eğitim dışında edebiyat aritmetik, müzik, felsefe, mantık dersleri verilmiş. Bunların büyük bir kısmı zarar görmüş durumda ama pek çoğu restore ediliyor. Günümüzde yalnızca bir tanesi, 14. yüzyılda yapılmış olan Mir Arap Medresesi eğitim veriyor. Medrese içinde Mir Arap olarak adlandırılan eğiticinin türbesi ve bir cami de bulunuyor. Kapısı ve alınlığı da çok görkemli olan bu medresenin türbe ve camiyi kaplayan turkuaz kubbeler göz alıcı. Bu medrese Sovyet döneminde Orta Asya’da açık kalmasına izin verilen tek medrese aynı zamanda. En büyük medrese 140 odalı Kukeldaş’tır. Odaları mağazaya çevrilmiş bu bina Sovyet döneminde otel olarak da kullanılmış. Giyim eşyalarının satıldığı mağazalardan birinde bu dönemden kalma duvar resimleri çok ilgi çekiciydi. Sözü edilmesi gereken medreselerden biri de Uluğbey Medresesi’dir. Timur’un torunu olan 1394 yılı doğumlu Mirza Uluğbey dünyanın en önemli bilim insanları arasında sayılır. Bilim ve eğitime çok önem vermiş bir yöneticidir. Üç medrese kurmuştur. İlki Buhara’da yapımı 1420’de tamamlanan dönemin en önemli mimarlarının tasarımı olan yapıdır. Görkemli giriş kapısında yer alan iki yazıtın çevirileri şöyledir: “Bilgiyi özümsemek her Müslüman erkek ve kadının görevidir.”, “Allah’ın görkemli bereketi her zaman bilgiyle aydınlananların üzerine olsun.” Diğer medreseler Semerkant ve Gicduvan’dadır. Semerkant’taki medreseyi de görme şansım oldu. Uluğ Bey Semerkant’ta bir gözlemevi kurarak astronomik gözlemler yapmış. Dünyanın yuvarlak olduğunu Kopernik’ten önce bulduğu söylenir. Bu dönemde bilimsel ve eğitsel çalışmaları yobaz kesimi rahatsız etmiş. Öz oğlunun gericilerle yaptığı iş birliği sonucunda öldürülüyor ve gözlemevi de yerle bir ediliyor. Bugün bu gözlemevinden kalanlar yalnızca yer altında kalan bir kısımdır. Bu trajedinin ilginç yanı, o dönemde bu gözlemevinde eğitim alıyor olan Ali Kuşçu’nun bir süre İstanbul’a gelip ders vermiş olmasıdır.
Feyzullah
Hocayev Özbekler için önemli bir kişi. Özbekistan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı. Zengin bir tüccarın oğlu olarak Moskova’da iyi
bir eğitim almış. Yaşadığı ev bir müzeye dönüştürülmüş. Reform yanlısı siyasi
örgütlerde görev alarak siyasi yaşama başlayan Hocayev, Özbekistan’ın
çağdaşlaşması çalışmaları yürütmüş. 1938 Stalin duruşmaları döneminde hainlikle
suçlanarak yargılanmış ve idam edilmiş. 1965’te ise suçsuzluğu ilan edilmiş. Bu
ilginç kişilik Buhara’da derin yer etmiş. Müze olarak gezilebilen evinde günlük
yaşamının izleri gözlemlenebiliyor.
Buhara
Emirliği Yazlık Sarayı, Buhara’nın hemen dışında. 19. yüzyıl sonunda yapımı
tamamlanmış. Son Buhara Emiri Said Halim Han burada konaklamış. 1917 Sovyet
devrimi sonrası sıranın kendine geleceğini anlayan emir, 1920’de Sovyet ordusu
Buhara’ya girmeden ülkeden ayrılmış. Bugün burası bir müze olarak turistik ilgi
odağı olmuş. Burada pek değerli eşyalar sergileniyor.
Sanatsal
alanda Buhara geleneksel bir yönü canlı tutmuş görünüyor. Minyatür sanatıyla
ilgilenen ve atölyesinde satış yapan pek çok Özbek ressam var. Güzel Sanatlar
Müzesi’nde de kısıtlı da olsa Özbek ressamlarla ilgili bir sergiyi
gezebiliyorsunuz. Pavel Benkov 1879-1949 yılları arasında yaşamış gerçekçi bir
Özbek ressam. Müzede Buhara’da dönemin yaşantısını yansıtan yapıtlarını görme
şansım oldu.
Buhara eski önemini yitirmiş olsa da kültürel zenginliklerini kısmen de olsa korumuş güzel bir kent. Şimdilerde turistik açıdan ilgi çekici özellikleriyle ön plana geçmeye çalışıyor.
Semerkant:
Semerkant
çok güzel ve yeşil bir kent. Timur devletinin başkentliğini yapmış, o görkemli
havasını, çok iyi korunmuş tarihi mimari yapıları ile duyumsatıyor. Tarihi kentin
merkezi, Registan olarak adlandırılan geniş alan ve bu meydanda yer tutmuş 3 medresedir.
Uluğbey Medresesi 1417-20 yılları arasında yapılmış. Gözlemevi kurulmadan önce
burası önemli bir astronomi merkezi ve medrese olarak kullanılmış. 20. yüzyılda
çinilerle kaplı görkemli kapısı ile birlikte bina restore edilmiş. Sher Dor
medresesi 1619-36 yıllarında inşa edilmiş. Hayvan ve güneş desenli süslemeleri
olan kapısı görkemlidir. Kapısı 20. yüzyılda restore edilmiş. 17. yüzyılda
meydana Tillya Kari medresesi yapılmış. Yüksek girişli süslemeli kapısı ve kubbesi
çok görkemli. 19. yüzyılda depremde yıkılan camisi yine 20. yüzyılda restore
edilmiş.
Shahi
Zinda bir türbeler merkezi olarak kabul edilebilir. Mavinin her tonundan çini
süslemeleri göz kamaştıran bu türbeler merkezinde Timur döneminde yaşamış
önemli devlet yöneticileri yanısıra Timur’un aile üyelerinin bir kısmının da
mezarları bulunuyor.
Timur’un
torunu Uluğbey çok önemli bir yönetici ve bilim insanı. Semerkant’taki
gözlemevi ile ilgili trajediden Buhara kısmında söz etmiştim. Gözlemevi
girişinde Uluğbey’in bir heykeli bulunuyor.
Semerkant
mimari güzellikleri ile Buhara ve Şehrisebz gibi koruma altına alınmış bir
kent. Timur’un çok sevdiği eşi için yaptırmış olduğu dönemin en büyük camisi
Bibi Hanım Cami de bu kentte. Caminin mermer kaplamaları ve süslemeleri çok
özel. Timur doğduğu kent Şehrisebz’de kendisi için mezar yeri hazırlamış
olmasına karşın Semerkant’ta gömülmüş. Gür Emir olarak adlandırılan türbe bugün
pek çok ziyaretçi kabul ediyor. Timur’un yanı sıra oğulları Miranshah, Shahruh,
torunları Muhammed Sultan, Uluğbey de burada yatıyor.
Semerkant’ta
görülecek yerlerden bir diğeri büyük İslam bilgini Maturidi’nin türbesi. 852-944
yılları arasında Semerkant’ta Samaniler yönetimi döneminde yaşamış Ebu Mansur
Maturidi, İslam dininde kendi adıyla anılan Maturidilik mezhebinin kurucusu. Ebu
Hanefi’nin yolunu izlemiş ancak dinin gereği gibi anlaşılabilmesi için Kuran ve
sünnet yanı sıra aklın da gerekli olduğunu belirtmiştir. Akıl yoluyla iyiyi
kötüden ayırabileceğimizi söylemiştir. Maturidi’nin akıl ve nakli dengeli bir
biçimde kullanan din anlayışı Atatürk’ün laiklik yaklaşımını da etkilemiştir. Maturidi’nin
Semerkant’taki türbesi yeşil bir bahçe içinde, güzel süslemeleri bulunan küçük
bir yapı.
Semerkant
gezimizi arkeoloji müzesi ile sonlandırdık. Müze antik kentin kalıntılarını
barındıran arkeolojik bir kazı alanı içinde. Burada sergilenen duvar resimleri
görmeye değer.
Şehrisebz:
Şehrisebz
Timur’un doğum yeri. Özbekler için büyük önem taşıyor. Osmanlı padişahı
Yıldırım Beyazıt’ı Ankara Savaşı’nda yenmiş olması biz Türklerin anımsamaktan
pek hoşlanmadığımız bir olgu. Kentteki müzede tahtta oturan Timur’un karşında savaşı
yitirmiş ve esir düşmüş Beyazıt’ı gösteren bir tablo var. Aynı müzede Mustafa
Kemal Atatürk’ün, Timur’un komutanların en büyüğü olduğunu, Beyazıt’ı zekasıyla
yendiğini belirten bir sözü yerel motiflerle süslenmiş bir panoda sergileniyor.
Timur
doğduğu kente, 1380’de inşa edilmeye başlanan, yapımı 20 yıl süren büyük bir
saray yaptırmış, mezar yerini de burada ayırtmış. Bu binanın Timur dönemindeki
en büyük bina olduğu belirtiliyor. Ne yazık ki yapımından 150 yıl kadar sonra
Buhara emiri Abdullah Han kenti işgal ettiğinde Ak Saray olarak adlandırılan
binayı yakıp yıkmış ancak kalıntıları bile günümüzde hala çok görkemli. Günümüzde
sarayın önünde Timur’un heykeli de yer alıyor.
Timur’un
ilk hocası Şemseddin Külyal’ın türbesi ile Timur’un babası Muhammed Taragay,
iki oğlu Cihangir ve Şeyh Ömer’in türbeleri yan yanadır. Uluğbey’in yaptırdığı
Dor et Tilyavat medresesi ile burası bir dini merkez durumuna getirilmiş. Yine
Uluğbey’in inşa ettirdiği büyük mavi kubbesiyle ünlü Kök Gümbez Cami de bu
merkezde yer alır.
Şehrisebz
Timur döneminde ikinci başkent olarak kabul edilirmiş. Bugün artık küçük bir
kent görünümünde olsa da Timur dönemi yapıtlarının bir kısmını barındırdığı
için önemli bir gezi yeri sayılabilir.
Sonuç
yerine:
Buhara’nın
entelektüel konumu zaman içinde gerilemiş. Daha 18. Yüzyılda, medreselerde
artık çağdaş bir üniversite eğitimi verilmiyor geçerliliği kalmamış tutucu bir
İslam anlayışı öğretiliyormuş. Bugün Mir Arap Medresesi’nde süren de bu çağdışı
eğitimdir. Bu üzücü bir durum. Benim de İbni Sina’ya adanmış bir üniversitenin
Tıp Fakültesi’ne ders anlatmak için buraya gönderildiğim düşünüldüğünde,
Özbekistan’da bu eğitimi verecek özelliklerde öğretim üyeleri yok muydu sorusu
akla gelebilir. Ne yazık ki ülkenin bilimsel anlamda çok ileride olduğu
söylenemez. Üniversite olanakları dışarıdan kazandırılmaktadır. Şunu belirtmek
gerekir ki uzun süren Sovyet döneminde disiplinli bir eğitim anlayışı
benimsetilmiştir ve bu disiplin bugün bu kurumlarda sürekliliğini korumaktadır.
Modern Özbekistan da yakın zamanda kendi bilim insanlarını yetiştirecek ve kim
bilir eski parlak günlerini yakalayacaktır diye ümit edebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder