12 Şubat 2015 Perşembe

BARIŞ İSTER MİSİNİZ?


Bundan birkaç yıl önce, Kuzey Kıbrıs’ta yayın yapan televizyon kanallarından birinde tanınmış bir tiyatro sanatçısının sunduğu bir program gösterimdeydi. Sanatçı, yoldan geçenlere “Barış ister misiniz?” diye soruyordu. Yakın zamanda hocam Cengiz Gündoğdu’nun önerdiği, Giovanni Papini’nin yazdığı “GOG”* adlı romanda aynı sorunun sorulmuş olduğu bir bölüm görünce meraklandım. Soru uzun zaman önce yanıtlanmıştı demek.

Kitaptaki yanıt ilginçtir. M. Pierre Gourjat toplantı yaparak savını ileri sürer: İki çare vardır. Birinci seçenek insan zekasının, ruhunun, duygularının güce başvurmayacak biçimde tamamen değiştirilmesidir. Bu çok zordur ve uzun zaman gerektirir. Daha pratik seçenek belli bir günde, bütün dünya sendikalarının denetiminde savaş malzemesi yapılan bütün fabrikalarda genel grev ilan edilmesi, işçilerin savaş malzemesi üretmemesi, buna mühendisler, memurların da destek vermesidir. Böylelikle bütün silahların ortadan kaldırılmasının yolu hazırlanacaktır. Grev yapan işçilerin geçimi için diğer insanlar seve seve destek olacak; işçiler, insanların gönenci için yapılacak yeni fabrikalarda görev alacaklardır. Gerçekte sarsıcı ve güçlü bir öneridir bu ama romanda dinleyiciler Gourjat’ı ciddiye almazlar. Bir akıl doktoruna görünmesi gerektiğini düşünürler. Biz bu düşüncelere bu kadar baştan savma yaklaşmayalım ve konuyu biraz daha derinliğine düşünelim. Şunu da soralım: Kıbrıs’ta 50’li yıllarda başlayıp 1974’e kadar süren savaş neden gerçekleşti?

Sunucumuz bir silah tüccarına denk gelmediyse barış istemeyen birini bulamamıştır sanırız. Kıbrıs’ta silah fabrikası da bulunmuyor. Demek ki 1950-1974 yılları arasında silahlar dışardan gelmiş. Baştan başlayalım: İngiliz sömürge yönetimini sonlandırarak Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak (Enosis) amacıyla silahlı mücadele kararı alan anti-komünist Rum ulusalcı güçleri Yorgo Grivas önderliğinde örgütlenir, 1954’te EOKA (Kıbrıs Savaşçıları Ulusal Örgütü) kurulur. Türkler ise önceleri Volkan örgütü ile buna karşı direnişe başlar, Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) ise 1957‘de Rauf Denktaş önderliğinde kurulur. Silahlar Rumlara kaçak yollarla Atina’dan gemilerle gönderilmiştir. Dinamit, fünye, tabancalar, el bombaları, makineli tüfekler, patlayıcılar adaya sokulmuştur. 1963’te Türklere yönelik Rum saldırılarının başlamasından sonra Türk direnişçilere, özellikle Erenköy bölgesine silah ve stratejik madde sağlanmıştır. TMT üyeleri bu silahların Türkiye’den Özel Harp Dairesi aracılığıyla gönderildiğini belirtmişlerdir. Tabancalar, makineli tüfekler, el bombaları, patlayıcılar, roketatarlar, gemilerle Kıbrıslı direnişçilere ulaştırılmıştır. Bu konuda Birleşmiş Milletler’de görevli subaylar da yardım etmişlerdir. 21 Aralık 1963’te Rum saldırısı başlamış ve ilk 2 günde 6 kişi, 3. günde 17 Kıbrıslı Türk, 11 Kıbrıslı Elen, 4. günde 31 Kıbrıslı Türk, 5 Kıbrıslı Elen öldürülmüştür. Bu listeye katliamları da ekleyebiliriz. Yalnızca 1974’te işlenen cinayetlerin küçük bir kısmı: Ağustos 1974’te Rumlar Muratağa, Atlılar ve Sandallar köylerinde aralarında kadınlar ve çocukların olduğu 129 Türk’ü,  Türkler Balıkesir’de 17, Paşaköy’de 70 Rum’u, Rumlar Taşkent’te 84 Türk’ü katlettiler. Ne yazık ki tüm bu sayısal veriler bize 1963’te Rumlarla Türkler arasında başlayan savaşın nedenini vermiyor. Yapmış olduğumuz olası hata nerededir o zaman?

Başa dönelim ve soruyu yeniden düşünelim. Kıbrıs’ta barış isteyenler kimlerdi: Kıbrıslı Türk ve Rum işçilerin ortak üye olduğu PEO (Pan Kıbrıs İşçi Federasyonu) ve 1941’de kurulmuş olan sosyalist AKEL (Emekçi Halkın İlerici Partisi), 1960 öncesi verdiği sosyalist mücadele ile birleşik bir Kıbrıs arzuluyordu. 1948’de Rum ve Türkler maden ocaklarında birlikte greve gittiler. Deprem gibi toplumsal felaketlerde yardıma birlikte koştular. Sosyal hakların kazanımında omuz omuzaydılar. Sağlık hizmeti veren bir sendika kliniği kurdular. Mücadeleleri sırasında birlikte öldüler, birlikte hapse atıldılar. 1 Mayıs’ları birlikte kutladılar. Her iki kesimde aşırı ulusalcı güçlerin Enosis ve Taksim politikalarının karşısına 1 Mayıs 1958’de Türk ve Rum emekçiler ortak eylemle çıktılar. Peki barış isteyenlerin başına neler geldi? 1958’de TMT Kıbrıslı Türk solculara, EOKA da Kıbrıslı Rum solculara yönelik tehdit ve saldırılara başladı. 22 Mayıs 1958’de PEO Türk Bürosu sorumlusu Ahmet Sadi’ye suikast girişiminde bulunuldu, Sadi ve eşi yaralandı. 24 Mayıs 1958 günü Kıbrıs’ta 3 farklı bölgede 3 vahşi cinayet işlendi. Lefkoşa’da saat 11’de Türk sosyalist işçi Fazıl Önder göğsünden kurşunlandı ve sırtından bıçaklandı. Fazıl Önder’in katilleri Türk faşistlerdi. Saat 19’da ise Lefkonuk’ta bir Rum sosyalist işçi, Savvas Menikos, köy meydanında kilise önündeki ağaca bağlandı, hain olduğu iddiasıyla taşlanarak ve bıçaklanarak öldürüldü. Köylülerin gözü önünde bu cinayeti işleyenler Rum faşistlerdi. Yine aynı akşam İpsoz’da Takis Yasumi de Rum faşistlerin kurşunlarıyla öldürüldü. Bu dönemde EOKA’nın komünizmle mücadele gerekçesiyle Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü CIA’dan para yardımı aldığını kanıtlar belgeler olması dikkat çekici önemdedir. Bu arada TMT’nin Kıbrıslı Türk solculara yönelik silahlı saldırıları pek çok solcu Türk’ün ölümüne, bir kısmının da adadan ayrılmasına neden oldu. Diğerleri de AKEL ve PEO’dan ayrılmak zorunda kaldılar. Dahası da var. Rum faşistler Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra da İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis öncülüğünde EOKA’nın ardılı niteliğindeki Teşkilat adı altında örgütlendiler ve komünistleri hedef aldılar. Türkler de TMT örgütünü korudular. 25 Mart 1962 gecesi Lefkoşa’da Bayraktar ve Ömerge camilerine bombalı saldırılar düzenlendi. Türk yönetimi patlamalardan Rumları sorumlu tuttu. Olayı Türklerin gerçekleştirmiş olduğu yönünde bilgilere ulaşan iki gazeteci Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan içişleri bakanı Polikarpos Yorgacis ile görüştüler. Görüşmeyi Yorgacis gizlice banda kaydetti. Bu olayla ilgili kurulan komisyonda tanıklık etmelerinden kısa süre önce 23 Nisan 1962 gecesi gazeteciler vahşi cinayetlere kurban gittiler. Ayhan Hikmet yatağında katledildi. Ahmet Muzaffer Gürkan da o gece otomobilinde kurşunlanarak öldürüldü. Bu iki genç avukat, Türk-Rum işbirliğini ve 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılmasını savunan haftalık Cumhuriyet gazetesini çıkarmaya başladıklarında ölüm tehditleri almaya başlamışlardı bile. TMT’nin kuruluşunda görev alan, daha sonra orgeneralliğe yükselen Sabri Yirmibeşoğlu’nun içinde bulunduğumuz dönemde, birkaç yıl önce bir televizyon programında Kıbrıs’ta ulusal bilinç uyandırmak için cami bombaladıklarını itiraf ettiğini buraya not düşelim. AKEL ise bu karanlık süreçte büyük bir hata yapmıştır. AKEL, 1964 yılında Enosis politikasını destekleme kararı aldı. Bu politika ile AKEL, Kıbrıslı Türkleri kendisinden uzaklaştırmış, Kıbrıslı Türk solcuları yalnızlaştırmıştır. 1990 yılında bunun bir hata olduğunu AKEL yönetimi de kabul edecektir.

Önemli bir kişilik, bir trajik karakterden de söz etmemiz gerekir: Derviş Ali Kavazoğlu. Kavazoğlu marangozluk yaparken Bir yandan da Bulgaristan’dan gelen Marksizmle ilgili kitapları okuyordu. PEO’ya katıldı. 1960’ta Moskova’da “Bilimsel Sosyalizm ve Marksizm Teorisi” eğitimine katıldı. Kıbrıs’a döndüğünde bölünmemiş sosyalist bir vatan için mücadeleyi kaldığı yerden sürdürdü. Hep işçilerin arasındaydı. “Emekçi” ve “İnkılapçı” adlı gazeteleri çıkardı. Kıbrıs televizyonunda (PIK) Türk-Rum dostluğunun gerekliliğini anlattı. Bu nedenlerle Kıbrıs Türk ulusalcı önderliğin hedeflerinden biri durumuna geldi. Rum kesiminde yaşamak zorunda bırakıldı. Avukatlar Gürkan ve Hikmet’le görüşüyordu. Onları AKEL üyesi yaptı. Ayrıca Kıbrıs Türk Halk Partisi’ni kurmaları yönünde destekledi. Örgütlenme çalışmalarını çok önemsiyordu. 1964’te Türk ve Rumların birlikte yaşadığı Dali köyünde iki toplumu buluşturan büyük bir miting düzenledi. Bu mitingdeki konuşması şöyle başlar: “Sevgili kardeşlerim. Kıbrıs Türk toplumunun ezici çoğunluğu, iki toplumun Kıbrıs’ta birarada barış içinde yaşamasını istediğini her fırsatta dile getiriyor”. Pankartlardan birinde Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” sözleri Türkçe ve Rumca olarak yazılıydı. AKEL’in Enosis politikası onu çok zor durumda bırakmış ve yalnızlaştırmıştı. Türklerden uzaklaşmıştı. Yine de vazgeçmedi. Bir örgütleme çalışması için dostu Kostas Mişauli ile birlikte gittiği Türk köyü Luricina’da 11 Nisan 1965’te pusuya düşürüldü. İlişki kurduğu iki Türk bu iki dostu arabalarında katlettiler. Türk-Rum dostluğunun simgesi Kavazoğlu ve Mişauli öldüklerinde kucak kucağaydılar.

Kıbrıs’taki savaş sürecine artık daha derinlikli bakabiliriz. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda Cumhurbaşkanı Makarios ve diğer EOKA liderleri öncülüğünde Kıbrıslı Rumlar Enosis hayallerini ertelemek zorunda kalmışlardı. Ertelemişlerdi, ancak vazgeçmemişlerdi. Cumhuriyetin daha ilk aylarında mücadele hazırlıklarına başladılar. Yorgacis adada Yunanistan’dan getirdikleri silahları depolamaya başladı. EOKA’nın devamı sayılabilecek ‘Teşkilat’ kuruldu. Makarios ise 1959 garantörlük anlaşmalarını ortadan kaldıran anayasa değişiklikleri önerisiyle Türkleri azınlık konumuna düşürmeye ve Kıbrıs’ı Rum adası yapacak siyasi ve hukuki değişiklikleri gerçekleştirmek için girişimlere başladı. İngilizler ve Amerikalılar Makarios’un gerilimi artırdığını ve Türklerle Rumlar arasında kan dökülebileceğini gördüler ama Makarios’u engellemek için yeterince çaba harcamadılar. Rumların Teşkilat’ı Türklere karşı silahlı saldırıları 1963’te başlattığında TMT de direnmeye hazırdı. ‘Enosis’ ve ‘Taksim’ çığlıkları atılırken birçok insan ölmüş, birçok insan evsiz kalmış, göç etmişti. Türkler Rum ambargoları altında çadır kentlerde yaşamaya başlamıştı. Rumlar 1964 yılında kendi düzenli ordularını, Rum Ulusal Muhafız Ordusu’nu kurdular. Bu orduyu Yunanistan’dan gelen silahlarla donattılar. Dahası, bu orduyu Yunanistan’dan gelen subaylar eğittiler. Bu subaylar, Enosis’i destekleyenler arasından özenle seçildiler. Bu süreçte İngiltere, ABD, Türkiye ve Yunanistan’ın en önemli kaygısı adanın komünistlerin denetimine geçmesi idi. Adada bir NATO gücünün güvenliği sağlaması önerisini reddeden Makarios Türklerin 1960’ta yönetimden çekilmesiyle tamamen Rumlardan oluşan yeni hükümeti Birleşmiş Milletlere (BM) resmen kabul ettirmişti. Sorunu BM’de çözmek niyetindeydi ama Türkiye’nin garantörlük anlaşmalarından doğan hakkı dolayısıyla adaya bir silahlı saldırı girişiminde bulunma olasılığı onu korkutuyordu. Makarios’un Sovyetler Birliği’nden silah yardımı istemesi Amerika ve 3 garantör devletin tepkisini çekti. Adanın komünist yönetim altına geçmesi korkusuyla bu 4 güç Makarios’a karşı darbe seçeneğini bile düşündüler. Adada Türklerle Rumların birbirlerini öldürmesi önemli değil gibiydi. Oysa sözde komünist parti AKEL bile, ENOSİS politikalarını ve Makarios’u destekliyordu. Bu uğurda adaya sivil giysiler içinde deniz yoluyla büyük topluluklar  halinde Yunan askerleri aktarılmaya başlandı. 1964 yılında Kıbrıs’ta 8000’den fazla Yunan askeri bulunmaktaydı. Askerlerle birlikte büyük miktarda silah da adaya sokuldu. Buna karşılık Türkiye de Kıbrıs’a Türk askerlerini gizlice sokmaya başladı. Bu karşılıklı asker ve silah yığınağı bir Türk-Yunan savaşına yol açabilecek sorunlar doğurmaya başladı. Rum liderler Makarios, Grivas ve Yorgacis’in Enosis saplantısı ve sorumsuzlukları adada Kıbrıslı Türk ve Rumlar arasında çatışmalara ve kan dökülmesine, özellikle Türklerin evsiz kalmasına, ambargolar altında ezilmesine neden oluyordu. Sorumsuz ve hırslı Rum liderler, Cumhurbaşkanı Makarios, İçişleri ve Savunma bakanı Yorgacis ile ordu komutanı Grivas, Türklerin kısa süre içinde tamamen katledilmesi planlarını (Akritas Planı) yürürlüğe nasıl koyacaklarını tartışıyorlardı. Kısa süre içinde bu sorumsuzluk nedeniyle Türkiye ile Yunanistan iki kez savaş konumuna geldiler. İlki 1964’te Mansura-Koççina Türk yerleşim bölgesine Rumların yaptığı saldırı nedeniyle gerçekleşti. Grivas önderliğinde düzenlenen silahlı operasyon sonucunda bölgeyi Rumlar ele geçirdi. Bunun üzerine Türk uçakları askeri hedefler yanı sıra Rum köylerini de bombaladı ve bu saldırı sonucunda 53 sivil öldü. Ateşkes güçlükle sağlandı. Bir başka büyük kriz de 1967’de Rumların yine Grivas önderliğinde düzenlediği Köfünye askeri saldırısı sonucu ortaya çıkmıştır. Türklerin kontrolündeki köyü ele geçirmek için Rumlar ağır silahlarla saldırdılar. 27 Türkü öldürdüler. Türkiye’nin açık müdahale tehditi nedeniyle gerçekleşebilecek olası Türk-Yunan savaşı Amerika’nın arabuluculuk çabaları ile önlendi. Grivas ordu komutanlığından istifa etti, adada bulunan Yunan alayı Kıbrıs’tan ayrıldı. Bir süre sonra Rum liderler kendi aralarında iktidar mücadelesine giriştiler. Yunanistan’da 1967’de albaylar cuntası gerçekleşti ve 1952’den beri CIA’nın maaşlı görevlisi olduğu bilinen Yorgo Papadopulos önderliğindeki cunta yönetimi Kıbrıs’ın içişlerine daha da fazla karışmaya başladı. Yorgacis önce cunta lideri Papadopulos’a, daha sonra da cumhurbaşkanı Makarios’a başarısız suikast girişimlerine karıştı.  Çok şey bilen Yorgacis, 1970’te tuzağa düşürülüp öldürüldü. Gerçekte cunta yönetimi Makarios’u devirip adayı Yunanistan’a hemen bağlamak istiyordu. Sovyet desteğini alan ve komünist AKEL’le işbirliğine giren Makarios yönetiminden Amerika da hoşnut değildi. Grivas yeniden adaya gönderildi ve EOKA-B adlı antikomünist terör örgütünün Makarios karşıtı silahlı mücadele vermesine göz yumuldu. İngiltere-ABD işbirliğinde Makarios’a darbe planları yürürlüğe konuldu. Temel hedef Kıbrıs’ta komünist bir yönetimin başa geçmesinin engellenmesi ve İngiliz üslerinin korunmasıydı. Bu üsler Ortadoğu’nun ABD’ye bilgi aktaran en büyük casusluk üsleriydi. Öncelikle Yunan cunta yönetimi değiştirildi, Papadopulos devrildi, yerine Makarios’tan daha hızlı kurtulmak isteyen Yuannidis başa geçti. Ocak 1974’te Grivas’ın ölümüyle EOKA-B dağılma sürecine girince ABD dışişleri bakanı Kissinger’in büyük oranda gizlice yürüttüğü ve desteklediği Kıbrıs darbesi gerçekleşti. Yunan cuntası artık adaya egemendi, ancak hesaplanmamış olan ABD’nin Türkiye’ye Kıbrıs’a askeri operasyon için göz yumacağıydı. 15 Temmuz 1974’te cunta Makarios’u devirdi, Makarios adadan ayrıldı. 20 Temmuz 1974’te Türkiye Kıbrıs’a harekat başlattı ve kısa süre içinde iki ayrı operasyonla adanın yaklaşık %37’sinin denetimini ele geçirdi. Bu iki operasyon süresince Türkiye’yi engellemek adına bir girişimde bulunulmadı. Yunanistan ise Türkiye ile savaşı göze alamadı. Yunanistan’da cunta yönetimi devrildi, Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığına getirilen EOKA’cı Sampson istifa etti. Sürecin sonunda ada ikiye bölünmüş oldu ve komünist bir yönetimin başa geçmesi, casusluk üslerinin denetiminin yitirilmesi tehlikeleri ortadan kaldırıldı. Bu kanlı planın faturasını Kıbrıslı Rumlar ve Türkler birlikte ödediler. 1974’teki katliamların bir kısmını yukarıda belirtmiştik. Bu darbe ve operasyon sürecinde 200000 Rum güney kesime göç etmek zorunda kaldı. Binlerce Kıbrıslı Türk, Rumların esiri olmuştu. Bildirilenlere göre 4000 Rum, 1000 Türk ölmüştü. Yine binlerce kayıp vardı ki bu kişilerin bir kısmı ile ilgili hala bilgi yoktur, bir kısmının cesetleri ise yeni bulunan toplu mezarlardan çıkarıldı.

Bu kısa Kıbrıs tarihi denemesinde birçok ayrıntı doğal olarak eksiktir ancak amacımız Kıbrıs’ta barış yolunda sosyalist mücadelenin önüne geçilerek nasıl bir yıkıma, bir faciaya yol açıldığını ve sosyalist mücadelenin önderlerinin nasıl milliyetçilik tuzağına düşürüldüğünü sonuçlarıyla birlikte göstermeye çalışmaktı. Bugün Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında Kıbrıs’taki Rum yönetimi Avrupa Birliği (AB) üyesidir ve komünist parti önderliğinde 2012 yılının ikinci yarısında bu kapitalist birliğe başkanlık etmiştir. Bu ironik durum bir yana bırakılırsa daha da ilginç olan AB’nin Kıbrıs için kabul ettiği sınırların Rumlar yönetimindeki güney kesimi kapsadığı ama kuzey kesimi sınırları dışında bıraktığıdır. Oysa Kıbrıslı Türkler de AB yurttaşıdır ve AB pasaportu taşıyabilmektedirler. Şu an iki kesimde de birleşik Kıbrıs’ı savunan kesimler vardır ancak artık hedeflenen çatı, sosyalist birleşik Kıbrıs değil, AB’dir. Bu hayalin olanaksızlığı başka bir yazının konusudur ancak bu yalanı açığa çıkaracak ortak bir işçi sınıf bilinci artık kesinlikle yoktur.

Sonuç olarak kahramanımız M. Pierre Gourjat bizce haklıdır. Barış için hem de yalnızca yerel değil evrensel bir barış için yalnızca silah fabrikalarında çalışanlar değil tüm işçiler ortak mücadele etmelidir. Kapitalist sömürücülerin buna kesinlikle engel olmaya çalışacaklarını biliyoruz. Kıbrıs bunun küçük bir örneğidir ne yazık ki. İşçi sınıfı gerekli dersleri çıkarmadıkça kanlı savaşlar da sürecektir.


* Giovanni Papini, GOG, Çev: Fikret Adil, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010.






Kaynakça:

- Ahmet C. Gazioğlu. Anılar Ve Belgeler Işığında Londra Dosyası Ve Sen Ben Kavgası. Cyrep, Lefkoşa, 2006.

- Ahmet Sanver. Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı, Türkiye Cumhuriyeti Özel Harp Dairesi, TMT ve ÖHD Anılarım. Kendi Yayını, Lefkoşa, 2012.

- Brendan O’Malley, Ian Craig. Amerika, Casusluk ve İşgal, Kıbrıs Komplosu. Çev: Nalan Çeper. Khora Yayınları, Lefkoşa, 2012.

- Hristakis Vanezos, Derviş Ali Kavazoğlu, 11 Nisan 1965 Lefkoşa-Larnaka Yolu. Çev: Suat Baran. Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2009.

- İbrahim Aziz. Perde Aralığından. Peri Lihnon Afas Yayınları, Lefkoşa 2011.

- Makarios Druşotis. Karanlık Yön EOKA. Çev: Öztürk Yıdırımbora, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2007.

- Makarios Druşotis. Kıbrıs 1963-1964 İlk Bölünme. Çev: Ali Çakıroğlu. Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2008.

- Makarios Druşotis. Cunta ve Kıbrıs 1967-1970 Köfünye Krizi, , İki Suikast, Bir Cinayet. Çev: Metin Bağrıaçık. Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa, 2010.

- Makarios Druşotis. Kıbrıs 1970-1974, EOKA B, Yunan Darbesi ve Türk İstilası. Çev: Ali Çakıroğlu. Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2006.

- Mehmet Hasgüler. Kıbrıs’ta Taksim ve Enosis Politikalarının Sonu. İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.

- Panikos Neokleus. Tarihe Işık Tutan Anılar 1955-1974 Kıbrıs. Çev: Melis Kızıldağ. Kalkedon Yayınılık, İstanbul 2011.

- Pantelis Varnava. Kıbrıslı Rum Ve Türklerin Ortak İşçi Mücadeleleri (Tarihten Olaylar). Çev: Thanasis Haranas. Kendi Yayını, Lefkoşa, 1997.

- Yorgo Grivas. Hayatım. Ed: Charles Foley. Çev: Cumhur Atay. Kalkedon Yayınları, İstanbul 2012.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder