Norveçli büyük besteci Grieg 1898
yılında bir konser için Paris’e çağrıldığında tüm Fransa halkına bir mektup
gönderir ve şöyle der: “Fransız olmayan herkes gibi ben de memleketinizdeki adaletsizlik
karşısında nefret duymaktan kendimi alamıyorum. Bu durum karşısında Fransız halkının önüne çıkmak
istemem”. Bu keskin
çıkışın nedeni ünlü Dreyfus Davası’dır. Grieg neden böylesine sert bir söylemle
Fransızları karşısına almıştır? Şöyle de sorabiliriz: Grieg bu çıkışını
yaparken kendine ve kendi yargısına nasıl böylesine güvenebiliyordu?
Fransız yüzbaşı Alfred Dreyfus, 1894 yılında Almanya
adına casusluk yaptığı haksız suçlaması ile mahkum edilmişti. Suçsuz olduğu
anlaşılınca 1899’da serbest bırakılmış ve 1906’da saygınlığı geri verilmişti.
Bu dava, yüzbaşının Yahudi olması nedeniyle antisemitizm de içermekteydi.
Kuşkusuz yüzbaşının suçsuzluğunun kanıtlanmasında özellikle büyük yazar Emil
Zola’nın öncülüğünü yaptığı, entelektüellerin adalet arama savaşımı büyük rol
oynamıştı. Zola 1898’de “Suçluyorum” adını verdiği mektubu yazmış ve Fransız
cumhurbaşkanına göndermişti. Büyük haksızlıklar, ırkçılık, hukuk ihlalleri
içeren bu davada adalet 5 yıl sonra kendini gösterebilmişti.
Adalet kavramı Aristotelesçi anlayışa göre bir erdemdir
ve her birine her birinin layık olduğunu vermektir. Siyasi yaşamın bu erdemi,
yaşama, özgürlük ve eşitlik haklarının karşılığıdır. Burada dikkat edilmesi
gereken, çağdaş anlamda bu kavramın, laiklik yoluyla ahlaki ve dini
boyutlarının dışarda tutulması ve pozitif hukuk içinde değerlendirilmesi gerektiğidir.
Burada amaç adalet dağıtımında sonucun adil olmasının güvence altına
alınmasıdır. Demek ki yasanın nasıl yürürlüğe konacağını bilmek adalet erdemi
olana özgüdür. Adaleti sağlayan bu erdem, yani laik muhakeme erdemi, doğru
zamanda, doğru yerde doğru olanı görme kuvveti olarak tanımlanabilir. Adalet,
1789 Fransız Burjuva Devrimi’ni gerçekleştiren ilerici burjuvazinin tüm
insanlığa verdiği sözlerden biridir. Burada yine laiklik üzerinden yürüyüp
yüksek sesle düşünmeyi sürdürebiliriz. Bize adalet sözü veren burjuvazi,
ilerici yönünü entelektüellerine borçlu idi. Sevgili Demirtaş Ceyhun’un
belirlemelerini burada anımsayalım. Demirtaş Ceyhun üç kavramı birbirinden
ayırmıştı: “güneşin ışığını yansıtan ay” anlamına gelen “aydın (enlightened)”;
dine bağlı kalarak dinsel düşünceye uygun bilgiler üretenlere “düşünür (thinker)”;
Fransız Devrimi’nden sonra insanın tam anlamıyla özgürlüğe kavuşabilmesi için
siyasal haklara ve ekonomik bağımsızlığa kavuşması gerektiğini anlayıp aklı
vahiyden ayrıştıran, dille düşünceyi dinsellikten arındırmaya çalışan laik
düşünürlere de “entelektüel”. Bu tanımlama da bize “entelektüel”in önemini ve
“aydın”dan belirgin ayırımını göstermektedir. Sonuç olarak çağdaş adalet
erdeminin tüm insanlığa kazandırılması laiklik yolundan geçmektedir ve entelektüellerin
çabası ile başarılabilecek bir iştir. Bu nedenle burjuva sınıfı bu sorumluluğu
Fransız Devrimi’nde cesaretle üstlenmiştir. Ancak bu sözünü tutabilmiş midir
burjuvazi? Burjuva sınıfının insanlığı ileriye taşıyacak entelektüelleri hala
var mı? Ne yazık ki günümüzün gerici burjuvazisinin sözünü tutmadığı gibi
sınıfsal çıkarlarını korumak adına adaletsizliği kural durumuna getirdiği gözle
görülür tartışılmaz bir gerçektir.
Bugün ülkemizdeki hukuki duruma bakacak olursak pek de adil
olamayan bir adalet yorumuyla karşı karşıya olduğumuzu kolaylıkla görebiliriz. Edvard
Grieg 1843-1907 yılları arasında yaşamıştı. Döneminin en seçkin
bestecilerindendi, bir entelektüeldi. Dreyfus Davası görülürken tüm Avrupa’da
konserler veriyordu. Fransızların çağrısını geri çevirdikten sonra ne oldu
peki? Davanın üzerinden geçen uzunca bir zaman sonra konser vermek üzere
Fransa’ya geldiğinde Paris basını halkı kışkırttı ve bir küme, konser sırasında
Greig’i protesto etmeye başladı. Konser geç başladı, İbsen’in tiyatro eseri
Peer Gynt için bestelediği müzikler çalınmaya başlayınca gürültüler kesildi,
hayranlık duygusu salona egemen oldu. Konser bittiğinde Grieg dinleyicileri
altı kez selamlamak durumunda kaldı. Biz ne yapalım? Kendi entelektüellerimize
sahip çıkamıyoruz, onları onyıllardır hapislere tıkıyoruz. İnsanlığın büyük
güçlüklerle elde edilen kazanımlarından biri olan adalet erdemi adına burjuva
sınıfı aydınlarına, o ‘liberal’lere, Demirtaş Ceyhun’un sözleriyle, demeyecek
miyiz “Siz kiiim, entelektüel olmak kim?”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder