Gerçekçi romanı sanatsal açıdan
değerli kılan nedir? Gerçekçi roman ile günümüzün postmodern olarak
adlandırılabilecek anlatıları arasındaki en temel farklılık nedir? Büyük gerçekçi romanın estetik değeri gerçekliğin
basitçe kopyalanmasında değil, anlatılan dünyanın temel toplumsal etmenlerinin,
toplumsal karmaşayı oluşturan ilişkilerin bütünlüklü biçimde sunulmasında
yatar. “Nesnelerin birliği” olarak adlandırılan bu ilke, temaya ait olan her
önemli nesnenin, olayın ve yaşam alanının esere katılmasıyla ancak o eserin
tamamlanabileceğini gösterir.
Gerçekçi roman, başlangıcı,
sırası ve sonu yazarın seçimine bırakılmış karışık bir gözlemler yığını
değildir. Güzel yapıtta özne-nesne ilişkileri rastgele değildir. Bu ilişkiye önce
Hegel değinmiştir. Hegel, dışsal ve içsel nesneleri sonlu zeka olarak
denediğimizi, sınadığımızı; onları gözlediğimizi, algıladığımızı, sezgimize
ulaşmaya bıraktığımızı ve bunu anlama yetimizin soyutlamalarına kadar
götürdüğümüzü belirtir. Şeyler bağımsızmış gibi görünse de biz böylece onlara
bir değer vermiş oluruz. Öznel kavrayış özgür olmadığı için, önceden kavranmış
sanılarla sınırlandığı için öznelliği boyunduruk altına almadan ve onu
olabildiğince etkilemeden gerçekliğe ulaşamayız. Ters bir biçimde Hegel’e göre
özne yalnızca nesneleri yıktığı ölçüde ya da hiç değilse onların niteliklerini
değiştirdiği, onlar üzerinde çalıştığı, onlara biçim verdiği, öznelliklerini
bozduğu ya da birinin diğeri üzerindeki etkilerini gösterdiği ölçüde bunu
gerçekleştirebilir. Buna göre artık ne nesneler ne de özne özgürdür. Bu özgür
olmayış nasıl aşılacaktır? Hegel’e göre nesneler güzel olarak benimsendikleri,
kabul edildikleri zaman onların özneye ve nesnesine göre olan tek yanlılıkları
ve sonlulukları biter. Güzel bir nesne kendi var oluşu içinde kendi kavramını
gerçeklik kazanmış gibi gösterir ve öznel birliğini açığa çıkararak başkasına
olan bağımlılığını ortadan kaldırır. Aynı biçimde ‘Ben’ de yalnız gözlemin,
duyusal sezginin, dikkatin ve soyut düşüncelerdeki tek tek özel gözlemler ile
sezgilerin sonuçlarının bir soyutlaması olmayı bırakarak bu nesne içinde somut
olur. Hegel tartışmasını sürdürerek pratik ilişkiden de söz eder. Özne, güzel
nesne karşısında kendi sonluluklarını aşar ve nesneyi kendinde bağımsız olarak
düşünür. Güzelin seyredilişi de bu nedenle özgür ve bağımsızdır. Hegel bundan
sonra Güzel’in kendi kendisini kurmuş olarak görünmek zorunda olduğunu
belirtir. Böyle güzel bir nesne, kavramının tam uygunluğunu, içkin birliğini
taşır. Kavramın kendisi somuttur, onun gerçekliği de parçaları içinde
tamamlanmış bir biçimdir. Bu parçalar kendilerini canlı ve ideal bir birlik
içinde gösterirler. Sonuç olarak bu güzel nesnenin özel kısımlarının, parça ve
yüzlerinin, kendi kavramlarının ideal birliğini oluşturmak için aralarında çok
iyi bir uyum kurduklarını gözlemek gerektiğini söyler Hegel. Hegel’in ‘Güzel’
bakışının can alıcı noktası işte buradadır. Ona göre güzel nesnede iki
görünüşün var olması gerekir: tek tek özel görünüşlerin uyuşması içindeki zorunluluğun,
yalnız birlik için değil ama kendisi için gün ışığına çıkan kısımlar olarak
özgürlüklerinin görünüşü. Hegel yine burada çok önemli bir vurgulama daha
yapar. Zorunluluk, yapıları gereği birbirlerine bağlanmış olan görünüşlerin
ilişkisidir. Böyle bir zorunluluk güzel bir nesnenin içinde eksik olmamalıdır. Burada
önemli olan zorunluluğun istenç dışı rastlantının görünüşü arkasında
kaybolmamasıdır. İşte “nesnelerin bütünlüğü” ya da yazımızda belirtildiği
biçimde nesnelerin birliğini Hegel böyle temellendirir.
Lukacs, Tolstoy’un, yapıtlarında
nesnelerin birliğini en zengin ve tam biçimde kullanan en modern yazar olduğunu
belirtir. Tolstoy’un büyük romanları gerçek epiklerdir. Yine Hegel’den yola
çıkarak şunu belirtir Lukacs: “Yaşamın bütünlüğünün epik olarak verilmesi,
yaşamın dış görünümlerinin verilişini, insan yaşamının herhangi bir alanını
yapan en önemli nesnelerin epik-şiirsel dönüşümünü ve böyle bir alanda zorunlu
olarak geçen en tipik olayları kaçınılmaz bir biçimde içermelidir.” Tolstoy’un
büyük romanlarında örnekler verir Lukacs: “Savaş ve Barış”ta, Noel’de karnaval
giysileriyle yapılan geçit, Nikolay Rostov ile Sonya’nın aşkında bir bunalımı
gösterir. At yarışı, Anna Karenina ile Vronski’nin ilişkilerinde bir dönüm
noktasıdır. “Nesnelerin bütünlüğü” içinde her biri ayrı ayrı verilen bölümler,
kendilerini, romandaki bir ya da birkaç karakterin evriminde zorunlu bir etmen
yapan bazı kesin noktalar içerirler. İşte bu belirleme, gerçekçi romanda
olayların rastgele sıralanmadığını, böyle olursa romanın kuru ve sıkıcı
betimlemelerden oluşacağını gösterir. Lukacs, Tolstoy’da nesnelerin birliğinin
kendiliğinden bir biçimde bireysel kaderlerle çevresel dünya arasında sıkı bir
bağı dile getirdiğini aktarır.
Gerçekçi romanın bir diğer temel
ilkesi olan tipik karakterler Lukacs’a göre ancak nesnelerin birliği yoluyla
yaratılabilir. Karakterlerin yaşam öyküleri, onların karşılıklı ilişkileri
gerçekçi romanda karakterleştirmenin doğal sonuçları olarak gösterilir. Buna
göre konumlar ve öykünün araçları yalnızca rastlantı olamaz. Tek tek bireyler
yaşamlarında sonsuz bir durum zenginliğiyle karşılaşır. Gerçekçi romanda bu
bireylerin kaderleri, bu durumlardan oluşur. Yaşamlarındaki dönüm noktaları,
kendi yaşam dilimlerinde egemen olan tipik durumlarla çözülmez biçimde
bağlıdır. Bu karakterler de bunu görerek, bu devinen yaşantıya katılır.
Günümüzde nesnelerin birliği
ilkesinin göz ardı edildiği romanlar yazılmakta. Bu gerçekte bir yol ayırımını
temsil etmektedir. Bir devrimler çağı yazarı olan Tolstoy eserleriyle Sovyet
Devrimi’nin habercisi olmuştu. Kapitalizmin egemen olduğu günümüzde ise yol
ayırımı tam da buradadır: Yazar kapitalist yaşam anlayışının karşısında mı
duracaktır yoksa ona boyun mu eğecektir? Lukacs birinci durumda canlı imgeler
yaratılabileceğini, ikinci durumda ise yazarın, kapitalist dünyanın mekanik ve
tükenmiş karakterini daha da tüketeceğini belirtir. Ona göre bir yazarın
betimlemelerini en seçme, en parlak, en uygun sözlerle süslemesi,
karakterlerine gerçekliğin boşluğu, umarsızlığı, insanlıkdışılığı ve donması
karşısında en derin üzüntüyü, en büyük öfkeyi duyurtması boştur, yararsızdır. Bu
konuda Cengiz Gündoğdu’ya başvurabiliriz. O, yazarın işinin insan olduğunu
belirtir. Yazarın nesnesi de insanın bütünlüğüdür. Gündoğdu, Perihan Mağden’in
‘İki Genç Kızın Romanı’nın eleştirisinde kapitalizmin insanı insanlıktan
çıkardığını, insanın kimileyin yalnız kalmak isteyebileceğini belirttikten
sonra Mağden’in bunu mutlaklaştırdığını söyler. ‘İki Genç Kızın Romanı’nda
nedensel ilişkilerin hiç kurulmadığını; zorunluluğun reddedildiğini ve istenç
dışı rastlantıların görünüşü arkasına itildiğini saptar. Mağden’in bu yolla
yaratıcı, etkin insanı yadsıdığını, edilgin, nihilist, bunalımlı insanı öne
çıkardığını gösterir. Gündoğdu böylelikle, nesnelerin birliği ilkesinin
kırılmasının ideolojik boyutlarını da çarpıcı biçimde ortaya çıkarır. Gündoğdu,
Türk edebiyatında Ahmet Altan, Orhan Pamuk örneklerinde bu kırılmanın
yaşandığını belirtir ve nedensel ilişkilerin, nesnelerin birliğinin romanımıza
Halit Ziya ile girdiğini söyler. Yakup Kadri’nin “Panorama” yapıtında bu en
belirgindir. Türk romanında gerçekçi çizgi Kemal Bekir, Orhan Kemal ile sürer.
Orhan Kemal’de meyhanelerin, fabrikaların ne derece önemli mekanlar olduğunu
düşününüz.
Nesnelerin birliği ilkesi büyük
gerçekçi romanın en temel öğelerinden biridir. Sanatta gerçekçilik yönteminin
özü olan bu ilke, kapitalist yaşam anlayışına karşı en önemli silahtır.
Günümüzde özellikle 80 darbesi ile dayatılan kapitalist yaşam anlayışı ile Türk
romanında da gerçekçi çizgiyi kesintiye uğratmak için, yaratılan yıldız
yazarların, nesnelerin birliği ilkesini tümüyle yadsıyan romanları piyasaya
sürülmektedir. İnsancıl dergisi ve atölyesi bugün gerçekçi çizginin en önemli
savunucusu olarak bu doğrultuda çaba harcayan edebiyat emekçilerinin de en
büyük destekçisidir, böyle olmayı da sürdürecektir.
Kaynaklar:
- Hegel, GWF. Estetik. Çev: Nejat
Bozkurt. Say Kitap Pazarlama, İstanbul, 1982, Sf 106-14.
- Lukacs, G. Avrupa Gerçekçiliği.
Çev: Mehmet H. Doğan. Payel Yayınevi, İstanbul, 1977, Sf 172-277.
- Gündoğdu, C. Taşkıran. İnsancıl
Yayınları, İstanbul, 2004, Sf 69-163.
- Gündoğdu, C. Ekmek. İnsancıl
Yayınları, İstanbul, 2006, Sf 50-70.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder