28 Haziran 2015 Pazar

ODUN HIRSIZLIĞI YASASI TARTIŞMALARI*

Karl Marks
1 Kasım 1842, Rheinische Zeitung.

İyi bir belediye başkanı, orman sahibinin topluma karşı görevini kendisine zarar vermeden yerine getirebilmesi için sorumluluk isteyen bir görevi üstlenmeli ve soylu bir eylemi gerçekleştirmeli. Orman sahibi eşit haklarla belediye başkanını ahçıbaşı veya başgarson olarak kullanabilirdi. Belediye başkanı için sorumluluğu altındaki mutfak veya kileri gözetmek soylu bir eylem değil midir? Mahkum edilmiş suçlu, belediye başkanının sorumluluğu altında değildir ama polis şefinin sorumluluğu altındadır. Belediye başkanı toplumu temsil etmek yerine bireyler için uygulayıcı durumuna getirilirse, belediye başkanından bir görev yürütücüsüne dönüşürse konumunun gücünü ve saygınlığını yitirmez mi? Genel iyi için yürüttükleri dürüst çalışma özel bireyler yararına olacak biçimde ceza gerektiren iş düzeyine düşürülürse toplumun diğer özgür üyeleri aşağılanmış olmayacaklar mı?
Yine de bu yanıltıcı tartışmaları ortaya koymak gereksizdir. Bilge kişilerin insancıl deyişleri nasıl değerlendirdiğini, sözcünün kendisinin bize bir iyilik yaparak aktarmasına izin verelim. O, orman sahibinin, insancıl çiftlik sahibine şu yanıtı vermesine yol açar:
“Mısır başaklarının bir kısmı toprak sahibinden aşırılmışsa hırsız şöyle diyecektir: ‘Benim ekmeğim yok, sizin bol mısırınızın birazını alıyorum’. Odun hırsızı da şöyle diyecektir: ‘Yakacak odunum yok, o yüzden biraz odun alıyorum’. Toprak sahibini Ceza Kanunu 444 no.lu bent korur. Bu madde mısır başağını aşıranı 2-5 yıl ile cezalandırır. Orman sahibini böyle güçlü biçimde koruyan bir madde yoktur.”
Orman sahibinin bu son kıskanç çığlığı niyetinin tam itirafını içerir. Sen çiftlik sahibi, benim çıkarlarım söz konusu olduğunda neden bu kadar yüce gönüllüsün? Senin çıkarların zaten kollandığı için. Öyleyse izin ver bir yanlışlık olmasın! Yüce gönüllülüğün bir maliyeti yoktur ya da biraz para kazandırır. Öyleyse çiftlik sahibi, orman sahibini kandıramazsın. Öyleyse orman sahibi, belediye başkanını kandırma!
Tüm tartışma ahlaki ve insani nedenlerin yalnızca kelimelerden oluştuğunu kanıtlamamış olsaydı, tek başına bu intermezzo “soylu eylem”in tartışmamızda ne kadar az şey anlattığını  kanıtlamak için yeterli olurdu. Oysa çıkarlar, kelimeler için bile cimridir. Onları, gereksinim duyarsa, sonuçları belirgin bir yarar sağlayacaksa bulur. Sonra güzel konuşmaya başlar, kan dolaşımı hızlanır. Başka şeyler pahasına pohpohlayıcı ve tatlı sözlerle kendisine çıkar sağlayan soylu eylemlerle ilgili olarak bile sakınımlı değildir. Tüm bunlar, tamamı, yalnızca orman düzenlemelerinin bozulmasını orman sahibi için geçerli bir para kazanma yolu, kazançlı bir gelir kaynağına dönüştürmek, sermayeyi daha uygun bir bir yatırım biçiminde değerlendirmek için kullanılır. Çünkü odun hırsızı orman sahibi için sermaye durumuna gelmiştir. Belediye başkanının, orman düzenlemelerini bozan yararına kullanılması sorunu yoktur; belediye başkanının, orman sahibinin yararına kullanılması sorunu vardır. Kaderin ne kadar dikkat çekici bir oyunu, ne kadar dikkat çekici bir olgudur, orman düzenlemelerini bozanların sorunlu çıkarının bulunduğu nadir özel durumlara ayrıksı değinide bulunulması, orman sahibinin tartışmasız çıkarının güvence altına alınması.
Aşağıda bu insani duyarlıkların bir başka örneği var!
Sözcü der ki “Fransız kanunu, hapis cezasının ormanda çalışmaya dönüştürülerek hafifletilmesini kabul etmez”. O, bu ceza hafifletmenin mantıklı ve yararlı bir önlem olduğunu düşünür, çünkü hapis cezası her zaman reform getirmez, çoğu zaman yozlaşmaya yol açar.
Daha önce, masum insanlar suçluya dönüştürüldüğünde, devrilmiş odunların toplanmasıyla ilişkili olarak, bir milletvekilinin hapiste onların uzun yıllardır hırsız olanlarla karşı karşıya kaldıklarını belirttiği dönemde, hapishanelerin iyi olduğu söylenmişti. Birdenbire reform okulları yozlaşma kurumlarına dönüştü. Çünkü şu anda hapishanelerin yozlaştırıcılığı, orman sahiplerinin çıkarları yararınadır. Suçlunun düzeltilmesi denirken anlaşılması gereken, suçlunun orman sahibine karşı asli görevi olan çıkar yüzdesinin arttırılmasıdır.
Çıkarların hafızası yoktur, çünkü o yalnızca kendini düşünür. İlgilendiği tek şeyi, kendisini asla unutmaz. Çatışkılarla ilgilenmez çünkü kendisiyle asla çatışkıya düşmez. Sürekli doğaçlama yapar, çünkü dizgesi yoktur, yalnızca yararlı olanlar vardır.
Özel çıkarların tartışmalı mekanizmasında, insancıl ve adil gerekçeler geçerliğini yitirmişken
“Ce qu'au teal nous autres sots humains,
Nous appelons faire tapisserie (1)”, dışında,
çıkarlara uygun düşen yararlı olanlar en güçlü etkenlerdir. Bu yararlı olanlar arasında bu tartışmada sürekli tekrarlayan ve ana kategorileri oluşturan, “iyi gerekçeler” ile “zararlı sonuçlar” olarak adlandırılan iki tanesini belirteceğiz. Kimi zaman kurul sözcüsünü, kimi zaman meclisin bir başka üyesini, belirsiz her hükmü uyanıklık, akıl ve iyi gerekçeler kalkanı ile itirazların düşman ışınlarına karşı savunurken görürüz. Her hükmün, zararlı veya tehlikeli sonuçlarına gönderme yapılarak reddedilmiş hak bakış açısıyla kararlaştırıldığını görürüz. Öyleyse şimdi bu çok sayıdaki yararları, bu mükemmel yararları, herşeyi ve daha fazlasını kaplayan bu yararları inceleyelim.
Çıkarlar, dış dünyadaki etkileri nedeniyle bir zararlı sonuçlar olasılığı sunarak hakkı nasıl karalayacağını bilir. Yanlış olanı, ona iyi gerekçeler yükleyerek nasıl aklayacağını bilir. Bunu düşüncelerinin iç dünyasına çekilerek yapar. Dış dünyada kötü insanlar arasında, onu yargılayan dürüst adamın göğsündeki iyi gerekçelerden adaletsizlik çıkar, hukuk kötü sonuçlar üretir. İyi gerekçeler ve zararlı sonuçların kendilerine özgü ortak özellikleri, bir şeye ilişkileri bağlamında bakmamaları, hukuku bağımsız bir nesne olarak ele almamaları, ama ilgiyi hukuktan uzaklaştırıp dış dünyaya veya kendi zihinlerine yöneltmeleri, böylelikle hukukun ardından dolanabilmeleridir.
Zararlı sonuçlar nedir? Tüm açıklamalarımız göstermiştir ki onlar devlet, hukuk veya sanık için zararlı sonuçlar olarak anlaşılmamalıdır. Dahası, birkaç satırla iyice açık duruma getirmeliyiz ki bunlar, yurttaşların güvenliği için zararlı sonuçları içermez.
Parlamento üyelerinin kendilerinden duymuştuk ki “herkes odununu nereden edindiğini kanıtlamalıdır” hükmü yurttaşın yaşamına kaba ve aşağılayıcı bir tecavüzdür ve her yurttaşı üzücü bir zorbalığın kurbanı durumuna getirir. Bir başka hüküm çalınmış odun bulunduran herkesin hırsız olarak kabul edileceğini belirtir. Oysa bir milletvekili şunları söylemişti:
“Birçok dürüst insan için bu tehlikeli olabilir. Yakın çevrede çalınmış odun onun bahçesine atılmış olabilir ve suçsuz kişi cezalandırılabilir”.
Bölümce 66’ya göre tekele bildirilmemiş bir fidan alan herhangi bir yurttaş dört haftadan iki yıla kadar ağır çalışma cezası ile cezalandırılabilir. Bu konuda bir kent milletvekili şöyle yorum yaptı:
“Bu bölümce Elberfeld, Lennep and Solingen bölgelerindeki her bir yurttaşı ağır çalışma cezası ile tehdit ediyor”.
Son olarak bu işin ve orman polisinin gözetim ve yönetimi ordunun bir hakkı ve dahası bir görevi durumuna getirildi. Oysa suç yasasının 9. bendi yalnızca eyalet savcısının gözetimindeki ve dolayısıyla eyalet savcısının sorumluluğundaki acil davaların nesnesi  yetkili memurlardan söz eder. Ordu için bu durum söz konusu değildir. Bu, mahkemelerin bağımsızlığı ve yurttaşların özgürlük ve güvenliği için bir tehdittir.
Buna göre, yurttaşların güvenliği açısından olası zararlı sonuçlar konusunda söz etmekten çok uzaktayız. Onların kendi güvenliği bile zararlı sonuçlara neden olan koşullar olarak değerlendiriliyor.
Öyleyse zararlı sonuçlar nelerdir? Zararlı olan, orman sahibinin çıkarına zarar verendir. Buna göre eğer yasa onun çıkarlarının gelişmesini sağlamazsa sonuçları zararlıdır. Bu bağlamda çıkarın gözü keskindir. Daha önce çıplak gözle apaçık olanı görmezken şimdi yalnızca mikroskopla görülebilecek olanı bile görüyor. Tüm dünya özel çıkarlar açısından sorunlarla doludur; bu, tehlikelerle dolu bir dünyadır. Bu özellikle, tek bir çıkarın değil pek çok çıkarın dünyası olmasından dolayıdır. Özel çıkarlar kendini dünyanın en yüksek amacı olarak görür. Dolayısıyla yasa, bu en yüksek amacın ayırdına varmazsa uygunsuz bir yasa durumuna gelir. Özel çıkarlara zararlı olan yasa buna göre sonuçları zararlı olan yasadır.
İyi gerekçelerin zararlı sonuçlardan daha iyi olduğu mu düşünülmektedir?
Çıkarlar düşünmez, hesaplar. Gerekçeler bunun görünüşleridir. Gerekçe yasanın temelini ortadan kaldırmak için güdüleyicidir.  Özel çıkarların bunu yapmak için pek çok güdüleyicisi olacağı konusunda kim kuşkuya kapılabilir? Bir gerekçenin iyiliği, olgunun nesnel gerçekliğini bir kenara koyabilen ve kendini ve diğerlerini neyin iyi olduğunu akılda tutmaya gerek olmadığı ama kötü bir şey yaparken iyi düşüncelerin olmasının yettiği yanılsaması ile uyuşturabilen  geçici esnekliğindedir.
Tartışmamızın düşünce tarzını sürdürürken, herşeyden önce Bay Belediye Başkanı’na önerilen soylu eylemler için bir yan yoldan söz edeceğiz.
“Komisyon, bölümce 34’ün aşağıdakiler doğrultusunda düzeltilmiş bir sürümünü önerdi: sanık, görevi düzenleyen bekçinin çağrılmasını isterse, orman mahkemesine tüm ortaya çıkacak harcamalar için önden depozit yatırmalıdır.”
Devlet ve mahkeme, sanığın çıkarları söz konusu olduğunda hiçbir şeyi bedava yapmamalıdır. Önden ödeme istemelidirler. Bu önden ödeme, düzenlemeyi yapan bekçi ile sanığın mahkemede karşılaşmasını önden açıkça güçleştirir.
Soylu bir eylem! Yalnızca tek bir soylu eylem! Soylu bir eylem için bir krallık! Ancak önerilen tek soylu eylem Bay Belediye Başkanı’nın Bay Orman Sahibi’nin  çıkarı için eylemek zorunda olduğudur. Belediye başkanı soylu eylemlerin, onların insani görünüşlerinin temsilcisidir. Soylu eylemler dizisi tükenir ve belediye başkanına hüzün fedakarlığı ile dayatılan zorunlulukla sonsuza dek biter.
Eğer devletin iyiliği ve suçlunun ahlaki çıkarları için Bay Belediye Başkanı görevinden fazlasını yapmak zorundaysa, orman sahipleri aynı iyilik aşkına özel çıkarlarının gerektirdiğinin azını istemek zorunda değiller midir?
Bu sorunun yanıtının tartışmada daha önce değinilmiş bölümde yanıtlanmış olduğu düşünülebilir. Ancak bu yanlışlık olur. Ceza hükümlerine geliyoruz.
“Aristokratik eyaletlerden bir milletvekili, orman sahibinin, verilen ceza tutarını (değerin basitçe karşılanmasının üzerinde ve ötesinde) alsa bile, ki bu sıklıkla elde edilemez, zararının yeterince karşılanmayacağını düşündü.”
Bir kent milletvekili belirtti:
“Bu bölümcenin (§15) hükümlerinin çok ciddi sonuçları olabilirdi. Orman sahibi bu yolla üç kısımdan oluşan tazminat alabilirdi. Sayacak olursak: değer, dört-altı-sekiz kat ceza ve ek olarak kaybın karşılanması için sıklıkla rastgele belirlenecek ve gerçek değil bir kurgunun sonucu olacak olan özel bir tutar. Her durumda, sorgulanan özel tazminatın bir an önce orman mahkemesinden istenmesi ve mahkeme hükmünde verilmesi gerektiğini önermek ona zorunluluk olarak göründü. Davanın doğasından açıkça belliydi ki sürekli kaybın kanıtı ayrı olarak sağlanmalıydı ve yalnızca bekçinin raporunu temel almamalıydı.”
Buna karşıt olarak sözcü ve bir başka üye burada belirtilen ek değerin onların gösterdiği biçimde farklı davalarda nasıl ortaya çıkabileceğini açıkladı. Bölümce kabul edildi.
Suç, şanslıysa orman sahibinin bir ödül bile kazanabileceği bir piyangoya dönüşür. Ek değer var olabilir ama basit değeri zaten alan orman sahibi, dört-altı-sekiz kat ceza yolu ile kazançlı bir iş yapabilir. Ek değerin yanı sıra kayıp için özel bir tazminat alırsa dört-altı-sekiz kat ceza da tam bir kazanç olur. Aristokratik eyaletin bir üyesi ceza olarak toplanan paranın yetersiz bir garanti olduğunu çünkü sıklıkla elde edilemediğini düşünüyorsa, bu para, değer ve kayıp tazminatı karşılansa bile kesinlikle daha elde edilebilir olmayacaktır. Şimdi sanıktan para toplama güçlüğünün nasıl üstesinden gelindiğini göreceğiz.
Orman sahibinin ormanı için suçun gelir kaynağına dönüştürüldüğü biçimde burada düzenlenenden daha iyi bir sigortası olabilir mi? Akıllı bir general gibi kendisine yöneltilen bir saldırıyı kazançlı bir zafer için mutlak bir fırsata dönüştürür. Çünkü odunun ek değeri, ekonomik bir imgelem bile hırsızlık yolu ile metaya dönüştürülür. Orman sahibinin yalnızca odunu değil odun işi de garanti altına alınmalıdır. Orman sahibi, işletmecisine uygun saygıyı gösterir, devlete hizmetlerinin karşılığını ödemez. Suçun cezasını, ona saldırılara karşılık bir hukuk zaferinden, bencilliğe saldırılara karşılık bencilliğin zaferine dönüştürmek parlak bir fikirdir.
Ancak okurların dikkatini özellikle bölümce 14’ün hükmüne çekmek isteriz. Bu, leges barbarorum (2)’un barbar insanların yasası olduğu geleneksel düşüncesini ortadan kaldırma zorunluluğu doğurur. Değerin karşılanması ve kaybın tazminatının ödenmesinden ayrı tutulması gereken böylesi bir ceza, yasanın restorasyonu, toplumsal bir cezadan özel bir düzeltmeye dönşmüştür. Ceza devlet hazinesine değil orman sahibinin özel kasasına gitmektedir.
Gerçekten, bir kent milletvekili şöyle demiştir: “Bu, devletin saygınlığına ve doğru suç hukukunun ilkelerine aykırıdır”. Buna karşılık aristokratik eyalet milletvekili, orman sahibinin haklarını korumak için Meclis’in doğruluk ve adalet duygusuna başvurdu. Diğer bir deyişle, özel bir doğruluk ve adalet duygusuna başvurdu.
Barbar insanlar belirli bir suç nedeniyle zarar gören kişilerin belirli bir maddi zararının karşılanması (tazminat parası) için ödeme emri çıkarır. Toplumsal ceza görüşü, bir suçu yalnızca bireyin zarar görmesi olarak değerlendiren bu görüşe karşı ortaya çıkar. Ancak insan ve kuram, hem bir bireyin kendisi için özel cezalandırma hem de devletin zorlamasını arzu edecek kadar öylesine kendini beğenmiştir ki henüz keşfedilememiştir.
Eyalet meclisi tam anlamıyla birini başkası sanarak yanlış yöne itilmiş olmalıdır. Kanun yapan orman sahibinin kafası iki rolü, kanun-yapıcılık ve orman sahipliği, nedeniyle bir an karışmıştır. Bir durumda bir orman sahibi olarak hırsızı odun için para ödemeye zorluyor. Diğer bir durumda kanun yapıcı olarak, hırsızı, suç durumu nedeniyle ona para ödemeye zorluyor. Rastlantısal olarak her iki durumda da paranın ödendiği kişi orman sahibidir. Dolayısıyla artık basit “droit du seigneur” (3) ile karşı karşıya değiliz. Toplumsal yasa alanından çifte miras hakkı, ikinci güce yükseltilmiş miras hakkı alanına geçmiş bulunuyoruz. Mirasla edinilmiş mülk sahipleri; yalnızca barbar dünyanın görünüşüne özgü olan bireysel cezalandırma değil aynı zamanda modern dünyanın görünüşüne özgü olan toplumsal cezalandırma  isteklerini reddeden zamanın ilerlemesiyle, üstünlük kazandılar.
Değerin geri ödenmesi ve buna ek olarak kayıp için özel tazminat sayesinde odun hırsızı ve orman sahibi arasındaki ilişki artık var olmayacak çünkü orman düzenlemelerinin ihlali tamamen ortadan kaldırılmıştır. Hırsız ve mülk sahibi tamamen eski konumlarına dönmüştür. Orman sahibi hırsızlık nedeniyle, odunun gördüğü kadar zarar görür ama tecavüz edilen hukuk kadar değil. Suçun yalnızca duygusal yönü onu etkiler ama eylemin suçla ilişkili doğası, maddi nesne olarak oduna yapılan saldırıyı içermez, eyalet sisteminin parçası olarak  oduna yapılan saldırıyı, mülkiyet hakkına saldırıyı, yanlış bir düşünce yapısının yaşama geçirilmesini içerir. Orman sahibinin hırsız adına yasalara saygılı bir düşünce yapısına yönelik özel istekleri var mıdır? Saldırının tekrarlanması durumunda, suçla ilişkili düşünce yapısı açısından bir saldırının cezalandırılması dışında cezanın çoğaltılması nedir? Orman sahibi özel talepleri olmadan özel isteklerde bulunabilir mi? Orman sahibi odunun çalınmasından önce devlet miydi? Değildi ama hırsızlıktan sonra ona dönüştü. Odun çok büyük bir değer taşır, öyle ki çalınır çalınmaz sahibine onun daha önce taşımadığı devlet niteliklerini sunar. Ancak orman sahibi yalnızca kendisinden alınanı geri alabilir. Eğer ona geri verilen devletse, - aslında ona yalnızca bir özel hak olarak değil, devletin, yasalara aykırı hareket eden kişi üzerindeki hakkı olarak verilmiştir – o zaman ondan devlet çalınmış demektir. Devlet onun özel mülkü olmuş olmalıdır. Dolayısıyla odun hırsızı ikinci bir aziz Christopher gibi, devleti, sırtında çalınmış odun biçiminde taşır.
Toplumsal cezalandırma, suç konusunda devletin sağduyusunu tatmin etmektir. Buna göre o, devletin hakkıdır. Ancak devlet bu hakkı başka birine bilinçlice devredecek biçimde özel bir kişiye veremez. Devletin suçlu ile ilgili tüm hakları aynı zamanda suçlunun devletle ilgili bir hakkıdır. Araya giren hiçbir bağlantı bir suçlunun devletle ilişkisini onunla özel kişiler arasındaki bir ilişkiye dönüştüremez. Devletin haklarından vazgeçmesine izin verilmesi yani intihar etmesi arzu edilse de, devletin payına düşen böylesi zorunlulukların ortadan kaldırılması yalnızca bir ihmal değil, aynı zamanda bir suç oluştururdu.
Buna göre, orman sahibinin devletten toplumsal ceza için özel bir hak kazanması nasıl olanaksızsa, toplumsal cezayı zorunlu kılmak açısından onun kendisi için akla uygun herhangi bir hak elde etmesi de aynı biçimde olanaksızdır. Böyle yapmak için haklı bir talep yokken üçüncü bir kişinin suç eylemini ben kendim için bağımsız bir gelir kaynağı yaparsam, onun suç ortağı olmaz mıyım? Yoksa ona ceza, bana suçun meyvesi düştüğü için onun ikinci derecedeki suç ortağı mıyım? Üçüncü bir kişinin işlediği suç yüzünden, bir yasa koyucu biçiminde devlete ait hakları haksız yere kendine malederek konumunu kötüye kullanan özel bir kişi suçu küçültemez. Halkın, devletin kaynaklarını zimmetine geçirme devlete karşı işlenmiş bir suçtur. Cezalardan gelen para da devlete ait olan halkın parası değil midir?
Odun hırsızı orman sahibinin odununu çalmıştır. Buna karşılık orman sahibi odun hırsızlığını devleti soymak için kullanmıştır. Bunun gerçekten doğru olduğu, bölümce 19’dan anlaşılabilir. Buradaki hükümler zorunlu ceza getirmekle kalmaz, sanığın bedeni ve yaşamı üzerinde hak iddia eder. Bölümce 19’a göre orman düzenlemelerini bozanlar tamamen, orman işçiliği yapmak zorunda olduğu orman sahibine teslim edilir. Kent milletvekillerinden birine göre “bu durum büyük sıkıntıya yol açabilirdi. O, yalnızca bu işlemin karşı cinsten bireyler için tehlikelerine dikkat çekmek istemişti.”
Aristokratik eyalet milletvekillerinden biri şu sonsuza dek anımsanacak yanıtı verdi:
“Gerçekten bir yasa taslağını tartışırken ilkeleri önceden incelemek ve sağlamca oluşturmak zorunlu olduğu kadar çıkarlara da uygundur. Ancak bu gerçekleştirildiği zaman, geri dönüp her bölümce ayrı ayrı tartışılamaz.”
Bunun ardından bölümce itirazsız kabul edildi.
Kötü ilkelerden yola koyulacak kadar akıllı olun, kötü sonuçlar elde etme hakkı sizindir. Doğal olarak, ilkelerin değersizliğinin, sonuçlarının anormalliğinden görülebileceğini düşünebilirsiniz. Ancak dünyayı bilirseniz, akıllı adamın gerçekleştirmekte başarılı olduğu şeylerin her sonucundan sonuna kadar yararlandığını ayırdedebilirsiniz. Tek şaşırdığımız şey, orman sahibine, fırınını odun hırsızıyla yakmasına izin verilmemiş olmasıdır. Bu, haklarla ilgili değil Eyalet Meclisi’nin başlangıç noktası olarak seçtiği ilkelerle ilgili bir sorun olduğundan, bu sonuca ulaşan yolda en küçük bir engel bile yoktur.
Yukarıda sözü edilen dogmaya doğrudan karşı çıkacak biçimde geriye dönük kısa bir bakış, her bölümce için ilkelerin yeniden tartışılmasının ne kadar gerekli olduğunu bize gösterir. Böylece, açıkça bağlantısız ve birbirinden kopuk bölümcelerin, hükümlerin birbiri ardınca nasıl gizlice kaçırılırcasına oylandığını anlarız. İlki bu şekilde gerçekleştirildikten sonra ardından gelenlerle ilgili olarak, yalnızca birincisinin kabul edilebileceği durumun görünüşünün bile  göz ardı  edildiğini görürüz.  




* 1 Kasım 1842’de Rheinische Zeitung gazetesinde yayınlanmış bu makale, Marks’ın aynı gazetenin 27 Ekim 1842’de yayınlanmış yazısının devamı niteliğindedir.
1- “Biz basit halkın ‘bir baloda dansa kaldırılmayan’ olarak adlandırıldığımız gibi”. (Metinde Fransızca).
2- Ortaçağda geçerli olan “barbarların yasası”nı belirten Latince terim.
3- Feodal beyin hakkı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder