29 Haziran 2015 Pazartesi

ODUN HIRSIZLIĞI YASASI TARTIŞMALARI*

Karl Marks
3 Kasım 1842, Rheinische Zeitung.



Bölümce 4’le bağlantılı olarak, görevini yapan bekçinin güvenirlik değerlendirmesi sorunu ortaya çıktığında bir kent milletvekili şuna dikkat çekti:
“Cezaların devlet hazinesine ödenmesi önerisi kabul edilmezse, tartışılan kanun tasarısı iki kat tehlikeli olacaktır”.
Şu açıktır ki orman bekçisi, değer biçme işini işveren için değil devlet için yaparsa, olduğundan yetenekli görünmek için aynı isteği duymayacaktır. Bu konuda bir tartışmadan becerikli bir biçimde kaçınılmıştır. Bu da, cezalardan elde edilecek parayı orman sahibine ödül olarak veren bölümce 14’ün reddedileceği izlenimi uyandırmıştır. Bölümce 4 meclisten geçirilmiştir. On bölümce oylandıktan sonra, Meclis bölümce 14’e ulaştı. Böylelikle bölümce 4’ün anlamı tehlikeli olacak biçimde değiştirildi. Buna karşın bağlantı tamamen gözardı edildi, bölümce 14 kabul edildi. Böylelikle cezaların orman sahiplerinin özel hazinelerine ödenmesi sağlandı. Bunun temel, gerçekte tek gerekçesi, basit değer karşılığı yeterince yerine konmayan orman sahibinin çıkarlarıdır. Ancak bölümce 15’te cezanın orman sahibine ödenmesi oylanmış ve ona, basit değer yanı sıra zarardan kaynaklanan özel bir bedel ödenmesi kararı alındığı unutulmuştur. O sırada, zaten ödenecek cezalar kasasına girerken böyle bir ek almamış gibi, fazladan bir ödenti alması gerektiği düşünülmüştü. Bunun dışında, cezaların suçludan her zaman alınamayabileceği vurgulanmıştı. Buna göre yalnızca para bakımından devletin yerini almak istendiği izlenimi uyandırılmış, ancak bölümce 19’da maske düşmüş, yalnızca para için değil suçlunun kendisi için de, yalnızca cüzdanı için değil kendisi için de isteklerde bulunulmuştur.
Bu noktada aldatma yöntemi kendi kendini açığa vuran, güçlü ve gizlenmemiş destekle göze çarpar. Çünkü kendini bir ilke olarak açığa vurma konusunda artık ikilemde değildir.
Basit değerin karşılanması ve zararın giderilmesi hakkı, açıkça orman sahibine, odun hırsızına karşı asliye hukuk mahkemelerinde görüşülebilecek özel bir tazminat ayrıcalığı kazandırmıştır. Odun hırsızı parayı ödeyemezse, orman sahibi parasız bir borçluyla karşılaşan özel kişi durumundadır ve doğal olarak bu ona zorunlu çalıştırma, angarya hizmet verdirme, geçici köleleştirme hakkı vermez. Orman sahibinin bu isteğinin temeli neye dayanmaktadır o zaman? Cezaya. Gördüğümüz gibi cezayı iç eden orman sahibi, yalnızca kendi hakkını değil devletin odun hırsızı üzerindeki hakkını da istemekte, yani kendini devletin yerine koymaktadır. Cezayı kendine almakla aslında cezalandırma hakkını kendisinin aldığını akıllıca gizlemektedir. Daha önce cezanın basitçe bir miktar para olduğunu söylemiş olsa da şimdi onu bir cezalandırma olarak değerlendirmekte ve toplumsal bir hakkı ceza yoluyla özel mülkiyete dönüştürdüğünü zaferiyle övünerek kabul etmektedir. Bu sonuç ortaya çıkmazdan önce, ki bu suç olduğu kadar tiksindiricidir, korkuyla geri çekilmek yerine, bir sonuç olduğu için insanlar onu aynen kabul ederler. Sağduyu bir yurttaşı geçici bir serfe dönüştürmenin hak kavramına, her türlü hak anlayışımıza karşıt olduğunu savunabilir ama insanlar omuzlarını silkerek ortada herhangi bir ilke veya herhangi bir tartışma olmamasına karşın ilkenin tartışılmış olduğunu bildirirler. Bu yolla, ceza aracılığıyla orman sahibi odun hırsızı olan kişi üzerinde hileli bir biçimde denetim elde eder. Yalnızca bölümce 19, bölümce 14’ün çifte anlamını ortaya çıkarır.
Böylelikle bölümce 4’ün bölümce 14 nedeniyle, bölümce 14’ün bölümce 15 nedeniyle, bölümce 15’in bölümce 19  nedeniyle, bölümce 19’un yalın biçimde kendiliğinden olanaksız olduğunu ve bölümce 19’un, cezalandırma ilkesini, bu ilkenin kısır döngüsünü içerdiğinden tamamen olanaksız duruma getirmek zorunda olduğunu görürüz.
Böl yönet ilkesi daha ustalıklı biçimde kullanılamazdı. Bir bölümce görüşülürken bir sonrakine hiç dikkat gösterilmemiş ve bu bölümceye sıra geldiğinde bir önceki unutulmuştu. Bir bölümce tartışılmış, bir diğeri tartışılmamıştı, dolayısıyla karşıt nedenlerle her ikisi de tüm tartışmanın üzerinde bir konuma getirilmişti. Herşeye karşın şu ilke onaylanmıştı: “orman sahibinin çıkarlarını koruma konusunda hak ve adalet sağduyusu”. Bu ilke, yaşam, özgürlük, insanlık, devlet yurttaşlığı dışında mülkiyeti bulunmayan, kendilerinden başka hiçbir şeyi olmayanların çıkarlarının korunması konusunda hak ve adalet sağduyusunun tam karşıtıydı.
Orman sahibinin, bir parça odunu karşılığında bir zamanlar insan olan bir şey elde ettiği bir noktaya ulaştık.
“Shylock: En bilge yargıç! İşte hüküm! Hadi, hazırlan!
Portia: Bekle biraz; başka bir şey daha var. Bu anlaşma sana bir damla bile kan vermiyor; burada yalnızca “yarım kilo et” yazıyor: Anlaşmanın yazdığı gibi yarım kilo etini al, ama keserken bir damla bile hıristiyan kanı dökersen Venedik yasalarına göre malın mülkün ne varsa hepsi Venedik devletine aktarılır.
Gratiano: Çok yaşa dürüst yargıç! Dinle yahudi. İşte bilge yargıç!
Shylock: Yasa böyle mi?
Portia: Yasa maddesini kendin görebilirsin.
[W. Shakespeare, Venedik Taciri, IV. Perde, 1. Sahne]
Siz de yasa maddesini kendiniz görmelisiniz!
Odun hırsızını bir serfe dönüştürürken savınızın temeli nedir? Ceza. Ceza parasında hiçbir hakkınızın olmadığını gösterdik. Bunun dışında temel ilkeniz nedir? Orman sahibinin çıkarlarının, hukuk ve özgürlük dünyasının yok olmasına yol açsa bile korunacak oluşudur. Sarsılmaz bir kararlılıkla, öyle veya böyle odun hırsızı sizin odun kaybınızı karşılamalıdır. Savınızın katı ahşap dayanağı o kadar çürük ki güvenilir sağduyunun tek bir soluğu bin parçaya bölünmesi için yeterlidir.
Devlet şunu diyebilir ve demelidir: öngörülemeyen tüm olaylara karşı haklarınızı güvence altına alıyorum. Benim için ölümsüz olan tek şey haktır. Dolayısıyla suçun ölümlülüğünü, onu ortadan kaldırarak size kanıtlarım. Buna karşın devlet şunu söyleyemez ve söylememelidir: özel çıkar, mülkiyetin özel varlığı, ormanlık alan, bir ağaç, bir parça odun (ve devlete göre en büyük ağaç bir parça odundan daha fazla olamaz) öngörülemeyen tüm olaylara karşı güvence altındadır, ölümsüzdür. Devlet eşyanın doğasına aykırı davranamaz, sınırlı olanın koşullarına karşı, kazaya karşı sınırlı kanıt koyamaz. Devlet sizin mülkiyetinizi bir suçtan önce öngörülemeyen tüm olaylara karşı güvence altına alamayacağı gibi, bir suç da mülkiyetinizin bu belirsiz doğasını karşıtına dönüştüremez. Doğal olarak devlet sizin özel çıkarlarınızı akılcı yasalar ve akılcı koruma önlemleri ile korunabildiği ölçüde koruyacaktır. Buna karşın devlet, sizin suçlu ile ilgili özel isteklerinizi, özel beklenti hakkı, resmi yargı gücünün verdiği koruma dışındaki diğer hakları kabul edemez. Parası olmadığı için zararınızın giderilmesine yönelik olarak suçludan herhangi bir şey elde edemezseniz, varılan tek sonuç bu zararın giderilmesinin güvence altına alınması için tüm yasal yolların sonlandığıdır. Dünya bu bağlamda ne kararsızlığa düşecektir ne de adaletin aydınlık yolundan vazgeçecektir. Siz ise dünyevi herşeyin geçici olduğunu öğrenmiş olacaksınız. Yobazlığınız dikkate alındığında bu sizin için hiç de iştah açıcı bir yenilik olmayacak ya da fırtınalardan, yangın felaketlerinden, ateşli hastalıklardan daha şaşırtıcı görünmeyecek. Yine de devlet suçluyu sizin geçici köleniz yapmak isteseydi, bu, hukukun ölümsüzlüğünün sizin sonlu özel çıkarlarınıza kurban edilmesi olurdu. Bu, suçluya hukukun ölümlü olduğunu bu yolla kanıtlardı. Oysa cezalandırma yoluyla ona ölümsüz olduğunu kanıtlamalıdır.  
Kral Filip’in hükümdarlığı döneminde, Antwerp, bölgeyi sular altında bırakarak İspanyolları rahatlıkla körfezde tutabilecek durumdayken, kasaplar loncası bunu onaylamayacaktı çünkü meralarında şişman öküzleri vardı (1). Siz, odun parçalarınızın acısını çıkarmak için devletin, tinsel alanını ortadan kaldırmasını istiyorsunuz.
Bölümce 16’nın kimi yan hükümlerinden söz edilmesi gerekir. Bir kent milletvekili şunu belirtti:
“Var olan yasaya göre, 8 günlük hapis cezası 5 taler para cezasına eşdeğer sayılmaktadır. Bundan vazgeçmek için yeterli neden yoktur” (Diğer bir deyişle sekiz günü on dört gün yapmak için).
Komisyon aynı bölümceye aşağıdaki bölümün eklenmesini önerdi:
“hiçbir durumda hapis cezası 24 saatten az olamaz”.
Biri bu en düşük sürenin çok iyi olduğunu belirtince aristokrat eyalet milletvekillerinden biri sert yanıtladı:
 “Fransız orman yasasında üç günden az ceza bulunmaz”.
Komisyon aynı solukta, sekiz gün yerine on dört günlük hapis cezasını 5 taler para cezası ile eşdeğer kılarak Fransız yasa hükmüne karşı çıktığı gibi, Fransız hukukuna bağlı kalarak, üç günün 24 saate çevrilmesini reddetti.
Yukarıda sözünü ettiğimiz kent milletvekili şunu belirtti:
“Odun aşırılmasına, ki bu her şeye karşın ağır ceza gerektirecek bir suç olarak değerlendirilemez, on dört günlük hapis cezasının 5 taler para cezası ile eşdeğer kılınması en azından çok ağırdır. Sonuçta özgürlüğünü satın alabilecek biri hafif bir ceza alacak, oysa yoksul birinin cezası ikiye katlanacak”.
Aristokrat eyalet milletvekillerinden biri, Cleve yakınlarında birçok odun hırsızlığının yalnızca tutukluluk ve cezaevi yiyeceğini elde etmek için yapıldığını belirtti. Bu aristokrat eyalet milletvekili çürütmek istediği şeyi tam olarak kanıtlamıyor mu? Diğer bir deyişle insanlar kendilerini açlık ve evsizlikten koruma amacıyla, tam bir zorunlulukla odun çalmaya yöneliyor. Bu dehşet verici gereksinim cezayı arttırıcı bir koşul mudur?
Daha önce sözü edilen kent milletvekili ayrıca şunu söyledi:
“Mahkumiyet hükmü uygulanmış hapis cezasında indirime gitmek çok ağır olarak değerlendirilmelidir ve özellikle cezai çalıştırma söz konusu olduğunda uygulanamazdır.”
Birkaç milletvekili, çok ağır olduğunu bildirerek yiyecek ekmek ve su kısıtlamasına karşı çıktılar. Buna karşın bir kent milletvekili Trier bölgesinde yiyecek kesintisinin şu anda uygulandığını ve etkisini kanıtladığını belirtti.
Değerli sözcü Trier’deki yararlı etkinin neden kesinlikle ekmek ve suya bağlı olduğunu ama Meclisin üzerinde çok fazla ve çok etkileyici konuşabildiği dini duyarlığın güçlenmesine bağlı olmayabileceği sonucuna nasıl vardı? Ekmek ve suyun kurtuluşun gerçek yolu olduğunu o anda kim hayal edebilirdi ki? Belli tartışmalar sürdürülürken İngiliz Kutsal Parlamento’sunun (2) canlanmış olduğuna inanabilirdiniz. Peki şimdi? İbadet, inanç ve dua yerine ekmek ve su, hapishane ve ormanda çalışma var. Meclis, Rhineland’lılara (3) cennetten bir koltuk sağlamak için sözcüklerle ne kadar savurgan! Tüm Rhineland’lıların ekmek ve suyla beslenmesi ve kamçıyla ormanda çalışmaya götürülmeleri için yine sözcüklerle ne kadar savurgan. Bu bir Hollandalı sömürgecinin kendi zenci köleleri için uygulamaktan çekineceği bir düşünce. Bütün bunlar neyi kanıtlar? Kişinin insan olmak istemediğinde tanrısal olmasının kolay olduğunu. Aşağıdaki bölüm ancak böyle anlaşılır:
“Bir meclis üyesi bölümce 23 ile ilgili tasarıyı insanlık dışı buldu; buna karşın tasarı kabul edildi”.
İnsanlık dışı olmasından başka bu bölümce ile ilgili hiçbir bilgi verilmemişti.
Tüm değerlendirmelerimiz, Meclis’in yürütme gücünü, yönetsel yetkili kurumları, sanığın yaşamını, devletin görüşlerini, suçun kendisini ve aynı zamanda cezayı nasıl özel çıkarların maddi olanaklarına indirgediğini göstermiştir. Dolayısıyla, mahkeme hükmünün de yalnızca maddi çıkarlar niteliğinde ve hükmün yasal geçerliğinin gereksiz laf kalabalığı olarak değerlendirilmesi tutarlı bulunacaktır.
“Altıncı bölümcede komisyon “yasal”, “geçerli” sözcüklerinin silinmesini önerdi çünkü, yargı açısından varsayımsal olarak, onların kabul edilmeleri suçun yinelenmesinde odun hırsızına, ceza artışından kurtulma yolu sağlayacaktı. Birçok milletvekili ise buna karşı çıktılar ve komisyonun bölümce 6 taslağından “yasal”, “geçerli” sözcüklerinin silinmesi önerisine karşı çıkılmasının zorunlu olduğunu bildirdiler. Bu kısımdaki ve aynı zamanda bölümcedeki tümceler için yapılan tanımlama, kesinlikle adli değerlendirme olmadan uygulanmamıştır. Yargıcın söylediği her ilk tümce, daha ağır bir ceza uygulanması için yeterli zemin oluştursaydı, doğal olarak suçu yeniden işleyenleri daha ağır cezalandırma isteği daha kolay ve daha sık yerine gelecekti. Sözcünün vurguladığı gibi, olmazsa olmaz hukuki bir ilkenin orman koruyucu çıkarlara kurban edilmesi konusunda istekli olunup olunmadığı düşünülmeliydi: Yargılama sürecine ilişkin tartışılmaz temel bir ilkenin çiğnenmesinin, hala yasal geçerliği olmayan bir hükümle ilgili böyle bir sonuca yol açması kabul edilemez. Kent milletvekillerinden bir diğeri komisyon yasa değişikliğine red çağrısında bulundu. Yasa değişikliğinin, ilk ceza yasal olarak geçerli bir hükümle yerine getirilene kadar cezada hiçbir artış yapılamaması nedeniyle suç yasası düzenlemelerini çiğnediğini söyledi. Komisyon sözcüsü sert yanıt verdi: “Bütün, ayrıksı bir yasa, dolayısıyla ayrıksı bir tasarı oluşturuyor, öyle ki önerinin izin verilebilirliği kendi içinde”. Komisyonun “yasal olarak geçerli” sözcüklerinin silinmesi önerisi kabul edildi.
Hüküm yalnızca, ikinci kez suç işleme eğilimini belirlemek içindir. Hukuki biçim, açgözlü huzursuzluğun özel çıkarlarına, ukala yasal bir davranış normunun bıktırıcı ve gereksiz engelleri olarak görünüyor. Mahkeme, karşıtı hapse gönderirken güvenilir bir eşlikçidir, cezayı başlangıçta uygulamadır. Eğer mahkeme bundan daha fazlası olmaya çalışırsa susturulmalıdır. Kişisel çıkarların kaygısı, zorunlu bir kötülük olarak, karşılaşmak zorunda kalacağı, karşıtın yasal alanı nasıl kullanabileceğini ve kendisini engellemek için ona kurulan karşı tuzakları önlemek için gözetler, hesaplar ve çok dikkatlice kestirimde bulunur. Özel çıkarların dizginlenemez elde etme uğraşı içinde yasanın kendisiyle bir engel olarak yüz yüze gelirsiniz ve onu öyle değerlendirirsiniz. Pazarlık yapar ve oradaki veya buradaki temel bir ilkeyi bozmak güvencesi elde etmek için uyuşursunuz, özel çıkarlardan yana en çok yalvaran başvuru kaynaklarıyla yasayı susturmaya çalışırsınız. Omzuna vurur ve kulağına fısıldarsınız: bunlar ayrıksı durumlardır ve ayrıksı durumlar olmadan kurallar olmaz. Düşmanla bağıntılı olarak adeta terörizm ve aşırı titizlilik söz konusu imiş gibi yasaya izin vererek, sanığın güvencesi ve bağımsız bir nesne olarak gördüğün hilebaz vicdanını rahatlatmayı denersin. Yasanın çıkarlarına, özel çıkarların yasası olduğu sürece konuşma izni verilir ancak bu kutsalların en kutsalıyla çatıştığı anda susmak zorundadır.
Cezalandıran kendisi olan orman sahibi, o kadar tutarlıdır ki kendini aynı zamanda yargılar, çünkü açıktır ki o, yasal geçerliği olmayan bir hükmün yasal olarak bağlayıcı olduğunu bildirerek bir yargıç gibi davranır. Yasa koyucunun yasal olmadığı durumda yargıcın yansız olma yanılgısı bir bütün olarak ne kadar mantıksız ve aptalca! Yasa özel çıkarları kolladığında yansız bir hükmün ne yararı olabilir! Yargıç yalnızca yasanın kişisel çıkarlarını bağnazca hazırlayabilir, onu yalnızca çekincesiz uygulayabilir. Dolayısıyla yansızlık yalnızca biçimseldir, hükmün içeriğinde değildir. Yasa, içeriği öngörmüştür. Mahkeme boş bir biçimden başka bir şey değilse o zaman böyle önemsiz bir formalitenin kendi başına bir değeri yoktur. Bu bakış açısına göre, Çin hukuku Fransız yaklaşımına zorlanırsa, Fransız hukuku olabilir ancak maddi hukukun kendi zorunlu, kendine özgü mahkeme biçimi vardır. Falaka değneğininin Çin hukukunda zorunlu olarak yer alması gibi, bir mahkeme biçimi olarak işkence ortaçağ suç yasasında yer alıyorsa, halkın, özgür mahkemenin de, doğasına uygun olarak, zorunlu biçimde, özel çıkarların değil, özgürlüğün dikte ettiği bir genel içeriği vardır. Mahkeme üyeleri ve hukuk birbirlerine bundan böyle kayıtsız değildirler. Örneğin bitkilerin biçimleri, bitkinin kendisi ile ilgisizdir. Hayvanların biçimleri de kendi et ve kanları ile öyledir. Mahkemeyi ve hukuku canlandıran tek bir ruh olmalıdır çünkü mahkeme hukukun yalnızca bir yaşam biçimidir, onun iç yaşantısının görünümüdür.
Tidong korsanları (4) mahkumlarını denetim altında tutabilmek için kol ve bacaklarını kırardı. İl Meclisi odun hırsızlarını denetim altına almak için yalnızca kol ve bacakları kırmamış, hukukun kalbini de delip geçmiştir. Mahkeme sürecinin kimi kategorilerini yeniden kurma bağlamında bunun hukuki dayanağının kesinlikle bulunmadığını düşünüyoruz. Tam tersine, özgür olmayan içeriğe özgür olmayan bir form verirken açıksözlü ve tutarlı olduğunu kabul etmeliyiz. Halka açık olma durumunun aydınlığına dayanamayan özel çıkarlar eğer özdeksel olarak hukukumuza katılırsa, en azından tehlike uyandırmayacak gizli bir yöntemle, istenirse uygun form verilsin, ilgisiz yanılsamalar açığa çıkacak ve bunlar kendini gösterecektir. Bize göre şu an için tüm Rhineland’lıların ve özellikle Ren bölgesi hukukçularının görevi tüm dikkatlerini hukukun içeriğine yöneltmeleridir. Öyle ki en sonunda yalnızca boş bir yüz kalıbıyla kalmamalıyız. İçeriğin biçimi değilse, o biçimin değeri yoktur.
Komisyonun az önce değerlendirdiğimiz önerisi ve Meclisin oylamada bu öneriyi kabul etmesi tüm tartışma için doruk noktasıdır. Çünkü Meclis burada, orman koruyuculuğu çıkarları ile hukukun ilkeleri, yasalarımızın onayladığı ilkeler arasındaki çatışkının bilincine varmıştır. Dolayısıyla Meclis hukuk ilkelerinin orman korunumu çıkarlarına mı, yoksa bu çıkarların hukuk ilkelerine mi feda edilmesi gerektiğini oylamış, çıkarlar hukuktan daha yüksek oy almıştır. Tüm yasanın hukuk için ayrıksı olduğu da farkedilmiş ve buna göre içerdiği her ayrıksı önerinin kabul edilebilir olduğu sonucu yazılmıştır. Meclis yasa yapıcının ihmal ettiği sonuçları yazmakla kendini sınırlandırmıştır. Yasa yapıcı sorunun yasada ayrıksılıktan çıktığını, hukuktan kaynaklanmadığını nerede unuttuysa, nerede hukuki bakış açısını öne sürdüyse Meclisimiz onu korumak ve desteklemek, hukukun yönettiği özel çıkarlar hukukunu, özel çıkarların hukukunun yönettiği hukuka dönüştürmek için kendine güvenli bir ince düşüncelilikle eylemsel olarak araya girmiştir.
İl Meclisi buna göre görevini tam anlamıyla yerine getirmiştir. İşleviyle uyumlu olarak, belli özel bir çıkarı temsil etmiş, bunu son amaç olarak bellemiştir. Böyle yapılınca hukukun ayaklar altına alınmış olması bakış açısının basit sonucudur. Çünkü çıkarlar doğası gereği kör, ölçüsüzce aşırı ve tek yanlıdır. Kısaca, o hukuk tanımayan doğal içgüdüdür. Hukuksuzluk egemen olabilir mi? Yasa yapıcının tahtına yerleştirilmekle özel çıkarların yasa yapma yeteneği artık bir dilsizin çok uzun boyunlu bir megafonla konuşma yapabilme yeteneğinden fazla değildir.
Bu can sıkıcı ve sönük tartışmayı isteksizce izledik ama ciddi anlamda yasa yapması istenirse belli çıkarları gözeten bir Eyalet Meclisi’nden ne bekleneceğini bir örnekle göstermenin görevimiz olduğunu düşündük.
Bir kez daha yineliyoruz: eyalet temsilcilerimiz işlevlerini böylelikle tamamladılar, ama onları haklı çıkarma arzusunda değiliz. Burada Rhinelandlılar eyalet temsilcilerine üstün gelmelidir, insanoğlu orman sahibine üstün gelmelidir. Onlar yasal olarak özel çıkarların temsilinde ve aynı zamanda ilin çıkarlarının temsilinde görevlendirilmişlerdir. Ancak bu iki görev birbirine karşıt olabilir. Çatışma durumunda özel çıkarların temsilinin il çıkarları temsiline feda edilmesinde bir an bile gecikme olmamalıdır. Hak ve adalet sağduyusu Rhinelandlıların en önemli bölgesel karakteristiğidir. Söylemeye gerek yok ama özel çıkarlar, Anavatanına olduğu gibi iline de önem vermediği biçimde, yerel ruha da genel ruha verdiğinden daha fazla değer vermez. Özel çıkarların temsilinde ideal romantizm, ölçülemez duygu derinliği, ahlakın bireysel ve özel formlarının en verimli kaynağını bulduğunu öne süren fantezi yazarlarının doğrudan karşıtı olacak biçimde, bu temsiliyet tam tersine tüm doğal ve tinsel ayırımları, yerlerine ahlaksızlık, akıldışılık, belli maddi bir nesnenin ve bu nesneyi olduğu gibi aynen tümleyen belli bir bilinç durumunun ruhsuz soyutlaması ile ortadan kaldırır.
Odun Fransa’da olduğu gibi Sibirya’da da odundur. Orman sahipleri Ren Bölgesi’nde olduğu gibi Kamçatka’da da orman sahibidir. Dolayısıyla, eğer odun ve orman sahibi yasaları böylece yapıyorsa, bu yasalar birbirinden yalnızca köken aldığı yer ve yazıldığı dil bakımından ayrılacaktır. Bu son derece kötü materyalizm, kutsal insan ruhuna ve insanlığa karşı bu günah, Preussische Staats-Zeitung (5)’un yasa koyucuya vaaz ettiği öğretinin hemen ortaya çıkan sonucudur. Bir başka deyişle odunla ilgili yasayla bağlantılı olarak yasa koyucu yalnızca odun ve ormanı düşünmeli ve her bir maddi sorunu politik olmayan yollarla, yani devletin sağduyu ve ahlaki değerleriyle herhangi bir bağlantı kurmadan çözmelidir.
Küba yerlileri altını İspanyolların putu sanmışlardı. Onlar şerefine şölen verdiler, altını çevreleyip şarkılar söylediler ve sonra onu denize attılar. Küba yerlileri şu anda Ren Bölgesel Meclisi’nde oturuyor olsalardı odunu Rhinelandlıların putu olarak değerlendirmezler miydi? Ama bir sonraki oturum onlara hayvanlara tapınmanın bu putperestlikle ilişkili olduğunu öğretirdi ve insanoğlunu kurtarmak için tavşanları denize fırlatabilirlerdi (6). 


 * 3 Kasım 1842’de Rheinische Zeitung gazetesinde yayınlanmış bu makale, Marks’ın aynı gazetenin 27 Ekim 1842 ve 1 Kasım 1842’de yayınlanmış yazılarnın devamı niteliğindedir.

1- Sözü edilen olay 1584-85 yıllarında, mutlakiyetçi İspanya’ya karşı gerçekleşen Hollanda ayaklanmasını bastırmakta olan İspanya kralı II. Filip’in askerlerinin Antwerp’i kuşatması sırasında gerçekleşti.
2- Yapılan atıf, Cromwell’in Temmuz 1653’te topladığı, Aralık 1653’te dağılan parlamentoyadır. Barebone'un görevlendirilmiş meclisi ya da Küçük Parlamento adıyla bilinir. Esas olarak dini mistik terimlerle görüşlerini belirten, Anglikan kilisesinden ayrılan “Congregational Churches” cemaati temsilcilerinden oluşmaktaydı. 
3- Rhineland: Almanya’da bir bölge.
4- Tidong: Kalimantan (Borneo, Endonezya)’da bir bölge.
5- Prusya Devleti’nin resmi gazetesi.
6- Altıncı Ren Bölgesi Meclisi’ndeki, yoksulları tavşan bile avlama hakkından yoksun bırakan av kurallarının bozulmasına karşı bir yasa tasarısı ile ilgili tartışmalara gönderme.  

28 Haziran 2015 Pazar

ODUN HIRSIZLIĞI YASASI TARTIŞMALARI*

Karl Marks
1 Kasım 1842, Rheinische Zeitung.

İyi bir belediye başkanı, orman sahibinin topluma karşı görevini kendisine zarar vermeden yerine getirebilmesi için sorumluluk isteyen bir görevi üstlenmeli ve soylu bir eylemi gerçekleştirmeli. Orman sahibi eşit haklarla belediye başkanını ahçıbaşı veya başgarson olarak kullanabilirdi. Belediye başkanı için sorumluluğu altındaki mutfak veya kileri gözetmek soylu bir eylem değil midir? Mahkum edilmiş suçlu, belediye başkanının sorumluluğu altında değildir ama polis şefinin sorumluluğu altındadır. Belediye başkanı toplumu temsil etmek yerine bireyler için uygulayıcı durumuna getirilirse, belediye başkanından bir görev yürütücüsüne dönüşürse konumunun gücünü ve saygınlığını yitirmez mi? Genel iyi için yürüttükleri dürüst çalışma özel bireyler yararına olacak biçimde ceza gerektiren iş düzeyine düşürülürse toplumun diğer özgür üyeleri aşağılanmış olmayacaklar mı?
Yine de bu yanıltıcı tartışmaları ortaya koymak gereksizdir. Bilge kişilerin insancıl deyişleri nasıl değerlendirdiğini, sözcünün kendisinin bize bir iyilik yaparak aktarmasına izin verelim. O, orman sahibinin, insancıl çiftlik sahibine şu yanıtı vermesine yol açar:
“Mısır başaklarının bir kısmı toprak sahibinden aşırılmışsa hırsız şöyle diyecektir: ‘Benim ekmeğim yok, sizin bol mısırınızın birazını alıyorum’. Odun hırsızı da şöyle diyecektir: ‘Yakacak odunum yok, o yüzden biraz odun alıyorum’. Toprak sahibini Ceza Kanunu 444 no.lu bent korur. Bu madde mısır başağını aşıranı 2-5 yıl ile cezalandırır. Orman sahibini böyle güçlü biçimde koruyan bir madde yoktur.”
Orman sahibinin bu son kıskanç çığlığı niyetinin tam itirafını içerir. Sen çiftlik sahibi, benim çıkarlarım söz konusu olduğunda neden bu kadar yüce gönüllüsün? Senin çıkarların zaten kollandığı için. Öyleyse izin ver bir yanlışlık olmasın! Yüce gönüllülüğün bir maliyeti yoktur ya da biraz para kazandırır. Öyleyse çiftlik sahibi, orman sahibini kandıramazsın. Öyleyse orman sahibi, belediye başkanını kandırma!
Tüm tartışma ahlaki ve insani nedenlerin yalnızca kelimelerden oluştuğunu kanıtlamamış olsaydı, tek başına bu intermezzo “soylu eylem”in tartışmamızda ne kadar az şey anlattığını  kanıtlamak için yeterli olurdu. Oysa çıkarlar, kelimeler için bile cimridir. Onları, gereksinim duyarsa, sonuçları belirgin bir yarar sağlayacaksa bulur. Sonra güzel konuşmaya başlar, kan dolaşımı hızlanır. Başka şeyler pahasına pohpohlayıcı ve tatlı sözlerle kendisine çıkar sağlayan soylu eylemlerle ilgili olarak bile sakınımlı değildir. Tüm bunlar, tamamı, yalnızca orman düzenlemelerinin bozulmasını orman sahibi için geçerli bir para kazanma yolu, kazançlı bir gelir kaynağına dönüştürmek, sermayeyi daha uygun bir bir yatırım biçiminde değerlendirmek için kullanılır. Çünkü odun hırsızı orman sahibi için sermaye durumuna gelmiştir. Belediye başkanının, orman düzenlemelerini bozan yararına kullanılması sorunu yoktur; belediye başkanının, orman sahibinin yararına kullanılması sorunu vardır. Kaderin ne kadar dikkat çekici bir oyunu, ne kadar dikkat çekici bir olgudur, orman düzenlemelerini bozanların sorunlu çıkarının bulunduğu nadir özel durumlara ayrıksı değinide bulunulması, orman sahibinin tartışmasız çıkarının güvence altına alınması.
Aşağıda bu insani duyarlıkların bir başka örneği var!
Sözcü der ki “Fransız kanunu, hapis cezasının ormanda çalışmaya dönüştürülerek hafifletilmesini kabul etmez”. O, bu ceza hafifletmenin mantıklı ve yararlı bir önlem olduğunu düşünür, çünkü hapis cezası her zaman reform getirmez, çoğu zaman yozlaşmaya yol açar.
Daha önce, masum insanlar suçluya dönüştürüldüğünde, devrilmiş odunların toplanmasıyla ilişkili olarak, bir milletvekilinin hapiste onların uzun yıllardır hırsız olanlarla karşı karşıya kaldıklarını belirttiği dönemde, hapishanelerin iyi olduğu söylenmişti. Birdenbire reform okulları yozlaşma kurumlarına dönüştü. Çünkü şu anda hapishanelerin yozlaştırıcılığı, orman sahiplerinin çıkarları yararınadır. Suçlunun düzeltilmesi denirken anlaşılması gereken, suçlunun orman sahibine karşı asli görevi olan çıkar yüzdesinin arttırılmasıdır.
Çıkarların hafızası yoktur, çünkü o yalnızca kendini düşünür. İlgilendiği tek şeyi, kendisini asla unutmaz. Çatışkılarla ilgilenmez çünkü kendisiyle asla çatışkıya düşmez. Sürekli doğaçlama yapar, çünkü dizgesi yoktur, yalnızca yararlı olanlar vardır.
Özel çıkarların tartışmalı mekanizmasında, insancıl ve adil gerekçeler geçerliğini yitirmişken
“Ce qu'au teal nous autres sots humains,
Nous appelons faire tapisserie (1)”, dışında,
çıkarlara uygun düşen yararlı olanlar en güçlü etkenlerdir. Bu yararlı olanlar arasında bu tartışmada sürekli tekrarlayan ve ana kategorileri oluşturan, “iyi gerekçeler” ile “zararlı sonuçlar” olarak adlandırılan iki tanesini belirteceğiz. Kimi zaman kurul sözcüsünü, kimi zaman meclisin bir başka üyesini, belirsiz her hükmü uyanıklık, akıl ve iyi gerekçeler kalkanı ile itirazların düşman ışınlarına karşı savunurken görürüz. Her hükmün, zararlı veya tehlikeli sonuçlarına gönderme yapılarak reddedilmiş hak bakış açısıyla kararlaştırıldığını görürüz. Öyleyse şimdi bu çok sayıdaki yararları, bu mükemmel yararları, herşeyi ve daha fazlasını kaplayan bu yararları inceleyelim.
Çıkarlar, dış dünyadaki etkileri nedeniyle bir zararlı sonuçlar olasılığı sunarak hakkı nasıl karalayacağını bilir. Yanlış olanı, ona iyi gerekçeler yükleyerek nasıl aklayacağını bilir. Bunu düşüncelerinin iç dünyasına çekilerek yapar. Dış dünyada kötü insanlar arasında, onu yargılayan dürüst adamın göğsündeki iyi gerekçelerden adaletsizlik çıkar, hukuk kötü sonuçlar üretir. İyi gerekçeler ve zararlı sonuçların kendilerine özgü ortak özellikleri, bir şeye ilişkileri bağlamında bakmamaları, hukuku bağımsız bir nesne olarak ele almamaları, ama ilgiyi hukuktan uzaklaştırıp dış dünyaya veya kendi zihinlerine yöneltmeleri, böylelikle hukukun ardından dolanabilmeleridir.
Zararlı sonuçlar nedir? Tüm açıklamalarımız göstermiştir ki onlar devlet, hukuk veya sanık için zararlı sonuçlar olarak anlaşılmamalıdır. Dahası, birkaç satırla iyice açık duruma getirmeliyiz ki bunlar, yurttaşların güvenliği için zararlı sonuçları içermez.
Parlamento üyelerinin kendilerinden duymuştuk ki “herkes odununu nereden edindiğini kanıtlamalıdır” hükmü yurttaşın yaşamına kaba ve aşağılayıcı bir tecavüzdür ve her yurttaşı üzücü bir zorbalığın kurbanı durumuna getirir. Bir başka hüküm çalınmış odun bulunduran herkesin hırsız olarak kabul edileceğini belirtir. Oysa bir milletvekili şunları söylemişti:
“Birçok dürüst insan için bu tehlikeli olabilir. Yakın çevrede çalınmış odun onun bahçesine atılmış olabilir ve suçsuz kişi cezalandırılabilir”.
Bölümce 66’ya göre tekele bildirilmemiş bir fidan alan herhangi bir yurttaş dört haftadan iki yıla kadar ağır çalışma cezası ile cezalandırılabilir. Bu konuda bir kent milletvekili şöyle yorum yaptı:
“Bu bölümce Elberfeld, Lennep and Solingen bölgelerindeki her bir yurttaşı ağır çalışma cezası ile tehdit ediyor”.
Son olarak bu işin ve orman polisinin gözetim ve yönetimi ordunun bir hakkı ve dahası bir görevi durumuna getirildi. Oysa suç yasasının 9. bendi yalnızca eyalet savcısının gözetimindeki ve dolayısıyla eyalet savcısının sorumluluğundaki acil davaların nesnesi  yetkili memurlardan söz eder. Ordu için bu durum söz konusu değildir. Bu, mahkemelerin bağımsızlığı ve yurttaşların özgürlük ve güvenliği için bir tehdittir.
Buna göre, yurttaşların güvenliği açısından olası zararlı sonuçlar konusunda söz etmekten çok uzaktayız. Onların kendi güvenliği bile zararlı sonuçlara neden olan koşullar olarak değerlendiriliyor.
Öyleyse zararlı sonuçlar nelerdir? Zararlı olan, orman sahibinin çıkarına zarar verendir. Buna göre eğer yasa onun çıkarlarının gelişmesini sağlamazsa sonuçları zararlıdır. Bu bağlamda çıkarın gözü keskindir. Daha önce çıplak gözle apaçık olanı görmezken şimdi yalnızca mikroskopla görülebilecek olanı bile görüyor. Tüm dünya özel çıkarlar açısından sorunlarla doludur; bu, tehlikelerle dolu bir dünyadır. Bu özellikle, tek bir çıkarın değil pek çok çıkarın dünyası olmasından dolayıdır. Özel çıkarlar kendini dünyanın en yüksek amacı olarak görür. Dolayısıyla yasa, bu en yüksek amacın ayırdına varmazsa uygunsuz bir yasa durumuna gelir. Özel çıkarlara zararlı olan yasa buna göre sonuçları zararlı olan yasadır.
İyi gerekçelerin zararlı sonuçlardan daha iyi olduğu mu düşünülmektedir?
Çıkarlar düşünmez, hesaplar. Gerekçeler bunun görünüşleridir. Gerekçe yasanın temelini ortadan kaldırmak için güdüleyicidir.  Özel çıkarların bunu yapmak için pek çok güdüleyicisi olacağı konusunda kim kuşkuya kapılabilir? Bir gerekçenin iyiliği, olgunun nesnel gerçekliğini bir kenara koyabilen ve kendini ve diğerlerini neyin iyi olduğunu akılda tutmaya gerek olmadığı ama kötü bir şey yaparken iyi düşüncelerin olmasının yettiği yanılsaması ile uyuşturabilen  geçici esnekliğindedir.
Tartışmamızın düşünce tarzını sürdürürken, herşeyden önce Bay Belediye Başkanı’na önerilen soylu eylemler için bir yan yoldan söz edeceğiz.
“Komisyon, bölümce 34’ün aşağıdakiler doğrultusunda düzeltilmiş bir sürümünü önerdi: sanık, görevi düzenleyen bekçinin çağrılmasını isterse, orman mahkemesine tüm ortaya çıkacak harcamalar için önden depozit yatırmalıdır.”
Devlet ve mahkeme, sanığın çıkarları söz konusu olduğunda hiçbir şeyi bedava yapmamalıdır. Önden ödeme istemelidirler. Bu önden ödeme, düzenlemeyi yapan bekçi ile sanığın mahkemede karşılaşmasını önden açıkça güçleştirir.
Soylu bir eylem! Yalnızca tek bir soylu eylem! Soylu bir eylem için bir krallık! Ancak önerilen tek soylu eylem Bay Belediye Başkanı’nın Bay Orman Sahibi’nin  çıkarı için eylemek zorunda olduğudur. Belediye başkanı soylu eylemlerin, onların insani görünüşlerinin temsilcisidir. Soylu eylemler dizisi tükenir ve belediye başkanına hüzün fedakarlığı ile dayatılan zorunlulukla sonsuza dek biter.
Eğer devletin iyiliği ve suçlunun ahlaki çıkarları için Bay Belediye Başkanı görevinden fazlasını yapmak zorundaysa, orman sahipleri aynı iyilik aşkına özel çıkarlarının gerektirdiğinin azını istemek zorunda değiller midir?
Bu sorunun yanıtının tartışmada daha önce değinilmiş bölümde yanıtlanmış olduğu düşünülebilir. Ancak bu yanlışlık olur. Ceza hükümlerine geliyoruz.
“Aristokratik eyaletlerden bir milletvekili, orman sahibinin, verilen ceza tutarını (değerin basitçe karşılanmasının üzerinde ve ötesinde) alsa bile, ki bu sıklıkla elde edilemez, zararının yeterince karşılanmayacağını düşündü.”
Bir kent milletvekili belirtti:
“Bu bölümcenin (§15) hükümlerinin çok ciddi sonuçları olabilirdi. Orman sahibi bu yolla üç kısımdan oluşan tazminat alabilirdi. Sayacak olursak: değer, dört-altı-sekiz kat ceza ve ek olarak kaybın karşılanması için sıklıkla rastgele belirlenecek ve gerçek değil bir kurgunun sonucu olacak olan özel bir tutar. Her durumda, sorgulanan özel tazminatın bir an önce orman mahkemesinden istenmesi ve mahkeme hükmünde verilmesi gerektiğini önermek ona zorunluluk olarak göründü. Davanın doğasından açıkça belliydi ki sürekli kaybın kanıtı ayrı olarak sağlanmalıydı ve yalnızca bekçinin raporunu temel almamalıydı.”
Buna karşıt olarak sözcü ve bir başka üye burada belirtilen ek değerin onların gösterdiği biçimde farklı davalarda nasıl ortaya çıkabileceğini açıkladı. Bölümce kabul edildi.
Suç, şanslıysa orman sahibinin bir ödül bile kazanabileceği bir piyangoya dönüşür. Ek değer var olabilir ama basit değeri zaten alan orman sahibi, dört-altı-sekiz kat ceza yolu ile kazançlı bir iş yapabilir. Ek değerin yanı sıra kayıp için özel bir tazminat alırsa dört-altı-sekiz kat ceza da tam bir kazanç olur. Aristokratik eyaletin bir üyesi ceza olarak toplanan paranın yetersiz bir garanti olduğunu çünkü sıklıkla elde edilemediğini düşünüyorsa, bu para, değer ve kayıp tazminatı karşılansa bile kesinlikle daha elde edilebilir olmayacaktır. Şimdi sanıktan para toplama güçlüğünün nasıl üstesinden gelindiğini göreceğiz.
Orman sahibinin ormanı için suçun gelir kaynağına dönüştürüldüğü biçimde burada düzenlenenden daha iyi bir sigortası olabilir mi? Akıllı bir general gibi kendisine yöneltilen bir saldırıyı kazançlı bir zafer için mutlak bir fırsata dönüştürür. Çünkü odunun ek değeri, ekonomik bir imgelem bile hırsızlık yolu ile metaya dönüştürülür. Orman sahibinin yalnızca odunu değil odun işi de garanti altına alınmalıdır. Orman sahibi, işletmecisine uygun saygıyı gösterir, devlete hizmetlerinin karşılığını ödemez. Suçun cezasını, ona saldırılara karşılık bir hukuk zaferinden, bencilliğe saldırılara karşılık bencilliğin zaferine dönüştürmek parlak bir fikirdir.
Ancak okurların dikkatini özellikle bölümce 14’ün hükmüne çekmek isteriz. Bu, leges barbarorum (2)’un barbar insanların yasası olduğu geleneksel düşüncesini ortadan kaldırma zorunluluğu doğurur. Değerin karşılanması ve kaybın tazminatının ödenmesinden ayrı tutulması gereken böylesi bir ceza, yasanın restorasyonu, toplumsal bir cezadan özel bir düzeltmeye dönşmüştür. Ceza devlet hazinesine değil orman sahibinin özel kasasına gitmektedir.
Gerçekten, bir kent milletvekili şöyle demiştir: “Bu, devletin saygınlığına ve doğru suç hukukunun ilkelerine aykırıdır”. Buna karşılık aristokratik eyalet milletvekili, orman sahibinin haklarını korumak için Meclis’in doğruluk ve adalet duygusuna başvurdu. Diğer bir deyişle, özel bir doğruluk ve adalet duygusuna başvurdu.
Barbar insanlar belirli bir suç nedeniyle zarar gören kişilerin belirli bir maddi zararının karşılanması (tazminat parası) için ödeme emri çıkarır. Toplumsal ceza görüşü, bir suçu yalnızca bireyin zarar görmesi olarak değerlendiren bu görüşe karşı ortaya çıkar. Ancak insan ve kuram, hem bir bireyin kendisi için özel cezalandırma hem de devletin zorlamasını arzu edecek kadar öylesine kendini beğenmiştir ki henüz keşfedilememiştir.
Eyalet meclisi tam anlamıyla birini başkası sanarak yanlış yöne itilmiş olmalıdır. Kanun yapan orman sahibinin kafası iki rolü, kanun-yapıcılık ve orman sahipliği, nedeniyle bir an karışmıştır. Bir durumda bir orman sahibi olarak hırsızı odun için para ödemeye zorluyor. Diğer bir durumda kanun yapıcı olarak, hırsızı, suç durumu nedeniyle ona para ödemeye zorluyor. Rastlantısal olarak her iki durumda da paranın ödendiği kişi orman sahibidir. Dolayısıyla artık basit “droit du seigneur” (3) ile karşı karşıya değiliz. Toplumsal yasa alanından çifte miras hakkı, ikinci güce yükseltilmiş miras hakkı alanına geçmiş bulunuyoruz. Mirasla edinilmiş mülk sahipleri; yalnızca barbar dünyanın görünüşüne özgü olan bireysel cezalandırma değil aynı zamanda modern dünyanın görünüşüne özgü olan toplumsal cezalandırma  isteklerini reddeden zamanın ilerlemesiyle, üstünlük kazandılar.
Değerin geri ödenmesi ve buna ek olarak kayıp için özel tazminat sayesinde odun hırsızı ve orman sahibi arasındaki ilişki artık var olmayacak çünkü orman düzenlemelerinin ihlali tamamen ortadan kaldırılmıştır. Hırsız ve mülk sahibi tamamen eski konumlarına dönmüştür. Orman sahibi hırsızlık nedeniyle, odunun gördüğü kadar zarar görür ama tecavüz edilen hukuk kadar değil. Suçun yalnızca duygusal yönü onu etkiler ama eylemin suçla ilişkili doğası, maddi nesne olarak oduna yapılan saldırıyı içermez, eyalet sisteminin parçası olarak  oduna yapılan saldırıyı, mülkiyet hakkına saldırıyı, yanlış bir düşünce yapısının yaşama geçirilmesini içerir. Orman sahibinin hırsız adına yasalara saygılı bir düşünce yapısına yönelik özel istekleri var mıdır? Saldırının tekrarlanması durumunda, suçla ilişkili düşünce yapısı açısından bir saldırının cezalandırılması dışında cezanın çoğaltılması nedir? Orman sahibi özel talepleri olmadan özel isteklerde bulunabilir mi? Orman sahibi odunun çalınmasından önce devlet miydi? Değildi ama hırsızlıktan sonra ona dönüştü. Odun çok büyük bir değer taşır, öyle ki çalınır çalınmaz sahibine onun daha önce taşımadığı devlet niteliklerini sunar. Ancak orman sahibi yalnızca kendisinden alınanı geri alabilir. Eğer ona geri verilen devletse, - aslında ona yalnızca bir özel hak olarak değil, devletin, yasalara aykırı hareket eden kişi üzerindeki hakkı olarak verilmiştir – o zaman ondan devlet çalınmış demektir. Devlet onun özel mülkü olmuş olmalıdır. Dolayısıyla odun hırsızı ikinci bir aziz Christopher gibi, devleti, sırtında çalınmış odun biçiminde taşır.
Toplumsal cezalandırma, suç konusunda devletin sağduyusunu tatmin etmektir. Buna göre o, devletin hakkıdır. Ancak devlet bu hakkı başka birine bilinçlice devredecek biçimde özel bir kişiye veremez. Devletin suçlu ile ilgili tüm hakları aynı zamanda suçlunun devletle ilgili bir hakkıdır. Araya giren hiçbir bağlantı bir suçlunun devletle ilişkisini onunla özel kişiler arasındaki bir ilişkiye dönüştüremez. Devletin haklarından vazgeçmesine izin verilmesi yani intihar etmesi arzu edilse de, devletin payına düşen böylesi zorunlulukların ortadan kaldırılması yalnızca bir ihmal değil, aynı zamanda bir suç oluştururdu.
Buna göre, orman sahibinin devletten toplumsal ceza için özel bir hak kazanması nasıl olanaksızsa, toplumsal cezayı zorunlu kılmak açısından onun kendisi için akla uygun herhangi bir hak elde etmesi de aynı biçimde olanaksızdır. Böyle yapmak için haklı bir talep yokken üçüncü bir kişinin suç eylemini ben kendim için bağımsız bir gelir kaynağı yaparsam, onun suç ortağı olmaz mıyım? Yoksa ona ceza, bana suçun meyvesi düştüğü için onun ikinci derecedeki suç ortağı mıyım? Üçüncü bir kişinin işlediği suç yüzünden, bir yasa koyucu biçiminde devlete ait hakları haksız yere kendine malederek konumunu kötüye kullanan özel bir kişi suçu küçültemez. Halkın, devletin kaynaklarını zimmetine geçirme devlete karşı işlenmiş bir suçtur. Cezalardan gelen para da devlete ait olan halkın parası değil midir?
Odun hırsızı orman sahibinin odununu çalmıştır. Buna karşılık orman sahibi odun hırsızlığını devleti soymak için kullanmıştır. Bunun gerçekten doğru olduğu, bölümce 19’dan anlaşılabilir. Buradaki hükümler zorunlu ceza getirmekle kalmaz, sanığın bedeni ve yaşamı üzerinde hak iddia eder. Bölümce 19’a göre orman düzenlemelerini bozanlar tamamen, orman işçiliği yapmak zorunda olduğu orman sahibine teslim edilir. Kent milletvekillerinden birine göre “bu durum büyük sıkıntıya yol açabilirdi. O, yalnızca bu işlemin karşı cinsten bireyler için tehlikelerine dikkat çekmek istemişti.”
Aristokratik eyalet milletvekillerinden biri şu sonsuza dek anımsanacak yanıtı verdi:
“Gerçekten bir yasa taslağını tartışırken ilkeleri önceden incelemek ve sağlamca oluşturmak zorunlu olduğu kadar çıkarlara da uygundur. Ancak bu gerçekleştirildiği zaman, geri dönüp her bölümce ayrı ayrı tartışılamaz.”
Bunun ardından bölümce itirazsız kabul edildi.
Kötü ilkelerden yola koyulacak kadar akıllı olun, kötü sonuçlar elde etme hakkı sizindir. Doğal olarak, ilkelerin değersizliğinin, sonuçlarının anormalliğinden görülebileceğini düşünebilirsiniz. Ancak dünyayı bilirseniz, akıllı adamın gerçekleştirmekte başarılı olduğu şeylerin her sonucundan sonuna kadar yararlandığını ayırdedebilirsiniz. Tek şaşırdığımız şey, orman sahibine, fırınını odun hırsızıyla yakmasına izin verilmemiş olmasıdır. Bu, haklarla ilgili değil Eyalet Meclisi’nin başlangıç noktası olarak seçtiği ilkelerle ilgili bir sorun olduğundan, bu sonuca ulaşan yolda en küçük bir engel bile yoktur.
Yukarıda sözü edilen dogmaya doğrudan karşı çıkacak biçimde geriye dönük kısa bir bakış, her bölümce için ilkelerin yeniden tartışılmasının ne kadar gerekli olduğunu bize gösterir. Böylece, açıkça bağlantısız ve birbirinden kopuk bölümcelerin, hükümlerin birbiri ardınca nasıl gizlice kaçırılırcasına oylandığını anlarız. İlki bu şekilde gerçekleştirildikten sonra ardından gelenlerle ilgili olarak, yalnızca birincisinin kabul edilebileceği durumun görünüşünün bile  göz ardı  edildiğini görürüz.  




* 1 Kasım 1842’de Rheinische Zeitung gazetesinde yayınlanmış bu makale, Marks’ın aynı gazetenin 27 Ekim 1842’de yayınlanmış yazısının devamı niteliğindedir.
1- “Biz basit halkın ‘bir baloda dansa kaldırılmayan’ olarak adlandırıldığımız gibi”. (Metinde Fransızca).
2- Ortaçağda geçerli olan “barbarların yasası”nı belirten Latince terim.
3- Feodal beyin hakkı.

25 Haziran 2015 Perşembe

ODUN HIRSIZLIĞI YASASI TARTIŞMALARI

ODUN HIRSIZLIĞI YASASI TARTIŞMALARI*
Karl Marks

30 Ekim 1842, Rheinische Zeitung.



Kent, taşra ve aristokrat mülk temsilcileri sözlerini söylemiş oldular. Orman düzenlemelerini bozanların hakları ile orman sahiplerinin istekleri arasındaki farklılıkları gidermediler, tersine bu farkı yeterince büyük bulmadılar. Orman düzenlemelerini bozanlar ile orman sahiplerinin eşit derecede korunması için çaba harcamadılar. Yalnızca küçük orman sahibini, büyük orman sahibi ile eşit duruma getirmek için korumaya çalıştılar. İkinci durumda en küçük ayrıntıda bile eşitlik zorunludur. Oysa ilk durumda eşitsizlik bir aksiyomdur. Küçük orman sahibi neden büyük orman sahibiyle aynı korumayı ister? Çünkü ikisi de orman sahibidir. Peki, hem orman sahipleri hem de orman düzenlemelerini bozanlar devletin yurttaşları değil midir? Küçük ve büyük orman sahiplerinin devletten eşit derecede korunma hakkı varsa devletin küçük ve büyük yurttaşları için bu hak daha bile fazla geçerli değil midir?
Aristokrat mülk temsilcisi Fransa’ya gönderme yaparken -çıkarlar siyasi nefret bilmez- Fransa’da bekçilerin görevinin olgularla ilgili olduğunu ama değerle ilgili olmadığını eklemeyi unutur yalnızca. Benzer biçimde, değerli kent sözcüsü, kırsal bölge bekçilerine güvenmenin kabul edilemez olduğunu, çünkü bu durumun hem odun hırsızlığının kaydını tutmak hem de oduna değer biçmek ile ilgili olduğunu unutur.
Bu duyduğumuz savların tümünün özü nedir? Küçük orman sahiplerinin kır bekçisi görevlendirecek parası yok mudur? Bundan ne sonuç çıkar? Bundan küçük orman sahibinin bu işe girişmeye hak kazanmadığı sonucu çıkar. Küçük orman sahibi nasıl bir sonuca ulaşacaktır? İşten çıkarabileceği bir bekçiyi bir değer biçici olarak görevlendirmeye hakkı olduğu sonucuna. Parasızlık ona ayrıcalık kazandırır.
Dahası, küçük orman sahibinin bağımsız bir yargıçlar birliğini destekleyecek parası yoktur. O zaman izin verin devlet ve sanık bağımsız bir yargıçlar birliği olmadan işleri yürütsün. Küçük orman sahibinin uşağı, uşağı yoksa hizmetçisinin yargıç kürsüsünde koltuğu olsun. Hizmetçisi de yoksa o koltuğa kendi otursun. Yargı gücüne ilişkin bir hakkı olmayan sanığın devletin bir organı olan yönetim gücüne ilişkin bir hakkı da olmasın mı? Neden o zaman yargı kürsüsü de küçük orman sahibinin parasına göre düzenleniyor?
Devlet ve sanık arasındaki ilişki özel kişinin, orman sahibinin kıt kaynakları nedeniyle değişebilir mi? Devletin sanığa ilişkin bir hakkı vardır çünkü onunla devlet olarak yüz yüze gelir. Bunun doğrudan sonucu, yasaya karşı gelene karşı bir devlet olarak ve bir devlet gibi hareket etme görevidir. Devletin, suçlanan vatandaşın hak, yaşam ve mülkiyetine karşı, mantık, evrensellik ve saygınlığına uygun bir biçimde eylemde bulunma olanakları vardır. Dahası, bu olanaklara sahip çıkmak ve uygulamak onun mutlak görevidir. Ormanı devlete ait olmayan, toprağı devletin toprağı olmayan bir orman sahibinin bu arzusunu hiç kimse istemeyecektir. Bundan ne sonuç çıkarılmıştır? Bundan çıkarılan sonuç şudur: Özel mülkiyetin kendini devletin temel ilkesine yükseltme olanağı yoktur. Devlet kendini özel mülkiyetin mantıksız ve yasadışı konumuna indirmek zorundadır.
Özel çıkarlar, asla devlet düşüncesiyle aydınlanmamış ve heyecanlanmamış bu değersiz ruh adına bu sav, devlet için ciddi ve etkili bir derstir. Eğer devlet, tek bir açıdan bile olsa, eylemlerini kendi yolundan değil özel mülkiyetin yöntemleriyle yerine getirecek biçimde boyun eğerse, bunun doğrudan sonucu, kendini çıkarlar biçiminde özel mülkiyetin dar sınırlarına uydurmak zorunda kalmasıdır. Özel çıkarlar, en sınırlı ve değersiz biçimiyle kendini devletin eylemleri açısından sınır ve kural durumuna getirme aşamasına kadar bu sonucu güçlendirmek için yeterince kurnazdır. Bunun sonucunda devletin tam anlamıyla aşağılanması dışında en mantıksız ve yasadışı yöntemlerin sanığa karşı işleme konduğu ters etkiyi elde ederiz. Sınırlı özel mülkiyetin çıkarları için en üst düzeyde ilgi, sanığın çıkarlarına karşı zorunlu olarak sınırsız ilgisizliğe dönüşür. Özel çıkarların devlete, özel çıkarların yararına eylemde bulunacak biçimde boyun eğdirmeye çalışacağı ve boyun eğdirmek durumunda olduğu apaçık ortaya çıkınca, özel mülkiyeti temsil eden bir kuruluşun, taşınmaz malların, devleti özel çıkarların düşüncelerine boyun eğdirmeye çalışmayacağı ve boyun eğdirmek durumunda olmadığı nasıl kabul edilir? Her modern devlet, kavramı çok az karşılasa da, ilk işlevsel girişimde bu yasa koyucu güce karşı haykırmak zorunda kalacaktır: Senin yöntemin benim yöntemim değildir, senin düşüncelerin benim düşüncelerim değildir.
Geçici muhbir bekçi kiralamanın tamamen güvenilmez olduğu, kır bekçiliği görevine karşı ileri sürülen, yüksek sesle okunduğu için dil sürçmesine bağlanamayacak bir savdan daha parlak biçimde gösterilemez. Aşağıdaki açıklamayı bir kent milletvekili yüksek sesle okuyor:
“Kır bekçiliği görevi yapan topluluk orman bekçileri asil görevliler gibi sıkı kontrol altında değildir ve olamaz. Kır bekçiliği görevi, ödevin sadakatle yerine getirilmesi için gösterilen her çabayı etkisiz kılar. Eğer orman bekçisi ödevinin yarısını yerine getirir ve gerçek bir suçla suçlanamayacağına dikkat ederse, bölümce 56 ile işten çıkarılmasının işe yaramayacağı önerisine kendi yararına her zaman yeterli destek bulacaktır. Benzer koşullarda çıkarı olan taraflar böyle bir öneriyi dillendirmeye bile çekinirler.”
Anımsayacak olursak değer biçme görevinde bir güven sorunu olduğunda görevini yerine getiren bekçiye tam güven duyulması karara bağlanmıştı. Yine anımsayacak olursak bölümce 4 bekçiye bir güvenoyuydu.
Şimdi ilk kez öğreniyoruz ki muhbir bekçi kontrol edilmelidir ve sıkı bir biçimde kontrol edilmelidir. O, ilk kez yalnızca bir insan olarak değil, bir at olarak görünür. Çünkü bilincinin tek uyaranı mahmuz ve samandır. Kır bekçiliği görevi onun, ödevini yerine getireceği kaslarını hem gevşetmiş hem de tamamen felç etmiştir. Bencilliğin insanları tartmak ve ölçmek için ikili bir tartı ve ölçü takımı, iki dünya görüşü, biri her şeyi siyah, diğeri pembe gösteren iki gözlüğü olduğunu görüyoruz. Diğer insanları kendi araçlarının kurbanı etme ve kuşkulu çıkarlara olumlu görünüm verme söz konusu olduğunda bencillik, bu araç ve çıkarlara hayali bir gurur katan pembe gözlüklerini takar ve kendini ve diğerlerini narin ve inançlı bir ruhun kullanışsız, hoş rüyaları ile kandırır. Yüzündeki her kırışıklık güler yüzlü bir cana yakınlığı belirtir. Rakibinin elini acıtana kadar sıkar ama bunu ona duyduğu güvenin göstergesi olarak yapar. Ancak birdenbire bu bir kişisel çıkar sorunu, sahne yanılsamalarının olmadığı perde gerisindeki araç ve koşulların yararlarının dikkatlice sınanması sorunudur. İnsanların katı yargıcı olurken eylemin bencil kara gözlüklerini dikkatlice ve güvensizce takar. Deneyimli bir at cambazı gibi hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmadan insanlara çok uzun bir göz seyri sunar. Onlara bencil olduğu kadar önemsiz, aşağılık ve kirli görünür.
Bencilliğin dünyadaki görünümünü tartışmayı amaçlıyor değiliz. Ancak onu tutarlı olmaya zorlamak istiyoruz. Tüm dünyevi aklı ona ve hayalleri diğerlerine bırakmak istemiyoruz. Kişisel çıkarların karmaşık ruhunun bir an kendi sonuçlarına bağlı kalmasını istiyoruz.
Görev yapan bekçi tanımladığınız gibi bir adam ise, bu adamın yerine getirdiği kır bekçiliği görevi ona bağımsızlık, güvenlik ve saygınlık hissi vermekten uzaktır. Tam tersine, bu görev onu özendirecek herhangi bir şeyden yoksundur. Sizin despotizminizin koşulsuz bir kölesi olan böyle bir adamın zanlıya karşı tarafsız olmasını nasıl beklersiniz. Mahmuzlar bu adamı görevini yapmaya zorlasa ve siz bu mahmuzları takıyor olsanız, mahmuz takmayan zanlı için nasıl bir yazgı öngörürsünüz. Siz bile bu bekçi üzerinde yeterince sıkı bir denetim uygulayamıyorken devlet veya zanlı onu kontrol etme konusunda nasıl bir tutum alacaktır? Kır bekçiliği görevi ile ilgili söyledikleriniz aslında bu görevin sonlandırılabileceği demek değil midir: “Eğer orman bekçisi ödevinin yarısını yerine getirirse, bölümce 56 ile işten çıkarılmasının işe yaramayacağı önerisine kendi yararına her zaman yeterli destek bulacaktır.” Ödevinin yarısını yerine getirdiği sürece, yani çıkarlarınızı koruduğu sürece tümünüz onun avukatı olmayacak mısınız?
Orman bekçisine duyulan saf, aşırı güvenin kötüleyici, sürekli hata arayan bir güvensizliğe dönüşümü işin özünü ortaya koyar. Siz bu büyük güvenin orman bekçisine değil size duyulmasını ve bunu orman düzenlemelerini bozanlarla devletin bir dogma olarak kabul etmesini istersiniz.
Size karşı zanlının güvencesi olması gereken şey bekçinin resmi konumu, yemini veya vicdanı değildir. Tam tersine orman bekçisine karşı zanlının güvencesi olması gereken şey, sizin adalet duygunuz, insanlığınız, tarafsızlığınız, ölçülülüğünüzdür. Sizin denetiminiz onun esas ve tek güvencesidir. Belirsiz bir kişisel üstünlük inancı ile dolu, şiirsel bir kendinden hoşnutlukla sarmalanmış olarak taraflara bu olguda kişisel niteliklerinizi yasalarınıza karşı bir koruma aracı olarak öneriyorsunuz. Orman sahiplerinin bu romantik görüşüne katılmadığımı belirtirim. Kişilerin yasalara karşı güvence olabileceğine kesinlikle inanmıyorum. Tam tersine yasalar kişilere karşı güvence oluşturmalıdır. En cesur düşlem bile, yüce yasama işindeki kişilerin bir an olsun çıkarcılığın dar, uygulamada aşağılık bakış açısını aşıp evrensel ve nesnel bir bakış açısının kuramsal doruğuna yükselemeyeceğini hayal edebilir mi? Gelecekteki zararlarının düşüncesiyle bile titreyen, çıkarlarını savunmak için her şeye tutunan kişiler, bu kişiler gerçek tehlikeyle yüzleştiklerinde filozof olabilirler mi? Buna karşın hiçbirinin, en yetkin yasa yapıcıların bile kendini, yaptığı yasanın üstüne koymaya izni yoktur. Hiç kimsenin, üçüncü kişileri ilgilendiren sonuçlara yol açacak durumlarda, kendine güven yargısı bildirmeye hakkı yoktur.
İnsanların size özel bir güven göstermesini istemek için bile izin verilip verilemeyeceği şu gerçekler ışığında değerlendirilmelidir:
Bir kent milletvekili: “Bölümce 87’ye karşı çıkmalıdır” dedi. “çünkü onun hükümleri, kişisel özgürlük ve ilişki özgürlüğünün zarar görebilmesi nedeniyle çok pahalı ve yararsız araştırmalara neden olabilir. Önyargılı olarak herkesi bir suçlu olarak görmeye ve işlendiğine ilişkin bir kanıt elde etmeden bir suçu varsaymaya izin verilemez.”
Bir başka kent milletvekili bu bölümcenin silinmesi gerektiğini söyledi. Herkesin odun çalma ve gizlemekten kuşkulu duruma düşmesine neden olan “Herkes odunu nereden elde ettiğini kanıtlamak zorundadır” rahatsız edici hükmü, yurttaşın yaşamına büyük ve zararlı bir tecavüzdür. Bölümce kabul edildi.
Gerçekte, eğer insanların, güvensizliğin kendi zararlarına, güvenin sizin yararınıza olduğunu bir ilke olarak bildirmelerini, yine güven ve güvensizliklerini sizin özel çıkarlarınız açısından görmelerini, sizin özel çıkarlarınızı yürekten hissetmelerini beklerseniz tutarsızlıklarından çok şey beklemiş olursunuz.  
Bir başka tartışma da kır bekçiliği görevine karşı ileri sürülendir. Bu tartışmanın, daha çok aşağılama veya alay uyandırmak için mi tasarlandığını söylemek olanaksızdır.
Yalnızca sonlandırılabilir görevlere izin verilmesi gerektiğinden özel kişilerin özgür iradelerinin bu biçimde böylesine aşırı kısıtlanmasına izin verilemez.”
İnsanın hiçbir biçimde kısıtlanmaması gereken özgür bir iradeleri olduğu haberi kesinlikle hem beklenmediktir hem de rahatlatıcıdır. Şu ana dek dinlediğimiz biliciler Dodona’daki (1) antik bilicilere benziyorlar. Onlar odundan hazırlanmıştır. Ancak özgür iradede, mülk niteliği yoktur. Fikirler söz konusu olduğunda önceden yalnızca Napolyon’un izleyicileriyken ideolojinin birdenbire bu başkaldıran ortaya çıkışını nasıl anlamalıyız?
Uygun gördüğü ve bir yere kadar en uygun ve en az pahalı olduğunu düşündüğü için orman düzenlemelerini bozanlarla anlaşmak amacı taşıyan orman sahibinin arzusu özgürlük gerektirir. Bu arzu devletten suçluyu istediği zaman onunla anlaşmak üzere ona teslim etmesini bekler.  Plein pouvoir (2) ister. Özgür iradenin kısıtlanmasına karşı değildir. Hem orman düzenlemelerini bozanları hem de orman sahibini sınırlayan bu kısıtlamanın tarzına karşıdır. Bu özgür irade birçok özgürlük elde etmek istemez mi? Çok özgür, mükemmel bir özgür irade değil midir? On dokuzuncu yüzyılda kamu hukukuna uyan özel kişilerin özgür iradelerinin “bu biçimde böylesine aşırı” kısıtlanmasına cüret etmek skandal değil midir? Gerçekten skandaldır.
Bu inatçı reformcu özgür irade bile, özel çıkarlar aldatıcılığının yönettiği iyi tartışmaların yandaşlarına katılmalıdır. Ancak bu özgür iradenin iyi bir davranış tarzı olmalıdır, dikkatli, sadık bir özgür irade olmalıdır. Kapsadığı alanın o aynı ayrıcalıklı özel kişilerin keyfi güç alanı ile örtüşeceği biçimde kendini düzenleyebilmelidir. Özgür iradeden yalnızca bir kez söz edilmişti. O anda o, ussal irade ruhuna odun kütüklerini fırlatan izinsiz yerleşmiş özel kişi biçiminde ortaya çıkar. Gerçekten irade, küçük ve bencil çıkarlara bir kürek mahkumunun sırasına zincirli olması gibi zincirliyse, bu ruha ne gerek var.
Bütün bu tartışmanın doruğu sözü geçen ilişkiyi tersyüz eden aşağıdaki yorumla özetlenir:
“Asil orman ve av alanı bekçileri kır bekçiliği görevini yerine getiriyor olabilirler. Kırsal topluluklar ve özel kişiler söz konusu olduğunda bu çok ciddi endişe yaratır”.
Endişenin tek kaynağı o özel hizmetlilerin devlet görevlileri yerine çalışıyor olması değilmiş gibi! Kır bekçiliği tam olarak, endişe uyandıran özel kişileri hedeflemiyormuş gibi! Rien n'est plus terrible que la logique dans l'absurdité, yani hiçbir şey bencilliğin mantığından daha korkunç olamaz.
Orman sahibinin hizmetlisini devlet yetkilisine dönüştüren bu mantık, devlet yetkilisini orman sahibinin hizmetlisine dönüştürür. Devlet yapısı, bireysel yönetim yetkisinin amacı, her şey denetimden çıkmalıdır ki her şey orman sahibinin bir aracı durumuna, onun çıkarları da tüm işleyişi yöneten yönetici öze indirgensin. Devletin tüm organları, orman sahibinin çıkarları duyacak, gözlemleyecek, değerlendirecek, koruyacak, elini uzatacak ve koşacak diye kulaklar, gözler, kollar, bacaklara dönüşür.
Komisyon, bölümce 62’ye, ödeyememe durumunu vergi toplayıcısı, belediye başkanı ve orman düzenlemelerini bozanların yaşadığı topluluğun iki yerel görevlisinin belgelemesini isteyen bir sonuç eklenmesini önerdi. Kırsal bölge toplulukları milletvekillerinden biri vergi toplayıcının kullanılmasının var olan yasaya aykırı olduğu görüşünü bildirdi. Doğal olarak bu çelişkiye hiç dikkat edilmedi.  
Bölümce 20 ile bağlantılı olarak komisyon şunu önerdi:
“Ren ilinde işi bilen orman sahibi, suçu kanıtlanmış kişileri ceza işi yaptırmak üzere yerel yetkililere teslim etmek için yetkilendirilmelidir. Öyle ki çalışma günleri orman sahibinin kırsal kesimde yapmak zorunda olduğu ortak yol yapım çalışmalarına sayılacak ve buna uygun olarak orman sahibi bu zorunluluktan kurtulacak.”
Buna bir itiraz geldi:
“Belediye başkanları kırsal topluluğun bireysel üyeleri için uygulamayı yürüten bir temsilci olarak kullanılamaz ve suçluların çalışması, günlükçü işçilerin veya hizmetlilerin yapacağı işin karşılığı olarak kabul edilemez.”
Sözcü düşüncesini açıkladı:
“Belediye başkanı için, orman düzenlemelerini bozmaktan suçlu bulunmuş isteksiz ve başkaldıran mahkumların çalıştırılmak zorunda olmalarını görmek sıkıntılı bir görevdir. Yine de denetimi altındaki isyankar ve kötü niyetli kişileri görev yoluna yönlendirmek bu resmi görevlilerin işlevlerinden biridir. Dahası, suçluyu yanlış yoldan uzaklaştırıp doğru yola döndürmek soylu bir davranış değil midir? Taşrada bunu yerine getirmenin belediye başkanlarından daha fazla çıkar sağlayacağı kim var?”

Reineke endişeli ve üzgün bir görünüme büründü,
Birçok iyi huylu insanın şefkatini uyandıran,
Lampe, yaban tavşanı, özellikle acıyan yarası olan.
[J Goethe, Reineke Fuchs, Sechster Gesang]

Eyalet Meclisi öneriyi kabul etti.

* 30 Ekim 1842’de Rheinische Zeitung gazetesinde yayınlanmış bu makalenin, Marks’ın aynı gazetenin 27 Ekim 1842’de yayınlanmış yazısının devamı niteliğinde olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.



1- Dodona: Epirus bölgesinde bir kent. Zeus tapınağının bulunduğu yer. Tapınağın ana girişi yakınında kökünden bir kaynak fışkıran eski bir meşe ağacı büyümüştür. Biliciler, onun yapraklarının hışırdamasından tanrının arzularını yorumlamışlar.
2- Plein pouvoir: “Tam yetki”.

20 Haziran 2015 Cumartesi

ODUN HIRSIZLIĞI YASASI TARTIŞMALARI

27 Ekim 1842, Rheinische Zeitung.
Aristokrasinin geleneksel hakları, evrensel hukuk biçimiyle içeriği bakımından çatışır. Onlara hukukun biçimi verilemez çünkü onlar hukuksuzluğun oluşumlarıdır. İçeriklerinin hukuk biçimine karşıt olduğu gerçeği - evrensellik ve gereklilik – onların geleneksel yanlışlar olduğunu ve hukuka karşı ileri sürülemeyeceğini kanıtlar. Bu karşıtlık ortadan kaldırılmalı ve dahası uygun durumda cezalandırılmalıdır. Çünkü hiç kimsenin eylemi, o kişinin geleneği olduğu için yasa dışılıktan çıkmaz, nasıl ki haydutluk o aileye özgü bir özellik olduğu için bir hırsızın haydut oğlu aklanamaz. Bilerek hukuka karşı eylemde bulunan bir kişi kastından dolayı cezalandırılır. Geleneği nedeniyle eylemde bulunuyorsa, bu geleneği, kötü bir gelenek olduğu için cezalandırılacaktır. Evrensel yasalar üstün geldiği zaman, akla uygun geleneksel hak, yasal hak geleneğinden başka bir şey değildir. Çünkü hak yalnızca geleneğe dönüşmek üzere ortadan kalkmış olsa bile yasa onu içeriyor diye, geleneğe dönüşmek üzere ortadan kalkmaz. Yasaya uygun edimde bulunan biri için hak onun kendi geleneği olur. Ancak yasayı çiğneyene karşı hak, o kişinin geleneği olmasa da zorla uygulanır. Hak artık şansa, geleneğin akla uygun olup olmadığına bağlı değildir. Hak yasal olduğu için, gelenek, devlet geleneğine dönüştüğü için, gelenek akla uygun duruma gelir.
Yasal hakkın yanı sıra ayrı bir etki alanı olarak geleneksel hak buna göre, yalnızca yasanın yanı sıra ve ona ek olarak var olduğu, geleneğin yasal hakkın beklentisi olduğu yerde akla uygundur. Dolayısıyla kimse ayrıcalıklı toplumsal konumdakilerin geleneksel haklarından söz edemez. Yasa onların yalnızca akla uygun haklarını değil dahası sıklıkla onların akla aykırı hak iddialarını da tanır. Ayrıcalıklı toplumsal konumdakilerin yasayla ilgili bir beklenti içinde olma hakları yoktur. Çünkü yasa onların haklarının tüm olası sonuçlarını karşılamıştır. Yine buna bağlı olarak, geleneksel haklar yalnızca menus plaisirs (1) için bir etki alanı olarak istenir. Bu, akla uygun sınırlar içinde yasada söz konusu edilen aynı içeriği, gelenek alanında kapris ve hak iddiaları için bu akla uygun sınırlar dışında bulmak içindir.
Ancak aristokrasinin bu geleneksel hakları, akla uygun hak kavramı ile karşıtlık içindeyken, yoksulların geleneksel hakları pozitif hukukun gelenekleriyle karşıtlık içinde olan haklardır. Onların içeriği, yasal biçimle değil ama kendi biçim yoksunluğu ile çatışır. Yasanın biçimi bu içerik ile çelişki içinde değildir. Tam tersine, bu içerik henüz bu forma ulaşmamıştır. En verimli kaynak olarak değerlendirilebilecek birçok Germanic (2) haktan yoksulların geleneksel haklarını tek yönlü aydınlanmış yasamanın nasıl ele aldığını ve böyle ele almaya zorlandığını kavramak için pek fazla düşünmeye gerek yoktur.
Medeni hukuka göre en liberal yasalar, var olan bu hakların evrensel düzeye getirilmesi ve açık ve kesin biçimde belirtilmesi ile sınırlandırılmıştır. Bu tür hakları bulamadıkları yerde yenilerini de yaratmadılar. Kendine özgü gelenekleri ortadan kaldırdılar. Ancak böyle yaparken toplumsal konumu yüksek olanların yanlışlarının rastgele iddialar biçimini alırken toplumsal konumu olmayanların haklarının rastlantısal ödünler biçiminde ortaya çıktığını unuttular. Bu hareket biçimi, hakların yanı sıra gelenekten de hoşnut olanlar açısından doğru, hakları olmayıp yalnızca gelenekleri olanlar açısından yanlıştır. Bu yasaların rastgele iddiaları yasal savlara dönüştürmesi gibi, bu iddialarda hakkın akla uygun bir kısım içeriğinin bulunması gerektiğince, rastlantısal ödünleri de zorunlu olanlarına dönüştürmeleri gerekirdi. Örneğin manastırları ele alarak bunu açık kılabiliriz. Manastırlar ortadan kaldırılmıştı, mülkleri dünyevileştirilmişti ve böyle yapmak doğruydu. Ancak yoksulların manastırlarda bulduğu rastlantısal destek herhangi bir başka pozitif gelir kaynağı ile karşılanmadı. Manastırların mülkleri özel mülke dönüştürüldüğünde ve manastırlar biraz tazminat aldıklarında, yaşamını manastırlar aracılığıyla sürdüren yoksullar tazminat almadılar. Tam tersine onlara yeni bir kısıtlama dayatıldı. Eski bir haklarından yoksun bırakıldılar. Bu, ayrıcalıklar tamamen hakka dönüşürken oldu. Bu kötüye kullanmaların olumlu bir yönü - bir tarafın hakkını rastlantısal bir şeye dönüştürdüğü için de kötüye kullanmadır - hem rastlantısalın zorunluluğa dönüştürülmesi hem de küçümsenmesi nedeniyle ortadan kaldırılmıştır.
Bu yasalar zorunlu olarak tek yanlıydı çünkü yoksulların tüm geleneksel hakları, mülkiyetin belli biçimlerinin karakter olarak belirsiz olduğu gerçeğine dayanır. Çünkü onlar kesinlikle özel mülk değildi, kesinlikle ortak mülk de değildi. Ortaçağın tüm kurumlarında bulduğumuz özel ve kamusal hakların bir karışımıydı. Yasamanın amacı açısından bu belirsiz biçimler yalnızca anlayışla kavranabilir. Anlayış yalnızca tek yanlı değildir, onun aynı zamanda dünyayı tek yanlı yapma zorunlu işlevi de vardır. Bu işlev önemli ve büyük bir görevdir çünkü yalnızca tek yanlılık bütünün düzenli olmayan yığınından kendine özgü olanı çıkarabilir ve ona biçim verebilir. Bir şeyin karakteri anlayışın ürünüdür. Her şey kendini yalıtmalı ve bir şey olabilmek için yalıtılmış olmalıdır. Yaşamın içeriklerinin her birini kalıcı bir belirlilikle sınırlandırarak ve o bu içeriğin sıvı özünü katılaştırırken anlayış, yaşamın çok çeşitliliğini ortaya çıkarır. Çünkü yaşam birçok tek yanlılık olmadan çok yanlı olamayacaktır.
Dolayısıyla anlayış, modeli Roma hukukunda bulunan soyut medeni hukukun var olan kategorilerini onlara uygulayarak karışık olanı, mülkiyetin belirsiz biçimlerini ortadan kaldırır. Yasama bilinci, bu belirsiz mülkiyetin zorunluluklarını yoksul sınıf için ortadan kaldırmanın daha adil olacağı değerlendirmesinde bulundu. Çünkü o yüksek konumdakilerin mülkiyetini de ortadan kaldırdı. Buna karşın, medeni hukuk açısından bile burada iki yönlü bir özel hakkın var olduğu unutuldu: mal sahibinin özel hakkı ve mal sahibi olmayanın özel hakkı. Bu, anayasal hukuk altında hiçbir yasanın özel mülkiyet ayrıcalıklarını ortadan kaldırmayacağı gerçeği dışında, onları yalnızca garip karakterlerinden soyar ve onlara resmi bir karakter verir. Yine de hakkın ve dolayısıyla mülkiyetin de, ortaçağa ait her biçimi her yönden karışık, iki yönlü, ikiye bölünmüş olsaydı ve anlayış, bu çelişkili belirleme bakımından birlik ilkesini haklı biçimde ileri sürseydi bile o, önceden belirlenmiş özel mülkiyetin karakterini doğası gereği asla kazanamayacak mülklerin var olduğu gerçeğini göz ardı etmiştir. Bu mülkler, temel doğaları ve rastlantısal var oluş biçimleri ile oturma hakları ve dolayısıyla o sınıfın oturma hakkı kapsamındadır. Onlar, kesinlikle o oturma hakları nedeniyle tüm diğer mülklerden ve sivil toplumda doğası gereği onlarla aynı konumda olandan dışlanır.
Farkına varılacaktır ki tüm yoksul sınıfın gelenekleri, mülkiyetin belirsiz yanına doğal bir içgüdü ile dayanır. Bu sınıfın doğal bir gereksinimi karşılamak için bir dürtü duyumsadığı ve aynı biçimde, haklı bir dürtüyü doyurmak için gereksinim hissettiği fark edilecektir. Devrilmiş odunlar buna örnektir. Bu odunların büyüyen ağaçla yapısal ilişkisi, dökülmüş derisiyle yılan arasında olduğu gibi pek azdır. Doğa kendini yoksulluk ve zenginlik arasındaki antitezin bir modeli olarak sunar. Bu antitez modeli, kuru, kırılmış dal ve sürgünlerin canlı yaşamdan uzaklaşmasına karşıt olarak özsu ile dolu, kendi uygun formunu ve bireysel yaşamını geliştirmek için yapısal olarak hava, ışık, su ve toprağı emen ağaç ve kökler biçimindedir. Bu, yoksulluk ve zenginliğin doğal bir temsilidir. İnsan yoksulluğu, bu akrabalığı duyumsar ve bu akrabalık duygusundan kendi yoksulluk hakkını çıkarır. Buna göre o eğer önceden belirlenmiş mülk sahipleri için doğal canlı zenginliği isterse, gereksinim ve onun rastlantısallığı için doğal yoksulluğu ister. Temel güçlerin bu oyununda, yoksulluk insan gücünden daha insancıl olan iyi bir güç duyumsar. Ayrıcalıklı bireylerin rastlantısal gelişigüzel eylemleri yerini temel güçlerin rastlantısal eylemlerine bırakır. Bu eylemler gönüllü olarak bırakılmayan özel mülkiyeti ayrıcalıklı bireylerin elinden alır. Zenginlerin sokaklarda dilenmesi nasıl uygun değilse doğanın yardımı için de bu böyledir. Ancak yoksulluğun haklarını kazanması yine onun etkinliği ile olur. İnsan toplumunun temel sınıfı bir araya gelerek kendini doğanın temel gücünün ürünleri arasına düzen getirici olarak saptar. Konum bu ürünler bağlamında benzerdir. Bu ürünlerin vahşi doğadaki gelişimi onları mülkiyetin tamamen rastlantısal eki durumuna getirir ve yalnızca önemsizlikleri nedeniyle onlar gerçek sahibin etkinliğinin nesnesi değildir. Aynı şey hasat sonrası başakları toplama ya da benzer geleneksel haklar bağlamında da geçerlidir.
Buna göre yoksul sınıfın bu geleneklerinde içgüdüsel bir hak duygusu vardır. Kökleri olumlu ve yasaldır. Geleneksel hakkın biçimi burada doğaya fazlasıyla uygundur çünkü şu ana dek yoksul sınıfın kendi varoluşu sivil toplumun yalnızca bir geleneğiydi. Bu gelenek devletin bilinçli örgütlenmesinde uygun bir yer bulamamıştır.
Bu sorunla ilgili tartışma, bu geleneksel hakların nasıl ele alındığına ilişkin, yöntemi ve tüm işlemin ruhunu ayrıntılı biçimde gösteren bir örneğe elverir.
Bir kent milletvekili yabanmersini ve kızılcık toplanmasının hırsızlık olarak kabul edilmesi yönündeki kanun hükmüne karşı çıktı. Öncelikle bu meyveleri aileleri için biraz para kazanmak üzere toplayan yoksul çocukları adına konuştu. Bu eyleme mal sahipleri çok eski zamanlardan beri izin veriyordu ve bu, çocuklara geleneksel bir hak doğuruyordu. Bu gerçeğe bir başka milletvekili şöyle karşı çıktı:
“onun bölgesinde bu yabanmersinleri ticari meta durumuna gelmiştir ve Hollanda’ya fıçılarla dağıtılmıştır”.
Bir mekanda, buna göre, şeyler o düzeye gelmiştir ki yoksulun geleneksel hakkı zenginin bir tekeline dönüşmüştür. Bu, doğal olarak zorunlu tekelleştirilmeyi izleyen genel mülkiyetin tekelleştirilebileceğinin kapsamlı kanıtıdır. Nesnenin doğası tekeli çağırır çünkü özel mülkiyet ilişkileri burada bu tekeli yaratmıştır. Kimi para tutkunu küçük tüccarın tasarladığı bu modern görüş eski dönem Alman toprak mülkiyeti ilişkileri için çıkar sağladığında çürütülemez duruma gelir.
Aklı başında yasa koyucu cezalandırmak zorunda kalmamak için suçu önleyecektir. Ancak bunu hakkın kapsamını daraltarak değil hakkın kapsadıklarının olumsuz yönlerini ortadan kaldırarak, bu kapsama olumlu bir eylem alanı kazandırarak yapacaktır. O, hakkın daha geniş bir kapsamına ait olması amacıyla bir sınıfın üyeleri için olanaksızlığı ortadan kaldırmakla kendini sınırlandırmayacaktır. Onların sınıfını kendi haklarından memnun olma gerçek olasılığına yükseltecektir. Eğer devlet bunun için yeterli olacak kadar insancıl, zengin ve yüce gönüllü değilse, en azından koşulların tek başına ortaya çıkmasına yol açtığı bir kabahatin suça dönüşmemesi yasa koyucunun kesin bir görevidir. O, toplum düzenine aykırı bir suç gibi cezalandırılırsa onun için adaletsizliğin doruğu olacak toplumsal bir bozukluğu düzeltirken en yüksek hoşgörüyü göstermelidir. Aksi durumda, toplumsal içgüdünün toplum düzenine aykırı biçimiyle mücadele ettiğini sanırken toplumsal içgüdünün kendisiyle mücadele etmek durumunda kalacaktır. Kısaca söylemek gerekirse, halkın geleneksel hakları baskılanırsa bunları uygulama çabası yalnızca basitçe polis düzenine karşı gelme olarak değerlendirilir, ancak asla bir suç gibi cezalandırılmaz. Polis gücü aracılığıyla cezalandırma, koşulların yüzeysel bir bozukluk olarak karakterize ettiği ama hukukun ölümsüz kuralına bir saldırı oluşturmayan bir eyleme karşı kullanılan çıkarcı bir yöntemdir. Cezalandırma, kabahatle tutarsızlık oluşturmamalıdır. Suçun utancı hukukun utancına dönüşmemelidir. Talihsizlik suç ya da suç talihsizlik olursa devletin temeli zayıflatılmış olur. Bu bakış açısını desteklemeyen Taşra Meclisi, yasa yapmanın temel kurallarını bile tanımamaktadır.
Çıkarların küçük, katı, cimri ve bencil ruhu yalnızca bir noktayı görür. Bu nokta, onun, mısırlarını ezdiği için, yoldan geçeni kötü ün yapmış biri, bu talihsiz yaratığı güneşin altındaki en alçak yaratık olarak değerlendiren kaba bir insan gibi, yaralandığı noktadır. Mısırlarını o, görüşlerinin ve yargılarının temeli yapar. Yoldan geçenin ona dokunduğu tek noktayı o kişinin esas doğasının tüm dünyayla iletişime geçtiği tek yer durumuna getirir. Ancak bir kişi dürüst, dahası yetkin bir kişi olmaktan vazgeçmeden mısırlarımın üzerinden yürüyüp geçebilir. İnsanları mısırlarınızla yargılamamanız gerektiği gibi, onları kişisel çıkarlarınız gözüyle görmemeniz gerekir (3). Kişisel çıkarlar, kişinin çıkarıyla o kişinin çatıştığı bir alanı o kişinin tüm yaşam alanına dönüştürür. Doğalcı değildir, fareleri haşarat olarak görür, bu nedenle de yasayı yalnızca haşaratı yok etmeye çalışan bir avcıya dönüştürür. Ancak devlet, orman düzenlemelerine uymayanları odun hırsızı, orman düşmanı olarak değerlendirmemelidir. Devlet yurttaşlarının her biriyle bin yaşamsal sinirle bağlı değil midir? Herhangi bir yurttaş bu sinirlerden birini kopardı diye devletin tüm bu sinirleri koparma hakkı var mıdır? Buna göre devlet, orman düzenlemelerine uymayanları da bir insan, kalbi kan pompalayan yaşayan bir üye, Anavatanını savunmak zorunda olan bir asker, mahkemede sözü dinlenmesi gereken bir tanık, topluluğun kamusal görevler üstlenen bir üyesi, varlığı kutsal olan bir aile babası, her şeyden öte de devletin bir yurttaşı olarak kabul edecek. Devlet üyelerinden birini umarsızca bu görevlerinden dışlamayacak çünkü devlet bir yurttaşı bir suçluya dönüştürdüğünde kendi uzvunu kesmiş olur. Her şeyden öte, ahlaklı yasa yapıcı daha önce kabahat olarak kabul edilmeyen bir eylemin suç eylemleri arasında sınıflandırılmasının en ciddi, en acı verici, en tehlikeli durum olacağını düşünecektir.
Çıkar, buna karşın pratiktir ve dünyada bir düşmanı yok etmekten daha pratik bir şey yoktur. “İnsan öldüremeyeceği bir şeyden nefret edebilir mi” diye sormuştur Shylock (4). Gerçek yasa koyucu yanlıştan başka bir şeyden korkmamalıdır ancak yasamanın çıkarları yalnızca hakkın sonuçlarından kaynaklanan korkuyu, onlara karşı yasa yapılan suçlulardan korkmayı bilir. Zalimlik, korkaklığın zorla kabul ettirdiği yasaların karakteristik özelliğidir çünkü korkaklık ancak zalim olursa enerjik olabilir. Buna karşın kişisel çıkarlar her zaman korkakçadır çünkü kalbi, ruhu, her zaman burkulup zedelenebilen bir dış nesnedir. Üstelik kalbi ve ruhunu kaybetme tehlikesi karşısında kim titrememiştir? Üstün özü insan olmayan, yabancı malzemeden bir öz ise bencil yasa koyucu nasıl insan olabilir? National Guizot ile ilgili "Quand il a peur, il est terrible," der (5). Bu kelimeler öznel çıkarlardan ve dolayısıyla korkaklıktan esinlenen tüm yasamanın üzerine yol gösterici bir ilke olarak kazınabilirdi.
Samoyedler (6) bir hayvan öldürdüğünde, derisini yüzmeden önce büyük bir ciddiyetle bu yarayı ancak Rusların açabileceğini, organların bir Rus bıçağı ile parçalandığını böylelikle intikamın Ruslardan alınmasını garanti etmek isterler. Bir Samoyed olma iddiası olmadan da yasayı Rus bıçağına dönüştürmek olasıdır. Bunun nasıl olduğunu görelim.
Bölümce 4 ile bağlantılı olarak komisyon şunu önerdi:
“İki milden fazla uzaklıklarda, görevli bekçi var olan yerel ücrete göre değeri belirler.”
Bir kent milletvekili buna şöyle karşı çıktı:
“Çalınmış oduna görevli orman bekçisinin değer biçmesine izin veren öneri önemli kuşkular uyandırmaktadır. Doğal olarak bu resmi görevliye güvenimiz tamdır. Ancak bu yalnızca olgular açısından böyledir, değer açısından değil. Değer, yerel yetkililerin değerlendirmesine göre belirlenmeli ve bölge başkanınca onaylanmalıdır. Verilen cezanın orman sahibinin yasal hakkı durumuna gelmesi gerektiğine göre, bölümce 14’ün kabul edilmemesi gerektiğinin önerildiği doğrudur”, vs. “Bölümce 14 kalacaksa önerilen kanun hükmü tehlikeli olacak biçimde kuşkuludur. Çünkü doğal olarak, orman sahibine çalışan ve ücretini ondan alan orman bekçisi, çalınmış odunu değerini kesinlikle olabildiğince yüksek tutmak zorunda kalacaktır.”
Taşra meclisi komisyonun önerisini kabul etti.
Burada, mülkiyetin yargı yetkisinin yasa yapışını görüyoruz. Mülkiyetin bekçisi aynı zamanda kısmi zamanlı yargıçtır. Bu değerlendirme işlemi mahkeme kararının bir parçasıdır. Buna göre mahkeme kararı bu işlemin kaydı sırasında zaten kısmen öngörülmüştür. İşlemi gerçekleştiren bekçi yargıçlar birliğindedir. Kararı mahkemeyi bağlayan bir uzmandır. Diğer yargıçları dışlayan bir işlev görür. Aynı zamanda yargıçlık görevi yapan mülkiyet jandarmaları ve muhbirler varken sorgulayıcı yöntemlere karşı çıkmak aptalcadır.
Kurumlarımıza karşı bu temel saygısızlık dışında, değerlendirme işlemini gerçekleştiren bekçinin nitelikleri incelendiğinde aynı zamanda çalınmış odunu değerlendirirken ne kadar az nesnel olabileceği açıkça görülür.   
Bir bekçi olarak, ormanın koruyucu melekliğini temsil eder. Koruyuculuk, özellikle kişisel, fiziksel koruyuculuk, gözetilen nesneye karşı etkili, enerjik ve tutku dolu bir tutum gerektirir. Bu tutum, büyüyen ormanla onun bütünleşmesi gibidir. Orman onun için her şey, ormanın değeri de mutlak olmalıdır. Diğer yandan, değer biçicinin çalınmış oduna karşı tutumu, kuşkucu bir güvensizliktir. Keskin, hayal gücünden yoksun bir gözle, olağan bir ölçütle onu tartar ve kaç metelik ettiğini hesaplar. Bir bekçi ve bir değer biçici, bir mineral bilimci ve bir mineral tüccarı kadar birbirinden farklıdır. Orman bekçisi çalınmış odunun değerini ölçemez çünkü mahkeme için vereceği, çalınmış malzemeye biçtiği değeri içeren her rapor ile kendi etkinliğinin değerini, kendi değerini biçmektedir. Dahası, koruduğu nesnenin değerini, maddesini koruduğu gibi korumayacağına inanır mısınız?
Ciddiyetin resmi görevi olduğu bir kişiye bağlanmış işlevler, hem koruma altındaki nesneyle hem de konuyla ilgili kişiler bakımından çelişkilidir.  
Ormanın koruyucusu olarak bekçi özel mülk sahibinin çıkarlarını korumalıdır, ancak bir değer biçici olarak orman düzenlemelerini ihlal edenin çıkarlarını da özel mülk sahibinin aşırı isteklerine karşı en az bu kadar gözetmelidir. Yumruklarını belki orman yararına kullanmak zorunda kalırken hemen arkasından zekasını da ormanın düşmanları yararına kullanmak durumunda kalacaktır. Orman sahibinin çıkarlarını temsil ederken aynı zamanda bu aynı çıkarlara karşı da bir güvence olmak zorundadır.
Bekçi, daha da ötesi, bir muhbirdir. Yerine getirdiği görev jurnalciliktir. Dolayısıyla, nesnenin değeri, jurnalciliğin teması durumuna gelir. Bekçi bir yargıç olarak saygınlığını yitirir. Yargıcın işlevi de son derece küçük düşürülmüştür çünkü o anda jurnalcinin işlevinden ayırt edilemez.
Son olarak, bir uzman olarak sınıflandırılamayan bu muhbir bekçi, ister muhbir ister bekçi olarak görev yapsın, orman sahibinin hizmetindedir ve ücretini orman sahibi öder. Değer biçme işlemi, yemin altında orman sahibinin kendisine de bırakılabilir çünkü bekçisinin kişiliğinde o aslında yalnızca bir üçüncü kişinin biçimini varsaymıştır.  
Buna karşılık Taşra Meclisi, onun yerine, bu muhbir bekçinin konumunu bile kuşkulu bulur. Tersine meclis, muhbir bekçilerin doğa görevi olarak adlandırılabilecek, orman cenneti krallığında devlet gücünün son görüntüsünü oluşturan tek önlemi kuşkulu sayar. Bu öneri çok sert protestolar doğurdu. Sözcünün açıklamasıyla da fırtına dinecekmiş gibi görünmüyor:
“önceki taşra meclisleri zaten bekçilerin doğa görevlerinden vazgeçilmesini istemişti. Ancak hükümet bunu kabul etmedi ve doğa görevini devletin mülklerinin korunması olarak değerlendirdi.”
Buna göre daha önceki bir tarihte Taşra Meclisi, mülkleri korumaktan vazgeçmesi için hükümetle pazarlık etmeye çalışmış ancak meclis pazarlık etmekten öteye gitmemiş. Şimdi doğa görevine karşı ileri sürülmüş reddedilemez olduğu kadar verimli olan görüşleri inceleyelim.
Kırsal bölge örgütlerinden bir milletvekili:
“bekçilerin doğa görevi kendilerine güven koşulu bakımından küçük orman sahipleri için zararlıdır. Bir başka milletvekili korumanın küçük ve büyük orman sahipleri için eşit derecede etkin olması gerektiği konusunda ısrar etti.”
Aristokrat mülkü temsilcilerinden biri şu belirlemede bulundu:
“Özel kişilerle doğa görevi önerilemez bir durumdur. Fransa’da bekçilerin tuttuğu kayıtlara güvenmenin yararlı olmadığı görüldü. Yine de ihlallerin artmasını önlemek için bir şeyler yapmak zorunluluktur.”
Bir kent milletvekili şöyle dedi:
“Uygun biçimde görevlendirilmiş yeminli orman memurlarının tanıklığına güven duyulmalıdır. Doğa görevi, söylemek gerekirse, birçok topluluk, özellikle küçük mülk sahipleri için bir olanaksızlıktır. Yalnızca doğa görevi yapan orman memurlarına güvenilmesi gerektiği kararı, bu mülk sahiplerini tüm orman korumasından yoksun bırakacaktır. Eyaletin büyük kısmında, topluluklar ve özel mülk sahipleri, ormanlık arazileri, özel ormancılar görevlendirecek kadar büyük olmadığı için orman arazilerinin korunmasında zorunlu olarak kırsal bölge bekçilerine güvenmek zorunda kalacaklardır. Ormanı korumaya yemin etmiş bu kırsal bölge bekçilerine, orman düzenlemeleri bozulduğunda tanıklık ederken güvenmek ama bir odun hırsızlığını rapor edecekleri zaman tam güven göstermemek garip olacaktır”.

  
1- “küçük kazançlar”
2- Farklı Alman kavimlerinin (Frenk, Frizyeli, Burgonyalı, Langobardlı [Lombardiyalı], Anglo-Sakson ve diğerleri) 5-9. yy.larda derlenmiş barbar olarak adlandırılan yasalarına (leges barbarorum) gönderme yapılmaktadır.
3- Almanca Hühneraugen- mısır, Augen- göz kelimeleri ile bir kelime oyunu.
4- W. Shakespeare, Venedik Taciri, Perde IV, Sahne 1.
5- “Korktuğu zaman korkunçtur”.
6- Sibirya’da yaşayan bir halk.