17 Şubat 2015 Salı

GRİEG VE DREYFUS DAVASI: ADALET VE ENTELEKTÜELLER ÜZERİNE

Norveçli büyük besteci Grieg 1898 yılında bir konser için Paris’e çağrıldığında tüm Fransa halkına bir mektup gönderir ve şöyle der: “Fransız olmayan herkes gibi ben de memleketinizdeki adaletsizlik karşısında nefret duymaktan kendimi alamıyorum. Bu durum karşısında Fransız halkının önüne çıkmak istemem”. Bu keskin çıkışın nedeni ünlü Dreyfus Davası’dır. Grieg neden böylesine sert bir söylemle Fransızları karşısına almıştır? Şöyle de sorabiliriz: Grieg bu çıkışını yaparken kendine ve kendi yargısına nasıl böylesine güvenebiliyordu?
Fransız yüzbaşı Alfred Dreyfus, 1894 yılında Almanya adına casusluk yaptığı haksız suçlaması ile mahkum edilmişti. Suçsuz olduğu anlaşılınca 1899’da serbest bırakılmış ve 1906’da saygınlığı geri verilmişti. Bu dava, yüzbaşının Yahudi olması nedeniyle antisemitizm de içermekteydi. Kuşkusuz yüzbaşının suçsuzluğunun kanıtlanmasında özellikle büyük yazar Emil Zola’nın öncülüğünü yaptığı, entelektüellerin adalet arama savaşımı büyük rol oynamıştı. Zola 1898’de “Suçluyorum” adını verdiği mektubu yazmış ve Fransız cumhurbaşkanına göndermişti. Büyük haksızlıklar, ırkçılık, hukuk ihlalleri içeren bu davada adalet 5 yıl sonra kendini gösterebilmişti.
Adalet kavramı Aristotelesçi anlayışa göre bir erdemdir ve her birine her birinin layık olduğunu vermektir. Siyasi yaşamın bu erdemi, yaşama, özgürlük ve eşitlik haklarının karşılığıdır. Burada dikkat edilmesi gereken, çağdaş anlamda bu kavramın, laiklik yoluyla ahlaki ve dini boyutlarının dışarda tutulması ve pozitif hukuk içinde değerlendirilmesi gerektiğidir. Burada amaç adalet dağıtımında sonucun adil olmasının güvence altına alınmasıdır. Demek ki yasanın nasıl yürürlüğe konacağını bilmek adalet erdemi olana özgüdür. Adaleti sağlayan bu erdem, yani laik muhakeme erdemi, doğru zamanda, doğru yerde doğru olanı görme kuvveti olarak tanımlanabilir. Adalet, 1789 Fransız Burjuva Devrimi’ni gerçekleştiren ilerici burjuvazinin tüm insanlığa verdiği sözlerden biridir. Burada yine laiklik üzerinden yürüyüp yüksek sesle düşünmeyi sürdürebiliriz. Bize adalet sözü veren burjuvazi, ilerici yönünü entelektüellerine borçlu idi. Sevgili Demirtaş Ceyhun’un belirlemelerini burada anımsayalım. Demirtaş Ceyhun üç kavramı birbirinden ayırmıştı: “güneşin ışığını yansıtan ay” anlamına gelen “aydın (enlightened)”; dine bağlı kalarak dinsel düşünceye uygun bilgiler üretenlere “düşünür (thinker)”; Fransız Devrimi’nden sonra insanın tam anlamıyla özgürlüğe kavuşabilmesi için siyasal haklara ve ekonomik bağımsızlığa kavuşması gerektiğini anlayıp aklı vahiyden ayrıştıran, dille düşünceyi dinsellikten arındırmaya çalışan laik düşünürlere de “entelektüel”. Bu tanımlama da bize “entelektüel”in önemini ve “aydın”dan belirgin ayırımını göstermektedir. Sonuç olarak çağdaş adalet erdeminin tüm insanlığa kazandırılması laiklik yolundan geçmektedir ve entelektüellerin çabası ile başarılabilecek bir iştir. Bu nedenle burjuva sınıfı bu sorumluluğu Fransız Devrimi’nde cesaretle üstlenmiştir. Ancak bu sözünü tutabilmiş midir burjuvazi? Burjuva sınıfının insanlığı ileriye taşıyacak entelektüelleri hala var mı? Ne yazık ki günümüzün gerici burjuvazisinin sözünü tutmadığı gibi sınıfsal çıkarlarını korumak adına adaletsizliği kural durumuna getirdiği gözle görülür tartışılmaz bir gerçektir.

Bugün ülkemizdeki hukuki duruma bakacak olursak pek de adil olamayan bir adalet yorumuyla karşı karşıya olduğumuzu kolaylıkla görebiliriz. Edvard Grieg 1843-1907 yılları arasında yaşamıştı. Döneminin en seçkin bestecilerindendi, bir entelektüeldi. Dreyfus Davası görülürken tüm Avrupa’da konserler veriyordu. Fransızların çağrısını geri çevirdikten sonra ne oldu peki? Davanın üzerinden geçen uzunca bir zaman sonra konser vermek üzere Fransa’ya geldiğinde Paris basını halkı kışkırttı ve bir küme, konser sırasında Greig’i protesto etmeye başladı. Konser geç başladı, İbsen’in tiyatro eseri Peer Gynt için bestelediği müzikler çalınmaya başlayınca gürültüler kesildi, hayranlık duygusu salona egemen oldu. Konser bittiğinde Grieg dinleyicileri altı kez selamlamak durumunda kaldı. Biz ne yapalım? Kendi entelektüellerimize sahip çıkamıyoruz, onları onyıllardır hapislere tıkıyoruz. İnsanlığın büyük güçlüklerle elde edilen kazanımlarından biri olan adalet erdemi adına burjuva sınıfı aydınlarına, o ‘liberal’lere, Demirtaş Ceyhun’un sözleriyle, demeyecek miyiz “Siz kiiim, entelektüel olmak kim?”. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder