Bundan birkaç yıl önce, Kuzey
Kıbrıs’ta yayın yapan televizyon kanallarından birinde tanınmış bir tiyatro
sanatçısının sunduğu bir program gösterimdeydi. Sanatçı, yoldan geçenlere
“Barış ister misiniz?” diye soruyordu. Yakın zamanda hocam Cengiz Gündoğdu’nun
önerdiği, Giovanni Papini’nin yazdığı “GOG”* adlı romanda aynı sorunun sorulmuş
olduğu bir bölüm görünce meraklandım. Soru uzun zaman önce yanıtlanmıştı demek.
Kitaptaki yanıt ilginçtir. M.
Pierre Gourjat toplantı yaparak savını ileri sürer: İki çare vardır. Birinci
seçenek insan zekasının, ruhunun, duygularının güce başvurmayacak biçimde
tamamen değiştirilmesidir. Bu çok zordur ve uzun zaman gerektirir. Daha pratik
seçenek belli bir günde, bütün dünya sendikalarının denetiminde savaş malzemesi
yapılan bütün fabrikalarda genel grev ilan edilmesi, işçilerin savaş malzemesi
üretmemesi, buna mühendisler, memurların da destek vermesidir. Böylelikle bütün
silahların ortadan kaldırılmasının yolu hazırlanacaktır. Grev yapan işçilerin
geçimi için diğer insanlar seve seve destek olacak; işçiler, insanların gönenci
için yapılacak yeni fabrikalarda görev alacaklardır. Gerçekte sarsıcı ve güçlü
bir öneridir bu ama romanda dinleyiciler Gourjat’ı ciddiye almazlar. Bir akıl
doktoruna görünmesi gerektiğini düşünürler. Biz bu düşüncelere bu kadar baştan
savma yaklaşmayalım ve konuyu biraz daha derinliğine düşünelim. Şunu da
soralım: Kıbrıs’ta 50’li yıllarda başlayıp 1974’e kadar süren savaş neden
gerçekleşti?
Sunucumuz bir silah tüccarına
denk gelmediyse barış istemeyen birini bulamamıştır sanırız. Kıbrıs’ta silah
fabrikası da bulunmuyor. Demek ki 1950-1974 yılları arasında silahlar dışardan
gelmiş. Baştan başlayalım: İngiliz sömürge yönetimini sonlandırarak Kıbrıs’ı
Yunanistan’a bağlamak (Enosis) amacıyla silahlı mücadele kararı alan
anti-komünist Rum ulusalcı güçleri Yorgo Grivas önderliğinde örgütlenir,
1954’te EOKA (Kıbrıs Savaşçıları Ulusal Örgütü) kurulur. Türkler ise önceleri
Volkan örgütü ile buna karşı direnişe başlar, Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)
ise 1957‘de Rauf Denktaş önderliğinde kurulur. Silahlar Rumlara kaçak yollarla Atina’dan
gemilerle gönderilmiştir. Dinamit, fünye, tabancalar, el bombaları, makineli
tüfekler, patlayıcılar adaya sokulmuştur. 1963’te Türklere yönelik Rum saldırılarının
başlamasından sonra Türk direnişçilere, özellikle Erenköy bölgesine silah ve
stratejik madde sağlanmıştır. TMT üyeleri bu silahların Türkiye’den Özel Harp
Dairesi aracılığıyla gönderildiğini belirtmişlerdir. Tabancalar, makineli
tüfekler, el bombaları, patlayıcılar, roketatarlar, gemilerle Kıbrıslı
direnişçilere ulaştırılmıştır. Bu konuda Birleşmiş Milletler’de görevli
subaylar da yardım etmişlerdir. 21 Aralık 1963’te Rum saldırısı başlamış ve ilk
2 günde 6 kişi, 3. günde 17 Kıbrıslı Türk, 11 Kıbrıslı Elen, 4. günde 31
Kıbrıslı Türk, 5 Kıbrıslı Elen öldürülmüştür. Bu listeye katliamları da
ekleyebiliriz. Yalnızca 1974’te işlenen cinayetlerin küçük bir kısmı: Ağustos
1974’te Rumlar Muratağa, Atlılar ve Sandallar köylerinde aralarında kadınlar ve
çocukların olduğu 129 Türk’ü, Türkler
Balıkesir’de 17, Paşaköy’de 70 Rum’u, Rumlar Taşkent’te 84 Türk’ü katlettiler. Ne
yazık ki tüm bu sayısal veriler bize 1963’te Rumlarla Türkler arasında başlayan
savaşın nedenini vermiyor. Yapmış olduğumuz olası hata nerededir o zaman?
Başa dönelim ve soruyu yeniden
düşünelim. Kıbrıs’ta barış isteyenler kimlerdi: Kıbrıslı Türk ve Rum işçilerin
ortak üye olduğu PEO (Pan Kıbrıs İşçi
Federasyonu) ve 1941’de kurulmuş olan sosyalist AKEL (Emekçi Halkın İlerici
Partisi), 1960 öncesi verdiği sosyalist mücadele ile birleşik bir Kıbrıs
arzuluyordu. 1948’de Rum ve Türkler maden ocaklarında birlikte greve gittiler.
Deprem gibi toplumsal felaketlerde yardıma birlikte koştular. Sosyal hakların
kazanımında omuz omuzaydılar. Sağlık hizmeti veren bir sendika kliniği
kurdular. Mücadeleleri sırasında birlikte öldüler, birlikte hapse atıldılar. 1
Mayıs’ları birlikte kutladılar. Her iki kesimde aşırı ulusalcı güçlerin Enosis
ve Taksim politikalarının karşısına 1 Mayıs 1958’de Türk ve Rum emekçiler ortak
eylemle çıktılar. Peki barış isteyenlerin başına neler geldi? 1958’de TMT
Kıbrıslı Türk solculara, EOKA da Kıbrıslı Rum solculara yönelik tehdit ve
saldırılara başladı. 22 Mayıs 1958’de PEO
Türk Bürosu sorumlusu Ahmet Sadi’ye suikast girişiminde bulunuldu, Sadi ve eşi
yaralandı. 24 Mayıs 1958 günü Kıbrıs’ta 3 farklı bölgede 3 vahşi cinayet
işlendi. Lefkoşa’da saat 11’de Türk sosyalist işçi Fazıl Önder göğsünden
kurşunlandı ve sırtından bıçaklandı. Fazıl Önder’in katilleri Türk faşistlerdi.
Saat 19’da ise Lefkonuk’ta bir Rum sosyalist işçi, Savvas Menikos, köy
meydanında kilise önündeki ağaca bağlandı, hain olduğu iddiasıyla taşlanarak ve
bıçaklanarak öldürüldü. Köylülerin gözü önünde bu cinayeti işleyenler Rum
faşistlerdi. Yine aynı akşam İpsoz’da Takis Yasumi de Rum faşistlerin
kurşunlarıyla öldürüldü. Bu dönemde EOKA’nın komünizmle mücadele gerekçesiyle
Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü CIA’dan
para yardımı aldığını kanıtlar belgeler olması dikkat çekici önemdedir. Bu
arada TMT’nin Kıbrıslı Türk solculara yönelik silahlı saldırıları pek çok solcu
Türk’ün ölümüne, bir kısmının da adadan ayrılmasına neden oldu. Diğerleri de
AKEL ve PEO’dan ayrılmak zorunda kaldılar. Dahası
da var. Rum faşistler Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra da İçişleri Bakanı
Polikarpos Yorgacis öncülüğünde EOKA’nın ardılı niteliğindeki Teşkilat adı
altında örgütlendiler ve komünistleri hedef aldılar. Türkler de TMT örgütünü
korudular. 25 Mart 1962 gecesi Lefkoşa’da Bayraktar ve Ömerge camilerine
bombalı saldırılar düzenlendi. Türk yönetimi patlamalardan Rumları sorumlu
tuttu. Olayı Türklerin gerçekleştirmiş olduğu yönünde bilgilere ulaşan iki
gazeteci Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan içişleri bakanı Polikarpos
Yorgacis ile görüştüler. Görüşmeyi Yorgacis gizlice banda kaydetti. Bu olayla
ilgili kurulan komisyonda tanıklık etmelerinden kısa süre önce 23 Nisan 1962
gecesi gazeteciler vahşi cinayetlere kurban gittiler. Ayhan Hikmet yatağında
katledildi. Ahmet Muzaffer Gürkan da o gece otomobilinde kurşunlanarak öldürüldü.
Bu iki genç avukat, Türk-Rum işbirliğini ve 1960’da kurulan Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin yaşatılmasını savunan haftalık Cumhuriyet gazetesini çıkarmaya
başladıklarında ölüm tehditleri almaya başlamışlardı bile. TMT’nin kuruluşunda
görev alan, daha sonra orgeneralliğe yükselen Sabri Yirmibeşoğlu’nun içinde
bulunduğumuz dönemde, birkaç yıl önce bir televizyon programında Kıbrıs’ta
ulusal bilinç uyandırmak için cami bombaladıklarını itiraf ettiğini buraya not
düşelim. AKEL ise bu karanlık süreçte büyük bir hata yapmıştır. AKEL, 1964
yılında Enosis politikasını destekleme kararı aldı. Bu politika ile AKEL,
Kıbrıslı Türkleri kendisinden uzaklaştırmış, Kıbrıslı Türk solcuları yalnızlaştırmıştır.
1990 yılında bunun bir hata olduğunu AKEL yönetimi de kabul edecektir.
Önemli bir kişilik, bir trajik
karakterden de söz etmemiz gerekir: Derviş Ali Kavazoğlu. Kavazoğlu marangozluk
yaparken Bir yandan da Bulgaristan’dan gelen Marksizmle ilgili kitapları
okuyordu. PEO’ya katıldı. 1960’ta Moskova’da
“Bilimsel Sosyalizm ve Marksizm Teorisi” eğitimine katıldı. Kıbrıs’a döndüğünde
bölünmemiş sosyalist bir vatan için mücadeleyi kaldığı yerden sürdürdü. Hep
işçilerin arasındaydı. “Emekçi” ve “İnkılapçı” adlı gazeteleri çıkardı. Kıbrıs
televizyonunda (PIK) Türk-Rum dostluğunun
gerekliliğini anlattı. Bu nedenlerle Kıbrıs Türk ulusalcı önderliğin
hedeflerinden biri durumuna geldi. Rum kesiminde yaşamak zorunda bırakıldı. Avukatlar
Gürkan ve Hikmet’le görüşüyordu. Onları AKEL üyesi yaptı. Ayrıca Kıbrıs Türk
Halk Partisi’ni kurmaları yönünde destekledi. Örgütlenme çalışmalarını çok
önemsiyordu. 1964’te Türk ve Rumların birlikte yaşadığı Dali köyünde iki
toplumu buluşturan büyük bir miting düzenledi. Bu mitingdeki konuşması şöyle
başlar: “Sevgili kardeşlerim. Kıbrıs Türk toplumunun ezici çoğunluğu, iki
toplumun Kıbrıs’ta birarada barış içinde yaşamasını istediğini her fırsatta
dile getiriyor”. Pankartlardan birinde Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh”
sözleri Türkçe ve Rumca olarak yazılıydı. AKEL’in Enosis politikası onu çok zor
durumda bırakmış ve yalnızlaştırmıştı. Türklerden uzaklaşmıştı. Yine de
vazgeçmedi. Bir örgütleme çalışması için dostu Kostas Mişauli ile birlikte
gittiği Türk köyü Luricina’da 11 Nisan 1965’te pusuya düşürüldü. İlişki kurduğu
iki Türk bu iki dostu arabalarında katlettiler. Türk-Rum dostluğunun simgesi
Kavazoğlu ve Mişauli öldüklerinde kucak kucağaydılar.
Kıbrıs’taki savaş sürecine artık
daha derinlikli bakabiliriz. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda
Cumhurbaşkanı Makarios ve diğer EOKA liderleri öncülüğünde Kıbrıslı Rumlar
Enosis hayallerini ertelemek zorunda kalmışlardı. Ertelemişlerdi, ancak vazgeçmemişlerdi.
Cumhuriyetin daha ilk aylarında mücadele hazırlıklarına başladılar. Yorgacis
adada Yunanistan’dan getirdikleri silahları depolamaya başladı. EOKA’nın devamı
sayılabilecek ‘Teşkilat’ kuruldu. Makarios ise 1959 garantörlük anlaşmalarını
ortadan kaldıran anayasa değişiklikleri önerisiyle Türkleri azınlık konumuna
düşürmeye ve Kıbrıs’ı Rum adası yapacak siyasi ve hukuki değişiklikleri
gerçekleştirmek için girişimlere başladı. İngilizler ve Amerikalılar
Makarios’un gerilimi artırdığını ve Türklerle Rumlar arasında kan
dökülebileceğini gördüler ama Makarios’u engellemek için yeterince çaba harcamadılar.
Rumların Teşkilat’ı Türklere karşı silahlı saldırıları 1963’te başlattığında
TMT de direnmeye hazırdı. ‘Enosis’ ve ‘Taksim’ çığlıkları atılırken birçok
insan ölmüş, birçok insan evsiz kalmış, göç etmişti. Türkler Rum ambargoları
altında çadır kentlerde yaşamaya başlamıştı. Rumlar 1964 yılında kendi düzenli
ordularını, Rum Ulusal Muhafız Ordusu’nu kurdular. Bu orduyu Yunanistan’dan
gelen silahlarla donattılar. Dahası, bu orduyu Yunanistan’dan gelen subaylar
eğittiler. Bu subaylar, Enosis’i destekleyenler arasından özenle seçildiler. Bu
süreçte İngiltere, ABD, Türkiye ve Yunanistan’ın en önemli kaygısı adanın komünistlerin
denetimine geçmesi idi. Adada bir NATO gücünün güvenliği sağlaması önerisini reddeden
Makarios Türklerin 1960’ta yönetimden çekilmesiyle tamamen Rumlardan oluşan
yeni hükümeti Birleşmiş Milletlere (BM) resmen kabul ettirmişti. Sorunu BM’de
çözmek niyetindeydi ama Türkiye’nin garantörlük anlaşmalarından doğan hakkı
dolayısıyla adaya bir silahlı saldırı girişiminde bulunma olasılığı onu
korkutuyordu. Makarios’un Sovyetler Birliği’nden silah yardımı istemesi Amerika
ve 3 garantör devletin tepkisini çekti. Adanın komünist yönetim altına geçmesi
korkusuyla bu 4 güç Makarios’a karşı darbe seçeneğini bile düşündüler. Adada
Türklerle Rumların birbirlerini öldürmesi önemli değil gibiydi. Oysa sözde
komünist parti AKEL bile, ENOSİS politikalarını ve Makarios’u destekliyordu. Bu
uğurda adaya sivil giysiler içinde deniz yoluyla büyük topluluklar halinde Yunan askerleri aktarılmaya başlandı.
1964 yılında Kıbrıs’ta 8000’den fazla Yunan askeri bulunmaktaydı. Askerlerle
birlikte büyük miktarda silah da adaya sokuldu. Buna karşılık Türkiye de
Kıbrıs’a Türk askerlerini gizlice sokmaya başladı. Bu karşılıklı asker ve silah
yığınağı bir Türk-Yunan savaşına yol açabilecek sorunlar doğurmaya başladı. Rum
liderler Makarios, Grivas ve Yorgacis’in Enosis saplantısı ve sorumsuzlukları
adada Kıbrıslı Türk ve Rumlar arasında çatışmalara ve kan dökülmesine,
özellikle Türklerin evsiz kalmasına, ambargolar altında ezilmesine neden
oluyordu. Sorumsuz ve hırslı Rum liderler, Cumhurbaşkanı Makarios, İçişleri ve
Savunma bakanı Yorgacis ile ordu komutanı Grivas, Türklerin kısa süre içinde
tamamen katledilmesi planlarını (Akritas Planı) yürürlüğe nasıl koyacaklarını
tartışıyorlardı. Kısa süre içinde bu sorumsuzluk nedeniyle Türkiye ile
Yunanistan iki kez savaş konumuna geldiler. İlki 1964’te Mansura-Koççina Türk
yerleşim bölgesine Rumların yaptığı saldırı nedeniyle gerçekleşti. Grivas
önderliğinde düzenlenen silahlı operasyon sonucunda bölgeyi Rumlar ele geçirdi.
Bunun üzerine Türk uçakları askeri hedefler yanı sıra Rum köylerini de
bombaladı ve bu saldırı sonucunda 53 sivil öldü. Ateşkes güçlükle sağlandı. Bir
başka büyük kriz de 1967’de Rumların yine Grivas önderliğinde düzenlediği
Köfünye askeri saldırısı sonucu ortaya çıkmıştır. Türklerin kontrolündeki köyü
ele geçirmek için Rumlar ağır silahlarla saldırdılar. 27 Türkü öldürdüler.
Türkiye’nin açık müdahale tehditi nedeniyle gerçekleşebilecek olası Türk-Yunan
savaşı Amerika’nın arabuluculuk çabaları ile önlendi. Grivas ordu
komutanlığından istifa etti, adada bulunan Yunan alayı Kıbrıs’tan ayrıldı. Bir
süre sonra Rum liderler kendi aralarında iktidar mücadelesine giriştiler.
Yunanistan’da 1967’de albaylar cuntası gerçekleşti ve 1952’den beri CIA’nın
maaşlı görevlisi olduğu bilinen Yorgo Papadopulos önderliğindeki cunta yönetimi
Kıbrıs’ın içişlerine daha da fazla karışmaya başladı. Yorgacis önce cunta
lideri Papadopulos’a, daha sonra da cumhurbaşkanı Makarios’a başarısız suikast
girişimlerine karıştı. Çok şey bilen Yorgacis,
1970’te tuzağa düşürülüp öldürüldü. Gerçekte cunta yönetimi Makarios’u devirip
adayı Yunanistan’a hemen bağlamak istiyordu. Sovyet desteğini alan ve komünist
AKEL’le işbirliğine giren Makarios yönetiminden Amerika da hoşnut değildi.
Grivas yeniden adaya gönderildi ve EOKA-B adlı antikomünist terör örgütünün
Makarios karşıtı silahlı mücadele vermesine göz yumuldu. İngiltere-ABD
işbirliğinde Makarios’a darbe planları yürürlüğe konuldu. Temel hedef Kıbrıs’ta
komünist bir yönetimin başa geçmesinin engellenmesi ve İngiliz üslerinin
korunmasıydı. Bu üsler Ortadoğu’nun ABD’ye bilgi aktaran en büyük casusluk
üsleriydi. Öncelikle Yunan cunta yönetimi değiştirildi, Papadopulos devrildi,
yerine Makarios’tan daha hızlı kurtulmak isteyen Yuannidis başa geçti. Ocak
1974’te Grivas’ın ölümüyle EOKA-B dağılma sürecine girince ABD dışişleri bakanı
Kissinger’in büyük oranda gizlice yürüttüğü ve desteklediği Kıbrıs darbesi
gerçekleşti. Yunan cuntası artık adaya egemendi, ancak hesaplanmamış olan
ABD’nin Türkiye’ye Kıbrıs’a askeri operasyon için göz yumacağıydı. 15 Temmuz
1974’te cunta Makarios’u devirdi, Makarios adadan ayrıldı. 20 Temmuz 1974’te
Türkiye Kıbrıs’a harekat başlattı ve kısa süre içinde iki ayrı operasyonla
adanın yaklaşık %37’sinin denetimini ele geçirdi. Bu iki operasyon süresince
Türkiye’yi engellemek adına bir girişimde bulunulmadı. Yunanistan ise Türkiye
ile savaşı göze alamadı. Yunanistan’da cunta yönetimi devrildi, Kıbrıs’ta
Cumhurbaşkanlığına getirilen EOKA’cı Sampson istifa etti. Sürecin sonunda ada
ikiye bölünmüş oldu ve komünist bir yönetimin başa geçmesi, casusluk üslerinin
denetiminin yitirilmesi tehlikeleri ortadan kaldırıldı. Bu kanlı planın
faturasını Kıbrıslı Rumlar ve Türkler birlikte ödediler. 1974’teki katliamların
bir kısmını yukarıda belirtmiştik. Bu darbe ve operasyon sürecinde 200000 Rum
güney kesime göç etmek zorunda kaldı. Binlerce Kıbrıslı Türk, Rumların esiri
olmuştu. Bildirilenlere göre 4000 Rum, 1000 Türk ölmüştü. Yine binlerce kayıp
vardı ki bu kişilerin bir kısmı ile ilgili hala bilgi yoktur, bir kısmının
cesetleri ise yeni bulunan toplu mezarlardan çıkarıldı.
Bu kısa Kıbrıs tarihi denemesinde
birçok ayrıntı doğal olarak eksiktir ancak amacımız Kıbrıs’ta barış yolunda sosyalist
mücadelenin önüne geçilerek nasıl bir yıkıma, bir faciaya yol açıldığını ve
sosyalist mücadelenin önderlerinin nasıl milliyetçilik tuzağına düşürüldüğünü
sonuçlarıyla birlikte göstermeye çalışmaktı. Bugün Kıbrıs Cumhuriyeti adı
altında Kıbrıs’taki Rum yönetimi Avrupa Birliği (AB) üyesidir ve komünist parti
önderliğinde 2012 yılının ikinci yarısında bu kapitalist birliğe başkanlık
etmiştir. Bu ironik durum bir yana bırakılırsa daha da ilginç olan AB’nin
Kıbrıs için kabul ettiği sınırların Rumlar yönetimindeki güney kesimi kapsadığı
ama kuzey kesimi sınırları dışında bıraktığıdır. Oysa Kıbrıslı Türkler de AB
yurttaşıdır ve AB pasaportu taşıyabilmektedirler. Şu an iki kesimde de birleşik
Kıbrıs’ı savunan kesimler vardır ancak artık hedeflenen çatı, sosyalist
birleşik Kıbrıs değil, AB’dir. Bu hayalin olanaksızlığı başka bir yazının
konusudur ancak bu yalanı açığa çıkaracak ortak bir işçi sınıf bilinci artık
kesinlikle yoktur.
Sonuç olarak kahramanımız M. Pierre
Gourjat bizce haklıdır. Barış için hem de yalnızca yerel değil evrensel bir
barış için yalnızca silah fabrikalarında çalışanlar değil tüm işçiler ortak
mücadele etmelidir. Kapitalist sömürücülerin buna kesinlikle engel olmaya
çalışacaklarını biliyoruz. Kıbrıs bunun küçük bir örneğidir ne yazık ki. İşçi
sınıfı gerekli dersleri çıkarmadıkça kanlı savaşlar da sürecektir.
* Giovanni Papini, GOG, Çev: Fikret Adil, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul, 2010.
Kaynakça:
- Ahmet C. Gazioğlu. Anılar Ve Belgeler Işığında Londra
Dosyası Ve Sen Ben Kavgası. Cyrep, Lefkoşa, 2006.
- Ahmet Sanver. Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı, Türkiye
Cumhuriyeti Özel Harp Dairesi, TMT ve ÖHD Anılarım. Kendi Yayını, Lefkoşa,
2012.
- Brendan O’Malley, Ian Craig. Amerika, Casusluk ve İşgal,
Kıbrıs Komplosu. Çev: Nalan Çeper. Khora Yayınları, Lefkoşa, 2012.
- Hristakis Vanezos, Derviş Ali Kavazoğlu, 11 Nisan 1965
Lefkoşa-Larnaka Yolu. Çev: Suat Baran. Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2009.
- İbrahim Aziz. Perde Aralığından. Peri Lihnon Afas
Yayınları, Lefkoşa 2011.
- Makarios Druşotis. Karanlık Yön EOKA. Çev: Öztürk
Yıdırımbora, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2007.
- Makarios Druşotis. Kıbrıs 1963-1964 İlk Bölünme. Çev: Ali
Çakıroğlu. Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2008.
- Makarios Druşotis. Cunta ve Kıbrıs 1967-1970 Köfünye
Krizi, , İki Suikast, Bir Cinayet. Çev: Metin Bağrıaçık. Galeri Kültür
Yayınları, Lefkoşa, 2010.
- Makarios Druşotis. Kıbrıs 1970-1974, EOKA B, Yunan Darbesi
ve Türk İstilası. Çev: Ali Çakıroğlu. Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2006.
- Mehmet Hasgüler. Kıbrıs’ta Taksim ve Enosis
Politikalarının Sonu. İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.
- Panikos Neokleus. Tarihe Işık Tutan Anılar 1955-1974
Kıbrıs. Çev: Melis Kızıldağ. Kalkedon Yayınılık, İstanbul 2011.
- Pantelis Varnava. Kıbrıslı Rum Ve Türklerin Ortak İşçi Mücadeleleri
(Tarihten Olaylar). Çev: Thanasis Haranas. Kendi Yayını, Lefkoşa, 1997.
- Yorgo Grivas. Hayatım. Ed: Charles Foley. Çev: Cumhur
Atay. Kalkedon Yayınları, İstanbul 2012.