16 Şubat 2015 Pazartesi

GERÇEKÇİ ROMANDA NESNELERİN BİRLİĞİ

Gerçekçi romanı sanatsal açıdan değerli kılan nedir? Gerçekçi roman ile günümüzün postmodern olarak adlandırılabilecek anlatıları arasındaki en temel farklılık nedir?  Büyük gerçekçi romanın estetik değeri gerçekliğin basitçe kopyalanmasında değil, anlatılan dünyanın temel toplumsal etmenlerinin, toplumsal karmaşayı oluşturan ilişkilerin bütünlüklü biçimde sunulmasında yatar. “Nesnelerin birliği” olarak adlandırılan bu ilke, temaya ait olan her önemli nesnenin, olayın ve yaşam alanının esere katılmasıyla ancak o eserin tamamlanabileceğini gösterir.
Gerçekçi roman, başlangıcı, sırası ve sonu yazarın seçimine bırakılmış karışık bir gözlemler yığını değildir. Güzel yapıtta özne-nesne ilişkileri rastgele değildir. Bu ilişkiye önce Hegel değinmiştir. Hegel, dışsal ve içsel nesneleri sonlu zeka olarak denediğimizi, sınadığımızı; onları gözlediğimizi, algıladığımızı, sezgimize ulaşmaya bıraktığımızı ve bunu anlama yetimizin soyutlamalarına kadar götürdüğümüzü belirtir. Şeyler bağımsızmış gibi görünse de biz böylece onlara bir değer vermiş oluruz. Öznel kavrayış özgür olmadığı için, önceden kavranmış sanılarla sınırlandığı için öznelliği boyunduruk altına almadan ve onu olabildiğince etkilemeden gerçekliğe ulaşamayız. Ters bir biçimde Hegel’e göre özne yalnızca nesneleri yıktığı ölçüde ya da hiç değilse onların niteliklerini değiştirdiği, onlar üzerinde çalıştığı, onlara biçim verdiği, öznelliklerini bozduğu ya da birinin diğeri üzerindeki etkilerini gösterdiği ölçüde bunu gerçekleştirebilir. Buna göre artık ne nesneler ne de özne özgürdür. Bu özgür olmayış nasıl aşılacaktır? Hegel’e göre nesneler güzel olarak benimsendikleri, kabul edildikleri zaman onların özneye ve nesnesine göre olan tek yanlılıkları ve sonlulukları biter. Güzel bir nesne kendi var oluşu içinde kendi kavramını gerçeklik kazanmış gibi gösterir ve öznel birliğini açığa çıkararak başkasına olan bağımlılığını ortadan kaldırır. Aynı biçimde ‘Ben’ de yalnız gözlemin, duyusal sezginin, dikkatin ve soyut düşüncelerdeki tek tek özel gözlemler ile sezgilerin sonuçlarının bir soyutlaması olmayı bırakarak bu nesne içinde somut olur. Hegel tartışmasını sürdürerek pratik ilişkiden de söz eder. Özne, güzel nesne karşısında kendi sonluluklarını aşar ve nesneyi kendinde bağımsız olarak düşünür. Güzelin seyredilişi de bu nedenle özgür ve bağımsızdır. Hegel bundan sonra Güzel’in kendi kendisini kurmuş olarak görünmek zorunda olduğunu belirtir. Böyle güzel bir nesne, kavramının tam uygunluğunu, içkin birliğini taşır. Kavramın kendisi somuttur, onun gerçekliği de parçaları içinde tamamlanmış bir biçimdir. Bu parçalar kendilerini canlı ve ideal bir birlik içinde gösterirler. Sonuç olarak bu güzel nesnenin özel kısımlarının, parça ve yüzlerinin, kendi kavramlarının ideal birliğini oluşturmak için aralarında çok iyi bir uyum kurduklarını gözlemek gerektiğini söyler Hegel. Hegel’in ‘Güzel’ bakışının can alıcı noktası işte buradadır. Ona göre güzel nesnede iki görünüşün var olması gerekir: tek tek özel görünüşlerin uyuşması içindeki zorunluluğun, yalnız birlik için değil ama kendisi için gün ışığına çıkan kısımlar olarak özgürlüklerinin görünüşü. Hegel yine burada çok önemli bir vurgulama daha yapar. Zorunluluk, yapıları gereği birbirlerine bağlanmış olan görünüşlerin ilişkisidir. Böyle bir zorunluluk güzel bir nesnenin içinde eksik olmamalıdır. Burada önemli olan zorunluluğun istenç dışı rastlantının görünüşü arkasında kaybolmamasıdır. İşte “nesnelerin bütünlüğü” ya da yazımızda belirtildiği biçimde nesnelerin birliğini Hegel böyle temellendirir.
Lukacs, Tolstoy’un, yapıtlarında nesnelerin birliğini en zengin ve tam biçimde kullanan en modern yazar olduğunu belirtir. Tolstoy’un büyük romanları gerçek epiklerdir. Yine Hegel’den yola çıkarak şunu belirtir Lukacs: “Yaşamın bütünlüğünün epik olarak verilmesi, yaşamın dış görünümlerinin verilişini, insan yaşamının herhangi bir alanını yapan en önemli nesnelerin epik-şiirsel dönüşümünü ve böyle bir alanda zorunlu olarak geçen en tipik olayları kaçınılmaz bir biçimde içermelidir.” Tolstoy’un büyük romanlarında örnekler verir Lukacs: “Savaş ve Barış”ta, Noel’de karnaval giysileriyle yapılan geçit, Nikolay Rostov ile Sonya’nın aşkında bir bunalımı gösterir. At yarışı, Anna Karenina ile Vronski’nin ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. “Nesnelerin bütünlüğü” içinde her biri ayrı ayrı verilen bölümler, kendilerini, romandaki bir ya da birkaç karakterin evriminde zorunlu bir etmen yapan bazı kesin noktalar içerirler. İşte bu belirleme, gerçekçi romanda olayların rastgele sıralanmadığını, böyle olursa romanın kuru ve sıkıcı betimlemelerden oluşacağını gösterir. Lukacs, Tolstoy’da nesnelerin birliğinin kendiliğinden bir biçimde bireysel kaderlerle çevresel dünya arasında sıkı bir bağı dile getirdiğini aktarır.
Gerçekçi romanın bir diğer temel ilkesi olan tipik karakterler Lukacs’a göre ancak nesnelerin birliği yoluyla yaratılabilir. Karakterlerin yaşam öyküleri, onların karşılıklı ilişkileri gerçekçi romanda karakterleştirmenin doğal sonuçları olarak gösterilir. Buna göre konumlar ve öykünün araçları yalnızca rastlantı olamaz. Tek tek bireyler yaşamlarında sonsuz bir durum zenginliğiyle karşılaşır. Gerçekçi romanda bu bireylerin kaderleri, bu durumlardan oluşur. Yaşamlarındaki dönüm noktaları, kendi yaşam dilimlerinde egemen olan tipik durumlarla çözülmez biçimde bağlıdır. Bu karakterler de bunu görerek, bu devinen yaşantıya katılır.
Günümüzde nesnelerin birliği ilkesinin göz ardı edildiği romanlar yazılmakta. Bu gerçekte bir yol ayırımını temsil etmektedir. Bir devrimler çağı yazarı olan Tolstoy eserleriyle Sovyet Devrimi’nin habercisi olmuştu. Kapitalizmin egemen olduğu günümüzde ise yol ayırımı tam da buradadır: Yazar kapitalist yaşam anlayışının karşısında mı duracaktır yoksa ona boyun mu eğecektir? Lukacs birinci durumda canlı imgeler yaratılabileceğini, ikinci durumda ise yazarın, kapitalist dünyanın mekanik ve tükenmiş karakterini daha da tüketeceğini belirtir. Ona göre bir yazarın betimlemelerini en seçme, en parlak, en uygun sözlerle süslemesi, karakterlerine gerçekliğin boşluğu, umarsızlığı, insanlıkdışılığı ve donması karşısında en derin üzüntüyü, en büyük öfkeyi duyurtması boştur, yararsızdır. Bu konuda Cengiz Gündoğdu’ya başvurabiliriz. O, yazarın işinin insan olduğunu belirtir. Yazarın nesnesi de insanın bütünlüğüdür. Gündoğdu, Perihan Mağden’in ‘İki Genç Kızın Romanı’nın eleştirisinde kapitalizmin insanı insanlıktan çıkardığını, insanın kimileyin yalnız kalmak isteyebileceğini belirttikten sonra Mağden’in bunu mutlaklaştırdığını söyler. ‘İki Genç Kızın Romanı’nda nedensel ilişkilerin hiç kurulmadığını; zorunluluğun reddedildiğini ve istenç dışı rastlantıların görünüşü arkasına itildiğini saptar. Mağden’in bu yolla yaratıcı, etkin insanı yadsıdığını, edilgin, nihilist, bunalımlı insanı öne çıkardığını gösterir. Gündoğdu böylelikle, nesnelerin birliği ilkesinin kırılmasının ideolojik boyutlarını da çarpıcı biçimde ortaya çıkarır. Gündoğdu, Türk edebiyatında Ahmet Altan, Orhan Pamuk örneklerinde bu kırılmanın yaşandığını belirtir ve nedensel ilişkilerin, nesnelerin birliğinin romanımıza Halit Ziya ile girdiğini söyler. Yakup Kadri’nin “Panorama” yapıtında bu en belirgindir. Türk romanında gerçekçi çizgi Kemal Bekir, Orhan Kemal ile sürer. Orhan Kemal’de meyhanelerin, fabrikaların ne derece önemli mekanlar olduğunu düşününüz.
Nesnelerin birliği ilkesi büyük gerçekçi romanın en temel öğelerinden biridir. Sanatta gerçekçilik yönteminin özü olan bu ilke, kapitalist yaşam anlayışına karşı en önemli silahtır. Günümüzde özellikle 80 darbesi ile dayatılan kapitalist yaşam anlayışı ile Türk romanında da gerçekçi çizgiyi kesintiye uğratmak için, yaratılan yıldız yazarların, nesnelerin birliği ilkesini tümüyle yadsıyan romanları piyasaya sürülmektedir. İnsancıl dergisi ve atölyesi bugün gerçekçi çizginin en önemli savunucusu olarak bu doğrultuda çaba harcayan edebiyat emekçilerinin de en büyük destekçisidir, böyle olmayı da sürdürecektir.


Kaynaklar:
- Hegel, GWF. Estetik. Çev: Nejat Bozkurt. Say Kitap Pazarlama, İstanbul, 1982, Sf 106-14.
- Lukacs, G. Avrupa Gerçekçiliği. Çev: Mehmet H. Doğan. Payel Yayınevi, İstanbul, 1977, Sf 172-277.
- Gündoğdu, C. Taşkıran. İnsancıl Yayınları, İstanbul, 2004, Sf 69-163.

- Gündoğdu, C. Ekmek. İnsancıl Yayınları, İstanbul, 2006, Sf 50-70.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder